15 Mart 2014 Cumartesi



Utanç, Salman Rushdie, 539 – XXXXIX 
-------------------------------------------------------------
Salman Rushdie, bu üçüncü romanında, Pakistan’a benzeyen ama Pakistan olmayan parşömen bir ülkedeki yakın tarihi farklı bir bakış açısıyla yorumlamakla kalmıyor, değiştirerek de yazıyor. Bunu da;
“Bana gelince: Ben de bütün göçmenler gibi hayalciyim. Hayali ülkeler inşa edip onları var olanların üzerine yamamaya çalışıyorum… … Bazen kendimi bir ağaç gibi görüyorum, … İskandinav mitolojisindeki efsanevi dünya ağacı, dişbudak Yggdrasil gibi. … üç kökü vardır. Birisi Valhalla’dan, Odin’in su içmeye geldiği yerden bilgi gölüne girer. İkincisi Ateş Devi Surt’un âlemi Muspelheim’in sönmez ateşiyle için için yanar. Üçüncüsü Nidhogg adındaki korkunç bir hayvan tarafından ağır ağır kemirilir. Ateşle canavar üç kökten ikisini imha ettiğinde dişbudak devrilecek, karanlık çökecektir. Tanrıların alaca karanlığı; bir ağacın ölüm rüyası… … Benim hikâyemin parşömen-ülkesinin, tekrar ediyorum bir ismi yok.” s. 110-111
Yazar, yakın tarihte aynada görünen Pakistanlı politikacıların aynanın sırında değil sırrında saklanan kişiliklerini, ailelerini, sosyal, finansal ve siyasal ilişkilerini bütün çıplaklığı ile yazarken, bu boyutlara odaklandığımızda insan, romancının aslında çok da yabancı olmadığımız sahnelerden bahsettiğini görüyor. Pek öyle uzaklara, Hindistan yarımadasına gitmeye gerek yok. Bugünlerde istesek de istemesek de izlemek, yaşamak zorunda olduğumuz olgular, olaylar ve kişilere çok benzer kişiler bunlar. Neden bahsedildiğini “anlamamak” imkânsız değil mi? Konuyu biraz açarsak; iktidara ulaşmak için yap(a)mayacağı olmayan politikacılardan, kendilerini toplumun çok üstünde gören ve anlamsız bir şekilde onların vasiliğine soyunan ordu mensuplarından, tüm bunları görse de sadece izlemekle yetinen bir halk topluluğundan bahsediyor Rushdie romanda. Bunların “getirisi” de delik deşik edilmiş bir “ileri demokrasi” oluyor haliyle. Fazlasıyla tanıdık olunca, günümüz Türkiye’sinden de böyle bir roman çıkar mı, diye kendine sormadan edemiyor insan.  

Yazar romanda anlatacaklarını garip şekilde başlayan ve ilerleyen bir aşk çevresinde genişletiyor. Bu aşk ekseninde ise ayıp, rezalet, skandal gibi kavramların zenginleşen “utanç” kelimesinin içi dolduruluyor. Bu doğrultuda da romanın geçtiği “tam manasıyla Pakistan olmayan” ülkenin tarihini, bu duygunun labirentlerinde öğreniyorsunuz.
Romanı kahramanları üzerinden biçimlendirirsek:
“’Bu kadın vücudu’ demişti, yetişkin bir kadın olduğu gün babasına, ‘ insana bebekten, sancıdan ve utançtan başka bir şey getirmiyor.’ “ s. 135
Kısaca utanması olanların anlayabileceği, “Utanc”a dair bir roman bu. Utanması olmayanlar mı? Okusalar ne olur, okumasalar ne… onlar olmaya, Salman Rushdie gibiler de onları yazmaya devam edecek, devam da ediyor hâlâ. Anlayana !
-------------------------------------
Can Yayınları’nda I.Basım, Temmuz 2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder