27 Şubat 2017 Pazartesi



Bir Aşk, Dino Buzatti, 117 / CXXXVI
-----------------------------------------------------------------

Dilini ve söylemini de Jose Saramago’ya benzettiğim, bana göre İtalyan Edebiyatının en verimli ve en büyük ustasının bu romanı, ellili yaşlarda bir mimarın genç bir fahişeye duyduğu saplantılı bir aşkın öyküsü… edebiyatta oldukça yaygın bir şekilde üzerinde kalem oynatılan bu konuda pek çok kitap okumuş, öykü de dinlemiş olabilirsiniz ama Dino Buzatti, bu basit konuya o kendine has dili ve söylemi ile öyle bir yaklaşıyor ki; İtalyanların basit bir malzemeyle yaptıkları inanılmaz lezzetlerden birisi gibi… kitabı elinizden bırakmanız, sofranızdan eksik etmeniz mümkün değil.

Romanda, Milanolu bir kentsoylu olan romanın kahramanı, statü, güven, onur, prestij v.b.g toplumun sanal etik değerlerinden oluşan kozası içinde genç bir fahişeye duyduğu “aşkı” parasıyla güvence altına alarak kızın onu gerçekten sevmesini isterken, duyguları ve davranışları katman katman, sevgilisinin dünyasında çözülürken kaçan iplerin ucunu toparlamaya çalışmakta… kendini aşan küçük ama vahşi bir gücün elinde kırılgan ve savunmasız bir çocuğa dönüşmekte… kendine ait olan hayattan uzaklaşırken, romanlarda okuyup da inanmadığı bir şekilde sapıkça ezilmekte, sürüklendiği girdaptan kurtulamamakta ve yarasını kaşırken yardım istemek için elini bile kaldıramamaktadır. 

Ana kahramanlar, Antonio ve Laide’nin her ikisi de görünüşte kendi dünyalarının uzlaşmaz savunucularını temsil etseler de kişisel olarak ben, kitabın sonunda aralarındaki ilişkinin insani zayıflıklar, geçmişteki hayal kırıklıkları, bunların arasındaki aşılamaz boşluklar gibi tüm bilinmeyenlerine rağmen… kitabın konusunu hayatı yaşamayı değer kılan arzuları ve bu iki dünyayı bir araya getirip paylaştırabilecekleri bir gelecek umudu ile bir buluşma noktası, bir denge, aramakta olduklarını gösteren bir bulmaca olarak yorumlayıp, saygıyla okuyup, kütüphanemde kayıtlı yerine sevgiyle yerleştirdim.   
-o-
 “…Sahte ve yanlış bir aşkın tutsağıydı… Laide içine sızmış ve onu emmekteydi.” S.90 “…sapıkça ezilmekten, yarasını kaşımaktan hoşlanan bir tipti.” S.225

28.02.2017 mehmetealtin
-------------------------------------- 

Can Yayınları, I. Baskı, Eylül 2016

15 Şubat 2017 Çarşamba



Kuyu, Catherine Chanter, 99 / CXXXV
-----------------------------------------------------------------
Bilindiği gibi kapitalist üretim süreci, aynı zamanda, doğanın yağmalanması ve çevrenin daha fazla kirletilmesi sürecidir. Ekolojik sorunların dünyada çok tehlikeli bir hâle gelmesinin kökenine inildiğinde de kapitalist sistemin başlangıcı görülmektedir.
Ekoloji ve diyalektik materyalizm, 19. yüzyılda toplum ve doğa bilimleri alanlarında yaşanan büyük gelişmelere koşut ve eşanlı olarak ortaya çıkmış ve karşılıklı olarak birbirlerini etkileyerek gelişmiş kavramlardır. Marksist anlayışa göre ekoloji, diyalektiğin canlı sistemlerine uygulanmasıdır.
İnsan, daha başından, bütün emek araçlarının ve konularının birincil kaynağı olan doğaya karşı onun sahibi ve kendi malıymış gibi davrandığı, sarıp sarmaladığı ve koruduğu ölçüdedir ki; alın teri ve emeği, zenginliğinin kaynağı olur. Oysa doğa ile insanın karşı karşıya gelmesi kapitalist ilişkilerin zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve metabolizmada onarılamaz bir çatlak yaratmıştır. [1]

… deyip, bu kitaba yukarıda kullandığımız gözlükle bakarsak, oldukça kaygan bir düzlemde inşa edilmiş, her an erozyona uğrayabilecek konusunun;
  • gizemli bir cinayete mi?...
  • Kıyamet ertesi, dinsel ritüeller eşliğinde fanatik ve feminist bir hezeyana mı?... odaklandığını veya konusunun
  • bilim kurgu mu?
  • Psiko drama mı?... olduğu

gibi sınıflandırmalardan da kurtuluruz.

Özetle Kuyu, yağış oranları istikrarlı ve açıklanamaz şekilde azalan İngiltere’de yeni bir hayat kurmak üzere bir arazi satın alan Ruth Ardingly ve kocası Mark’ın çiftliğinin bilinmeyen nedenlerle, ülkenin kalbinde yemyeşil bir vahşi bitki örtüsüne sahip halâ yağmur düşen bir yer olarak ulusal bir önem arz etmesi platformunda… çiftliğin, basın ve polis, hükümet yetkilileri ve dini fanatikler için hızla bir hac yeri haline gelmesi yanında, kendisini Jericho Gülünün Rahibesi olarak adlandıran bir kadın grubunun parçası olarak, roman kahramanı Ruth’un kişiliğinde birinci dereceden akrabalarının neler yaşadıklarını anlatıyor.
Kitap yukarıda da andığım gibi bilim kurgu değil. Kuraklık hakkında net bir açıklama yok ve Kuyu’ya yağmurun düşmeye devam etmesi mistik bir olay gibi anlatılıyor.
En iyisi kitabı okursanız eğer, masalın mantığını ya da eksikliğini kabul edin,  kayıtsızlığı askıya alıp, bırakın kendinizi akışa… bunun sizin için ne ölçüde çalıştığını görmek, sizin okuma yeteneğinize bağlı olacaktır.
-o-

“Kuraklık Acil Durum Düzenlemesi Yasası hükümleri 70/651 no.lu madde uyarınca Kuyu adıyla bilinen mülke el konulmuş, ancak mülkün eski sahibi, -‘ülkenin su varlığını kendi çıkarı doğrultusunda yönlendirmeye çalışan ve torununu katletmekten yargılanan…’ s.178-  Ruth Ardingly’e kullanım hakkı önceliği verilmiştir.” S.17

“O zaman kadar Mark’ın gözlerinde nefreti görmemiştim.” S.53

“…tertemiz suyla dolu bir havuza atlayıp, nefretle kirlenmemiş bir dünyada değişik bir enerjiyle yaşamak ve sonunda hava almak için yüzeye çıkmak… şehrin amansız ‘yaşamından kurtulmak’ ve kırlarda her şeye yeniden başlamak fikrine kapılmıştım. …devam edip edemeyeceğimiz şey de görünürde küçük çiftliğimizdi, gerçekte ise, ilişkimiz.” S.21 “…bizi burada kimse tanımaz… imalı bakışlar ve kıkırdamalar sona erecek. Tertemiz bir sayfa.” S.29 “Tanrı bilir nasıl becerdiğimiz evli kalabilmekle ilgili kitaplar.” S.32 “…çevredeki insanlardan gitgide daha az davet alır olduk.” S.39 “ Bizde su, onlarda olmadığı için diye düşünüyorum.” S.41 “ Toplum dışına itilmenin ne olduğunu biliyorduk. Kocanızın bilgisayarında bulunanlar nedeniyle suçlanması bu dünyaya dalmak için birebirdir.” S.42

“…benimle ışık arasında durmaya teşebbüs eden, -‘… bir gözetici değil, gözetleyici olan’ s.287- onun gölgesiyle mücadele ediyorum.” S.58 “…kuralların yavaş yavaş aşındırılıp yerine başka kuralların geçtiğini; hiçbir oyunun yalnızca mantıkla kazanılamayacağını ya da kaybedilemeyeceğini; her şeyden önemlisi, tek bir oyuncunun sonuç üzerinde sahip olabileceği gücü.” S.130 “… Biz kuru kadınlarız, ama Gül’ü öpünce dudaklarımız çiğe değer ve biz de çiçekleniriz.” S.183

“ Lucien’in hâlâ çözülememiş olan ölümünü REM uykusunda şiddete bağlayanlar mevcut.” S.71 “ Ben katil değilim. Dünya tek oğlunu kurban etti diye Tanrı’yı çocuk katili mi sayıyor?” s.337

15.02.2017 mehmetealtin
-------------------------------------- 
Yapı Kredi Yayınları, I. Baskı, Ağustos 2016



[1] 1. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi, Marksizm ve Ekoloji, Altun Altun, s.183-186

4 Şubat 2017 Cumartesi



Anabasis, On Binlerin Dönüşü, Ksenophon, 1031-23 / CXXXIV
-----------------------------------------------------------------
Sokrat’ın öğrencisi Ksenofon’un Anabasis adlı, akıcı ve yalın diliyle bezeli başyapıtı, askerî bir röportaj,  bir ordu ve savaş ceridesi, hatta çeşitli ülke ve şehirler hakkında verdiği bilgilerle adeta bir seyahatname gibidir.  Kitap Pers taht kavgaları ardından Pers Ordusunda, Ege Adalarında ve Anadolu’da yaşayan halklardan oluşan paralı askerlerin yurtlarına dönüşlerini anlatır.
Bu eserinin Büyük İskender tarafından özellikle Perslerle yapılan savaşlarda rehber olarak kullanıldığı söylenir. Fransız general Arthur Boucher’e göre de yazılı askeri tarih Anabasis’le başlar.
Antik zamanın antik anılarına, bazı yerleri söylencelere, bazı yerleri de akıl ve mantığımızı zorlayan bu kitapla ilgili eleştiri yazmak haddimize değildir.
Kitapla ilgili alıntılarımız ise aşağıdadır;
“Ksenafon, Delfi Tapınağında sefere katılıp katılmamayı değil, sefere katılırsa hangi tanrılara kurban verilmesi gerektiğini sorar. Bu kurnazlığa kızan Skrat, öğrencisini paylar, “ s.viii
“Pers soylularının çocukları sarayda eğitim alırlar, sağduyulu olmayı orada öğrenirler… sarayda görerek duyarak yetiştirilirler… yönetmeyi ve yönetilmeyi öğrenirler. Büyük Kyros… soyları kendisinden düşük olanlara bile saygı gösteren, bedenî becerileri yüksek, öğrenmeye meraklı ve çalışkandı… sözünü tutan, güveenilir bir insandı… düşmanları bile bu yüzden ona büyük saygı duyardı… iyilik ya da kötülük eden herkese karşılığını vermeye özen gösterirdi… cesurları onurlandırır, korkakları onların kölesi yapardı… adillerden hiçbir şey esirgemezdi… bir erkeğin en değerli süsünün, iyi giyinmiş, donanmış, süslenmiş dostları olduğunu söylüyordu.” S.34, 35, 36, 37, 38
“Krala bizim adımıza şunu söyle: Eğer dostu olacaksak, silahlarımızı teslim ederek değil, elimizde tutarak kendisine daha yararlı oluruz. Yok düşman olacaksak, silahlarıımızı teslim ederek değil, onlar elimizdeyken daha iyi savaşırız.” S.47
Ksenefon… zafere ulaşırsa galiplere güzel elbiseler yakıştığını… kaderinde ölmek varsa ölümü güzel giyinmiş olarak karşılaması gerektiğini düşünüyordu.” s.80
“ Hybris antik Yunan dünya görüşünde önemli bir kavramdı. Bedenî, askerî, siyasi ya da ekonomik gücüne aşırı güvenerek insanlara ve yasalara saygısızlık edenler, bilgiçlik taslayan ve kaba davrananlar hybris işlemiş sayılırdı. Ölümlü olduğunu unutup, kendini tanrılarla eş değer gördüğü, dolayısıyla onları kızdırdığı varsayılırdı.” S.168
04.02.2017 mehmetealtin
-------------------------------------- 

İş Bankası Yayınları, I. Baskı, Eylül 2015