26 Nisan 2022 Salı

 

Son Hediye, Abdulrazak Gurnah, 3 / CCVIII

Çeviri: Müge Günay

 “Eritreli bir kadının fotoğrafına bakıyorum,

kucağında iki belki de üç yaşındaki kızını taşıyor,

arkalarında teneke ve molozdan yapılmış bir barınak var.

İkisi de paçavralar içinde ama kadının saçları,

sanki bu fotoğraf için hazırlık yapmış gibi özenle, bukle bukle sarılmış.

Kadın kaşlarını çatmış yorgun ve bıkkın görünüyor…

Vücudu açlıktan ve geleneklerle parçalanmış, sünnet edilmiş güzel bir kadın.  

O da kızı da aç.

 

Bu tür şeyleri bilmek bazen iyi durumda olduğum için utanç duymama yol açıyor.” S. 284

 

-o-

Gurnah’ın Sessizliğe Hayranlık romanının devamı olan bu romanda, Gurnah, yine sınıf çatışmalarının neden/sonuç ilişkilerinden, kendi deyimi ile -klişe ve genellemelerin körlüğünden- uzak duruyor, kaçınıyor, safını sisler gerisinde egemenden yana koyuyor ve bu güzel öykü sinek kuşu gibi havada asılı kalıyor, sonra da kayıp gidiyor. Oysa bilindiği gibi, dönemin kapitalist sömürü düzeninin başat temsilcisi Büyük Britanya İmparatorluğu’nun İngiltere toprakları;  kendi yarattığı savaşlardan, ekonomik ortamdan, açlık ve kıtlıktan, kaçıp gelen insanların yanında… inançları, kültür ve kimlikleri nedeniyle uğradıkları baskılar sonucunda, başta Birleşik Krallık Milletler Topluluğu’ndan olmak üzere,  göç ve iltica etmek zorunda kalan nice kişiler ve topluluklarla dolmuş, hatta bir o kadar da göç vermiştir. Özetle Gurnah, kitabın kahramanlarının kişiliğinde kültürel ve ekonomik varsıllıklarının sömürülüşünü, geçmişte ve günümüzde göç alan ve göç eden halkların yabancılaşmasını, umut ve çaresizliği, egemen sınıfı karşısına almadan; politikacıların yaptığı gibi eveleyip, geveleyip süslemelerle birkaç kere okunması gerekli tümceler, örneklemeler, göndermeler kurarak, mizah ve ironi katarak anlatıyor. 

 

Bakalım aynı noktadan hareketle, kitaba uzun bir önsöz yazan Barış Özkul neler anlatmış?

 

1. “Edebiyat tarihi kendi anavatanına fiziksel olarak yabancılaştığında son derecede verimli olabilen yazarlarla doludur. Öyle ki edebiyatın uluslararasılaşması edebiyat literatürüne bile girmiştir.”

 

Yanıt: Biliyoruz ki etnik kökenimiz ne olursa olsun, hangi dilde edebiyat yapıyorsak, yaptığımız edebiyat o dile aittir. Yazarın yazarken kullandığı dil, elbette onun milliyetini, etnik kökenini ve anadilini işaret etmez. Ulusal devletlerde (kimlikte ve pasaportta yazan) milliyet ile etnik köken örtüşmeyebilir. Yazdığı dil, yazarın etnik kökenini de göstermez ve onu değiştirmez. (Bkz. Türk Edebiyatı-Türkçe Edebiyat 2, Özdemir İnce, Cumhuriyet, 24 Mart 2020 )

 

Örneklersek, hayatının kırka yakın yılını Çin’de geçirmiş, doğduğunda öğrendiği dil Çince olan… Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, Çinli adıyla Sai Zhenzhu, Amerikalı Pearl S. Buck’ın, Çin’de kaleme aldığı ve Çin’deki feodal ilişkileri anlatan, Türkçe ’ye “Sarı Esirler” adıyla çevrilen, “The Good Earth” adlı romanı, kuşkusuz ki Amerikan Edebiyatına aittir. Amin Maalouf’un romanları, yine kuşkusuz Fransız Edebiyatına aittir. Lübnan veya doğduğu ülke itibariyle Mısır’a ait değildir.

 

Özetle edebiyatın uluslararasılaştırması diye bir kavram olamaz.

 

2. “ Melezleşme olgusu şimdilik faşizan-popülist tepkilere yol açsa da uzun vadede aşırılıkları eriten yeni bir demokratik sentez olarak ortaya çıkacaktır. Ezen-ezilen, sömüren-sömürülen vb. ikili karşıtlıklar üzerinden inşa edilen tarih anlatılarını barışçıl geleceğin zemini olabilecek bir temas alanı ile ikame etmek, farklı süreçler ve mekânlara eleştirel bir mesafeden bakabilmeyi gerektirir. Mesafe sayesinde yazar kendi iç benliği ile kenetlenir ve sonuçta hayal gücü serbestçe dolaşma imkânına kavuşur. “

 

Yanıt: Bir distopyadan bir ütopya çıkmaz. İnsanlık, avcılıktan beri çıkar ilişkileri ve inşa ettiği ikili karşıtlıklar üzerinden ortak paylaşım temelinde birleşmedikçe farklı süreçlerde eleştirel bir bakış açısı olanak dışıdır. Yazar, kenetlenen çıkarları ile iç benliğinin etrafına hayal gücünü bir koza gibi örer.  

 

3. “ Bu roman da bu sorunlar etrafında yazılmış gayet “olgun” bir roman. Olgunluğunu her iki toplum, Zanzibar ve Britanya toplumlarına yönelik eleştirel bir farkındalık sergileyen ikili bilincine borçlu. Bu tanım Batı’da kültürel bir diaspora oluşturan çeşitli Afrikalı ve Hintli yazarların hayat ve edebiyata bakışlarını tanımlamak için kullanılıyor. “

 

Yanıt: “Abbas ve Meryem, Britanya’da sahip oldukları sosyal hakların yanı sıra İngilizlerin çeşitli tacizlerine ve alaylarına da maruz kalırlar. S.7 “ cümlesini örneklersek, ikili bilinç tanımı saptırılmış.

 

İkili bilinç, kapitalist toplumlarda, eğitim sistemi aracılığıyla egemen kültürün biçimlendirdiği bilinç ile işçi sınıfının üretim sürecindeki konumu gereği edindiği ve egemen kültürle çelişen bilincin aynı anda ve bir arada bulunması durumudur.

 

Devamında, Gurnah’ın “Britanyalıların dünyaya hükmettikleri her durumda herkesten daha fazla medeni olmadıklarını bildiği gibi ezilen halkların da sırf ezildikleri için daha ahlaklı veya erdemli olmadıklarını da bildiğini…” Ve Gurnah’ın  “… ikili bilinç ile ulusal-dinsel ve aslında sınıfsal kimlikler üzerinden değil paylaşılan bireysel ve kolektif deneyimler üzerinden ortaklık kurduğunu… “ söylemektedir. Doğru ama sadece bu kadar! Bu durumda, Afrikalı bir Müslüman göçmenin kendisini bir Polonyalı Yahudi ile özleştirmesi mümkündür! Bütün Müslümanlar göçmendir. Polonyalı Yahudiler de göçmendir. Öyleyse Müslümanlar da Yahudi veya Yahudiler de Müslümandır. Bkz. S.282

Özetlersek, Gurnah’ın gerçeklik ile kurmacanın iç içe geçtiği sahneleriyle Son Hediye politik bir roman değildir. Politik bir roman olmasını da beklemiyoruz. Zaten bir göçmen olarak Gurnah da politik bir romancı değildir.  Sadece yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan ve göçtüğü yere yeterince uyamayan insanların, yeni yerleştikleri toplumla ilişkisini ve anayurtlarına yabancılaşmalarını işlemektedir. Hatta ırkçılık sorununa bile değinmez. Ancak konusunu zenginleştirecek anlatmaya değer hikâyeler varsa önemli bulur. Her biri, bir tür ya da başka bir kültürel incinmeye maruz kalan, bu nedenlerle kişiliklerinde baskı oluşan, yabancı bir kültürde izole edilenlerin iç içe geçmiş hikâyelerini anlatırken, her karakteri ve kişiliği göç ve cinsel ilişkilerden oluşan bir düzlemde ele alır. Siyasal kimliklere yer vermez.

Muhafazakâr ve Anglikan Hıristiyanlar tarafından dinî söylemlerle katledilen ve büyük bir ironi içinde kölelikten kaçan siyahların akın ettiği Büyük Britanya’da, beyazların derin bir tiksinti duygusu yüzünden, sakladığı kölelik zincirlerini nasıl da bir o kadar can yakıcı prangalarla yer değiştirdiğini görmez. Belki de Gurnah’ı farklı ve benzersiz kılan da aşağıda yazdığı gibi, görüp de görmediği çelişkileri,  namussuzluğun bir namusu, görselliği ve kabul edilebilir ritmi vardır diyebilmesi ve okuyucunun sezgi ve zekâsına terk etmesidir.“ Adres, onlarla birlikte yaşadığı evden farklıydı. Varlıklı bir semtteydi. Garajında gri bir Mercedes vardı. Kapıya Noel süsü asılmıştı. Kapıyı açan genç kız onlara eşlik etti. Morityus asıllı çiçekli bir elbise giymiş, ince ve uzun Ferooz,  İngiliz asilleri gibi kolları iki yanında dimdik arka pencerenin önünde onları bekliyordu. Burasının zengin insanların evi olduğu her halinden belliydi. S.277 .” tümcelerinde, arkadan dolanan ve bunu, Batı’nın satirik öngörü olarak alkışladığı dil, Gurnah’ın dilidir.

Ancak her ne olursa olsun, nasıl yazarsa yazsın, mahcup Gurnah’ın “Sessizliğe Hayranlık” romanının öyküsünü tamamlayan… bir kurgu yazarı olarak birçok güçlü yönünü, özellikle karmaşık bir dizi karakter ve geçmişleri hakkında önemli bilgileri ortaya çıkaran…  “ Son Hediye “  adlı bu kitabının da anlatılacak güzel bir öyküsü vardır ve anlatır. Aynı zamanda bu romanın, günümüzde çok daha fazla insanın anayurtlarından ekonomik ve siyasal nedenlerle koparılıp hayatlarını yeni topraklarda sürdürmeye, köklerini ve kimliklerini sorgulamaya başlaması nedeniyle gelecekte daha da yaygınlaşması muhtemel sorunları ele aldığını da unutmayalım.

-0-

 

Öykü, “ Sessizliğe Hayranlık “ romanında izine rastladığımız, anlatıcının dayısı, Abbas ile karısı Meryem,  oğulları Cemal ve kızları Hanna, kendi söyleyişi ile Anna’nın üzerine kuruludur. Onları tanımlarsak;

-0-

Etrafıyla bir türlü barışamamış bir yabancının, ruhsal durumuna uygun olarak, gitme vakti geldiğinde, kolayca giyinsin de gitsin diye her zaman tetikte yaşayan… Yaralı bedenini kırık bir radyoyu tutar gibi, daima soğukkanlı bir güvenle tutmayı beceren Abbas, bazen her şeyden uyuyarak uzaklaşır veya zincirlerinden kurtulup hep geri döndüğü derin, sessiz yerlere, dönmekten nefret ettiği o yerlere savrulur.

 

Bu sersem hali için bile bazı şeyleri çok uzun süre ertelediğini senelerce içinde tuttuğunu bilir. Tam anlamıyla toparlandığında, Meryem’e ondan sakladığı her şeyi anlatacaktır.

 

19 yaşında, ülkesinden, tanıdığı herkesten ve her şeyden kaçtığından beri yaşadığı korkuyu ve utancı bastırmayı hayatını bir serseri gibi yaşamayı öğrenmişti. Her şeyi bir arada tutan kemikli karapasanın - kaplumbağa kabuğunun - içinde eriyen çürüyüşün bir parçası olacağını düşünürdü. Konuşmamak, onu tanımlayan tek cümle buydu. Sessiz kalmayı nasıl başarmıştı? Meryem de bunu anlamaya çalışıyordu.

 

Kendini büyük bir evin, kimseye sıkıntı vermediği sürece kendi işine bakması istenen yaşlı hizmetçisi gibi hisseden Meryem, Abbas’ın kendi içindeki ıssız ulaşılmaz yerlere gitgide daha fazla çekildiğini biliyordu. İşinin hayatında kapladığı yere alışmış, hep azla yetinmiş, doğru olanı yapmıştı. İlişkilerinde çok fazla derine inmeden sunulan iyi niyeti hissetmesi yeterliydi, fazlası lüzumsuzdu. İnsanların çoğunlukla gözlerindeki ifadeyi okuyacak kadar beklemeden bakışlarını başka yöne çevirirdi. Belki de ona gülümsüyorlardı. Fakat o insanların aşağılayıcı, küçümseyici bakışlarından, öfkeli yüzlerinden korkardı ve bilmemeyi tercih ederdi. Bunca yıldan sonra bile ve başka bir yer görmediği halde İngiltere’den hâlâ yabancı bir yer gibi bahseden sessizliğin çığlığı, asıl Meryem’in içindeydi

 

Öğretmen olan Hanna’nın, kendine ait alfabesi ve kendini kilitlediğinde açması için bir anahtarı olan bir dili, acınası bir melodramın peşinde koşan göçmenler gibi davranmadığını,  korkup sinmediğini, bu nedenle hiç gereği yokken insanlarla savaşması gerektiğini düşündüren bir dili vardı. Üzerinde sanki kendini sevmediği birinden bilinçli olarak başka birisine dönüştürülmüş bir hal, hayatta daima kendi yolunu bulan genç bir İngiliz kadınının sesinin taklidi vardı.

 

Avrupa'daki göçmenler üzerine doktora yapan Cemal, konuşmaları kesintiye uğratmadan çizdiği resmi düşünüp tartarak derinleştirmesinin keyfine vararak, unutulmuş bir ayrıntıyı hatırlamak için duraksamasına, önceden anımsayamamış olduğu bir şeye müsaade ederek dinlerdi. Öğretmen yoksulluktan bahsederken göz ucuyla ona bakardı.  Yoksulluk onların yaşadığı yerlerde görülürdü. Öğretmenin bakışlarından anladığı da buydu.

 

Giderek görür ve anlar ki göç, bir çaresizlik bir yıkım anıdır, kaçınılması artık mümkün olmayan bir mağlubiyettir, umutsuz bir kaçış, kötüden beter bir duruma, evden evsizliğe, vatandaşlıktan sığınmacı olmaya, katlanılabilir ve hatta halinden memnun bir yaşamdan sefil bir dehşete geçiştir. Ne zaman siyahi birini görse sormak isterdi. Nerelisin? Buraya gelmek için çok mu uzun yol kat ettin? Memleketinden bu kadar uzakta olmaya nasıl dayanıyorsun? Orası neresiyse artık o kadar da katlanılmaz mıydı? Öyle olmalı ki bu çirkin kuzey şehrini seçmişsin. Bunca sene burada nasıl geçti? Üstesinden gelebildin mi? soruları için aradığı yanıtlar, aslında kendisi içindi ve Eylül 11 saldırıları ile ilgili filmleri seyrederken hissettiği, bu filmlerin tahmin edemediği şey ise içinde yaşadıkları dünyanın aniden kestirilemez şekilde tehlikeli ve kırılgan hale gelmesi, herkesin şimdi artık saldırı tehdidi altında olmasıydı. Bu yaşadıkları dünyanın güvenli olduğuna nasıl oldu da inanmış olduklarının farkına varmasını sağladı.

 

Sıra, bu kitabı okumanın vaktinin geldiğine göre yineleyelim. Gurnah’ın “ Son Hediye “  adlı bu kitabının da anlatılacak güzel bir öyküsü vardır ve okunmalıdır.

Kitabı okuduktan sonra, Nijeryalı ressam Emmanuel Ekong Ekefrey’in “ Çift “, tanımlamasıyla 2014 yılında tuval üzerine yaptığı akrilik parlak resimden alınan, birbirine bakıp da görmeyen iki insan figürüne bir bakın bakalım. Abbas ile Meryem’in öyküsü tuvale düşmüş müdür?

Kalın sağlıkla, her zamanki gibi kitapla…





27 Nisan 2022 mehmetealtin,

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------

İletişim Yayınları, 1. Baskı 2017




 

27 Nisan 2022 mehmetealtin,

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------

İletişim Yayınları, 1. Baskı 2017