23 Şubat 2020 Pazar




Kadının Fendi, Erlend Loe, 175/CXCII,


“ Marianne,
kazağı beğenip beğenmediğimi sordu. Biraz tuhaf olduğunu belirttim. Birdenbire benin ne düşündüğümü umursamaz oldu. Neden tepesinin attığını sordum, ancak bu beni hiç mi hiç ilgilendirmezdi. Tepesi, ne zaman isterse o zaman atabilirdi. ‘İnsan bazı şeyleri dile getiremez ama öyle olması gerektiğini bilir’ dedi.

Marianne,
Sorunlar hakkında karşılaştırmaların, eril dünyanın en büyük hatası olduğunu, sorunun ta kendisinin de bu olduğunu söylüyor.
Çenemi tutmalıyım. “

-o-

Daha önce ‘ Doppler’ ve ‘ Bildiğiniz Dünyanın Sonu’ romanları ile tanıttığım Norveçli Erlend Loe’nin herhangi bir kitabını aldıysanız insanın kendi dünyasına yabancılaşmasını ve açmazlarını bazen güldürerek, bazen de hüzünlendirerek anlattığını, satırlarıyla dünyadaki her şeyin suçunun, suçunu erkekler üzerinden nasıl da üstlendiğini bilirsiniz.
Loe’nun bu romanındaki hayat da hayatı yaşayacak kişinin sadece kendisi olacağını sanan… hayatı bir anda, anlaşılmaz bir şekilde işgale, sonunda kendisi de dumura uğrayan J… romanda adı bile olmayan bir erkeğin üzerinden anlatılıyor.
Filme de çekilen, 2008 İstanbul Film Festivalinde ‘ Tatt av kvinnnen’ özgün adı ile gösterilen bu romanın, aşağıdaki film afişi ise yukarıdaki satırlara bedel.



Norveç’te yaşayan Dilek Başak Carelius tarafından doğrudan Norveççe’den çevrilen romanda, çevirmenin her iki dili kullanma donanım ve becerisiyle başarılı bir iş çıkarılmış.

Özellikle, bizi derleyip toparlayan, yoğurup hamur eden kadın arkadaşlarıma, elbette izinleriyle J, mutlaka önereceğim bu kitapla kalın, tasasız ve sağlıkla…


10.01.2020 mehmetealtin,
-----------------------------------------------------------
Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, Kasım 2019


Komplocular, Kim Un-su, 418 / CXCIII,


“ Suikast açığa çıktığında polisin ilk arayacağı tetiği kimin çektiğidir. Oysa bu hiç önemli değildir. Polis tetiği çekeni bulur, komplocular da bu beyinsizi ortadan kaldırır ve sorun hallolur.
İşin eğlenceli yanı, aslında tetiği çeken bu beyinsizin olay hakkında hiçbir bilgisinin bulunmamasıdır.” 

-o-
Oligarşinin sindirici eylemlerinin en ağırı suikasttır. Bu türden eylemleri tiksindirici bir şekilde kanıksadığımız bir coğrafyada yaşasak ve bize hiç yabancı gelmese de… bu kitap bize bir kere daha hatırlatıyor ki; ırk, kavim, aşiret, dil, din yalanlarında vatan dediğimiz toprakların sınır çizgileri, ezilen ve sömürülenlerin kanı ile çizilir,  sınır taşlarını kemikleri belirlerken, o sınırlar içinde siyaset, ticaret ve din üçgeninde, derin devlet ile yeraltı dünyasının işbirliğinde… ezenlerin güç kullanma yöntemlerinin özü her yerde aynı…
Güney Koreli Kim Un-su’nun bu kitabı, eleştirmenler tarafından polisiye olarak nitelense de bence polisin figüran bile olamadığı siyasi yanı oldukça ağır bir roman… bir manifesto metni bile diyebiliriz.

Kitap sanırım  yazarın ailesinin nesiller boyu yaşadığı Güney Kore liman kenti Busan’dan da izler taşıyor.  Öyle ki; liman ve çevresindeki işlerle ilgili bilgisi ve görüşleri oldukça net. Öte yandan kitaptaki karakterler genellikle yalnız…
Ana teması tarihi değiştiren cinayetlerin arkasında profesyonel bir komplocu, Kore diliyle kitaba adını veren “solgecadıl” olduğu varsayımına dayanan bu romanın kahramanı; mesleği suikastçılığın yanında kendi kendine öğrendiği okumaya da tutkulu olan Reseng … belki de bu tutkusudur ki; onu soru sormaya ve bekleyip de beklemediği sonuçlara götürecek. Nitekim,   hem manevi babası, hem de işvereni Rakun bir gün ona şöyle der…  “ Kitap okursan utanç verici ve korkunç bir hayat yaşarsın. Yine de okumayı düşünüyor musun?”

… ve Rakun elindeki kanları temizlemek adına şöyle devam eder… “ İnsanoğlunun bulunan en eski kafatasında mızrak izi vardır. Fahişelik ve pezevenklik çiftçilikten daha eski mesleklerdir. İnsan ırkı en başından beri durmaksızın birbirini öldürmektedir. Kurban veren taraf, ya öldüren tarafa asalak gibi yapışmakta ya da karşı taraftan intikam almaktadır. İşin özeti budur.”
 … ve yine devam eder… içinde yer aldığımız, mezbaha: “ … yasalar, adalet, erdem ve ahlâk sebebiyle kayıp giden hayatların ve yolunu kaybeden ve/veya kaybedilen malların kendine bir delik bulup girdiği yerdir. Bu nedenle savcı ve dedektiflerin bazıları onlar için altın yumurtlayan bir tavuk olan mezbahayı kullanırlar. Bu nedenle mezbahayı yok ederlerse avuçlarını yalayacaklarını da bilirler. Sadece bir mühür basan adlî tıpçılar da bu işe böyle girerler. Ve piyonlardan birisi öldü diye satranç tahtası devrilmez. Ancak komplocular açığa çıktığında, ortadan kaldırılmaları daha fazla gizlilik, dikkat ve sessizlik gerekir.

Mezbahanın gelişimini hızlandıran ise cunta sonrası dönemin yöneticileridir. Geçmiş dönemin gözdesi İhtiyar Rakun gittikçe gözden düşerken, Stanford Üniversitesinden yüksek lisans tezi almış Hunca, yasal bir güvenlik şirketinin koruyucu tüzel kişiliği altında paralı asker ve komplocular yetiştirmeye başlar. Ona göre hem aşıya hem de virüse sahip olmaktan daha iyi bir iş yoktur.

Kitap şöyle başlar;
 “ Hedef: cunta döneminden bir komutandı. Hem Kuzey Koreli eski bir general, hem de Güney Kore Merkezi İstihbarat Teşkilatının kilit adamlarından biriydi… suikast yapılacak hedeflerin listesini hazırlar ve halkın vergileriyle İhtiyar Rakun’un Kütüphanesinde suikastçı kiralardı. Çinli reformist Deng Şiaoping’in dediği gibi ‘ kedi ister siyah olsun ister beyaz yaptığı şey aynıydı.”
… ve Reseng günler ve sayfalar geçtikçe kendini metaforlar üzerinden sorgular;

“ ‘Ben neden normal bir ayı değil de kutup ayısıyım?’ diye soran, kendine göre bir felsefesi olan kutup ayısı, kendisinin ne tür bir ayı olduğunu öğrenmek üzere bir buzul üzerinde Güney’e doğru yola çıkar. Çıkar ama Güney’e indikçe buzul erir, kara görünmez. Kendi, kendine ‘ Ne yaparsam yapayım, Kuzey Kutbundan ayrılamayacağım. Herhâlde bunun için bir kutup ayısıyım.’ der. Tekrar kutba doğru yüzmeye başlar”

Romanda, Reseng’in hayatında yer tutan kadim bir arkadaşı ile giderek tanıştığı dört kadın, hayatının akışını, dünya görüşünü değiştiren önemli kişiler olarak göze çarpmakta ve onu sona doğru adeta sürüklemektedirler. “ Balinaların, yaralı arkadaşlarını yüzeye çıkartıp nefes almalarını sağladıklarına dair hikâyeleri bir yerlerden duymuş gibiyim.”
Okurken coğrafyamıza, göndermelerde bulunan, ama eğer mezbaha olarak anılan bu dünyanın aynasının arkasında neler var neler… öğrenmek istiyorsanız bu kitabı, alıp okumanızı öneririm. 

Akıcı ve oldukça anlaşılır bir dille yazılmış kitaba derin bir zenginlik katan çevirmen, Erciyes Ü. Kore Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı, Prof. Dr. S. Göksel Türközü’nü de kutlamak gerek.

23.02.2020 mehmetealtin,
-----------------------------------------------------------
Doğan Kitap, 1. Baskı, Ekim 2019