30 Nisan 2017 Pazar


Gölge Sultan, Asiya Cebbar, 52 / CXL
------------------------------------------------------------------------------------

“Evin etrafında; penceresiz, şişe kırıkları saplanmış yüksek duvarlar; köyün etrafında: her türlü doğal savunma hattı, hendekler, dikenli firavun incirleri; çadırın etrafında: yarı vahşi bir köpek sürüsü ama köpeklerden de vahşisi, çadırı koruyan ve dokunulmazlığı namusla bir tutulan alandaki ‘kutsallaştırma’: Haram.”

Germaine Tillon

Harem ve Kuzenler, 1966

-      0 -

Dünyanın neresinde olursa olsun kadınların sorunlarını kendine dert edinmiş Cezayir asıllı Asiya Cabbar, bu kitabında da bu sefer de çok eşliliği konu alarak Cezayir’de kendi hemcinsleri başta olmak üzere dini alet eden baskılar altında ezilen ve sömürülen Müslüman kadınların özelinde;

·         erkeklerin gölgesinde, gölge olarak görülen,
·         masumiyetleri sessiz trajedilerinde saklı çocuk gelinlerin köleliğinde,
·         yüzünü değil, düşüncesini örten peçesi altında,
·         mutlak itaatkar, zevk nesnesi, savaş eşleri,
erkek egemen kümelerin ve toplumların boyunduruğu altındaki kadınların, çaresizliği yanında teslimiyetçiliğini de sorguluyor.

 “’Esma der ki;’ Ben palamarlarımı çözüyordum. ‘Ve üstüne kuma seçtiği Hacile’ye der ki: “ Annen gelenekler uyarınca benim suç ortağım olduğundan beri, elbette sen, masumu d kıskıvrak bağlamış oluyordum.” S 7-8

“… aile büyüğü arka arkaya üç kere evlenmiş. Sonuncu karısı da evlendiğinde buluğa yeni eren büyükannem… Büyükannem de kızlarından birini – işin doğrusu kız onun da üçüncü kocasından olmaymış- ilk kocasının en küçük torunuyla evlendirmiş; öyle ki bu genç adam halasıyla ( evlenme yoluyla babasının kız kardeşi) evlenmiş ve bu ensest riski bir alay şakaya meydan vermiş” s.94-95

“ Çok karılı adama, karısının kan bağıyla bağlı kadın akrabası haramdır, en azından karısı hayatta olduğu sürece. Bu yüzden mi her sultan, her dilenci zevki için kullandığı kadını ölümle tehdit eder? Yoksa eşin aynı kandan akrabalarını dışarıda bırakan bu çok eşlilik, arzulanan her kadınla yaşanması mümkün bir huzura hayal edilebilecek tek yol mudur? S.113

“ Babam beni yatıştırmak için kucağına çekti… daha sonra, içlerinden biri bir hışımla ‘bu yaşımda’ erkeklerin arasına karıştığım için beni payladı. Altı yaşımdaydım, belki de yedi.” S. 128  “’Bir adamda sevgi nedir?’ diye alay etti çatlak bir ses. ‘ Efendiler bunun ne olduğunu bile biliyorlar mı acaba, çünkü Allah yaşlı, genç, güzel, çirkin biz kadınları onların ayaklarının altında bir sürü gibi yaratmış!” s.149

“…-ey birden fazla erkek evladı olan annenin gurur; lakin kız evlat yetiştirmeyen bir kadına nasıl da çorak bir gelecek vaat edilmiştir-“ s.153

“Babam kolumdan tuttu… ‘Birlikte eve dönüyoruz’ dedi… Onun kızı bacaklarını gösteriyordu. Benimle ilgisi yoktu… konu ben değildim. Konu… ‘Onun kızıydı’” s.160-161 “ Annem…’ Kendine dikkat et kızım! Bizi kolla, canım!’” s.60

“Cennet, anaların ayakları altındadır.” yaveleri ve yalancılıklarını dinleyeceğimiz kadını cinsel kimliğinde toplumdan ayrıştıran,  Anneler Gününe, çok yakın bugünlerde,  kadınların bu türden yaşadıkları, böyle giderse daha da yaşayacakları göz önüne alındığında bu kitabın okunması daha da anlam kazanıyor.

30.04.2017 mehmetealtin
-------------------------------------- 

Kırmızı Kedi Yayınevi, 1. Baskı, Kasım 2016

28 Nisan 2017 Cuma


Vejetaryen, Han Kang,  255 / CXXXIX
------------------------------------------------------------------------------------

“Anlamsız ve moralsiz geçen bir gün…
Kaldırımdaki ağaca istemsizce dokunmuştum.
…nemli kabuğu soğuk bir ateş gibi avucumu yaktı.
Göğsüm buz gibi, sayısız yarıklara ayrılarak parçalandı.”
Han Kang

Vejeteryan’ın yazarı Güney Koreli Han Kang’ın romanının içeriği Kang’ın 1997’de yayınlanan, bir kadının aniden bitki haline gelmesi imgesinden hareketle yazılan “Kadının Meyvesi” adlı kısa öyküsünden kaynaklanıyor. Bu kısa öyküde, bir kadın, kelimenin tam anlamıyla bir bitki haline gelir… kocası onu bir tencereye koyar ve her gün sular. Öykünün son sahnesinde kocası, önümüzdeki baharda eşinin tekrar çiçek açıp açmayacağını merak etmektedir.

İşte bu öyküden doğan bu kitabı okuyacak bazı kişiler roman kahramanı Yeong-Hye'nin çok pasif ya da zayıf olduğunu düşünebilir mi? Düşünebilir… ama ben öyle düşünmüyorum… evet birinci bölüm kısıtında kendi sesi yok… hatta kişi değil, nesne olarak görülebilir ama bana göre gerçekten kararlı ve güçlü bir kişi ve kitabı, Vejetaryen, insan şiddetini reddetme, masumiyeti mükemmeliyetçi bir şekilde elde etme imkânını veya imkânsızlığını sorgulama, diğerlerini anlama, çılgınlık ve aklı tanımlama zorluğu gibi donanımlı katmanlarıyla Kafka’nın Metamorfoz’una göndermeler yapıyor.  

Roman, orijinalinde ayrı olarak yayınlanan üç bölümden oluşuyor;

·         Birinci bölüm, Vejeteryan, eşine tecavüz eden ve artık onunla yaşamak istemeyen aşağılık bir adam olarak tanımlanan Yeong-Hye'nin kocasının perspektifinden yazılmış. Rüyasını anlattığı, kendisinin konuştuğu tek bölüm de bu bölümde…  rüyasını görürseniz sonrasında hayal gücünü takip edebilirsiniz.
Vejetaryen
“Karımın, ‘Yeong-Hye'’’nin pasif karakteri her hâlükârda bana uyuyordu.”s.9 “ Bir rüya gördüm” dedi. “Ütülediğin bir gömlek de mi yok.” S.14 “ Sen artık et yemeyecek misin? Karım başını salladı. Ne zamana kadar? Daima.” s.17 “ Yine de kafama takılan asıl konu artık benimle seks yapmak istememesiydi.” S.19 “ Karımın sıktığı sağ elini açtım. Boğazı sıkılmış bir kuş bankın üzerine düştü. Kanatları yer yer yolunmuş gümüşgözlü zosterop(=Akgöz) kuşuydu. Etçil bir hayvan tarafından parçalanmış gibi görünen sert diş izlerinin altından, kırmızı kan izleri yayılıyordu.

·         Sevgiden tamamen yoksun, varoluş, cinsellik ve tutku eksenindeki, ikinci bölüm, Moğol Lekesi,  Yeong-Hye'’’nin, kız kardeşinin kocasının bakış açısıyla yazılırken,

Moğol Lekesi

“ Olması gerekenden çok daha sakindi, içinde öyle büyük acılar mayalanmış, öyle onulmaz yaralar taşıyormuş da bu sadece görünen yüzeyiymiş gibi korkutan türde bir sakinlik.” S.66 “Doğum lekesi olan Moğol lekesi ‘baldızının’ sol kalçasının üst kısmındaydı.” S.72 “’Eniştesi, Yeong-Hye'nin ’’ Sağ kalçasının ortasına bir bordo renkli çiçek çizip çiçeğin dişilik organını sarıya boyayarak öne çıkardı… yarı açmış bordo ve kırmızı tomurcuklar ince dallarıyla beraber sırtından omuzuna doğru tırmanmaya başladı.” S.73 “’Adam’…tek bir bedenle bu kadar çok söz söyleyebilen bir bedeni ilk kez görüyordu.” … “ bitkinin özelliklerini taşıyan yabancı bir varlık gibiydi kadın.” S.76 “ Kadın, ışık saçan altın sarısı göğüslerini balkon korkuluklarının öbür tarafına uzatıp turuncu çiçek yapraklarının resmedildiği bacaklarını sonuna kadar araladı. Güneşle ya da rüzgârla sevişmek istiyor gibiydi âdeta.” S.104

·         Yeong-Hye’nin artık insanlığa ait olmak istemediği, kendisinin bir bitki haline geldiğine ve ironik bir şekilde ölümüne yaklaşarak kendini kurtardığına inandığı Üçüncü bölüm, Alev Ağacı ise kız kardeşinin bakış açısından yazılmış.

Alev Ağacı

“Çok geçmeden kadın, ‘Yeong-Hye'nin kız kardeşi’ bir gerçeğin farkına vardı. Hevesle yardım etmek istediği aslında belki de kendisiydi.” S.114 “Yeong-Hye, benim nasıl öğrendiğimi biliyor musun? Dedi. Rüyada, amuda kalkmış dururken… vücudumda yapraklar yeşeriyordu, ellerim kök salıp toprağın altına uzanıyordu… Kasıklarımda çiçekler açmaya çalıştığı için bacaklarımı genişçe açtım.” S.127 “ Yakında sözler de düşünceler de kaybolacak.” S.132 “ Bu… belki de bir rüyadır.” S.156

Yeong-Hye’nin acısı ve kararlılığı, sanırım, bu kitabın özü olup, çevirisi de çok iyi ve çeviri bir kitap okuduğunuzu anlamıyorsunuz bile… Kore diline oldukça hakim olduğu belli olan çevirmen Göksel Türközü, yine sanırım kültür benzerliğinin de etkisiyle son derecede başarılı bir iş çıkarmış… imge yoğun bu zor konuda, ne demek istendiğini gayet iyi anlıyor ve sarsılıyorsunuz. Meraklısına okuması için öneririm.

28.04.2017 mehmetealtin
-------------------------------------- 

APRIL Yayıncılık, 1. Baskı, Ocak 2017

9 Nisan 2017 Pazar



Geceleri Sessizdir Tahran, Shıda Bazyar, 605 / CXXXVIII
-----------------------------------------------------------------

Kitaptaki süreç izlendiğinde ancak romanın son yüzü, Tara ile özdeşleşebilir olan İran kökenli Shıda Bazyar, Almanya doğumlu ve kitabını da “Nachts is test leise in Teheran” özgün adıyla Almanca yazmış. Kitap;

o   1979’da İran’daki Yeşil Devrim’de etkin olan, ancak devrimin süregelen seyri içinde örgütlenme ve stratejik öngörü zayıflığı gösteren TUDEH – İran Komünist Partisi üyesi baba Behsad’ın anılan süreçteki rolü ile başlıyor.
o   1987’de Almanya’ya kaçmak zorunda kalıp mülteci olan ve çocuklarının asimile olması korkusuyla yaşayan ailenin, 1989’dan itibaren kendilerine yeniden güvenme ve özgürleşme sürecini ise anne Nahid’in ağzından dinlerken, bütün bu olanları kabullenemeyen Behsad’a yardımcı olmak için çırpınışını da izliyoruz.
o  Ailedeki farklı nesillerin yaşamını onar yıllık katmanlarla anlatan yazar, 1999’dan itibaren İran doğumlu ve İran’daki yaşamından anılar taşıyan, vatanının neresi olduğunu sorgulayan, kafasında iki arada bir derede kalan Lale’nin ve
o   2009’da itibaren de İran doğumlu olan ama orayı anımsamayan, toplumsal devinimleri artık sosyal ve ana medyadan izleyen bir neslin temsilcisi erkek kardeşi Mu’nun ağzından sığınmacı olmanın, yaşamlarına neler getirip neler götürdüğünü bizlere akıcı bir dille sunuyor.

Aşağıda sizlere sunduğum alıntılarla; bugünlerde, şeytan kulağına kurşun, tahtaya vurun… içeriği toprağımızdan ve suyumuzdan ırak, okunası bir roman mı? Ben, bilemem… Yanıtını evet, ya da hayır olarak siz verin.
-0-

“Kitaplarda ‘Tüm emekler şaha aittir.’ diye yazıyordu. Biz ise ‘Emek işçilere aittir.’ diyorduk.” S.9

Şah zamanında; “ Evin Cezaevinden çıkan, içeride yaşananlar hakkında tek kelime etmezdi, anlatacağını içeride anlatmış olurdu; oranın en ürkütücü tarafı da buydu.” S.19 Devrim sürecinde; “Tüm mahkûmların idam edilmesi için sıradan bir adamın, sıradan bir karar alması yeterli, bunun için sıradan bir ayetullah yeter.”s.75

“Yoldaşım Peyman’ı kardeşi Humeyni taraftarı Emin ve durumdan vazife çıkaran arkadaşları, peygamberle ilgili, içeriğini bile bilmediğim bir fıkrayı benim anlattığımı ileri sürerek, insanları, benimle ilgili olarak sokağın orta yerinde sorgulamışlardı.” S.25 “Daha sonra Emin,… her yerde Humeyni Devrimi karşıtlarının ölmeyi hak ettiğini söylemeye başlamıştı… Peyman ile Emin’in anne ve babası bunların Allah adına yapılmaması gereğini biliyor bunu her akşam anneme söylüyorlardı. Bir noktadan sonra bize gelip gitmez oldular.”s.49 “Öğrencilerin de hocaların da büyük kısmı okula gelemiyordu, ya tutuklu ya okuldan atılmış ya da idam edilmişlerdi. Sanat dersleri yerine İslam öğretileri konmuştu. Derse girmeden önce tesettürümüzün uygunluğu kontrol ediliyordu.”s.93 “ Arkadaşlarımızın birinin oje sürülmüş tırnaklarını söktüler.” S.123

“Bir yaşındaki bir çocuğa neden pılınızı pırtınızı toplayıp ülkeyi terk ettiğinizi açıklayamazsınız.”s.61 “Ebeveynlerimiz çok yakında evimizi bomboş bulacaklarını, onları telefonla aramamız için gün sayacaklarını anlamış gibiydiler.”s.81

“Almanya’daki bütün çocuklar havadan zehirlenerek ölseler de çocuklarım ölmez, çünkü bundan fazlasını atlatmayı başardılar… onlara vız gelir.”s.65 diyen annem, yıllar sonra Tahran’a gittiğimizde “…kahkahalar atıyor, espriler yapıyor, küfrediyor, tartışıyor, gözüme çok sahte gözüküyor…” s.131 “ Eğer ben de onlara yürekten bağlanacak olsam,… acı çekecek ve annem gibi özleyeceğim” s.184 “ … ben, akrabalarımın gerçek bir hayat sürmediğini, gerçek hayatın Almanya’da olduğunu düşünüyorum.” S.132 “ ama “ 11 Eylül’den sonra ‘ Almanya’da’ beni her defasında kontrol etmeleri… annemle babama göre sıkıntı değildi!” s.196

09.04.2017 mehmetealtin
-------------------------------------- 

Hep Kitap, 1. Baskı, Kasım 2016