20 Aralık 2020 Pazar

 

Acı Portakal, Yiğit Bener 788/ CLXXXIX

 “Sanité kod adıydı.

18. Yüzyılda Fransızlar tarafından kurşuna dizilen,

Haitili militan, Sanité Belair’in anısına...”

-0- 

Yiğit Bener’in bu romanı da "Heyulanın Dönüşü”ne benzer ama bu sefer bir başka boyutta…  uzun yıllar yurt dışında kalmak zorunda kalan eski bir devrimcinin yıllar sonra görev, eğitim, aşk üçgeninde kendiyle hesaplaşmasını iki katmanda ele alırken, birinci katmanı, “El Turco” adlı devrimcinin yaşananlar üzerinden hem kendi özeleştirisini, hem de eril dünyanın özeleştirisini kapsıyor ki; roman bu açıdan kadınların okuyup yorumlamasına değer.

İkinci katmanı ise babanın geçmişinde yaşananların kızıyla tartışması ki; Türkiye’de yaşayan ve hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun bir babanın kızıyla, geçmişinin mahreminde, konuşabilmesi romanın kurgusu açısından tartışmaya değer.

Bu iki değer ışığında roman, - aile içinde başlayan sessiz ve/veya şiddet yükü ömür boyu okulda, sokakta, askerde, poliste, güvenlikte, hapishanede, kamu kurumlarında,  darbeci ya da otoriter iktidar sözcülerinin konuşmalarında artarak rastlanan - eril sesin… “bacılarına” bile yan bakmayı zül sayıp, cinselliği devrim sonrasına erteleyen sesin tacizinin, etkisinde bir aşka odaklanıyor.

Öte yandan eşitlik mücadelesine destek veren her erkek de cinsiyetinden ötürü davanın ötekisi olarak potansiyel suçlu olarak yargılanırken, birkaç gün içinde çözülen kaya gibi sapasağlam, acı çikolatalı portakal dilimi yoldaşa, en büyük zararı kimin verdiği, en büyük suçlu kimin olduğu, sorusu altında, pusulanız da şaşmışsa, … “İşte bunun telafisi yoktur. Pişmanlık değildir artık hissettiğiniz. Çaresizliktir. Bozgun. Çöküş. Anlam yitimidir.” S.16. “En büyük suç, umudu yok etmektir. Direnç ve mücadelesini paylaşmak şöyle dursun acısıyla yüzleşmeye bir gün daha katlanamamaktır. Kaçmaktır.” S.181

 Romanda beni rahatsız eden şu ki; kitabın bazı yerlerinde hareket, günümüzün koşulları içinde acımasızca eleştirilmektedir. İdeolojiye yön veren kitaplar, siyasi eğitim notları, teorik metinler, bültenler, dergiler, işlevini tamamen yitirmiş malzemeler olarak nitelendirilmektedir! Üstelik bunların bağlam dışı anlatılarla papağan gibi tekrarlanmasına dayalı mutlak doğrularla örülü bir anlayıştan ziyade alabildiğince eleştirel ve çok yönlü bakış açısı kazandırdığının bilinmesine rağmen…

 Tekrarlayarak,  en büyük suçlunun kim olduğunu sorgulamak için bu kitap

okunmaya değer. Kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…

 19.12.2020 mehmetealtin,

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

Can Yayınları 1. Baskı, Kasım 2019,

 


10 Aralık 2020 Perşembe

 

Bir Yunan Hediyesi, Philip Kerr, 948-83/ CLXXXVIII

Çeviri: Cem Demirkan

 

“Talan edip doymak bilmez iştahlarıyla ne buldularsa aldılar.

Harap ettiler, katlettiler, farazi bahanelerle gasp ettiler

ve bunların tümünü yeniyi inşa etme mazeretiyle meşru gösterdiler.

Geçtikleri her yeri çöle çevirip ona da barış adını verdiler.

 

Tacitus, Agricola ve Germania

 

Philip Kerr’in orijinali Greeks Bearing Gifts, Bir Yunan Hediyesi adıyla dilimize kazandırılan bu polisiye romanı, siyasetin atık su kanallarında oynanan oyunlar ve rol verdiği kişiler ile söz ettiği kuruluşlar üzerinden, günümüzün gözüne amansız bir ışık tutuyor.

Kitap, eski silah arkadaşlarının verdiği kimlikle Nazi İmparatorluğu’na hizmetini saklamayan sigorta şirketinin çalışanı, Christof Ganz, asıl ve Nazi kimliği ile Bernie Günther, Yunanistan’da Doris adlı bir geminin yangın sonucu batması nedeniyle ekspertiz  görevi verilmesi sayfasında ana konusuna kavuşur.  Cinayeti de kapsayan olaylarla birlikte sürece polis de dâhil olur ve sayfalar ilerlemeye başlar.

II. Paylaşım savaşının hemen sonrası Yunanistan’da sürdürülen soruşturmanın her safhasına, Almanlar ile Yunanlar arasında savaştan kalan güven bunalımı gölge düşürür. Almanlara göre… “Para konusunda Yunanlara güven olmaz. O keçi düşkünleri Avrupa’nın en müsrif milletidir. Yalan ve sahtekârlık sıradandır. Üçkâğıt olanakları sınırsızdır.”  Yunanlara göreyse… “Çoğu Yunan’ın gözünde Nazi ile Alman aynı şeydir. İyi Alman fikrine aşina değil, belki de hiç olmayacaklardır.” Ne var ki, her iki taraf da ipin ucunu çektikçe işe bir yerden de Selanikli Yahudilerin karıştığını görürler.

Almanlar, Yunanlar ve Yahudiler ’den oluşan bu Şeytan Üçgenine sigortacılar, polis ve siyasetçilerden oluşan şeytanlar da karışmaktadır.

Alman sigortacılar geminin yükünün ve düşük kaza bedelinin peşindedir. Sıfatları savaş sonrası siyasete tonton ihtiyarlar olarak geçen, gamalı haç dövmeli siyasetçileri ise AET[1]’yi kullanarak -bu sefer orduyu kullanmadan- Avrupa’nın sürücü koltuğuna Almanya’yı yeniden oturtarak yeni bir Alman İmparatorluğu kurma peşindedir. Üstelik daha ucuz ve kârlı bir şekilde.

Yunan polisler, hem bu olaya karışan suçluların hem de olayla açığa çıkan Nazilerin peşindedir. EDES[2] artığı siyasetçileri ise NATO’nun yanında bir an önce AET’ye de girerek ekonomik kazanımlar elde etmek ve alacakları krediler ödememek için savaş tazminatı kartını öne sürmenin peşindedir. Bu yolda her türlü maddi ve manevi bedeli ödemeye yeni imparatorluğun federal bir devleti olmaya hazırlardır.

Yahudilerin ise tek bir gerçeği vardır. Geminin yükü ve intikam!

Bana sorarsanız bu kitap okunmalı… okuyun ve kitabı, eskiden oynadığımız isim, şehir, memleket üzerinden, güncelleyin, aklınıza kimler, hangi şehir ve ülkeler geliyor? Sonucu bana da söyleyin… Ve her ne kadar aynı suda bir daha yıkanılmasa da o suyun kötüleştiğini bile bile neden insanlar yine aynı suya girer? Heraklitos’a bunu bir daha sorsam, cahillik olur mu diye ürktüm ama yazmış oldum buraya bir kere…

Son olarak şunu da söyleyeyim ki; bu kitabın adı ironik. Bence doğru adı Bir Alman Hediyesi olmalı diyerek;

Çevirmen Cem Demirkan’a da kusursuz çevirisinden dolayı teşekkür ederim. Kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…



10.12.2020 mehmetealtin,

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

Alfa Yayınları 1. Baskı, Haziran 2019,



[1] Avrupa Ekonomik Topluluğu

[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Ulusal_Cumhuriyet%C3%A7i_Yunan_Birli%C4%9Fi


18 Eylül 2020 Cuma

 

Pîrî, Faruk Duman, 201/ CLXXXVII

Kayıp Denizler Üzerine Bir Anımsama,

 

Ey kulaklarını kendine yorgan eylemiş fil!

 Denizi çekmelisin burnuna, küllenen efkârını değil! “s.59

 

Türk Edebiyatında Yaşar Kemal’in anlatı dünyası ile özdeşleştirilen Faruk Duman’ın bu kısa romanı, Faruk Duman’ın Sus Barbatus romanında betimlediğim gibi Yaşar Kemal’in nakış, nakış işlediği dile yakın da değil yalın da değil. Yaşar Kemal için nesneler somuttur. Faruk Duman’da ise soyut… Nitekim bu romanını okuyup anlamak ve yorumlamak için oldukça gayret gerekmektedir. Evet! Yazar özgürdür. Dilediğini, dilediği gibi yazabilir. Ama biraz daha eğretilemelerden, yanılsamalardan uzak daha net ve duru cümlelerle de anlatım zenginleştirilebilir,  der…

Romana dönelim. Daha çocukken sıcağın etkisiyle buharlaşıp, civar toprakları, yetmiyormuş gibi ruhun yumuşak huylu taraflarını da yumuşatan denize vurgun romanın kahramanı Yusuf Kamil Paşa, ne denizde ne karada hayalsiz durur, ne de yaralarını sarmış bir adam gibi dost arasına karışır. Denizde sararmış ekinler görür, bereketli denizler enginine açıldığında ise bunun sadece bir hayal olduğunu… gözlerinin önünde uzayıp giden denizi hayal ettiğini anlar. Deniz laciverdi gözlü, gözlerine tuz akı oturmuş savaşçılar ile denizi şarap eyler,  her tremolada yelkenleri hayalle doldurup,  sancak şerefine içer.

Yusuf Kamil Paşa anlatırken, bir yandan da aynanın arkasına geçer Pîrî Reis olur ve dahi kendisine Zeyra kuşunu kılavuz eyler. Yoldaşı, sırdaşı Seyit ile Zeyra ne yana gitse dümenini o yöne çevirir, onu izler. Denizin, akşam vakitleri korku dolu  laciverde çalan, sabahları benzersiz yeşile dönüşen vakitlerinde  Zülal, Azat ve Seferis ile bir olur, can eyler.

Sonra denizin açık mavi olduğu kısacık anları bekler, bir de kahverengiye çaldığı anları… bir de griye, koyu yeşil ve kırmızıya. Pembeye sonra. Çitlembik rengi ile Hindistan karasına. Yavruağzı ile ceviz yeşiline, kül ile ufuk rengine, sonunda elbette Çin ile Maçin’e. Oradan da Nuh nebinin nehrinin rengine döndüğü an onlar anlatır o dinler. O anlatır, onlar dinler… ve karar verir…

Bir takım çizimler yapacaktır ama, çizimle söylenmeyecek, gösterilmeyecek şeyler vardır ki, onları da söyleyecek ve gösterecektir…

ve çizdiği her kavisle rotasını değiştirmiş ters yönde binlerce mil ilerler, donanma kendisini beklerken… başının altında derin bir boşluk hisseder. Bitirilmeye mahkûm bir harita ölümü kucaklayan bir eğlencedir.

Kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…

 

 

 

 

 

 

 

17.09.2020 mehmetealtin,

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------

Yapı Kredi Yayınları 1. Baskı, Haziran 2020, (Can Yayınları, 2003)

 

 


26 Haziran 2020 Cuma




Fırtına , İlya Ehrenburg, 334-336/CLXXXVII,
I., II. ve III. Ciltler
Çeviri: Aydın Emeç
1196 sayfa


“Faşizm atılan ilk bombalarla başlamaz, gazetelerde üzerine bir şeyler yazılanlarla başlamaz.
Faşizm insanlar arasındaki ilişkilerde başlar. İki insanın arasındaki ilişkide başlar.
Eğer sen hoş görmeseydin, hatta çoğu zaman baskıyı desteklemeseydin, zalimlerden çoktan kurtulmuş olurdun.”
Jale Sancak, Fırtına Takvimi

Sokağa çıkma yasağı süresi içinde kütüphanemde bulduğum ve neden okuyamadığımı bilemediğim İlya Ehrenburg’un bu üç ciltlik, 1196 sayfalık romanını bir solukta okuduğumu, -ihanet edenler dışında- bütün Rus karakterlerin kusursuzluğu nedeniyle ikircikli ama soluksuz kalmadığımı söyleyebilirim

Bolşevik hareketin öncü kadrolarının arasında yer alan Ukraynalı yazar, ilk tutuklanması sonrasında Paris'e yerleşir. 1917 yılında Ekim Devrimi sırasında ülkesine döner. Devrimden sonra bir süre daha Avrupa’da kalan İlya Ehrenburg ilk romanını yazar ve savaş muhabiri olarak İspanya iç savaşını izler ve sonrasında ünlü üçlemesi Paris Düşerken, Fırtına ve Dipten Gelen Dalga romanlarını kaleme alır.
Yazılanlara göre Ehrenburg, edebi yeteneklerini Almanlara karşı nefret kampanyası yürütmeye kullanmakla suçlanan Sovyet yazarlardan biridir. Savaş sırasında  Almanların Sovyet topraklarında işledikleri savaş suçları göz önüne alındığında bu anlaşılır olmakla birlikte, bu romanda da Sovyetlerin işlediği savaş suçlarından, örneğin Katyn Katliamı[1] gibi suçlardan bahsedilmemekte romanda Sovyet asker ve bireylerine toz kondurulmamakta, hepsi ikonik ve mitolojik değerlerle yüceltilmektedir.
Bu bağlamda Stalin Ödülüne de sahip olan Fırtına’daki ana kahramanlar, Kızıl Ordu’da fedakârca savaşan erler ve subaylar, Alman ordusunda savaşan Naziler ve orduya katılmak zorunda olanlar, Fransa’da direnişi yürüten partizanlar, vicdanlı demokratlar ile siyasetleri rüzgâra bağlı olanlar, kısacası eksikleri, sevinçleri, korkuları ve özlemleriyle bu gerçek insanlar… savaşın bünyesinde taşıdığı iç ve dış değişkenlerle bambaşka kılığa girecek… savaş öncesi ve savaş sırası eylemleri ile tarih önünde yargılanacaklardır.
-0-
Roman Kızıl Ordu istihkam subayı Sergey ile burjuva Fransız kızı, Mado’nun aşkı etrafında gelişir.
Bu aşkın etrafında romanı geliştiren Rus karakterler: Sergey’in annesi Nina Georgiyevna, kız kardeşi Olga ile kocası Minaef, erkek kardeşi Vassia ile karısı Nataşa, arkadaşları Ossip ve karısı Raya… Fransız karakterler: Mado’nun babası Lancier, erkek kardeşi Louis ile kocası Berty, Lancier’in ortağı, aynı zamanda Ossip’in kardeşi Fransız uyruklu Leo Albert ile çalışanı Pepe Jean Milet, Lancier’in etrafında oluşan çemberde yer alan Lejean, ressam Sembat, doktor Dumas, Vichy’e bağlı polis Nivelle… Alman karakterler: Dumas’a misafir olabilecek yakınlıkta Alman akademisyen Keller, mimar Richter ve belirleyici bir karakter olarak Nazi Schirke ile Sovyet ve Alman ordularındaki erler ve subaylar, Fransız partizanlar ile diğer Rus, Alman ve Fransızlar bu büyük duvar resmini tamamlayan betilerdir.
İlya Ehrenburg’un bu uzun romanında iç içe geçen olayların içinde matruşka gibi iç içe geçen kişilerin çokluğuna rağmen sağlam ve mantıklı kurgusu, eseri bir solukta okunur kılmaktadır. Kişiler romana adeta Yalçın Gökçebağ’ın[2] resimleri gibi tek tek işlenmiş, biri birinden olmazsa olmazı durumuna gelmiş ve bütünlükçü bir gözle bakılır kılnmıştır.
-0-
Sergey’in Paris’e gitmesi, Mado ile tanışması ile başlayan roman, Fransızların aymazlığında, vurdumduymazlığında, şaşkınlığında, Halk Cephesinin burjuvazinin Hitler’e geçit vermesine olanak verecek kadar güçlü, iktidara gelemeyecek kadar güçsüz, dalgınlık ve dağınıklığında… Almanlara karşı değil de kendi aralarında savaşırlarken,  Almanların Fransa’ya girmesi ve Paris’in düşmesi ile gelişmeye başlar. O sıralarda Fransızlar, daha dorusu Fransız Genel Kurmayı Fransa için ölmeyi unutmuş, Fransa sevmediği biriyle zorla evlenmiş gibidir.
Münih anlaşmasını[3] haber aldıkları akşam sevinen Fransızlar, Münih’in ardından Almanların Rusya’ya saldırmasını isteyen ancak Von Ribbentrop ile Molotov arasında imzalanan Saldırmazlık Paktı[4] ile üzülen aynı Fransızlar, Paris’in düşmesinden sonra Paris’in çekilip emilen ruhunun depresyonuna girmiş gibidir.
Almanya’nın 22 Haziran 1941'de Sovyetler Birliği'ne saldırmasıyla daha büyük ivme kazanan romanda karakterler, savaşın etkisinde yeniden şekillenmeye başlarken;
·         Kızıl Ordu’nun İstihkâm sınıfında başarılarıyla ünlenen iyi bir asker olan Sergey, anavatan savunmasında, her anında Mado’yu yanında duyarak, karısı Nataşa’nın duyarlı sıcaklığını yanına alarak iyi bir insan olmayı da sürdürecek, adı tarihin saygın sayfalarında ve mazlum anaların bağrında, Louis ile beraber  minnetle taşınacak,
·         Sergey’in Sovyetler Birliği’ne dönmesini olgunlukla karşılayan ama oldukça sarsılan Mado, Sembat’ın tek taraflı aşkında, annesinin ölümü, kasasını kurtarmak için ülkesinden vazgeçmeye hazır babası Lancier’e isyan ederek Britanya saflarında savaşa katılan kardeşi Louis’in etkisinde, babasının günü ve şirketi kurtarmak adına ısrarıyla bir evlilik yapacak… sonrasında adı: Lyon’un karanlık kuytu girintili iki kapılı avlularına yayılan siste, Marsilya’nın karmakarışık ve gürültücü kalabalığında rıhtım orospularının kahramanca çalıştığı, insancıl filozofların her şeyi sattıklarının arasında, Saint Etienne’nin dumanlı uzunluğunda, kırk yıllık hoppa Nice’de, sonbahar yağmuru camlara vururken partizanların kanıyla yazılacak,
·         Raya’nın tüfeğinde son bulan hayat, Ossip’in gözünden gezine aşka dönüşüp, yeniden hayat bulacak,
·       Uzun bir süre önce ölen, insanlara bir takım aklı başında yasalar bırakan eşsiz yasa koyucunun ülkesinde, Almanların aymazlığında, vurdumduymazlığında, hırslarında, Sosyal Demokratların ve Komünistlerin Hitler’e geçit vermesine olanak verecek kadar güçlü, iktidara gelemeyecek kadar güçsüz, dalgınlık ve dağınıklığında, (ben bunu başka bir şekilde de mi yazdım acaba)… 10 Mayıs 1940 tarihinde Fransa’ya, 22 Haziran 1941'de Sovyetler Birliği'ne saldıran Alman ordularının subay, astsubay ve neferlerinden… parlak bir gazeteci olabilecek ama kurnaz bir Yahudi’nin yerini aldığı, yanında çalıştığı milletvekilinin de ona uşak gibi davrandığı için Hitler’in “Almanya uyan!” sesine uyarak uyanan ve onun en azgın taraftarlarından biri olan Schirke, Almanların Avrupa’ya yerine getirmeleri bir düzen ve görevleri olduğuna, aksi halde Avrupa’nın bir ucunda çocukların oynadığı bahçe, diğer ucunda ihtiyarların pineklendiği bakımevi haline geleceğine, Almanların kültür taşıyıcıları olduğuna sonuna kadar,  inanan bir Nazi subayı olarak,
·         Savaşın başında Hitler’e dönük kuşkularında, Almanları zaferden zafere koşturunca onun bir dahi olduğuna inanan, tereyağlı ekmeklerinin varlığında  toplarına şükreden, sonunda ise bütün Alman gençliğini cehenneme itip yüzüstü bırakılmasını… belki de bir saat sonra öleceklerini… Alçakça ama neden öleceklerini… Versailles anlaşmasıyla[5] kurulan diktatörlük ve zenginler iktidarıyla işbirliği yapan Marksistler yüzünden askere alınıp savaşmak zorunda bırakılmalarını… Nazileri iyi savaşan ama ısırganlarla beraber çiçekleri de koparan, hatta gülleri ısırgan sanan bir güruh olarak gören iki tipik küçük burjuva Richter ile Keller, galibin yanında normal hayatlarına dönmenin dolambaçlı yollarındayken,
·  Fransa yeniden hainler, işbirlikçiler, Alman Marklarını tam zamanında Amerikan Dolarlarıyla değiştirenler tarafından yönetilmeye devam edecektir.

Taraflı ama karakterler temelinde, güçlü kalem darbeleri ile tablo gibi işlenmiş bu romanı okumanızı önerirken, Aydın Emeç’e de anlaşılır ve temiz çevirisinden dolayı teşekkür ederim. Kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…








26.06.2020 mehmetealtin, 
----------------------------------------------------------- 
Sosyal Yayınları, 2. Baskı, Mayıs 1976



[1] Katyn Katliamı veya Katyn Ormanı Katliamı, 1940 yılında yaklaşık 22.000 Polonyalı subay, sivil ve aydınların başlarına birer kurşun sıkılarak gerçekleştirilen toplu infaz.[1] Sovyetler Birliği hükûmeti uzun yıllar bu olayda kendisinin sorumlu olmadığını açıkladı, olayın Nazi Almanyası tarafından gerçekleştirildiğini savundu. Ancak 1990 yılında Mihail Gorbaçov yaşananların Sovyetler tarafından gerçekleştirildiğini kabul etti. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından 1992 yılında Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin, Polonya Devlet Başkanı Lech Walesa'ya infaza dair Josef Stalin'in imzaladığı emrin orijinal belgelerini verdi.
[2] Yalçın Gökçebağ,  İlkokul öğrenimimi tamamladıktan sonra, 1954 yılında sınavla, önceki adı Gönen Köy Enstitüsü olan, Gönen İlk Öğretmen Okulu’na girdi. Okuldayken, resim ve müzik derslerinde, diğer derslerine oranla çok daha başarılı olduğundan 1957 yılında İstanbul'daki Çapa İlk Öğretmen Okulu Resim Semineri'ne katıldı. Sanatçı halen Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ndeki görevine devam etmektedir.


[3] Avrupa'nın büyük devletleri arasında başgösteren Südet Krizi sonucu olarak 1938'de Münih'te toplanan Münih KonferansıHitlerMussolini, Birleşik Krallık başbakanı Neville Chamberlain ve Fransa başbakanı Édouard Daladier arasında düzenlenmiştir. Konferansa Fransa'nın taraf olması, Çekoslovakya ile aralarındaki 1924 yılında yapılmış olan ve Çekoslovakya'nın toprak bütünlüğünün garantisi niteliğindeki antlaşmadır. Bu antlaşma, Çekoslovakya'nın toprak bütünlüğünü tehdit edecek bir saldırı durumunda Sovyetler Birliği'nin askeri müdahalesini, Fransa'nın müdahalesi önşartına bağlamaktadır. Dönemin Sovyet Dışişleri Komiseri Maxim Litvinov, Sovyetler Birliği'nin bu antlaşmadan doğan yükümlülüğünü yerine getireceğini sıklıkla belirtmiştir. Bununla birlikte Sovyetler Birliği konferansta temsil edilmemiştir.
[4] Alman-Sovyet Saldırmazlık PaktıMolotov-Ribbentrop Paktı olarak da bilinir. II. Dünya Savaşı öncesi Münih Anlaşması ile Çekoslovakya'nın Südetler bölgesinin Almanya'ya bırakılması üzerine Batı ile yaptığı ittifaklara güveni azalan Stalin, yaklaşan savaş için hazırlıkları tamamlamak için gerekli olan zamanı kazanabilmek maksadıyla Hitler'le anlaşmaya karar verdi. Yahudi asıllı Dışişleri Bakanı Litvinov'u görevden alarak yerine Molotov'u atadı. Yine 10 Mart'ta verdiği bir demeçte Batılıları bir Alman-Sovyet savaşı çıkarmakla suçladı. Aynı şekilde Adolf Hitler de bir Batı-Sovyet yakınlaşmasından endişe ediyordu. Bütün bu gelişmeler sebebiyle 20 Ağustos'ta Hitler, Dışişleri Bakanı Ribbentrop'u görüşmek üzere Moskova'ya yolladı ve 23 Ağustos'ta da Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı imzalandı. Bu paktın ışığında Almanya Polonya'ya saldıracak ve II. Dünya Savaşı başlayacaktır.
Antlaşmanın odak noktasını Doğu Avrupa'nın paylaşımına dair gizli protokol oluşturuyordu. Ribbentrop Polonya'nın 1914 sınırları doğrultusunda etki alanlarına bölünmesini önerdi. Tek fark Varşova'nın Almanya'ya bırakılan batı bölümünde yer alması olacaktı. Bu etki alanlarında ayrı bir Polonya devletinin varlığının sürdürülüp sürdürülmeyeceği veya bu alanların Almanlar veya Sovyetlerce işgal edilip edilmeyeceği konusu protokole dahil edilmedi. Baltık devletleri konusunda Ribbentrop'un önerisi Finlandiya ve Estonya'nın Sovyet etki alanı, Litvanya'nın Alman etki alanına dahil edilmesi; Letonya'nın ise bölüşülmesi idi.
Almanya’nın 22 Haziran 1941'de Sovyetler Birliği'ne saldırmasıyla bu paktı çiğnemiştir.
Not: Komintern üzerinden Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ne bağlı olan kardeş komünist partilerde bu antlaşma ölümcül sarsıntılara yol açacak, örneğin işgal altındaki Yunanistan'da faaliyet gösteren Yunanistan Komünist Partisi dağılmanın eşiğine gelecektir. 1941 yılında Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne saldırmasıyla toparlanan komünist partiler Avrupa çapında işgale karşı direniş mücadelesine önderlik edeceklerdir.

[5] I. Dünya Savaşı sonunda İtilaf Devletleri ile Almanya arasında imzalanan barış antlaşmasıdır. 18 Ocak 1919'da başlayan Paris Barış Konferansı'nda müzakere edilmiş, 7 Mayıs 1919'da son metin Almanlara deklare edilmiş, 23 Haziran'da Alman Parlamentosu'nca kabul edilmiş ve 28 Haziran'da Paris'in Versay banliyösünde imzalanmıştır.
İçerdiği ağır koşullardan ötürü Versay Antlaşması Almanya'da büyük tepkiye yol açmış ve "ihanet" olarak kabul edilmiştir. Birçok tarihçi Almanya'da 1920'lerde yaşanan ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa, Nazi Partisi'nin iktidara gelişine ve II. Dünya Savaşı'na nihai olarak Versay Antlaşması'nın neden olduğu düşüncesindedir.


18 Mayıs 2020 Pazartesi




Vaterland Dosyası, Volkner Kutscher, 959-96/CLXXXVI,

Gereon Rath’ın Dördüncü Vakası
Çeviri: Gülçin Wilhelm

Aslında pek çok kişinin basit ve sığ gördüğü, benim oldukça sevdiğim, sizlere seyrek yansıttığım polisiye romanların  yazılması, yazarın analitik zekâsı, kurgu yeteneği, olayları birbirine bağlayan mantık örgüsü, fondaki mekânların tutarlılığı gibi ögelerin olmazsa olmazlığında, benim gözümde üstün, üstünde konuşulur ve ilginç kılmakta…

Nitekim kendisiyle ilk kez tanıştığım Volkner Kutscher’in bu kitabı, yukarıdaki açıklamamın tam bir örneğini oluşturmakta ve ondan da öte…

Öyle ki; kitabın kahramanı komiser Gereon Rath üstü örtülü bir cinayeti çözmeye çalışırken… yakın Alman tarihinin en sorunlu bölgesi, Doğu Prusya’da[1], Varşova’nın 370 km. kuzeydoğusunda, Treuburg’da şimdi adı Olecko’da odaklanan olayların merkezinde, SA’ların[2] gölgesinde biçimlenen Nazilerin yükselişine destek veren bir kaçakçılık ağının içine düşer ve ağın, finansal ve siyasal egemenliğini göz önüne sererken, halkın yavaş yavaş nasıl karanlığa gömüldüğünü de satırlarına kaydetmekte.    

İmparatorluğun nezdinde “cumhuriyet” lafının küfürle eşdeğer olduğu… Hindenburg’un[3]  entrikacı von Papen’i[4] başbakan yaptıktan sonra, cumhuriyetin c’sinden söz edilemez hale geldiği o günlerde, hükümet, Kayzer’i tekrar tahta geçirmek ya da askeri bir diktatörlük kurak için fırsat kollar… bundan cesaret alan SA’lar da iyice küstahlaşarak hazırladıkları listeler üzerinden Berlin’de kendilerine karşı olanların evlerine girip arama yapar… ve buna rağmen Berlin’de bir polis memurunun, henüz Nazilerin askerî selamına karşılık vermesi asla düşünülmezken… kitaba konu olayın geçtiği Treuburg’da yerel polis komiseri ile finansal oligarşinin yerel temsilcisinin koruma ve kollamasındaki fedaileri ise SA üniformayla dolaşmakta, polis gücünü temsil etmekte, yerelin ve gündemin denetimini ellerinde tutmaktadır.

Bu toprakların etnik fotoğrafını çekersek görürüz ki, Prusya iktidarı döneminde,  bu topraklardan geçenler ve şimdiki sakinleri, Almanlar, Fransızlar, Hollandalılar, Silezyalılar, Litvanyalılar, Yahudiler ve tabii Polonyalılar, özetle burada yaşayan herkes kendini hakiki Prusyalı bilir. Öyle ki, kendilerini Renanya[5] Prusyalısından daha fazla Prusyalı gören yerel Polonyalıları kuşaklar boyu bir arada tutan şey hepsinin Protestan ve Prusyalı yurtsever olmalarıdır. Bu yöredeki sade vatandaş bir Alman şivesi değil de bir Leh şivesi olan Mazurca konuşur ama bu bölgede kimse Polonyalıların yanında görünmek istemez. Mazuryalıların[6] en çok çekindiği şey de budur ve asla kabullenmezler ve plebisitte[7] bütün bu nedenlerle Polonya’ya değil, Prusya’ya oy vermişlerdir?

…ve günün birinde yine Almanya’ya dâhil olacağız inancını her daim yüreklerinde taşıyan Mazuryalılar Polonya kökenlerine rağmen, hayatlarını Hidenburg’un Doğu Prusya’da Tannenberg’deki[8] zaferiyle Rusları püskürten ve Mazurya’da adeta tapılan Kayzer’e, buna karşın Mazovyalılar[9] ise Rus Polonyası ve Çara adamışlardır.  

İşte komiser Gereon Rath’un cinayet araştırması yaptığı bu bölge, her şeyi ile öyle iç içe geçmiş bir bölgedir ki, iç içe geçtiklerinde matruşkanın bebeklerinin sayıları bile yetmemekte komiser Gereon Rath da kendini adeta başka bir ülkede hissetmektedir.

Rath, I.Dünya Savaşı sonrası karışıklığından beri Treuburg çevresindeki dağlarda Kızılderililer gibi giyinip, yaşayan, okla ve yayla avlanan bir garip adamın peşinde… kurbanını zehirleyerek nefes felcinden öldüren bir katilin etiketinde…  imalatçı sahibinin kızı 11 Temmuz 1920 günü öldürülmüş Luisenbrand markalı içki şişelerinde aramakta… o sıradaki fabrikanın yetkilisi, aynı zamanda ölen kızın nişanlısı olan, o tarihten sonra fabrikanın şimdiki sahibi Gustaw Wengler’in  sıra dışı ilişkilerini, hem Treuburg’da hem de Berlin’de soruşturmaktadır.

Düğüm; 11 Temmuz 1920’deki cinayette… IIGs117/24 sayılı üstü savcılık tarafından kapatılmış bir dosyada… Hapishane numarası 466/20 iken 573/26 olan bir mahkûmda… Berlin’in eğlence ve tüketim tapınağı Vaterland Evinde… Çeteler arasındaki mücadelede… Berlin’e hükmeden çeteler ve Berlin polisi içindeki uzantıları ile arasındaki ilişkilerde mi, yoksa bu ağın bütününde midir?

Bütün bu süreç içinde, üniformalı SA’lar Holstein bölgesinde komünist mahallesinde ateş açmış, on altı kişi hayatını kaybetmiş, olayın ardından, ardındaki polisin hâkimiyeti sorgulanmış dik kafalı Doğu Prusyalı Otto Braun[10] önderliğindeki sosyal demokrat azınlık hükümeti yerine İmparatorluğa bağlı bir valilik kurulması talebi gündeme gelmiş ve Prusya’nın İmparatorluk tarafından yönetilmesi istenirken...

… 20 Temmuz 1932 günü çanak, çömlek patlamış, Berlin Emniyet Müdürlüğüne yapılan baskınla sosyal demokrat Berlin Emniyet Müdür ve yönetiminin tutuklanmıştır.

Eğer teşkilat direnseydi, belki de İmparatorluk hükümeti tarafından Prusya demokrasisi ortadan kaldırılamayacak, altı ay sonra da Nazilerin iktidara gelmesi çok kolay olmayacak ya da hiç olmayacaktır.

Biraz fazla ansiklopedik bilgilerle donattığım, ancak bu bilgilerin ışığında okunması gerektiğini düşündüğüm, beni, günümüz aynasından,  geçmişin aynasının sırının, sırrına tıpkısı gibi götürüp getiren bu kitabı, polisiye bir kitabın ötesinde okumanızı önerirken mükemmel Türkçe ’si ve çevirisi ile Gülçin Wilhelm’i de kutlarım. Kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…


17.05.2019 mehmetealtin,


[1] 1923'ten 1939'a kadar Doğu Prusya; 1918'de II. İmparator Wilhelm'in zorlanmasıyla Almanya bir cumhuriyet, Weimar Cumhuriyeti oldu. Batı Prusya ve eski Prusya Posen eyaleti, Polonya'nın 18. yüzyıl Bölgeleri'nde Prusya'nın ilhak ettiği bölgeler, Versay Antlaşması'na göre İkinci Polonya Cumhuriyeti'ne devredildi. Doğu Prusya, Almanya anakarasından koparıldı. Batı Prusya'nın çoğu Polonya Koridoru olarak İkinci Polonya Cumhuriyeti'nin bir parçası olduğu için, eski Batı Prusya Marienwerder bölgesi de Doğu Prusya'nın bir parçası oldu.
[2] Sturmabteilung ( SA ), kelimenin tam anlamıyla fırtına müfrezeleriydi Nazi Partisinin orijinal paramiliter kanadı. Adolf Hitler'in 1920'lerde ve 1930'larda iktidara yükselişinde önemli bir rol oynadı. Başlıca amaçları Nazi mitingleri ve meclisleri için koruma sağlamak, muhalif partilerin toplantılarını aksatmak, muhalif partilerin paramiliter birimlerine, özellikle de Almanya Komünist Partisi'nin Kırmızı Ön Savaşçıları Birliği'ne ( Rotfrontkämpferbund ) karşı savaşmaktı.
[3]Paul von Hindenburg (2 Ekim 1847, Posen – 2 Ağustos 1934, Neudeck ), Prusyalı-Alman mareşal ve devlet adamı. 1925-1934 yılları arasında Almanya'nın ikinci cumhurbaşkanı olarak görev yaptı.
[4] Franz Joseph Hermann Michael Maria von Papen (29 Ekim 1879 - 2 Mayıs 1969), Adolf Hitler'in 1933 yılında iktidara gelmesinde önemli rol oynayan Alman devlet adamı ve diplomat. Aynı zamanda 1939-1944 yılları boyunca Türkiye'deki Alman büyükelçisiydi. Almanya-Türkiye ilişkilerini geliştirmekte önemli katkıları olmuştur. Savaş bittikten sonra Müttefik Devletler'e teslim oldu. Ertesi gün Amerikan askerleri tarafından tutuklandı.
[5] RenanyaAlmanya'nın batısındaki Ren nehrinin sol tarafında kalan coğrafi bölge.
[6] Varmiya-Mazurya VoyvodalığıPolonya'nın voyvodalıklarından biridir. 
[7] 11 Temmuz 1920'de, Polonya-Sovyet Savaşı'nın zemininde, bölgelerin İkinci Polonya Cumhuriyeti'ne katılıp katılmayacağını veya Weimar Almanya Eyaleti'nde kalmasını belirlemek için müttefikler gözetiminde yapılan plebisit sonrasında Doğu Prusya halkının % 96,7'si Almanya'da kalmaya karar verdi.
[8] Tannenberg MuharebesiAlmanya'nın Birinci Dünya Savaşı'ndaki en kesin zaferidir. 23–30 Ağustos 1914 tarihindeki muharebe Rus istilasını daha başında durdurmuştur ve Alman ordusunun doğu cephesindeki askerlerini muzaffer bir şekilde batı cephesine kaydırabilmesine imkân sağladı. 
[9] Mazovya VoyvodalığıPolonya'nın voyvodalıklarından biridir. Voyvodalık, ülkenin orta doğusunda yer almakta olup kuzeyde Varmiya-Mazurya, kuzeydoğuda Podlakya, güneydoğuda Lublin, güneyde Świętokrzyski, güneybatıda Łódź ve kuzeybatıda Kuyavya-Pomeranya voyvodalıkları ile komşudur. Polonya'nın en büyük yüzölçümüne ve nüfusa sahip voyvodalığıdır. Voyvodalığın merkezi aynı zamanda ülkenin başkenti olan Varşova'dır.
[10] Otto Braun (28 Ocak 1872 - 15 Aralık 1955) 1920'den 1932'ye kadar çoğu zaman Prusya Başbakanı olarak görev yapan bir Alman Sosyal Demokrat siyasetçi. Naziler 1933'te iktidarı ele geçirdikten sonra Braun İsviçre'de sürgüne gitti.