Son
Hediye, Abdulrazak Gurnah, 3 / CCVIII
Çeviri: Müge
Günay
kucağında iki belki de üç yaşındaki kızını taşıyor,
arkalarında teneke ve molozdan yapılmış bir barınak
var.
İkisi de paçavralar içinde ama kadının saçları,
sanki bu fotoğraf için hazırlık yapmış gibi özenle,
bukle bukle sarılmış.
Kadın kaşlarını çatmış yorgun ve bıkkın görünüyor…
Vücudu açlıktan ve geleneklerle parçalanmış, sünnet
edilmiş güzel bir kadın.
O da kızı da aç.
Bu tür şeyleri bilmek bazen iyi durumda olduğum için
utanç duymama yol açıyor.” S. 284
-o-
Gurnah’ın Sessizliğe Hayranlık romanının devamı olan bu romanda, Gurnah, yine
sınıf çatışmalarının neden/sonuç ilişkilerinden, kendi deyimi ile -klişe ve
genellemelerin körlüğünden- uzak duruyor, kaçınıyor, safını sisler gerisinde
egemenden yana koyuyor ve bu güzel öykü sinek kuşu gibi havada asılı kalıyor,
sonra da kayıp gidiyor. Oysa bilindiği gibi, dönemin kapitalist sömürü
düzeninin başat temsilcisi Büyük Britanya İmparatorluğu’nun İngiltere
toprakları; kendi yarattığı savaşlardan,
ekonomik ortamdan, açlık ve kıtlıktan, kaçıp gelen insanların yanında… inançları,
kültür ve kimlikleri nedeniyle uğradıkları baskılar sonucunda, başta Birleşik
Krallık Milletler Topluluğu’ndan olmak üzere, göç ve iltica etmek zorunda kalan nice kişiler
ve topluluklarla dolmuş, hatta bir o kadar da göç vermiştir. Özetle Gurnah,
kitabın kahramanlarının kişiliğinde kültürel ve ekonomik varsıllıklarının
sömürülüşünü, geçmişte ve günümüzde göç alan ve göç eden halkların
yabancılaşmasını, umut ve çaresizliği, egemen sınıfı karşısına almadan;
politikacıların yaptığı gibi eveleyip, geveleyip süslemelerle birkaç kere
okunması gerekli tümceler, örneklemeler, göndermeler kurarak, mizah ve ironi
katarak anlatıyor.
Bakalım aynı noktadan hareketle,
kitaba uzun bir önsöz yazan Barış Özkul neler anlatmış?
1. “Edebiyat
tarihi kendi anavatanına fiziksel olarak yabancılaştığında son derecede verimli
olabilen yazarlarla doludur. Öyle ki edebiyatın uluslararasılaşması edebiyat
literatürüne bile girmiştir.”
Yanıt: Biliyoruz ki etnik kökenimiz ne olursa olsun,
hangi dilde edebiyat yapıyorsak, yaptığımız edebiyat o dile aittir. Yazarın yazarken kullandığı dil,
elbette onun milliyetini, etnik kökenini ve anadilini işaret etmez. Ulusal
devletlerde (kimlikte ve pasaportta yazan) milliyet ile etnik köken
örtüşmeyebilir. Yazdığı dil, yazarın etnik kökenini de göstermez ve onu
değiştirmez. (Bkz.
Türk Edebiyatı-Türkçe Edebiyat 2, Özdemir İnce, Cumhuriyet, 24 Mart 2020 )
Örneklersek,
hayatının kırka yakın yılını Çin’de geçirmiş, doğduğunda öğrendiği dil Çince
olan… Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, Çinli adıyla Sai Zhenzhu, Amerikalı Pearl S.
Buck’ın, Çin’de kaleme aldığı ve Çin’deki feodal ilişkileri anlatan, Türkçe ’ye
“Sarı Esirler” adıyla çevrilen, “The Good Earth” adlı romanı, kuşkusuz ki
Amerikan Edebiyatına aittir. Amin Maalouf’un romanları, yine kuşkusuz Fransız
Edebiyatına aittir. Lübnan veya doğduğu ülke itibariyle Mısır’a ait değildir.
Özetle
edebiyatın uluslararasılaştırması diye bir kavram olamaz.
2.
“ Melezleşme olgusu
şimdilik faşizan-popülist tepkilere yol açsa da uzun vadede aşırılıkları eriten
yeni bir demokratik sentez olarak ortaya çıkacaktır. Ezen-ezilen,
sömüren-sömürülen vb. ikili karşıtlıklar üzerinden inşa edilen tarih
anlatılarını barışçıl geleceğin zemini olabilecek bir temas alanı ile ikame
etmek, farklı süreçler ve mekânlara eleştirel bir mesafeden bakabilmeyi
gerektirir. Mesafe sayesinde yazar kendi iç benliği ile kenetlenir ve sonuçta
hayal gücü serbestçe dolaşma imkânına kavuşur. “
Yanıt: Bir distopyadan bir ütopya çıkmaz. İnsanlık, avcılıktan
beri çıkar ilişkileri ve inşa ettiği ikili karşıtlıklar üzerinden ortak
paylaşım temelinde birleşmedikçe farklı süreçlerde eleştirel bir bakış açısı
olanak dışıdır. Yazar, kenetlenen çıkarları ile iç benliğinin etrafına hayal
gücünü bir koza gibi örer.
3. “ Bu roman da
bu sorunlar etrafında yazılmış gayet “olgun” bir roman. Olgunluğunu her iki
toplum, Zanzibar ve Britanya toplumlarına yönelik eleştirel bir farkındalık
sergileyen ikili bilincine borçlu. Bu tanım Batı’da kültürel bir diaspora
oluşturan çeşitli Afrikalı ve Hintli yazarların hayat ve edebiyata bakışlarını
tanımlamak için kullanılıyor. “
Yanıt: “Abbas ve
Meryem, Britanya’da sahip oldukları sosyal hakların yanı sıra İngilizlerin
çeşitli tacizlerine ve alaylarına da maruz kalırlar. S.7 “ cümlesini
örneklersek, ikili bilinç tanımı saptırılmış.
İkili bilinç, kapitalist toplumlarda, eğitim sistemi
aracılığıyla egemen kültürün biçimlendirdiği bilinç ile işçi sınıfının üretim
sürecindeki konumu gereği edindiği ve egemen kültürle çelişen bilincin aynı
anda ve bir arada bulunması durumudur.
Devamında, Gurnah’ın
“Britanyalıların dünyaya hükmettikleri
her durumda herkesten daha fazla medeni olmadıklarını bildiği gibi ezilen
halkların da sırf ezildikleri için daha ahlaklı veya erdemli olmadıklarını da
bildiğini…” Ve Gurnah’ın “… ikili bilinç ile ulusal-dinsel ve aslında
sınıfsal kimlikler üzerinden değil paylaşılan bireysel ve kolektif deneyimler
üzerinden ortaklık kurduğunu… “ söylemektedir. Doğru ama sadece bu kadar! Bu
durumda, Afrikalı bir Müslüman göçmenin kendisini bir Polonyalı Yahudi ile
özleştirmesi mümkündür! Bütün Müslümanlar göçmendir. Polonyalı Yahudiler de
göçmendir. Öyleyse Müslümanlar da Yahudi veya Yahudiler de Müslümandır. Bkz.
S.282
Özetlersek, Gurnah’ın gerçeklik ile
kurmacanın iç içe geçtiği sahneleriyle Son Hediye politik bir roman değildir. Politik
bir roman olmasını da beklemiyoruz. Zaten bir göçmen olarak Gurnah da politik
bir romancı değildir. Sadece yaşadığı
yeri terk etmek zorunda kalan ve göçtüğü yere yeterince uyamayan insanların,
yeni yerleştikleri toplumla ilişkisini ve
anayurtlarına yabancılaşmalarını işlemektedir. Hatta ırkçılık
sorununa bile değinmez. Ancak konusunu zenginleştirecek anlatmaya değer hikâyeler
varsa önemli bulur. Her biri, bir tür ya da başka bir kültürel incinmeye
maruz kalan, bu nedenlerle kişiliklerinde baskı oluşan, yabancı bir kültürde
izole edilenlerin iç içe geçmiş hikâyelerini anlatırken, her karakteri ve kişiliği
göç ve cinsel ilişkilerden oluşan bir düzlemde ele alır. Siyasal kimliklere yer
vermez.
Muhafazakâr ve Anglikan
Hıristiyanlar tarafından dinî söylemlerle katledilen ve büyük bir ironi içinde
kölelikten kaçan siyahların akın ettiği Büyük Britanya’da, beyazların derin bir
tiksinti duygusu yüzünden, sakladığı kölelik zincirlerini nasıl da bir o kadar
can yakıcı prangalarla yer değiştirdiğini görmez. Belki de Gurnah’ı farklı ve
benzersiz kılan da aşağıda yazdığı gibi, görüp de görmediği çelişkileri, namussuzluğun bir namusu, görselliği ve kabul
edilebilir ritmi vardır diyebilmesi ve okuyucunun sezgi ve zekâsına terk
etmesidir.“ Adres,
onlarla birlikte yaşadığı evden farklıydı. Varlıklı bir semtteydi. Garajında
gri bir Mercedes vardı. Kapıya Noel süsü asılmıştı. Kapıyı açan genç kız onlara
eşlik etti. Morityus asıllı çiçekli bir elbise giymiş, ince ve uzun
Ferooz, İngiliz asilleri gibi kolları
iki yanında dimdik arka pencerenin önünde onları bekliyordu. Burasının zengin
insanların evi olduğu her halinden belliydi. S.277 “.” tümcelerinde, arkadan dolanan ve bunu,
Batı’nın satirik öngörü olarak alkışladığı dil, Gurnah’ın dilidir.
Ancak her ne olursa
olsun, nasıl yazarsa yazsın, mahcup Gurnah’ın “Sessizliğe Hayranlık” romanının öyküsünü
tamamlayan…
bir kurgu yazarı olarak birçok güçlü yönünü, özellikle karmaşık bir dizi
karakter ve geçmişleri hakkında önemli bilgileri ortaya çıkaran… “ Son Hediye “ adlı bu
kitabının da anlatılacak güzel bir öyküsü vardır ve anlatır. Aynı zamanda
bu romanın, günümüzde çok daha fazla insanın anayurtlarından ekonomik ve
siyasal nedenlerle koparılıp hayatlarını yeni topraklarda sürdürmeye, köklerini
ve kimliklerini sorgulamaya başlaması nedeniyle gelecekte daha da yaygınlaşması
muhtemel sorunları ele aldığını da unutmayalım.
-0-
Öykü, “ Sessizliğe Hayranlık “ romanında izine rastladığımız, anlatıcının
dayısı, Abbas ile karısı Meryem,
oğulları Cemal ve kızları Hanna, kendi söyleyişi ile Anna’nın üzerine
kuruludur. Onları tanımlarsak;
-0-
Etrafıyla bir türlü barışamamış bir yabancının, ruhsal
durumuna uygun olarak, gitme vakti geldiğinde, kolayca giyinsin de gitsin diye
her zaman tetikte yaşayan… Yaralı bedenini kırık bir radyoyu tutar gibi, daima
soğukkanlı bir güvenle tutmayı beceren Abbas, bazen her şeyden uyuyarak uzaklaşır
veya zincirlerinden kurtulup hep geri döndüğü derin, sessiz yerlere, dönmekten
nefret ettiği o yerlere savrulur.
Bu sersem hali için bile bazı şeyleri çok uzun süre
ertelediğini senelerce içinde tuttuğunu bilir. Tam anlamıyla toparlandığında,
Meryem’e ondan sakladığı her şeyi anlatacaktır.
19 yaşında, ülkesinden, tanıdığı herkesten ve her
şeyden kaçtığından beri yaşadığı korkuyu ve utancı bastırmayı hayatını bir
serseri gibi yaşamayı öğrenmişti. Her şeyi bir arada tutan kemikli karapasanın
- kaplumbağa kabuğunun - içinde eriyen çürüyüşün bir parçası olacağını düşünürdü.
Konuşmamak, onu tanımlayan tek cümle buydu. Sessiz kalmayı nasıl başarmıştı?
Meryem de bunu anlamaya çalışıyordu.
Kendini büyük bir evin, kimseye sıkıntı vermediği sürece
kendi işine bakması istenen yaşlı hizmetçisi gibi hisseden Meryem, Abbas’ın
kendi içindeki ıssız ulaşılmaz yerlere gitgide daha fazla çekildiğini
biliyordu. İşinin hayatında kapladığı yere alışmış, hep azla yetinmiş, doğru
olanı yapmıştı. İlişkilerinde çok fazla derine inmeden sunulan iyi niyeti
hissetmesi yeterliydi, fazlası lüzumsuzdu. İnsanların çoğunlukla gözlerindeki
ifadeyi okuyacak kadar beklemeden bakışlarını başka yöne çevirirdi. Belki de
ona gülümsüyorlardı. Fakat o insanların aşağılayıcı, küçümseyici bakışlarından,
öfkeli yüzlerinden korkardı ve bilmemeyi tercih ederdi. Bunca yıldan sonra bile
ve başka bir yer görmediği halde İngiltere’den hâlâ yabancı bir yer gibi
bahseden sessizliğin çığlığı, asıl Meryem’in içindeydi
Öğretmen olan Hanna’nın, kendine ait alfabesi ve
kendini kilitlediğinde açması için bir anahtarı olan bir dili, acınası bir
melodramın peşinde koşan göçmenler gibi davranmadığını, korkup sinmediğini, bu nedenle hiç gereği
yokken insanlarla savaşması gerektiğini düşündüren bir dili vardı. Üzerinde
sanki kendini sevmediği birinden bilinçli olarak başka birisine dönüştürülmüş
bir hal, hayatta daima kendi yolunu bulan genç bir İngiliz kadınının sesinin
taklidi vardı.
Avrupa'daki göçmenler üzerine doktora yapan Cemal,
konuşmaları kesintiye uğratmadan çizdiği resmi düşünüp tartarak
derinleştirmesinin keyfine vararak, unutulmuş bir ayrıntıyı hatırlamak için
duraksamasına, önceden anımsayamamış olduğu bir şeye müsaade ederek dinlerdi.
Öğretmen yoksulluktan bahsederken göz ucuyla ona bakardı. Yoksulluk onların yaşadığı yerlerde
görülürdü. Öğretmenin bakışlarından anladığı da buydu.
Giderek görür ve anlar ki göç, bir çaresizlik bir yıkım
anıdır, kaçınılması artık mümkün olmayan bir mağlubiyettir, umutsuz bir kaçış,
kötüden beter bir duruma, evden evsizliğe, vatandaşlıktan sığınmacı olmaya,
katlanılabilir ve hatta halinden memnun bir yaşamdan sefil bir dehşete
geçiştir. Ne zaman siyahi birini görse sormak isterdi. Nerelisin? Buraya gelmek
için çok mu uzun yol kat ettin? Memleketinden bu kadar uzakta olmaya nasıl
dayanıyorsun? Orası neresiyse artık o kadar da katlanılmaz mıydı? Öyle olmalı
ki bu çirkin kuzey şehrini seçmişsin. Bunca sene burada nasıl geçti? Üstesinden
gelebildin mi? soruları için aradığı yanıtlar, aslında kendisi içindi ve Eylül
11 saldırıları ile ilgili filmleri seyrederken hissettiği, bu filmlerin tahmin
edemediği şey ise içinde yaşadıkları dünyanın aniden kestirilemez şekilde
tehlikeli ve kırılgan hale gelmesi, herkesin şimdi artık saldırı tehdidi
altında olmasıydı. Bu yaşadıkları dünyanın güvenli olduğuna nasıl oldu da inanmış
olduklarının farkına varmasını sağladı.
Sıra,
bu kitabı okumanın vaktinin geldiğine göre yineleyelim. Gurnah’ın “ Son Hediye “ adlı bu kitabının da anlatılacak güzel bir
öyküsü vardır ve okunmalıdır.
Kitabı
okuduktan sonra, Nijeryalı ressam
Emmanuel Ekong Ekefrey’in “ Çift “, tanımlamasıyla 2014 yılında tuval üzerine yaptığı
akrilik parlak resimden alınan, birbirine
bakıp da görmeyen iki insan figürüne bir bakın bakalım. Abbas ile Meryem’in
öyküsü tuvale düşmüş müdür?
Kalın sağlıkla, her zamanki gibi
kitapla…
27 Nisan 2022 mehmetealtin,
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
İletişim Yayınları, 1. Baskı 2017
27 Nisan 2022 mehmetealtin,
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
İletişim Yayınları, 1. Baskı 2017