11 Kasım 2019 Pazartesi




Zaman Lekeleri, Ömer F.Oyal, 581/CLXXXIX,

2019, Notre-Dame de Sion Edebiyat Ödülü


Lekelerin illâ ki iyileştirici olması gerekmez. Lekeler, zihni ve ruhu sinsice zehirler. Zaman, öldürülmeye çalışıldıkça hikâyelerdeki yedi canlı ejderhalar gibi daha da öfkelenip bütün haşmetiyle kendini öne sürerek lekelerini genişletir. S.267


Ömer F. Oyal’ın, konusu 25 Temmuz 1943’de Adana’da başlayıp iki gün sonra Haydarpaşa’da sürecek bir tren yolculuğunu… Yasak aşkıyla kaçan, namus derdinden kovalayan, namus derdinden kaçan, namus derdinden mahkûm olan, ekmek peşinde yurt arayan yolcuların… Bir imparatorluğun yıkılışından, yeni bir devletin kuruluşuna, umuda tutunma savaşına ray döşeyen, kan döşeyen, silah çeken, askerlerin… Bu uğurda malını ve canını verenlerin… Malı ve canı talep edilenlerin… Trenin düzeninden sorumlu adı Safa, adı Sandor, adı Artin, adı Kirkor, adı Niko, adı her dil ve dinden olan kondüktörlerin… Romandaki her bir karakterin kompartımanlara ayrılmış, kompartımanlarda birleşmiş, rayında olan, makas değiştiren, raydan çıkan hayatlarının, zamanda kayan, aynanın bir önüne bir arkasına kaçan öykülerini on dokuzuncu yüzyılın başında Almanya’da raylarla ilk defa tanışan 11 numaralı bir vagonun ağzından anlatırken… kompartımanlara bir girip, bir çıkarken, merak unsurunu sonuna kadar canlı tutulan roman da istasyondan istasyona etkileyici bir dille akıp gidiyor. Zaman lekeleri genişletiyor.

Kitap akıp gider, zaman da lekeleri genişletirken,  kitabı ödüllendiren, her zaman güvenilir olduğunu düşündüğüm, ancak bu sefer, kararlarını çekinceyle karşıladığım NDS edebiyat ödülleri seçici kurulunun kararına katılmadığımı söylemeliyim. Nedenine gelince;

1.   Bu bir hayıflanma mıdır, bir aşağılama veya bir aşağılık duygusu mudur, ya da benim anlayamadığım bir metafor, yani eğretileme midir? Bilmiyorum. Ancak, romanda bazı insan tariflerinde kullanılan dil oldukça incitici ve ırkçı…

“Doğu! Anlaşılmaz yazıların, anlaşılmaz dillerin, yoksunluğun, korkunun hükümranlığı! Işıldayan kıtamızın ve medeniyetin sonu. Elveda geyikli romanlar, şakırdayan nehirler, karlı tepeler, elveda neşe! Elveda medeniyet, üniversiteler, aydınlık!” s.22-23  “Tarla ekmeyi, tohumun nasıl kullanılacağını bilmiyorlar, akıl alacak gibi değil.” S.77… “ yerleşim, köyün uyuşuk zamansızlığına esir düşmüş gibiydi… “ s.81 “ Köylüler, açık berrak bir kahkaha atmıyor, sadece ihanet gibi, fısıldar gibi gülüşüyor. Franz küfrediyor olmalı… Gülüşen köylülere doğru bakıyor. Köylülerin hepsi susup bakışlarını ateşe doğru çeviriyor.” S.82 “ Sırtını dayamak vagonla ilişki kurmak değil, aksine onu hiçe saymak; kızarmış, kırışık, kepekli ve iğrenç enselerle taciz edilmek demek. Mehmet’in ensesi rençperlere yakışır bir kırmızılıkta, kayış gibi ve yağlı. “ s.105 “ Beceriksizliği daha ilk mühendisin, ilk ustabaşının yüzünü gördüğünüzde anlayabilirsiniz. Teknik beceri yoksulluğu on yılda giderilemez… Zihniyet farkı, zamanın geçişiyle tamir edilemez.” S.275“ Niye koşulduğunu, niye zıplandığını anlamayanların, vücudu gereksiz yere hırpalamanın beyhudeliğine karar vermişlerin ülkesi. “ s.290

2.   … Ve bazı yerlerde sadist bir dile dönüşüyor!

“ Sivrisineğin hasadı yabana atılır gibi değil… Heyecanlandığımı inkâr etmek boşuna olur. “ s.232  “ Sonunda yüzbaşı namluyu kondüktör Kirkor’un ağzından çekti. Harika bir andı. Dopdolu, görkemli ve sonsuzluğa uzanan bir an.” S164  “ Subayın eli, tabancasının kılıfında… hâlbuki hınç tereddütsüz gerçekleştirilmeli… Niko’nun kafasına dayanan tabanca bir an ateş etse Niko’nun önemsiz sonundan çok daha görkemli bir manzara ortaya çıkabilir.” S.201-202 “İdam haberi gördüğümde sevinçle ürperirim. Yine de kan akmayışı… Gerçek bir heyecana dönüştürmüyor.” S.241“ Sadık elleri tetikte duruyor. ‘ Durma’ diyorum… Hedefini bulmayan azim, hiçlikten ibarettir. “s.265 

3.   Tabi ki yazarın kişisel takdiridir ve saygı duyarım ama… Kitabın ana omurgasını oluşturan, dünya görüşüme göre hiçbir zaman onaylamadığım, ancak güncel siyasal gelişmelerle tekrar gündemin birinci sırasına yerleşen, kişilerin, siyasilerin, durumdan vazife çıkaranlarla, çıkarına çıkar katanlardan her birinin penceresinden kendine göre yorumlanan ve adlandırılan: Ermeni Tehciri, Ermeni Katliamı, Ermeni Türk Mukatelesi, Ermeni Soykırımı konusunda, bir tarafı tamamen mazlum ve masum tutulurken, öbür tarafa karşı en ufak bir savunma kırıntısı bile verilmemektedir.

“ Eski gâvur mahallesi… Büyük bir konağa kondunuz mu bari? İki ailenin iki farklı dilden fısıltısı duvarlara karıştığında ne olur? Zaman, olanın artık olmadığının en büyük güvencesi. Zaman, perdedir, yıllar geçtikçe, geçmişin yerini alır, kendisi olur, ta ki üzerine yeni bir perde örtülene kadar. Yaşananlar yaşanmamış olur.” S.74 “ Artin efendi kendi içinde kıvrılarak, gittikçe derinleşen, kendini besleyen kederle,… susmuş ve etrafını da susturmuştu.” S.86 “ Kervan şehre değil… aksi istikamete bozkırda ilerlemeye başladı. Artin efendi, onlara elini sallayacak gibi oldu ama eli güçten düşerek aşağıya indi.” S.132 “ Bitimsiz düzlükte nakışlı yastık kılıfları, oya işi tülbentler, göz nuru masa örtüleri, işlemeli başörtüler, bozkırda kocaman kelebekler gibi sahipsiz uçuşuyor… Arkadan gelen köylüler, sürgünlerin eşyalarını alabilmek için birbirleriyle kavga ediyor.” S.150 “ “ İbadeti hatırlatan çanlar, eritilip savaş sanayiinde kullanılmak üzere yükleniyor.” S.158-159 “ Sonunda yüzbaşı namluyu kondüktör Kirkor’un ağzından çekti.” S164 “ Burada hiçbir şey bitmeyecek. Hep geri dönecek. Şurada eli işgal bayraklı ağlayan herifi görüyor musun? Ekşici Osman Ağa… Dadyanlar’ın toprağına el koydu, biri on üç, diğeri on dört iki kızlarını kapatma aldı. Ailenin diğer fertlerini ise öldürdü “ s.182

4.   Tabi ki, yazarın kişisel takdiridir ve saygı duyarım ama… Yasak aşkıyla kaçan, namus derdinden kovalayan, namus derdinden kaçan, namus derdinden mahkûm olan, ekmek peşinde yurt arayan yolcuların… bir imparatorluğun yıkılışından yeni bir devletin kuruluşuna ve umuda tutunma savaşına ray döşeyen, kan döşeyen, silah çeken, askerlerin… bu uğurda malını ve canını verenlerin… malı ve canı talep edilenlerin… trenin düzeninden sorumlu adı Safa, adı Sandor, adı Artin, adı Kirkor, adı Niko, adı her dil ve dinden olan kondüktörlerin… kısacası vatanı burada olanların, vatanının, canının ve ekmeğinin peşinde olanların, emperyalist emellerin ve çanak yalayıcılarının sopasında ezilenlerin, adı konulmamış bir tutsaklıkta, akıp geçenlerin hatırasına hapsolanların kardeşliğinden hiç bahsedilmiyor.

Bu da ödülü veren Fransa’nın İstanbul Başkonsolosu Bertrand Buchwalter’in “Notre-Dame de Sion’un 163 yıldan beri, iki kültür arasında bir buluşma ve diyalog kavşağı ile iki ülke ve toplum arasında muhteşem bir yakınlaşma aracı olduğu ve olmaya devam ettiği…” görüşü ile örtüşmüyor.

“Gerçek bir belalının içindeki şiddet dışarıya yansımaz, aniden patlayıverir. Kıyıcılığın düzeyi etrafın dehşetle donmasına yol açar.” S.68 “ Biz sevdalıyız Bedriye. Seni ağabeyime vermelerinden önce de sevdalıydık. “ s.99“ “ Adamlar hep akşamın içinde yitip gitmek istercesine susuyor, kadınlarsa kaybolmalarını engellemek için çekinerek ceketlerinden tutuyor.” S.115 “ Namus çöküverdiğinde, hava zerreleri daha bir yoğunlaştığında, namus özündeki taşkınlığı öne sürdüğünde ortalığı saygılı bir sessizlik kaplar. “ s.94 “ Sorularla dolu sessizlik geceyi, daha da yoğun bir geceyi talep eder. “ 121 “ Hınç tutkuyu zehirler. Aralarından arsız bir bitki gibi boy atıvermesini ilginç buluyorum. “ s.239 “ Sadık elleri tetikte duruyor. ‘ Durma’ diyorum… Hedefini bulmayan azim, hiçlikten ibarettir. “s.265 Bedriye’nin attığı her adım… geçmişten kesinkes uzaklaşmaya adanmış, belirsizliğe yeni bir yazgıya doğru bir yürüyüş…” s.322
-0-

Zaman lekeleri, çok katmanlı… Bellek ve zaman arasında gelip giderken, farklılıkları,  savaşın ve göçün etkilerini, kadın-erkek ilişkilerinde konuşulmayan ama genel kabul görmüş etmenleri, bunların bir vagon tarafından anlatılmasını bunlara örnek olarak gösterebiliriz.
 
Oldukça emek verilmiş bu romanı önerir, karşıt görüşleri dinlemeyi ve öğrenmeyi  sabırsızlıkla beklerken… kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…

11.11.2019 mehmetealtin,
-----------------------------------------------------------
Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, Şubat 2018