Deli İbram
Divanı, Ahmet Büke
2022 Vedat
Türkali Roman Ödülü
“Burgazadaşım, Sayın Niyazi Dalyancı’nın anısına, saygıyla!”
***
Ne zaman ki;
kardeşimi,
sabah kuvvacı,
akşam gâvur namazı kılanlar
tarafından karnı yarılmış,
bir ağaçta
ayaklarından baş aşağıya asılı buldum,
işte ben, o zaman deli oldum.
***
Öykü yazarı olarak başarılı bir geçmişi olan Ahmet Büke’nin ilk romanı, Deli İbram Divanı, masal, masal içinde, derdi yoksullar, itirazı edepsiz varsıllar kapsamında bir roman… 2008'de Alnı Mavide kitabı ile Oğuz Atay Öykü Ödülü'nü, 2011'de Kumrunun Gördüğü adlı kitabı ile Sait Faik Hikâye Armağanı'nı alan, Ahmet Büke, romandaki lirik dili ile şiirsel yanını da açığa vuruyor.
***
Bilindiği gibi, “Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri”nde
ilkel birikim süreci anlatılırken, toprak: hem iş araçlarını ve malzemesini,
hem de yerleşim yerini belirleyen ana unsur olarak görülür. Bireyler veya küçük
topluluklar, yan yana, kendilerine ayrılmış topraklarda bağımsız çalışırlar.
Gerektiğinde topluluk adına imeceye katılırlar. Servet edinmeyi değil, kendi
kendilerine yeterliliği amaçlarlar. Sermayenin oluşumunun tek şartı ise para
birikimidir. Sermaye, tek başına üretken değildir, dolaşımdan doğar. Sermaye, kullanım
değerlerini değişim değerleri haline getirerek iç pazar yaratır; birikimini
katlar. Emekçilere de, anılan bu üretim koşulları içerisinde topraklarından ve
mülklerinden ayrılmak, sermayeye kul olmak düşer.
“İşin püf
noktası ‘razı olan insan’ın yaratılabilmesidir. ‘Razı olan insan’a bir tür
‘borçlanma hakkı’ verilir. Toplumsal haklarından vazgeçtikçe borçlanarak satın
alma gücüne sahip olacaktır. Kapitalizme özgü bir tür ‘sosyal takas’! Yaşamı
bununla şekillenmiştir. ‘Razı olan insan’ı yaratan, onu piyasaları kapsamında
tutan model son 30 yılda dünyaya yayıldı, yerleşti. Biz de son 20 yılda bu
‘reel kapitalizm’i yaşıyoruz. Başka görüntülerle (dinin kullanılması gibi)
perdelenmesi özündeki ‘cevher’i değiştirmiyor. ‘Razı olan insan’ın
yaratılışını, onun borçlanarak kendisi için yepyeni şeylerle tanışmasını,
onlarla özdeşleşmesini’a konutu, sağlık hizmetini, çocuğunun eğitimini ‘satın
alma’ olanağını veriyorsunuz. Neyle, borçla. Otoyu ve iphone’u da… ve iphone’u
aldıktan sonra ‘Ne güzel! Her şey var. Eskiden bunlar yoktu' diyecektir.” [1]
***
Ahmet Büke de, bu romanın kurgusunu yukarıda anılan ilkel birikim süreci ve bir adanın ekonomi politiği üzerinden kurgulayarak romanın anafikrini, “Şükür Allah’a başta aklı, götte donu yuvarlanıp giden” bir deli başkaldırısının, iyot kokan masalsı ve bilge diliyle anlatıyor.
Roman,
işlendiği yer bakımından bir İzmir romanı ama romanı, İzmir Romanı diye
nitelemek bence doğru değil çünkü İzmir neredeyse arka planda bir karakter. O
zaman Faruk Duman’ın, o olağanüstü anlatısı ile tanımladığı Kars, Ardahan
doğasını yansıtan “Sus Barbatus!” üçlemesine de Kars Romanı mı diyeceğiz? Yine emek
ve ekmekteki deniz kokusu, yelkeni bastığınızda yalpası ayarlı, denizin üzerinde
cirit gibi akan, her şiddette dalgayı kıvamında karşılayan, her türlü donanımı
tanımlı, yalpası ayarlı kancabaş teknesi kapsamında bu romanın bir deniz
romanı olarak anılmasına da katılamıyorum. Katılamıyorum, çünkü yazında bu
türden sınıflamaların, bizi içinden çıkılamaz bir dizeyle karşı karşıya
bırakacağına inanıyorum. Ayrıca, bu bir yazın tekniği de değil. Ancak şunu
diyebiliriz ki; bu roman denizciler için, çapa zincirinin her bir baklasından
damlayan düş derinliğinde… İzmirli okuyucular ise İzmir’in sokaklarında bazen
keyifle, bazen de hüzünle dolaşacaklar meltem serinliğinde… ve belli ki yazar, özellikle yelken başta
olmak üzere deniz araçlarının seyri ve dili konusunda oldukça yetkin ve
bilgili…
Roman, İzmir Körfezi’ndeki
Köstence Adasının gamlı Gök Mavisi sularında, yıldız sümbülü Boz topraklarında,
bazen keyifle, bazen öfkeyle öyküden öyküye, masal, masal içinde coşturarak
yazarın, doğru, dengeli ve yetenekli kurgusu ve anlatım gücü ile sizi dalyan
başındaki şıracı gibi yerinize
mıhlayacak. Gök Kızıla dönecek, Boz Kızıla dönecek, umutlu Köstence’nin umudu
hep var olacak.
***
Kitap, Deli İbram, Demirci Asım ve Balıkçı ile
simgelenen, dalyancılıkla sağlanan aile ekonomisine dayalı Köstence’nin ilkel
birikim sürecine karşı Zina Mehmet ile torunu Eczacı Süleyman’da simgelenen,
yunusların avlanarak işlenmesini konu alan kapitalist ekonomi sürecine geçişle
ilerliyor. Adadaki idarî, askerî, dinî yapılanma ile siyasî yapılanmanın
birbirleri ile bütünleşerek kurdukları sömürü düzeninde yaşananlar üzerinden,
ana karakter Osman ile dayısı Yusuf Reis’in kötülüğe karşı, hesap sormaya
odaklı sürgün yaşamlarını ele alıyor.
Ana karakterlerden, Osman’ın içe dönük anlatımına, direniş stratejisti Deli İbram, eşlik ederek, kendi biçem ve söyleminde okuyucuyu silkeleyip, kendine getiriyor.
Kurguda;
Zina Mehmet ile torunu Eczacı Süleyman doğaya, insana karşı ihanetle, kan, gözyaşı,
ateş ve yıkım ile çökerek kurdukları, sermaye ve iktidar bağlaşmasında
siyasetin finansörleri olarak sunulurken… karşılarına Balıkçı, Deli
İbram, Demirci Asım ve Yusuf Reis, emperyalizme karşı vuruşarak edindikleri
yoldaşlıkta yoksulluğa ve sömürüye karşı direnen umudun kesilmeyen,
kesilemeyecek varsılları olarak cepheye sürülüyor. Kurguda Yusuf Reis’in koruma
ve kollaması altındaki Leyla dışında, adı ile anılan kadın bir karakterin
olmaması yanında, belirleyici bir karakter olan Osman’ın annesi, derkenar
olarak notlarımın arasına giriyor.
Romanın öyküsü üç bölümde, Boz, Gök ve Kızıl’da, İzmir Körfezi’nde bulunan Köstence Adası (Uzunada) ve İzmir’de işlenir. Açık toprak rengi, açılmamış, sürülmemiş toprak tanımında ilkel birikim sürecine göndermede bulunulan, Boz bölümüyle Köstence’de başlayan roman, İzmir’in Gök mavisi boyalı, denizinden, notaları kaçıran melteminden, Leyla’nın korunaklı koyu gözlerine yansıyan yeşil odalı sokaklarında devam edip, tekrar Köstence’ye döner. Kul Kızıl’a, Kızıl deliye, namı Deli İbram’a döner. Kızıl’a dönen zıpkın, gücünü Gök’ten alır, Boz’a verir.
Manisa’nın Yunt dağından, Köstence’ye -emniyet ve
asayişi münferiden ve toplu olarak tehdit ve ihlâl- gerekçesiyle sürülen Yörük
çeteci Saruhan Hatun’u karşılayan Rum Bacı, ona “- Anladım ki dönüş yoktur sizin için. Biz size dağdaki üzümü, beldeki
zeytini, dalyandaki balığı öğretelim. Siz de bize lâzım geldiğinde can almayı
öğretin.” der. Böylece Rum Bacı’nın otuz üç kadın, otuz üç erkek kızanı ile
Saruhan Hatun’un otuz üç erkek/kadın çift kızanının, yani bu doksan dokuzun
başına Saruhan Hatun geçmiş, Kör Adam da dinlemiş ve Köstence’de kimsenin
bilmediği Karyolamın Türküsünü Deli İbram’a öğretmiş, sonra da sır olup
kaybolmuştur. İşte bu nesiller boyu Köstence delilerinin kökü ve öyküsü; bu Kadırgalı
Koyu artığı huysuz, kavgacı, inatçı ve boynunda çanla dolaşan Köstence
delilerine dayanır.
***
“Kadın, halatı düzgünce roda etti, halatın çimalarına piyan yaptı. Balıkçı, Osman’a ‘Bak buna flaşa derler. Beş kendir lifinden sarılır.’ Ardından üç flaşayı bir araya getirip bu kez saat yönünün tersine sararak ördü. ‘Al sana burgatalık halat.’ Osman, Turgutça Kayası’na döndü. Büyük bir ateş yaktı. Karnını doyurdu. Göz kırpan yıldızları seyre koyuldu.”
Dalyancıdır Köstenceli… Dalyanların yeri değişmez. Bin yıldır aynı yere kurulu aile mülküdür. Eğer bir dalyancının soyundan kimse kalmamışsa işletmesi imeceye çıkar, geliri dalyancı kahvesindeki sandığa akar. Sandıktaki para, öksüz ve yetimler yuva kurarlarken, dalyancılar gömülürken kullanılır. Dalyanlar, semiz ile arık arasında şenlenir. Körfezin doğusuna semiz denir, yüklü balık buradan gelir. Kıyılara, yumurtasını bırakır ve arıktan yani batıdan çıkar gider. Kırbanın kıçına delik açıp zeytinyağı damlamaya başladığında dalga kırılması gider, suyun üzeri cam gibi açılır, akvaryuma döner, dalyana giren balık adım adım izlenir. O yüzden dalyancı ailesi hem zeytinci, hem denizcidir. Mahareti Rum bacılardan gelir.
Dalyancı reisi Balıkçı ile Çanakkale’de omuz omuza savaşmış çarşı esnafının bilgesi Demirci Asım, Balıkçı’ya “ - Can borcum var sana. Ödeyemem biliyorum. Ama geçende de bu günahı işledim ben senin için. Sonra tövbe ettim. Şimdi geldin yine aynı şeyi istiyorsun.” Balıkçı“ -Mecbur kalmasam bunu ister miyim? “ … dediğinde Asım, ağır bir zincir parçasını körüklenen ateşe attı, tavladı, ruhunu verdi. Sabah kumrular dem çekerken Osman’ın yerdeki pöstekilerine, zıpkını sardı.
***
Balıkçı, karısına “Sen hani diyordun ya, oğlanı İzmir’e, Yusuf Reis’e götürelim diye. O işi yapalım. Biz çürük bir dalyana bakıyoruz. Kurtulsun bari bu cehennemden.” der.
Demirden saçlarına tünemiş güvercinleri kovalayan
Basmane Garı, kirpiklerinin arasından yeni gelen Köstencelilere şöyle bir
baktı. Yusuf Reis’in kapısını çaldıklarında, askerdeki geniş omuzlu, sert
yüzlü, donuk bakışlı Osman’dan o yıllarda eser yoktu. İnce ayakları üzerinde
yürüyen, tahtadan oyma bir kukla gibiydi. Yahudhane yapısındaki evinde, kızı
bildiği Leyla ile oturan, Osman’ın anasının büyük dayısı Yusuf Reis, kayıkçı
loncasında çalışmış, yelken zamanlarında loçadan kıç üstüne kadar çıkmış emekli
bir kaptandır. Leyla, Yusuf Reis’in bir yangında ölen yardımcısı Gâvur Resul’ün
kızıdır. Karısı, kızının öksüz büyümemesi için Leyla’yı Yusuf’a emanet eder. Annesi
de Osman’ı büyük dayısı Yusuf Reis’e emanet eder. Yusuf Reis’in geçmişinde
Çine’de Yörük Ali Efe çetesinde neferlik vardır. O çeteye Köstence’den katılanlar sadece Yusuf, Deli İbram ve
İbram’ın kardeşidir.
***
Zamanında Köstence Feneri, uygun görülen Turgutça Kayalığı’na değil tartışmalı olarak Eczacı Süleyman’ın anne dedesi, belediye meclis azası Zina Mehmet’in arazisine daha yüksek kamulaştırma bedeli ödenerek yapılmıştı. Arazinin küçük kısmı kamu yararına kullanılırken kalanı hazineye kakalanmış, bedelin %10’u da belediye reisinin payına düşmüştü. Ada ekonomisine yön veren Zina Mehmet ile Yusuf Reis’in geçmişi, Zina Mehmet’in Yusuf Reis’in Adalı isimli çektirmesini de hileli kumar masasında elinden almasıyla kesişmişti.
Eczacı Süleyman, küçük adanın büyük adamı sayılırdı. Üstelik Deli İbram’ın “Sen bizim deyyusu ekberimizsin.” sözünü hoş görecek kadar da yüce gönüllüydü! Dedesinin “Evladım sakın siyasete girme, sen siyaset ol!” öğüdüne uyarak aile evlerinin olduğu arsaya kamuya özel hesaplı kiralık evler yapmış… Ermeni ustalar tarafından yontulan huşu içindeki Pazar Camisi için yaptığı yardım ile hemen yanına imar ettirdiği müftülük lojmanını dine diyanete helâl etmiştir.
Tam o vakitlerde, Ada’da, gece kirli çıkının
koynunda bambaşka meclisler de sürmekte, Süleyman’ın girişimleri ile bir fabrika
kurarak yunusları işlemek ve her bir parçasını değerlendirmek üzere projeler
yapılmaktadır. Bu yunusların katliamına yol açacağı gibi işgücüne ihtiyaç
duyacak fabrika nedeniyle dalyancı ailelerinin parçalanarak yok olmasına neden
olabilecek bir süreçtir. Bu nedenle Köstenceliler ikna edilmeli, Balıkçı’nın ve
Demirci Asım’ın aynı saflarda yer alması sağlanmalıdır. Devreye müftü efendiyi,
kaymakamı, jandarma komutanını almalı halka, neyin helâl, neyin haram olduğu, avcılık ve ticaretin rızık için yapıldığı
anlatılmalıdır. Zira aziz milletimiz kendisine aş, iş ve nafaka olarak dönen
her hamlenin tereddütsüz müttefiki olmalıdır. Aksi takdirde ileride ava katılmayan, fabrikanın işleyişini aksatan
dalyancılar balık nakli için gerekli buz bulamayabilir, Süleyman ailesine ait
yerlerden malzeme ve yiyecek temininde zorlanabilirmiş.
***
O günlerde Köstence’de esen rüzgârlar hiç de tekin değildir. Mavi göklerin buz sancıları tutmuş, sırtları kabaran yağmur bulutları iyice alçalmış, kurtsabahında denizlere bakan yüzleri tabak gibi düzleşmiş, hareketleri hızlanmıştır. Uzak tepelerde yatan yaban keçileri, tıpkı birkaç asır önce Rodoslu korsanları gözleyen Adalılar gibi tedirginlik içinde denize bakmaktadır.
Gece, sesler susar, gölgelerden gelen bir balta ağır ağır iner. Çarşıda bir dükkân ile kırda bir ev ateş alır. Kadın, her gün açlıktan öleceğimize bir defada yanarak ölelim deyip kapıyı içeriden sürgüler…
… Deli İbram, “Ulan, ırzı kırık takımı! Ulan, siz, Yunan zamanı Gökçen Efe kızanları sizi çeteye yazmasınlar diye kaçanlardan değil miydiniz? Koca Köstence’den yazılanlar sadece Yusuf, ben ve kardeşimdi. Ne zaman ki, kardeşimi, sabah kuvvacı, akşam gâvur namazı kılanlar tarafından karnı yarılmış, bir ağaçta, ayaklarından baş aşağıya asılı buldum, işte ben, o zaman deli oldum.” deyip, sert bir bilek hareketiyle zıpkını adama saplar.
***
Romanı bitirip, kapadığınızda; Tek Partili
dönemden, çok partili döneme geçiş aşamasında dizleri üstünde doğrulmaya
başlayan eşrafın elindeki sermaye o gün nasıl siyasetin kendisi olmuşsa, bugün
ayaklanıp örgütlenmiş sermaye, sağ elinden sol ele, sol elinden sağ ele
siyasetin kendisidir. Eczacı Süleyman’a iyi bakınız, kapitalist zaman diliminde
nereden, nereye gelmiş? Dikkatle izleyiniz! Sermayenin örgütlü gücü, din,
devlet, siyaset, teorisyeni Zina Mehmet, bugün nerelerde, kimlerle fotoğraf
veriyor? Düşününüz.
Tekrar başa dönüp, Deli İbram ne diyor bir
bakınız. Emekçinin zaman diliminde, emek, siyasetin kendisi nasıl olacak bir
okuyunuz.
Kalın sağlıkla, her zamanki gibi kitapla…
Not: Konusu, İzmir Körfezi, Köstence Adasında (Uzunada’da)
geçen bu romana yön veren karakterlerden birisinin de “Yunus” olmasına rağmen,
kapak resminde neden bir balina olduğunu anlayamadık.
24.04.2023 mehmetealtin, 22/CCXVIII
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
Can Yayınları, 6. Baskı, Şubat
2022
[1]
Depremden Sonra, Bilsay Kuruç, 10 Nisan 2023, Cumhuriyet