Ölmek Zor İş, Halid Halife
Çeviri: Mustafa
İsmail Dönmez
“Babasının Brezilya ve
Alp Dağları’na dair her şeyi bildiğini, ama komşularının evinde neler olup
bittiğinden haberi olmadığını söyledi. Onların korkaklığı, ülkeyi kızlarını
satacak duruma düşürmüştü.”
***
Bu romanı tanıtmak adına yaptığım çalışma sırasında,
01 Ocak 1964’de doğan, 30 Eylül 2023’de kaybettiğimiz yazarı Halid Halife’nin
yaşamına ilişkin kaynaklara zor ulaştım. Türkçe ve Batı dillerinde kaynak yok
gibi. Ben de Arapça kaynaklara ulaşarak, kitaptan önce yazarı hakkında
edindiğim bilgilerle çıkınınızı doldurmak istedim.
Komşu olduğumuz… Komşuluktan öte
iktisadî, siyasî, içtimaî ve askerî hayatımızın eş gündeminde yer alan, dostumuz…
Suriyeliler ile aramızdaki ortak
kültür ve çıkarların uzun erimde yıkılması olanak dışı olsa da, ne yazık ki son
dönemde içe dönük siyasi projelerle düşmanımız olan Suriye
uyruklu Halid Halife: 01 Ocak 1964’de Halep’te doğdu. Halep Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde
okudu ancak, ekmeğini roman, şiir ve dizilere, belgesellere ve filmlere senaryo
yazarak kazandı.
Yaşamının bir bölümünü
İsviçre’de sürdürdükten sonra, 30 Eylül 2023’de Şam’da öldü.
1993'te yayımlanan ilk romanı, Aldatının Gardiyanı’nı, 2000’de
El-Karbat Defterleri izledi. 2006’da
yayımlanan - Nefrete Övgü Bağımsız
Uluslararası Ödül ve Arap Roman Ödülü'ne aday gösterildi. Suriyeli bir ailenin
üyelerinin hayatlarının, Suriye rejimi ile Müslüman Kardeşler arasındaki
savaştan nasıl etkilendiğini konu alan Nefrete
Övgü romanını yazmak için on üç yıl harcadı. Arapça çeviriden adını
çıkaramadığım vatandaşı kadın bir blogger ile yaptığı söyleşide Nefrete Övgü romanında herhangi bir
siyasi düşüncenin savunuculuğunu yapma niyetinde olmadığını belirterek, şunları
söylüyor: "Her şeyden önce bu romanı
Suriye halkını savunmak ve bunun sonucunda yaşadıkları acıları protesto etmek
amacıyla yazdım.” 2013’de Türkçe de yayınlanan
- Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok romanı
ile (Necib Mahfuz Kurgu Ödülü'nü kazandı ve Uluslararası Arap Kurgu Ödülü'ne
aday gösterildi). 2016’da Ölmek Zor İş
ve 2019’da - Kimse Onlar İçin Dua Etmedi
romanları yayımlandı ve 2020 Uluslararası Arap Kurgu Ödülü'nün uzun listesinde
yer aldı. Romanları, Türkçe, Fransızca,
İtalyanca, Almanca, Norveççe, İngilizce ve İspanyolcaya çevrildi.
Gençliğinden itibaren adından söz ettiren Halife,
politik çıkışlarıyla ve aktivistliği ile de tanınıyor. Ülkesindeki
yolsuzluklara ve 1982’de Hama’da yaşanan katliama karşı düzenlenen gösterilerde
ön saflarda yer alması, Halife’nin bilinirliğini arttıran eylemler olarak öne
çıktı. Kitaplarında bu olayların yanı sıra önce Hafız Esad’ın, daha sonra
Beşşar Esad’ın Baas Partisi aracılığıyla toplumsal hareketlere ket vurup rejim
muhaliflerini susturmaları, uyguladıkları etnik kimlik ayrımcılığını ve sosyal
hayata getirdikleri kısıtlamaları işledi.
Ancak, bugünkü Suriye’nin aynasının arkasında yer
alan 2 Şubat 1982'de Suriye hükûmetinin Hama şehrinde başlayan ayaklanmayı
bastırmak amacıyla başlattığı katliamın yanlışlığı yanında, Nusayri kökenli olan Hafız Esad'ın rejimini
kabul etmeyen… 1976'da başlayan Lübnan İç Savaşı'na saplanıp kalmış olan
Suriye'nin çalkantılı konumundan faydalanmak isteyen Sünni Müslüman Kardeşler
Cemaati’nin 1979 Haziran'ında, Halep'teki bir topçu okulunda çoğu Nusayri olan
83 askerî öğrencinin öldürülmesi ve Ağustos-Kasım 1980 arasında Şam'da yüzlerce
kişinin öldürüldüğü bombalı saldırılardan hiç söz etmedi.
Nitekim izleyen süreçte, İslamcılar ve diğer
muhalif militanlar Hama'yı "kurtarılmış şehir" ilan ederek, Baas
Partisi üyelerinin, hükûmet ajanlarının ve rejim destekçilerinin evlerini bastılar
ve yaklaşık elli kişiyi öldürdüler Suriyelileri “kâfir” olarak adlandırdıkları
hükûmet güçlerine karşı ayaklanmaya çağırdılar. Suriye’nin ve komşularının kaynaklarında
gözü olan emperyalizmin ve onların artıklarından beslenen yereller ile taşeron
tetikçilerin kışkırtmalarıyla, Şubat 1982'de muhafazakâr Sünni şehri Hama'da
başlayan bir genel ayaklanmayla doruğa çıkarak çatışmalar iç savaş olarak günümüze
evrildi. Halid Halife’nin kitabında bunlardan bir iz bile göremedim.
Bu savaşta
Suriye büyük bir yıkıma uğradı. Yazar, “23 Mart 2023, Cumhuriyet Kitap, s.10’da kitabın
çevirmeni Mustafa İsmail Dönmez ile yaptığı söyleşide” en büyük kaybı olanın, zafer elde ettiğini
sanan rejim olduğunu söylese de – bana göre- ve ne yazık ki, kaybeden Suriye
halkı oldu. Bu nedenle tüm kesimler kaybetti diyebiliriz. Savaşta ölüm dâhil
yaşamın her ayrıntısı akıl almaz bir şekilde değişiyor. Ama değişmeyen tek şey
kalıyor. Ezilenler, ezilmeye devam ediyor.
***
Romanın öyküsünün özeti, Suriye İç Savaşı’nın
sıradanlıktan çıkmış bin bir çeşit ölümün yanında, sıradanlaştırılmaya
çalışılan bir cenaze töreninin, bir babanın vasiyetinin üç kardeş tarafından yerine
getirilmesidir. Ancak bu sadece bir görüntüdür. Şam’dan yola çıkıp babanın köyü
İnnabiye
mezarlığında kız kardeşinin yanına gömülmesini kapsayan normalde olması gereken
altı saatlik sürecin günlere yayıldığını ve öykünün omurgasında bir aile
hesaplaşması olduğunu görürüz.
Öyküye konu olan, vefat eden öğretmen Abdüllatif
Salim, çevresinde, makyajlanmış bir biçimde kibar,
yardımsever ve sevecen bilinmekle beraber, eşi ve çocuklarına karşı davranışları katı ve
hoşgörüden yoksundur. Eşiyle bahçelerinde uyumlu bir çift gibi çiçeklerle
ilgilenmesi koca bir yalandı. Eşi kırk yıl bu rolü oynamıştı. Romanın
ana karakterleri olan çocukları: Babasının Brezilya
ve Alp Dağları’na dair her şeyi bildiğini, ama komşularının evinde neler olup
bittiğinden haberi olmadığını söyleyerek evden ayrılan, içlerindeki en zeki, güçlü,
hırslı bir genç olan, Fatma’ya
buyurgan, hem babasıyla hem de Bülbül ile ilişkisi çocukluğundan beri sorunlu
Hüseyin… kendini güzel ve çekici olduğuna inandıran,
yaptıklarının mükemmel olduğunu sanan, gerçekte hiçbir şeyi tam yapamayan
Fatma… ile hiçbir şeye itiraz edemeyecek kadar çekingen ve korkak, aşktan da, yaşamaktan da, siyasetten
de korkan Bülbül… ama yine de bu roman asıl adı Nebil olan Bülbül’ün üstünden
yürüyen, kısaca Bülbül’ün romanı.
Öyküsünde Suriye’nin yakın tarihi,
sosyo-kültürel yaşamı içinde yer alan bir ailenin yaşamının geçmişi
anlatılıyor.
Ölümsüz sırlar
gecesi adını verdikleri anılarının tamamını canlandıramadan ruhunu teslim eden Abdüllatif, gözlerindeki
son ferle, Nevin’i
tutkuyla öperken, son sözleri… Geleceğini yakmak yerine kendini yakıp hece taşı
bile olmayan bir mezarda yatan kız kardeşi, Leyla’nın ölümünden duyduğu, kefaretini
bir türlü ödeyemediği sorumlukla, onun yanına gömülmek isteğiydi. Ökü böyle
başlar.
Bu isteği yerine getirmek için yola çıkan kardeşler
arasındaki yaralar, iyileştirilebilir miydi? Suriye İç Savaşı’nın gölgesinde
her an ölümle karşı karşıya kalan Bülbül, Hüseyin ve Fatma’nın kendileri ve babaları
Abdullatif Salim, anneleri ve halaları arasındaki problemli ilişkiler bu
yolculuktaki beraberlik süresinde sağaltılabilir miydi? Muhaberat’ın aradığı
Abdüllatif tutuklanmadan defnedilebilecek mi? Göreceğiz…
Karısı öldükten
beş yıl boyunca tamamen içine kapanan Abdüllatif, yatağını ve her gün
kullandığı için ayrılmaz parçası haline gelen eşyalarını terk etmiş, -romanın
ikincil önemli karakterlerinden- Nevin’in yaşadığı rejime karşı gemilerini
yakmış küçük bir beldenin saygın hocası haline gelmişti. Onlara yoldaşlık etmiş,
bu arada Nevin ile evlenmişti.
Kırk yıl önce
genç ve güzel bir kız olan Nevin, aynı okulda sözleşmeli resim öğretmeni olarak
kendisini Abdüllatif’e tanıtmış, Abdüllatif’in ona tutkusu o gün başlamıştı. Küçük
Moskova olarak bilinen Derizzor’a bağlı Muhasan kasabasında yaşıyor, Fırat lehçesi
ile konuşuyordu. Özel hayatına kimsenin yaklaşmasına izin vermez, kadife
sesiyle söylediği eski Irak şarkılarıyla insanı baştan çıkarırdı. Zamanın gerçek anlamını idrak edebilmek için
çocuklukla yaşlılık arasındaki oyalanma yıllarının kasten heba edilmesi
gerekiyordu. Bu, sadece aşığın ıstırabının sona ereceği ana kavuşması için
yaşanması gereken zamandı. Yıllar sonra kendisini sessizce seven adamın acısını
duyumsamak için Abdüllatif’i arayacak, onu artık bekletmeyecekti. Kalan
yaşamını rejim tarafından öldürülen iki oğlunun anılarıyla tek başına geçirmek
istemediğini söyledi. Her ikisi de umutlarını yitirmenin uçuruma yuvarlanmak
olduğunu kavramışlardı.
Yolculuğun menzilinde, ölmeden önce Cemil’e âşık
olan -diğer ikincil önemli karakter- Leyla’nın mezarı bulunmaktaydı. Çok
güzel ve güçlü bir kız olan Leyla, Bülbül’ün annesinin de yakın arkadaşıydı. Abdüllatif
ile kuzenleri Cemil ve Abdülkerim, Üç Silahşorlar olarak anılırlardı. Üçü de
Baas Partisi militanıydı. Filistin’in özgürleşeceğine, Mescid-i Aksa’da namaz
kılacaklarına tereddütsüz inanmışlardı. İlerleyen yıllarda, Cemil iftiraya
uğramış ve idam edilmişti. Leyla ise Cemil’in ölümünden sonra ona yaktığı
ağıtlarla gündem olmuş, başkalarının kendisi için seçtiği hayatı kabullenmemiş,
düğün günü, çatıya çıkıp kendini ateşe vererek, alevler vücudunu sarsın diye
bir semazen gibi dönerek ruhunu teslim etmişti.
Bülbül, üniversiteye giderken, fakir askerler,
memurlar ve uzak köylerden gelen çiftçiler arasında oturuyordu. Oturduğunuz yer
önemliydi. Çünkü TV kanal seçimlerinize göre damgalanabilir, bir anda kendinizi
Muhaberat’ın elinde bulabilirdiniz. Halkın çoğu Hıristiyan’dı. Dürzi ve farklı
mezheplerden Müslümanlar da vardı. Üniversiteden arkadaşı Hıristiyan Lemya da burada yaşardı. Bülbül, yanından
bir kadın geçtiğinde yere bakar, yere düşen çocuklara yardım eder ama sokaktaki
tüm kadınları arzular, postanede çalışan komşusu Samar’ın memelerini somurmak
ister, açık pencereleri dikizlerdi. Bülbül’ün asıl adı Nebil’ di. Lemya, sevgisini ilk kez göstermek için ona Bülbül
diye seslenmiş ve öyle de kalmıştı. Bülbül,
tatillerde Şair Riyad Salih el-Hüseyin’in şiirlerinden alıntılar yaparak Lemya’ya
ifşa olmaması gereken, manastırların derin mahzenlerinde yüzlerce yıl saklanacak
kıymetli ikonalar gibi mektuplar yollardı.
Bülbül, Felsefe Bölümünde okuyor, düşünmeyi teşvik eden hocaları
okuldan atılıyordu. Düşünmek sorgulanması gereken bir suçtu. Muhbirler hocaları
dinsizlik, ateizme teşvik, iktidara ve Arap milliyetçiliğine sövmekle
suçluyorlardı. Onu en çok korkutan
değişiklik ve devrimin artık zorunluluk olduğunu söyleyen tek yol devrim
boyutundaki Lemya’ya katılıp tehlikeye atılmaktı.
Yıllar
sonra Bülbül’ün karısı Hiyam ile eski sevgilisi Lemya ve kocası Zuhayr, hep beraber buluştuklarında hiç birisinin çevrelerinde bir iz bırakmadığını
anlamışlardı. Ancak Lemya ve Zuhayr şimdi devleşmiş, rejime karşı Yermuk
kampında komşularının tesettürlü diye terörist diye ilan ettikleri kişilere
bile yardım elini uzatmışlardı. Lemya, Bülbül’e aptalca şeyler yapma cesaretini
veren belki de tek kişiydi. Ama Bülbül, Leyla’ya aşkını itiraf edecek kadar
cesur olamamıştı. Nehirde yüzen bir
çiçek demetini gördüğünde onu tam vaktinde ve yerinde yakalama anını kaçırmış, nehir
de onu alır götürmüştü.
Babalarını
defnetmek için günlerce, askerî, siyasî ve vicdanî barikatlardan zorlukla geçerek
giden kardeşler, Bülbül kolayca vaz geçilebilecek gereksiz bir varlık
olduğundan mıdır, bilinmez “bir günde” Şam’a geri dönerler! Bu, yaşasaydı yazara
sorulabilecek bir soru olarak her zaman aklımda kalacak.
Yeni yılda tasasız,
sağlıklı ve her zamanki gibi kitapla kalmanızı dilerim.
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
Deli Dolu, Tudem Yayın Gurubu,
1. Baskı, Şubat 2023