29 Ekim 2016 Cumartesi


Tanrısız Gençlik, Ödön von Horvâtho,  521/ CXXIV
----------------------------------------------------------------------------------
Faşizme yönelen rejimlerin, çocuklar ve gençler üzerinden yürüttüğü projelerin özü, çocukların, kendilerinden ve öfkelerinden başka hiçbir şey görmeyen ve ne pahasına olursa olsun her şeye sahip olma arzuları etrafında kümelenen hayatlarına özdeştir.
·         Korkutucu bir insana, hiçbir şey, bir başkasının korkusundan daha büyük bir cesaret veremez.” der, Umberto Eco…  
·         Faşizm,… ya bir hükümet darbesi ile ya barışçı(!) Bir yolla, ya gaddarca ya da tatlı sert bir biçimde gelir…” der, Georgi Dimitrov.
O zaman, Faşizm benliğimizin hangi kuytu köşesinde pusuya yatmış bekliyor?
-0-
Macar, Ödön von Horvâth’ın Tanrısız Gençlik adlı, Nazi Almanya’sında geçen bu cinayet romanı; aslında faşizmin yapısı gereği kendini kalıcı kılmak için kendi insanını yaratma projelerini… ülkelerin özel koşullarına, sosyal yapısına, politik güçler ve sınıflar arasındaki dengeye bağlı olarak, insanlığın var oluşundan beri biçimlenen geçmişini, çocuklar üzerinden sorgular ve yukarıdaki sorunun yanıtını ararken, bugüne göndermelerde bulunup, günümüze de ışık tutuyor.
 “ Kolonilerimizin iadesi ulusal bir taleptir. (NSDAP 25.02.1920 tarihli Parti Programı)…  halkımızın… koloni alanları konusundaki haklı talebi özellikle vurgulanmalıdır… (Eğitim Yönetmeliği) s.9
“Bütün zenciler, sinsi korkak ve tembeldir… Saçma bir genelleme! Yazmak üzereyken kalakalıyorum… Radyo’da BİRİNİN söylediği bir şeyi, hiçbir öğretmen yanlış diye çizemez.” S.10-11” benden neftert ediyorlar. Beni, mahvetmek istiyorlar, sırf bir zencinin de insan olduğu gerçeğine katlanamadıkları için. Siz insan değilsiniz, hayır!” s.24
“’Kendi gurubunun çıkarına olan doğrudur, haklıdır.’ diyor Radyo.” s.26 “ “ Artık kişilik değil, yalnızca itaat var sayılıyorsa hakikat gider ve yalan gelir. Bütün günahların anası olan yalan. Bayraklar havaya!” s.139 “ Sana selam olsun!… ölüme yazgılı olanlar seni selamlıyorlar!” s.152
“Bir suçun başka bir suçla silindiği gizem dolu o anda, cellat ile katil bir varlıkta bütünleşir, katil âdeta celladının içinde yeniden doğar…” s.176
“… bu günkü gençlik, hiçbir şekilde çiğleşmemiştir, söz konusu gençlik daha ziyade genel iyileşme politikaları (Nasyonal Sosyalist bir tanım.) sayesinde, görev bilinci ziyadesiyle yerinde, canını feda etmeye hazır ve kesinlikle koyu milliyetçi bir gençliktir.” S.102
Bakın bakalım bu kitabın sayfalarına, dip notlarına ve satır aralarına… bakın bakalım, Faşizm, sizin, benliğinizin hangi kuytu köşesinde pusuya yatmış bekliyor?  
--------------------------------------  .
Jaguar Kitap, Temmuz 2016, 1. Basım


19 Ekim 2016 Çarşamba



 Ordular, Evelio Rosero,  159/ CXXIII
----------------------------------------------------------------------------------
İşte size, iki kitap öncesindeki yorumumda da yer alan,  yaptığı barış anlaşmasıyla iç savaşı sona erdirerek güncel medyada oldukça yer edinen Kolombiya’dan bir kitap ve yazar daha…
Eleştirmenler tarafından Latin Amerika'nın yaşayan en büyük yazarlarından biri olarak gösterilen ve Gabriel Garcia Marquez’in izinden gittiği belirtilen, Kolombiyalı yazar Evelio Rosero’nun bu kitabını okuduğumda anlatımını, G. G. Marquez’in imgeler dolu masalsı anlatımından çok uzakta tam da tersinde buldum. Anlatımı sade,  her şey açık ve net…  
“Genç ve kemikleri sayılacak denli sıska, yalınayak… madalyonun diğer yüzünü teşkil eden başka bir adam doğrudan ona doğru gitti, bir tabancanın namlusunu alnına dayadı ve ateş etti.” S.25
“…her iki tarafa da haraç ödüyordu. Ama yetmedi. Çiftliğindeki bütün sığırların kafasının kesildiğini duydum.” S.67
Ordular, Kolombiya’da yaşanan iç savaşı, bir köyde yaşayanlar ve yaşananlar üzerinden anlatan bir roman. Romanın kahramanı Ismael yaşlı, emekli bir öğretmen. Röntgenci. Karısının da tek endişesi bu kötü alışkanlığının başkalarınca fark edilip bu kasabadaki hemen herkese öğretmenlik yapmış saygıdeğer ihtiyarın rezil olacağı...
“Ben, neşesiyle neşelendirse ve balıklarını, kedilerini sevdiği kadar sevseydi kim bilir belki de böyle duvara tırmanıp durmayacaktım.” S.28
Romanda anlatılanlar sanki bizim gazetelerimizden derlenmiş gibi… biricik farkı ise bu savaşa yandaş din adamları yanında, bir o kadar da karşı çıkan, beynini ve vicdanını çıkarlarına kul köle etmemiş, tezleri dip notta saklı, din bazı din adamlarının da hikayede yer alması… Beni derinden etkileyen bu romanı, yaşadıklarımız üzerinden okumanızı öneririm.
“… herkes… beni tutsak edenler kadar kurtarmak istediklerini söyleyenlerin de beni öldürmek istediklerini öğrensin.” S.55
“…savaşın patlamasıyla birlikte-uyuşturucu kaçakçılığı, ordu, gerilla ve paramiliterler-“ s.60 “ …iki yıl önce kilisesi daha yeni havaya uçurulmuş köyde…”s.72 “ … doktor, cesetlerin içinde kokain kaçırmakla, ambulanlarla silah ve cephane taşıtmakla suçlanıyor…”  s.130 “ “’ Tanrı’yı da öldürün tam olsun’ diyen kadına, ‘Bize onun tam olarak nerede sakladığını söyle, yeter anacığım’ diyebiliyorlardı.” S.176
“’Sadece barış çağrısı yaptığımız için önüne gelen bizi canının istediği gibi suçlayabilir.’ … dedi peder…  nitekim öncülü Peder Ortiz Özgürlük Teolojisini ([1]) yaymakla suçlanıp, testisleri yakılmış, kulakları kesilmiş ve sonra da kurşuna dizilmişti.” S.86
-------------------------------------- 
Can Yayınları, Mayıs 2016, 1. Basım




[1]Bu teoloji, kilise taban örgütlenmelerini, kilise topraklarını vs, bütün bu ağın hepsini içeriyor. Bu hareket kapitalizmin kötülükleri ve yoksulları örgütleme ihtiyacı konusunda bilinçlenen koca bir eylemciler kuşağının gelişimine katkıda bulundu. Bunlar Özgürlük Teolojisi’ndeki, Özgürlükçü Hıristiyanlıktaki temel başlıklardır. Kapitalizm ahlaki ve toplumsal anlamda kötü, yıkıcı bir sistemdir. İnsanlar da mücadele etmek için örgütlenmelidirler. Bunlar geliştirilen temel fikirlerdi. Kilise taban örgütlenmelerinde, kiliseye ait topraklarda, bütün bu örgütlenmelerde, ilerici piskoposların desteğiyle çok sayıda eylemci örgütlendi. Özellikle de Brezilya’da. Yüz binlerce insan bu fikirler ve bu pratik içinde eğitildiler. Özgürlük Teolojisi’nin temel fikri yoksulların kendi kurtuluşlarının öznesi haline gelmesidir. Çünkü Kilise geleneksel olarak yoksullara yardım etmeliyiz demiştir. Yani hayır işi, yoksullara acınır ve sadaka verilir, hayır yapılır. Özgürlük Teolojisi ise yeni bir fikir ileri sürdü. Bu fikir yoksulların kendi kendilerine yardım etmek zorunda olduklarıdır. Yoksullar örgütlenmeli ve kendi kendilerini kurtarmak için mücadele etmelidirler.
Ernesto Cardena, Devrimci Hristiyan, papaz, Nikaragua devrimi eski kültür bakanı, şair,Tanrının suyu satılamaz” derken ‘Vatikanın Hristiyanlığa bakışı karşısında devrimci Hristiyanlığı savunuyoruz. Tepkisel tavırdır bu. Özgürlük Teolojisi yoksullar içindir. Yoksullar için için bir dindir ve yoksul insanları devrimci bir tavra yöneltmiştir… Hristiyanlık ile Marxsizm Latin Amerika da bir çok yerde birliktedir. Çünkü Marxsizm sosyal olarak Hristiyanlık ile birçok ortak değeri paylaşır. Bir sosyal adalet uygulamasıdır. Sosyalizm kapitalizme karşı bir çıkış yoludur. Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki temel fark herkes için üretmek ya da kişiye özel üretmek arasındaki farktır. Orijinal Hristiyanlık herkes için üretimi savunur, komünal üretimi. Kapitalizm egoizmdir sosyalizm ise dayanışma diyordu.

15 Ekim 2016 Cumartesi



Sadık Bey, Pınar Kür,  552/ CXXII
----------------------------------------------------------------------------------
Yirmi dört saat içinde soluksuz okuduğum bu kitapta, Pınar Kür… kendini korumaya ve kollamaya odak öncelikli… gücün tek kıstas, paranın tek değer olduğu… yaşamın her türlü karmaşık, kıskançlık, korku, kaygı, kuruntu ve tedirginlik kaynaklı ormanında… her an gelebilecek kariyer endişeli bir saldırıya karşı kariyer endişeli bir savunma ağı geliştirmiş insanları, Türkiye’nin son altmış yıllık geçmişindeki olumsuz gelişmeleri vurgulayarak anlatıyor.
Büyük kuruluşların çalışma ortamları ile aynı kuruluşların sermayeleri ile yaratılmış, koşulları dayatılmış, şimdilerde çay kaşığının sapıyla verdiğini kürekle geri alan kapitalizmin, iki eski okul arkadaşının kin kokulu beraberliklerinin döngüsü üzerine oturtulan bu kitaptan, derlediğim bazı alıntılar ise aşağıda:
“Biri öğretmen oğluydu, lakabı ‘şayir’,   ötekisi esnaf çocuğuydu, lakabı, ‘le fou=aptal” . Ayrıcalıkların henüz parayla ölçülmediği ortam ve zamandaydılar.” S.63-65
 “Nurcan küçükken… onu sevip sevmediğini hatırlamaya çalıştı ama Nuriye’nin yüzü canlandı birden… evladını sevme ihtimali çok eskiden alınmıştı elinden.” S.11
”…güvenilir bir emektar… ‘vefakar’ bir simge olarak kalmış, sıfatı ‘en yakından’, ‘en eskiye’ dönmüştü’ .” S.16-17
 “İşinde ilerlemek isteyen herkes gereğinden fazla çalışması en azından öyle görünmesi gerektiğini biliyordu.” S.12
“Feridun’un bu kadar salakça ‘Allah razı olsun’lara kapılmasını, döne döne kazıklandığını fark etmemesini bir türlü aklı almıyordu.” S.102
“Semiramis, Paris’te… doğuştan hak olarak bellenmiş, sorgulamayı kimsenin düşünmediği, nefes almak, su içmek kadar doğal bir kişilik özgürlüğünü… kullanıyordu.” S.162
“Balık pazarını hiç bu kadar erkek ağırlıklı görmemiştim.” S.23  “… o, Türkiye’nin boğucu ortamından kaçtı. Senin de gelmeni bekliyordu. Ama sen Ertuğrul’a ihanet etmişlik duygusundan, bunun yarattığı suçlıluktan bir türlü kurtulamadığın için, Ertuğrul da kızı sana hibe etmiş gibi üstten alarak bu duyguyu alabildiğine körüklediği için… sen de ondan kaçtın… sınıf arkadaşınla arandaki sınıf farkının farkında değil miydin? … O, paranın verdiği özgüvenle seni rahatça kullanıyor ve eziyordu. Semiramis’i elinden aldığında bile… sevdiği ama bir türlü istediği gibi sahip olamadığı kızı arkadaşına, sana kaptırdığı gerçeğini… ömür boyu gizli bir kin olarak üretecek… s.86… ama  sen değil o böbürlenecekti.” S.157
“Geçmişinden gururu, geleceğinden umudu olmayan bir adam… olarak ” s.25    “O zaman anladım ki, en azından ben, vebayla mücadele ettiğimi sandığım o uzun yıllar boyunca bir vebalı olmaktan öteye gidememiştim.” S.35
-------------------------------------- 
Can Yayınları, Eylül 2016, 1. Basım





Sadık Bey, Pınar Kür,  552/ CXXII
----------------------------------------------------------------------------------
Yirmi dört saat içinde soluksuz okuduğum bu kitapta, Pınar Kür… kendini korumaya ve kollamaya odak öncelikli… gücün tek kıstas, paranın tek değer olduğu… yaşamın her türlü karmaşık, kıskançlık, korku, kaygı, kuruntu ve tedirginlik kaynaklı ormanında… her an gelebilecek kariyer endişeli bir saldırıya karşı kariyer endişeli bir savunma ağı geliştirmiş insanları, Türkiye’nin son altmış yıllık geçmişindeki olumsuz gelişmeleri vurgulayarak anlatıyor.
Büyük kuruluşların çalışma ortamları ile aynı kuruluşların sermayeleri ile yaratılmış, koşulları dayatılmış, şimdilerde çay kaşığının sapıyla verdiğini kürekle geri alan kapitalizmin, iki eski okul arkadaşının kin kokulu beraberliklerinin döngüsü üzerine oturtulan bu kitaptan, derlediğim bazı alıntılar ise aşağıda:
“Biri öğretmen oğluydu, lakabı ‘şayir’,   ötekisi esnaf çocuğuydu, lakabı, ‘le fou=aptal” . Ayrıcalıkların henüz parayla ölçülmediği ortam ve zamandaydılar.” S.63-65
 “Nurcan küçükken… onu sevip sevmediğini hatırlamaya çalıştı ama Nuriye’nin yüzü canlandı birden… evladını sevme ihtimali çok eskiden alınmıştı elinden.” S.11
”…güvenilir bir emektar… ‘vefakar’ bir simge olarak kalmış, sıfatı ‘en yakından’, ‘en eskiye’ dönmüştü’ .” S.16-17
 “İşinde ilerlemek isteyen herkes gereğinden fazla çalışması en azından öyle görünmesi gerektiğini biliyordu.” S.12
“Feridun’un bu kadar salakça ‘Allah razı olsun’lara kapılmasını, döne döne kazıklandığını fark etmemesini bir türlü aklı almıyordu.” S.102
“Semiramis, Paris’te… doğuştan hak olarak bellenmiş, sorgulamayı kimsenin düşünmediği, nefes almak, su içmek kadar doğal bir kişilik özgürlüğünü… kullanıyordu.” S.162
“Balık pazarını hiç bu kadar erkek ağırlıklı görmemiştim.” S.23  “… o, Türkiye’nin boğucu ortamından kaçtı. Senin de gelmeni bekliyordu. Ama sen Ertuğrul’a ihanet etmişlik duygusundan, bunun yarattığı suçlıluktan bir türlü kurtulamadığın için, Ertuğrul da kızı sana hibe etmiş gibi üstten alarak bu duyguyu alabildiğine körüklediği için… sen de ondan kaçtın… sınıf arkadaşınla arandaki sınıf farkının farkında değil miydin? … O, paranın verdiği özgüvenle seni rahatça kullanıyor ve eziyordu. Semiramis’i elinden aldığında bile… sevdiği ama bir türlü istediği gibi sahip olamadığı kızı arkadaşına, sana kaptırdığı gerçeğini… ömür boyu gizli bir kin olarak üretecek… s.86… ama  sen değil o böbürlenecekti.” S.157
“Geçmişinden gururu, geleceğinden umudu olmayan bir adam… olarak ” s.25    “O zaman anladım ki, en azından ben, vebayla mücadele ettiğimi sandığım o uzun yıllar boyunca bir vebalı olmaktan öteye gidememiştim.” S.35
-------------------------------------- 
Can Yayınları, Eylül 2016, 1. Basım



10 Ekim 2016 Pazartesi



Cajambre Nehri, Armando Romero,  46/CXXI
----------------------------------------------------------------------------------
Bugünlerde, yapılan barış anlaşmasıyla iç savaşı sona erdirerek güncel medyada oldukça yer edinen Kolombiya yurttaşlarından Armando Romero, kitabını çok yıpratıcı ve gerçek bir el emeği isteyen piangua,[1] bir tür kabuklu deniz ürünü, toplayıcısı, öldürülen Ruperta adlı kadının ruhuna adamış.

Hikâyenin bir yüzü, emekçi yerli kadınların naif hayatı, egemen sınıfların maço kültürünün evrensel denge yasası ki, doğanın kendisine bağışladığı özelliklerin bedelini ödemek için şeytanın lanetlerini de yüklenmek zorunda kalan,  erkeklerin gözünden en üst seviyede şehvet uyandıran güzel ve genç, Ruperta’nın,  üzerinden anlatılırken…
·         “ Ruperta, tek başımıza olmak yerine bir gurup oluşturmak için organize olmamıza çalıştığından buralarda onu bizim dışımızda kimse sevmezdi.” S.93
·         “ Ruperta, kendini adam gibi hissetmeni sağlardı, erkek gibi demek istemiyorum, öyle hissetmeni sağlayan çok kadın var, bir insan gibi hissettirirdi diyorum” s.175
·         Zenciler[2] burada zenci doğdukları için zenci değil. Hayır; onları zenci yapan Cajambre. Bogotá’da yaşıyor olsalardı zenci olmazlardı. S.116
·          “ Zencilere göre nehirler canlı varlıklardır… bu taraflarda kimse ölmez. Herkesin ruhu, onlara göre gölgesi, buralarda dolaşır durur.” S.98
·         “ Ancak gölgelerin arafta kalmaması için odadaki aynaları ve yansıtıcı eşyaları siyah örtülerle kapatmak gerekirdi.” S.55
·         “ Ribiel ışık ve doğaüstü varlık karışımı sihirli bir yaratık… saf ışıktan oluşur… kuş gibi uçarak havada veya yılan gibi karada da yol alabilir.” S.74
diğer yüzü ise güç arzusu ve hırslarıyla,  makineleriyle, tamahkârlığıyla, kilisesiyle ve yabanıla karşı derin korkusuyla, kısacası kölelik ve sömürü düzeniyle mayalanmış erkek dünyası üzerinden ilkel ve en basit anlatımında kapitalizmin örnekleri sıralanıyor.

·          “Puerto Merizalde’nin büyük rahibi, Jiménez, askerlerin, kereste atelyesi sahiplerinin, ahşap şirketlerinin dostu, Tanrı’nın ve Kutsal Bakire’nin adamı, büyük ihtimalle Opus Dei’nin üyesi… isyanın kışkırtıcılarından birisiydi.” S.170
·         “Rahip, Jiménez’in dokunuşu o kadar mesafeliydi ki, zencilerin başında sık ve gür saçlar değil de dikenler var sanırdınız.” S.70
Kitabın, başlıca bilgi aracı dedikodu olan biz Türkler için, armağanı da aşağıdaki satırlarda gizli…
·         “Otacı Telefrino, (dünyanın her yerinde bu özneye bir sıfat ve isim koyabilirsiniz) gerçeğin yalan aracılığı ile gerçek haline geldiği, kurgunun en büyük sunağındaydı; dahası o bu önermeye havada takla attırma kapasitesine sahipti.” S.22
Zenci diye yazılan kısımları yerli diye okuyarak, okumanız için daha ne diyeyim?
-------------------------------------- 
Verita Kitap, Eylül 2015, 1. Basım



[2] Çevirmenin Kolombiya’da yukarıda anılan nehrin yöresinde oturan yerlileri, neden “zenci” olarak tanımladığını doğrusu anlayamadım. Kitabın aslında öyle olsa bile Türkçede bu yörede eskiden beri yaşayanlar yerli olarak tanımlanırlar. Ayrıca günümüzde, ayrımcı olduğu için  zenci kelimesinin kullanılmadığını çevirmenin bilmesi gerekir diye de düşünüyorum. 

2 Ekim 2016 Pazar


Harvard  Meydanı,  André Aciman,  34/CXX
----------------------------------------------------------------------------------
Yabancı bir ülkede, aynı coğrafyada yaşamış, aynı dilden konuşmuş, aynı tatları tatmış ve aynı kokuları almış kısacası türdeş, iki yabancının dostluğunu, yabancının yabancı olalı görmediği gizli zulmü,  büyük olasılıkla yazarın hayatının önemli bir bölümünü anlatan, “öndeyiş”, “son deyiş” gibi romanı izah edici ve bana göre gereksiz bölümlerine… kitabın ana fikriyle çelişen, Amerikan toplumunun yoksul ve aydın yüzünü unutup, Amerikan toplumuyla ilgili bazı genellemeler ve bazı bağnaz ulusçuluk kokan satırlarına (*) rağmen okunabilir bir roman.
Romanda anlatıcı
·         “Onlar gibi olmak istemezdim, çünkü bir parçam onlar gibi olmayı beceremezdi, ama bilirdim ki öteki parçamın hayatta en çok istediği şey, tek kumaştan kesilmişçesine onlardan biri olmaktı.” S.19 “ Mısır’daki çocukluk günlerimden kalan Arapçamla…” s.38 “ Anladım ki ben de Kalaş’tan farklı değilim. Tıpkı onun, Araplar’ın arasında bir Berberî, Fransızlar arasında bir Arap, kend içindeyse bir hiç olması gibi ben de Araplar’ın arasında bir Yahudi, yabancıların arasında bir Mısırlı, şimdi de WASP’ların Beyaz Anglosakson Protestanlar’ın arasında sanki bir uzaylıdım; hokey ya da polo takımı seçmelerine katılan budala bir temizlik görevlisi gibi.” S.80 “ … o, yiyecek bulmaya kararlı bir avcı, bense ürürünün olgunlaşmasını bekleyen bir toplayıcıydım.”s.81 “ Hangi tarafa ait olduğumu, Lowel Yurdu’na mı yoksa Kalaş’ın bulunduğu yere mi bilemiyordum… ben her ikisine de itim, bu da aslında hiçbirine ait değilim demek oluyordu…” s.142 “ Kalaş, yalnız geçen yaz aylarımda sanki vahada karşılaşmış olduğum yol arkadaşı konumundan, sırtımdan atmamın olanaksız olduğu bir yüke dönüşmüştü.” S.184 “Kimdim ben? Aynı anda kaç maskeyi geçirebilirdim yüzüme?” s.190 “ Arkadaş mısınız?... Sayılır… Kalaş, benim Harvard’da geçirdiğim yıllar boyunca tanıdığım en değerli insan olmasına karşın, arkadaşın mı diye sorulduğunda neden sayılır demiştim.” S.215 “ Bunu ben yapmıştım. Başka biri değil. Hayatımda hiç bu kadar aşağılık bu kadar yerin dibine geçmiş hissetmemiştim kendimi… Ölüm döşeğindeki kişi arayıp da birkaç dakikalığına uğramasını istediği her seferinde, o arkadaş, o hastanın moralini yüksek tutmak bahanesiyle, zavallının kaygılarını önemsemezmiş gibi davranırdı. ‘Yarın uğramaya çalışırım.’ ‘Yarın hiç olmayabilir benim için,’ ‘İşte yine başladın. Sen hepimizi gömeceksin gör bak.” S.217
Romanın kahramanı Kalaş :
·         “Kalaş’ın… her hecesinden zehir, intikam ve kezzap fışkırıyordu.” S.25 “ (*) Amerikalı kadınlar büyük paralarla döşenmiş, ama ışıkları kapalı malikânelere benziyorlar… doğmuyorlar üretiliyorlar… aynı şekilde düşünür, konuşur ve düzüşürler.” S.28 “ Ne olduğumu ve neler hissettiğimi yüzümden okuyabilirsin benim. Ben bir insanım- anladın mı bunu?”s.35 “Cafe Algiers’deki yeri hiç değişmezdi… yalnız görülmek için değil… gelenden gidenden de haberdar olmak içindi de.” S36 “… bir yeteneği daha vardı. Yüzleri unutmamakla kalmaz, onlardan yola çıkıp kişilik çözümlemeleri de yapardı.” S.43 “ Bütün öfkesine karşı ve göçebe yaşamına karşın bu gezegenden biriydi o, bense buraya ait olduğumdan asla emin değildim.”s.45 “ Kalaş’ı anlamıştım sonunda. Amerika’ya yönelik bütün suçlamalarına karşın, olur da Amerika ondan önce ondan önce pes ederse diye… umutsuzca savaş veriyordu. “ s.141” Bir insan masanın başına doymak için oturmamalı. Yemek dediğin şey arkadaşlık için bir bahanedir yalnızca” s.155 “ Ölmek üzere olduğunun farkındayken başkalarına şölen hazırlayan adama benziyorum.” S.158
-------------------------------------- 

Yapı Kredi Yayınları, Haziran 2015, 1. Basım

Harvard  Meydanı,  André Aciman,  34/CXX
----------------------------------------------------------------------------------
Yabancı bir ülkede, aynı coğrafyada yaşamış, aynı dilden konuşmuş, aynı tatları tatmış ve aynı kokuları almış kısacası türdeş, iki yabancının dostluğunu, yabancının yabancı olalı görmediği gizli zulmü,  büyük olasılıkla yazarın hayatının önemli bir bölümünü anlatan, “öndeyiş”, “son deyiş” gibi romanı izah edici ve bana göre gereksiz bölümlerine… kitabın ana fikriyle çelişen, Amerikan toplumunun yoksul ve aydın yüzünü unutup, Amerikan toplumuyla ilgili bazı genellemeler ve bazı bağnaz ulusçuluk kokan satırlarına (*) rağmen okunabilir bir roman.
Romanda anlatıcı
·         “Onlar gibi olmak istemezdim, çünkü bir parçam onlar gibi olmayı beceremezdi, ama bilirdim ki öteki parçamın hayatta en çok istediği şey, tek kumaştan kesilmişçesine onlardan biri olmaktı.” S.19 “ Mısır’daki çocukluk günlerimden kalan Arapçamla…” s.38 “ Anladım ki ben de Kalaş’tan farklı değilim. Tıpkı onun, Araplar’ın arasında bir Berberî, Fransızlar arasında bir Arap, kend içindeyse bir hiç olması gibi ben de Araplar’ın arasında bir Yahudi, yabancıların arasında bir Mısırlı, şimdi de WASP’ların Beyaz Anglosakson Protestanlar’ın arasında sanki bir uzaylıdım; hokey ya da polo takımı seçmelerine katılan budala bir temizlik görevlisi gibi.” S.80 “ … o, yiyecek bulmaya kararlı bir avcı, bense ürürünün olgunlaşmasını bekleyen bir toplayıcıydım.”s.81 “ Hangi tarafa ait olduğumu, Lowel Yurdu’na mı yoksa Kalaş’ın bulunduğu yere mi bilemiyordum… ben her ikisine de itim, bu da aslında hiçbirine ait değilim demek oluyordu…” s.142 “ Kalaş, yalnız geçen yaz aylarımda sanki vahada karşılaşmış olduğum yol arkadaşı konumundan, sırtımdan atmamın olanaksız olduğu bir yüke dönüşmüştü.” S.184 “Kimdim ben? Aynı anda kaç maskeyi geçirebilirdim yüzüme?” s.190 “ Arkadaş mısınız?... Sayılır… Kalaş, benim Harvard’da geçirdiğim yıllar boyunca tanıdığım en değerli insan olmasına karşın, arkadaşın mı diye sorulduğunda neden sayılır demiştim.” S.215 “ Bunu ben yapmıştım. Başka biri değil. Hayatımda hiç bu kadar aşağılık bu kadar yerin dibine geçmiş hissetmemiştim kendimi… Ölüm döşeğindeki kişi arayıp da birkaç dakikalığına uğramasını istediği her seferinde, o arkadaş, o hastanın moralini yüksek tutmak bahanesiyle, zavallının kaygılarını önemsemezmiş gibi davranırdı. ‘Yarın uğramaya çalışırım.’ ‘Yarın hiç olmayabilir benim için,’ ‘İşte yine başladın. Sen hepimizi gömeceksin gör bak.” S.217
Romanın kahramanı Kalaş :
·         “Kalaş’ın… her hecesinden zehir, intikam ve kezzap fışkırıyordu.” S.25 “ (*) Amerikalı kadınlar büyük paralarla döşenmiş, ama ışıkları kapalı malikânelere benziyorlar… doğmuyorlar üretiliyorlar… aynı şekilde düşünür, konuşur ve düzüşürler.” S.28 “ Ne olduğumu ve neler hissettiğimi yüzümden okuyabilirsin benim. Ben bir insanım- anladın mı bunu?”s.35 “Cafe Algiers’deki yeri hiç değişmezdi… yalnız görülmek için değil… gelenden gidenden de haberdar olmak içindi de.” S36 “… bir yeteneği daha vardı. Yüzleri unutmamakla kalmaz, onlardan yola çıkıp kişilik çözümlemeleri de yapardı.” S.43 “ Bütün öfkesine karşı ve göçebe yaşamına karşın bu gezegenden biriydi o, bense buraya ait olduğumdan asla emin değildim.”s.45 “ Kalaş’ı anlamıştım sonunda. Amerika’ya yönelik bütün suçlamalarına karşın, olur da Amerika ondan önce ondan önce pes ederse diye… umutsuzca savaş veriyordu. “ s.141” Bir insan masanın başına doymak için oturmamalı. Yemek dediğin şey arkadaşlık için bir bahanedir yalnızca” s.155 “ Ölmek üzere olduğunun farkındayken başkalarına şölen hazırlayan adama benziyorum.” S.158
-------------------------------------- 

Yapı Kredi Yayınları, Haziran 2015, 1. Basım

Harvard  Meydanı,  André Aciman,  34/CXX
----------------------------------------------------------------------------------
Yabancı bir ülkede, aynı coğrafyada yaşamış, aynı dilden konuşmuş, aynı tatları tatmış ve aynı kokuları almış kısacası türdeş, iki yabancının dostluğunu, yabancının yabancı olalı görmediği gizli zulmü,  büyük olasılıkla yazarın hayatının önemli bir bölümünü anlatan, “öndeyiş”, “son deyiş” gibi romanı izah edici ve bana göre gereksiz bölümlerine… kitabın ana fikriyle çelişen, Amerikan toplumunun yoksul ve aydın yüzünü unutup, Amerikan toplumuyla ilgili bazı genellemeler ve bazı bağnaz ulusçuluk kokan satırlarına (*) rağmen okunabilir bir roman.
Romanda anlatıcı
·         “Onlar gibi olmak istemezdim, çünkü bir parçam onlar gibi olmayı beceremezdi, ama bilirdim ki öteki parçamın hayatta en çok istediği şey, tek kumaştan kesilmişçesine onlardan biri olmaktı.” S.19 “ Mısır’daki çocukluk günlerimden kalan Arapçamla…” s.38 “ Anladım ki ben de Kalaş’tan farklı değilim. Tıpkı onun, Araplar’ın arasında bir Berberî, Fransızlar arasında bir Arap, kend içindeyse bir hiç olması gibi ben de Araplar’ın arasında bir Yahudi, yabancıların arasında bir Mısırlı, şimdi de WASP’ların Beyaz Anglosakson Protestanlar’ın arasında sanki bir uzaylıdım; hokey ya da polo takımı seçmelerine katılan budala bir temizlik görevlisi gibi.” S.80 “ … o, yiyecek bulmaya kararlı bir avcı, bense ürürünün olgunlaşmasını bekleyen bir toplayıcıydım.”s.81 “ Hangi tarafa ait olduğumu, Lowel Yurdu’na mı yoksa Kalaş’ın bulunduğu yere mi bilemiyordum… ben her ikisine de itim, bu da aslında hiçbirine ait değilim demek oluyordu…” s.142 “ Kalaş, yalnız geçen yaz aylarımda sanki vahada karşılaşmış olduğum yol arkadaşı konumundan, sırtımdan atmamın olanaksız olduğu bir yüke dönüşmüştü.” S.184 “Kimdim ben? Aynı anda kaç maskeyi geçirebilirdim yüzüme?” s.190 “ Arkadaş mısınız?... Sayılır… Kalaş, benim Harvard’da geçirdiğim yıllar boyunca tanıdığım en değerli insan olmasına karşın, arkadaşın mı diye sorulduğunda neden sayılır demiştim.” S.215 “ Bunu ben yapmıştım. Başka biri değil. Hayatımda hiç bu kadar aşağılık bu kadar yerin dibine geçmiş hissetmemiştim kendimi… Ölüm döşeğindeki kişi arayıp da birkaç dakikalığına uğramasını istediği her seferinde, o arkadaş, o hastanın moralini yüksek tutmak bahanesiyle, zavallının kaygılarını önemsemezmiş gibi davranırdı. ‘Yarın uğramaya çalışırım.’ ‘Yarın hiç olmayabilir benim için,’ ‘İşte yine başladın. Sen hepimizi gömeceksin gör bak.” S.217
Romanın kahramanı Kalaş :
·         “Kalaş’ın… her hecesinden zehir, intikam ve kezzap fışkırıyordu.” S.25 “ (*) Amerikalı kadınlar büyük paralarla döşenmiş, ama ışıkları kapalı malikânelere benziyorlar… doğmuyorlar üretiliyorlar… aynı şekilde düşünür, konuşur ve düzüşürler.” S.28 “ Ne olduğumu ve neler hissettiğimi yüzümden okuyabilirsin benim. Ben bir insanım- anladın mı bunu?”s.35 “Cafe Algiers’deki yeri hiç değişmezdi… yalnız görülmek için değil… gelenden gidenden de haberdar olmak içindi de.” S36 “… bir yeteneği daha vardı. Yüzleri unutmamakla kalmaz, onlardan yola çıkıp kişilik çözümlemeleri de yapardı.” S.43 “ Bütün öfkesine karşı ve göçebe yaşamına karşın bu gezegenden biriydi o, bense buraya ait olduğumdan asla emin değildim.”s.45 “ Kalaş’ı anlamıştım sonunda. Amerika’ya yönelik bütün suçlamalarına karşın, olur da Amerika ondan önce ondan önce pes ederse diye… umutsuzca savaş veriyordu. “ s.141” Bir insan masanın başına doymak için oturmamalı. Yemek dediğin şey arkadaşlık için bir bahanedir yalnızca” s.155 “ Ölmek üzere olduğunun farkındayken başkalarına şölen hazırlayan adama benziyorum.” S.158
-------------------------------------- 

Yapı Kredi Yayınları, Haziran 2015, 1. Basım