28 Aralık 2014 Pazar

Yine Doğdu Tanyıldızı, 222 -LXXI
-----------------------------------------------------------------------
Yazar, yaptığı bir söyleşide, der ki, “Yıllar önce Mevlana Celaleddin Rumi’nin oğlu Alaaddin’in cenaze namazını kıldırmadığını öğrenince çok şaşırmıştım. ‘Kim olursan ol gel’ diyen, Celaleddin, neden böyle yapmış olabilirdi? Yıllarca bu sorunun peşinden yürüdüm; Alaeddin’in hem babasıyla, hem Şems’le mücadele ederken öldüğünü, hem de sevgilisi Kimya’yı kaybettiğini fark ettim. Ortada sancılı bir durum vardı. Şems’i yok eden gruptandı Alaaddin. Durum karışıktı. Babası o yüzden onunla çatışma içindeydi. Alaeddin’in aşk acısı çektiği söylenebilir miydi? Evet. Ama sadece aşk acısı? Ne gezer. Babasının aşk acısı çektiği? Evet. Ama sadece aşk acısı? Hayır. Bir de ortaçağda aşk hep mecazdı demek saçma. Birileri “Kral çıplak” demek zorunda… Bunun için yazmaya değer.

Fakat romanda iddialar ortaya atmak, tezler öne sürmek doğru değil. Romancı yaşamış kişilerin biyografisini yazan bir tarihçi de değildir. Bu nedenle romanı çalışırken Rumi’den de Şems’den de uzak durdum: Ben, onların yerine, Nizamüddin’le İshak’ın dünyasını seçtim. Bütün karakterlerimi kendim kurdum.

-0-
Demiş yazıcı.
Ben de ben, Mehmet bin Mustafa Şefik derim ki;
…………………………………….
Güzel atlar ülkesi Kapadokya’da
ezilirken halklar,
güzeller güzeli atların nalları altında,
yanarken evleri
güzeller güzeli atların nallarından sıçrayan kıvılcımlarla,
o güzel atların kumandanı,
ile
adalet dağıtan kadı
o ki,
terazinin bir kefesinde taşırken her daim kumandanın altınını,
ve de
hem kuyumcu ocağı şeyhi, hem de camide hoca (!)
hep beraber
bilumum ulema,
kimin eli, kimin cübbesinin yeninde(?)
bilinir de bilinmez
“…din kisvesine bürünüp üstündekileri koyarak torbaya...” S.73
dururlar namaza,
yedikleri her türlü haltı,
anlatabilmek için garip,  gurebaya…
 “… ‘Şın’ dedi. ‘Şuttar’. Rezil olmak için neşe… ‘He’ dedi. ‘Heft.’ Yedi delikli insan yüzüdür… ‘Lamelif’ dedi. ‘lal olmaktır.’ Suskuyla gönülden bağlı olmayı gösterir… ‘Mim’ dedi. ‘Masiva.’ Allah’tan başka her şeyle ilgisini kesmektir… ‘Kef’ dedi. ‘Kül.’ Bütündür. Sapasağlam ayak basmayı gösterir. Onun için bir ayağın etrafında dönmek gerekir… ‘Nun’ dedi. ‘Nefs.’ Kendini bilmeyi gösterir… Bu harfler ardı ardına yazılınca ‘Şah-ı Lâmekan’ okunur… ‘lâmekan’ herhangi bir yere göre tanımlanamayan O’nun da Şahıyım diyor. Anla artık.” S.104-105
deyip,
aşkın gerçeği, gerçeğin aşkında
diye asırlardır yutturdular böylece halklara…
Yıkım da vardır, dağılmanın ve kandırmanın sonunda… Hazır mısın sen ki kılıktan kılığa girerken aynada, yıllar sonra biri çıkar da gerçekleri yazarsa bu konuda?
Oysa,
“Çobanyıldızı öyle parlaktır ki, talihsiz yolcu onu Kutupyıldızcı sanırsa mahvolur. Çöllerde parlaklığıyla kervanları yanıltır, yönünü şaşırtır, bu yüzden adına Kervankıran denmiştir. Sabah serinliğinin ürpertilerini akla getiri, Tanyıldızı'dır. Sıcağı hala buğulu yeryüzünü akla getirir; akşamyıldızı'dır. Ona Zühre de denir, Zühre bir pişmanlık iniltisidir, bütün yanlış kararların sonunda ışıl ışıl damlayan gözyaşının parıltısıdır." S.200
----------------------------------------------

Yapı Kredi Yayınları, I.Baskı Ekim, 2014

23 Aralık 2014 Salı

Alocu Tilkinin Serencamı, Emrah Polat, 143 -LXX
-----------------------------------------------------------------------
Soydaşım değil, soyadı, iki farklı harfle, soy adaşım Selçuk Altun’un savunduğu kısa roman tarzına örnek, kitap, iki ana eksende gelişiyor.  
Biri romanın dikey ekseni,  kendisinin de belden aşağısı tutmayan yazarın yaşamının günlük notlarının noktalarının birleştirilmesi ile yükseliyor. Bazen yüksek, acımasız ve dik noktalara geliyor ve düşüyorsunuz. Tekrar tırmanmak için göstereceğiniz çabada ise gözyaşı var.
Romanın yatay ekseninde ise hayatını attığı kaliteli zokalara, üretmeden tüketmenin beleşine;  tüketirken mahcubiyetin diyetine gelen avları ile kazanan bir dolandırıcının kahkahaları var.
Kısa roman, ağlamakla, kahkahanın ince sınırında, bir derin nefes dibinde bitiveriyor.        
----------------------------------------------

İletişim Yayınları, I.Baskı 2014

15 Aralık 2014 Pazartesi

Mevsimler, Gün Zileli, 213 -LXVIX
-----------------------------------------------------------------------
Hiç birini okumadığım, doğumu ile çocukluğunu anlattığı Ev,  soldaki bölünmeleri kapsayan Yarılma, fraksiyonları ve üyelerinin davranış kodlarını içeren Havariler, 12 Eylül sonrasında yazdığı Sapak ve 1990-2000 arasındaki Londra’daki mülteci hayatını anlatan Sığınmacılar adlı tümü de hayatından kesitler sunan otobiyografik romanlarından sonra yazarın son kitabı Mevsimler, okuduğum birkaç gün içinde gezerken ellerimde, kuyrukları soldan sağa çaktırmadan geçen tilkiler de dolaştı beynimde.

Diğerlerini okumasam da yukarıda sıraladığım romanları ile son romanını konumlandırdığımda Gün Zilelinin bu kitabının, 60’lı yıllarda ideali olan aydınların 70’lerde giderek militanlaştığı ve 80’lerde hayal kırıklığı içinde özüne döndüğünü söyleyerek bence okumadığım diğer kitaplarının bir özeti olsa gerek diye düşünüyorum kendimce… gelelim romanla ilgili kendimce söyleyeceklerime…

Kastım, tıpkı benim de yaptığım ve kendimi kurtaramadığım süslü ağdalı, zor anlaşılır bir anlatım dili değil ama romanın, tek sesli saz eşliğindeki bir türlü tat alamadığım basit dili var.

Bu bir yana, daha 30. sayfada, “ ……. Kolej denilen o ibne yatağında,”. 40. sayfada “ … Parti zenginlerinden …. ‘ların yalısıydı burası.”  44. sayfada “Atok, …. Kolejinin yatakhanesinde Rü ile yakalanmıştı.”  ötekileştiren sözlerini, hiç de yakıştıramadım sosyalist geçmişi ile övünen romancıya… oysa sosyalist ahlakın ölçüleri insanların davranışlarını sınıfsal davranışları üzerinden ölçmediği gibi sosyalist ahlakı oluşturacak temelleri atar. Bunun yolu da neden ve etkileri bağlamı içinde atılacak adımlardan geçer. Yukarıdaki satırlar tam bir sokak ağzıdır ki, özelikle bu günlerde 7/24 duyduğumuz bu ağız örneğinin çirkin sıfat tamlamaları ile apış arasında aradığı ahlak değerleri, sosyalist geçmişi olan bir ağza yakışmaz, yan yana bile gelemez.. Neyse zaten yukarıda italik yazıyla örneklediğim bu satırları yazan da çaresizliğinden sosyalizmden sapmış sonra da raydan çıkmış bir aydının lumpen proleter anarşist zihniyetidir ki bu da benim ötekileştirmem değil anarşist olduğunu kendi söyleyenin, bilimsel tarifidir.

Romanın dilinde çok rahatsız olduğum bir başka öge de “r” harfini söyleyemeyen romanın kahramanlarından birinin “r” harfleri yerine “ğ” ile konuşturulması ki, o cümle ve paragraflarda beni afakanlar bastı diyebilirim.

Bunun dışında, romanın kurgusu iyi, özenilseydi çok daha iyi olabilirdi ama gerçekliği adına da söyleyeceklerim var. 355 sayfalık romanın 195. sayfasına kadar her şey aslına ve geçmişe uygun olarak giderken bu sayfadan sonra kurgusal yönü öne çıkıp bu sayfalarda yer alan kişi ve örgütler de ötekileştirilip ağır töhmet altında bırakılıyor. Artık ben daha ne diyeyim? Karar sizin… 
----------------------------------------------

İletişim Yayınları, I.Baskı 2014

5 Aralık 2014 Cuma

Liberal İhanet, Merdan Yanardağ 929/83 -LXVIII
-----------------------------------------------------------------------
Gerici ve ilerici eleştirinin özüne bakmadan aynı şey olarak kabul ettirildiği günümüz Türkiye’sine sol liberaller 12 Eylül’den sonra neredeyse kapitalizmi sınıfsal temellerinden soyutlayarak yokmuş gibi davrandılar. Davranmaya da devam ediyorlar ve kapitalizmi kasıtlı olarak adeta kültürel bir kategori olarak ele alıyorlar. Devletin sınıfsal karakterini belirsizleştiren, emek sermaye çatışmasını yok sayan, emperyalizmi kulak ardı eden, bilimdışı siyaset ve vesayet rejimi kavramını genel kabule dönüştüren bu çabalar,  şaşkın ve/veya güdümlü solun bile terminolojisine girdi ve AKP-C (Cemaat) iktidarının uygulamaları sol liberaller tarafından selamlanarak kamuoyunun da genel kabulünün önü açıldı.
Bireysel özgürlükleri ancak kapitalist sisteme uygunluğu koşutunda savunan, esasında kapitalist girişim özgürlüğünü ve mülkiyet hakkını savunan Liberalizm ve inananları ülkemizde dinci gericilerle yan yana muhafazakâr bir konuma geçerek kendilerine de ihanet ettiler. Türkiye’de sağında ekonomide liberal, siyasette muhafazakâr olmak gibi garip bir akım oluştu. Çıkar ortaklığı da kaçınılmaz olarak gerici bir kutsal ittifaka dönüştü.
Sayıları fazla olmayan ama ittifakın bütün maddi araç, gereç ve kaynaklarını kullanan ve kullandırılan bu ihanet şebekesi toplumun önemli ölçüde direniş reflekslerini kırdılar. Açılan bu yoldan ABD’nin bölgesel çıkar ve hedeflerine ulusal tavır alanlar, yurtseverler dekore edilmiş davalarla tasfiye edilmeye başlandılar. Bilinçli ya da bilinçsiz tasfiye edilenlerin arkasında durmayan kurumlar da bu ihanetin arkasında durdular.
Liberalizme sığınan şirretlik o boyuta vardı ki “ezen ve ezilen, çalışan ve sermaye sahibi sınıflar var ama bu iyi bir durum ve değişmesine gerek yok.[1] S.75. demeye kadar vardılar. Oysa Liberalizm, eşitlerin düzeni demokrasiyi, sınıflar üstü bir rejim diye sunarken, serbest piyasanın ruhu sadece özel mülkiyettir. Bizdeki düzen de budur ve bu ruhu korumak için gerekirse üzerindeki demokrasi şalını kolaylıkla atabilir ki faşizme açılan yol da buradan başlar. Ezberi bozan da budur.
Sünni İslamla ilgisi bulunmayan özü Türk ve Türkmen olan ve faşizmin literatür anlamına göre bu kapsamdaki milleti değişmez bir veri olarak kabul etmesi gereken faşist milliyetçilerin de; kapitalizme karşı mücadeleyi içermeyen ulusalcı antiemperyalizmin de; aynı temada kendi kabına eden sözde işçi partisi etrafında birleşmiş Kürt hareketinin de ezberini bozan da budur ki bu ihanete kıyısından köşesinden bulaşmaktadırlar.
Batının talepleriyle Müslüman halkın taleplerini Tanzimat döneminden bugüne ilk kez aynı noktada olduğunu söyleyen[2] yeni rejim ise emperyalizmin uşaklığına razıdır. Bu sözleriyle topluma, emekçilere, kendi geleneklerine, insanlığa karşı olduğunun itiraf eden dinci vesayet, vesayetlerin en zararlısı ve onur kırıcısıdır. Bir ulusun uzun ve acılı işkencesine araç olan sınıflar üstü ve ezenlerle ilişkisiz bir vesayet rejiminin asla olamayacağını bilen, bilmeyen ve/veya bilmek istemeyen ihaneti ve aktörlerini bilimsel bir tabana dayanmış bir eleştiri kapsamında  tanımak ve oyunlarını izlemek istiyorsanız bu kitabı mutlaka okuyun.
Bu kitapla ilgili sözlerimi, bir kardeşimin aynı kitap için yazdığı eleştirisinin son paragrafı ile bitirirken, kalın tasasız ve sağlıkla, başucunuzda daima en az bir kitapla…
“Şair sezgisi ve duyarlılığı ile bu kitapta anılan bazı insanların siyaseten sefaletini on yıllar önce saptamış olan Can Yücel’in şiirini hatırlamak yararlı olacaktır.”
“Dönmeyenler
öyle keyifli yazıyorum ki
bu adamlar hem üniversitede var
hem gastede yazar
hem de bozarlar
asaf savaş sakat
ve belgeli murat
bu murat belgeli murat
çok ingilizce bilir
ama hel'sinkiyle güvey girer
bu özel üniversite randevucuları
aydın doğan solcuları
dünyaya birşey öğreteceklerini
sanırlar
ekonomi ekonomi diye
kendilerini unuttukları gibi
bizleri de unuturlar
bu adamların listesi
asaf savaş sakat
belgeli murat
ekonomist mete tunçay
turker alkan, fisun özbilgen
başlangıç celal
laçiner'i sayıyorum
adları lazım değil esasında
kendileri lazımlık. CAN YÜCEL”
----------------------------------------------
Kırmızı Kedi Yayınevi, Kasım 2014




[1]  Mehmet Altan, Marksist Liberal, Heman Kitap, 4. Baskı
[2] Doç.Dr. Yalçın Akdoğan

1 Aralık 2014 Pazartesi

Yaşlı Ormanın Gizemi, Dino Buzatti 126-LXVII
-----------------------------------------------------------------------
Türk edebiyat eleştirmenlerinin hemen her birinin okunması gerekli kitaplar arasında saydığı Tatar Çölü (*) adlı romanıyla az sayıda Türk okurunun kütüphanelerinin raflarına giren Dino Buzatti’nin masallarla dolu bu kitabını, yani Yaşlı Ormanın Gizemi’nin yazıldığı 1935’li yıllardaki İtalya’daki siyasal ortamdaki gelişmelere kulak kabartırsak, alttaki satırlarda özetlediğim, bu kitabın içeriğini de daha iyi anlayabiliriz elbette…

“Bu canlılık fazla uzun sürmedi. Albay’ın varışından kısa bir süre sonra kuşların cıvıltısı zayıflamaya, sincaplar ve fareler kaçışmaya, dalların hışırtısı azalmaya, hatta gökyüzü bile bir uçtan bulutlanarak kararmaya başlamıştı. Çocukların oyunları da aniden heyecanını yitiriverdi. Havaya ve ormana nereden geldiği bilinmeyen bir isteksizlik yayılmaktaydı.(5)
……………………………………………………….
(5) Bu olayın şimdiye kadar üzerinde durulmamışsa da bazı ormanlarda, sık ağaçlık bölgelerde, kırlık alanlarda, çayırlarda ya da bataklıklarda meydana geldiği bilinmektedir. Hayvanlar ve bitkiler, çocukların neşeli oyunlarına katıldıkları zamanlarda görülmemiş bir canlılık sergilerler ve kendilerini ifade etme yetenekleri, karşılıklı bir sohbete dönüşecek kadar çoğalır. Ne var ki tek bir yetişkinin varlığı bu büyülü, özel atmosferi bozmaya yeter.” s.104

Bu kitabı kendinize, çocuklarınıza ve torunlarınıza hediye edin. Kalın tasasız etrafınız dolu ağaçlarla… aman Yalova’dan uzakta. 29 Kasım 2014
-----------------------------
Timaş Yayınları, Nisan 2014, 1. Baskı



* İletişim Yayınları, I. ve II. baskıları 2004
9,75 Santimetrekare, Mehmet Eroğlu 401-LXVI
-----------------------------------------------------------------------
Kitabının 148. sayfasında, “ İnsanoğlunun çıkabileceği yolculukların en zahmetlisi kendine doğru yaptığıdır. “ diyen yazar, üçlemesi, Fay Kırığına Gezi Direnişi etrafında dönen romanıyla bir kırık daha ekliyor.
Romanın en önemli kurgusal özelliği benim de çok kullandığım ve sevdiğim dilimin düşler evrenindeki aynaları; Mehmet Eroğlu da bu romanında, dokuz virgül yetmiş beş santimetrekareye sığdırdığı bir yaşamı biri önünde, biri arkasında iki aynaya sığdırmış iç içe geçmiş tekrarlanan aynalarla… Aynalarda gördüğü ise “İnsanın tek gizidir kendisi için her zaman bir bilmece olarak kalan. S.19 ve 28” aynalardan yansıyan ise…

“O çocuk babasının türküsünü filme çekemedi, mezarını bulamadı, İstanbullu bir kıza âşık olamadı, dedesini göremedi, babaannesine Kürtçe konuşan torunlar veremedi: Hepsi bir anlık korku yüzünden. Beni oraya göndermeselerdi, bir gölgeden ürkmeseydim, tetiğe basmayacaktım…

Dokuz virgül yetmiş beş santimetrekareye sığdırdığı yüzümü kendisine siper eden annemin… dört buçuk ya da beş yaşındaki ruhu yaralı yalnız bir oğluyken ben, yüzü benim gibi yaralı bir adam, bedenini bana siper eden anam bildiğim babaannemin kucağında öldürdü beni… “  Aynamın içinde bendeki adam.

İhanet aşığın kaderi değilse bile yol arkadaşıdır. S.91”
-----------------------------

İletişim Yayınları, 1. Baskı
Yoldaşını Öldürmek, Aytekin Yılmaz 987-39/LXV
-----------------------------------------------------------------------
Yoğun tartışmalara neden olan hapishanelerde örgüt içi infazları anlatan bu kitabı okudum. Kitabı okuduğum sayfalardaki,
·         “idare, yemekleri kötü çıkarıyordu.”Örgütler, düzeltilmesini istediler ve birkaç gün sonra, yemekle birlikte meyve de verilmeye başlandı. Bir gün baktık koğuşun mutfak kısmı portakal kasalarıyla dolu… sevinmemiz gerekirdi. Ama bizim örgüt yönetimi, koğuşları ‘acil’ toplantıya çağırdı… Toplantı sonucunda portakalların, rüşvet timsali işbirlikçi ilan edilerek imha edilmesine karar verildi.” satırları bağlamında,
·         zulme karşı direnenlerin, şeyler, karşıtlarına dönüşür kanununda, karşıtını içinde taşırcasına ‘makul şüphe altında’  uyguladıkları örgüt içi infazlarla okumanızı dilerken,
ben, derim ki; ilk taşı günahsız olanız, bu günahkâr yazara atsın.
-----------------------------

İletişim Yayınları, 2. Basım
Kopyalanmış Adam, José Saramago 316 / LXIV
-----------------------------------------------------------------------
Jose Saramago, bu romanı bana göre eşitler içinde birinci sırada… Her zaman yaptığı gibi anlatısı itibari ile her bir edim uzun tasvirlerle, iç diyaloglarla ve olasılık hesapları ile satırlar itibariyle sürse de dikkatle ve kısa sürede okuyunca keyifli ve farklı bir hikaye ile karşı karşıya olduğunuzu görüyorsunuz. Özünde kimlik bunalımlarının aşılamadığı günümüz toplumuna ciddi bir eleştiri kapsamındaki kitabında Saramago dehası ve kaleminin keskinliği ile bize ölümsüzlüğünün bir başka göstergesini bırakmış.

Romanın omurgasında, bir akşam, tarih öğretmeni, Tertuliano Maximo Afonso isimli roman kahramanının aynı okuldan matematik öğretmeninin kendisine verdiği bir filmi izlemesi ile fark eder ki dünyada bir ikizi vardır hatta tıpatıp aynısıdır… ve roman ilerler ve öğretmenin kendisi olan bir adam, bir aktör ile karşılaşmasının hikayesi anlatılır.  "Kaos çözülmesi gereken bir düzendir. s.97”. 

Önemli başka bir alıntı ile bu kitabın gidişatını daha da iyi açıklayabilirim.”Tarih, fazla büyümesin diye arada bir kökleri budanan bonsai ağacına, mekân ve zaman bu ikisinin içinde meydana gelen olaylardan oluşan devasa bir ağacın çocuksu minyatür bir haline benziyor, bu ağaca baktıkça boyutlardaki dengesizliği görüyor ve gayet belli olan başka farkları, mesela hiçbir kanatlı hayvanın, hiçbir kuşun, ufacık bir arıkuşunun bile bir bonsainin dallarında yuva kuramayacağını, yapraklarının yeterli miktarda gür olduğunu varsaydığımız bir bonsainin gölgesine bir kertenkele sığındığı takdirde sürüngenin kuyruğunun ucunun gölgenin dışında kalacağını göz ardı ediyoruz..15 …”

Jose Saramago, bu kitabını yazmış. Bitirmiş. Çalışma masasından kalkıp, sırtına temiz bir gömlek geçirmiş. Kravatını takıp, pantolonunu, ceketini ve en iyi ayakkabılarını giyip, kalemini gömlek cebine koymuş... ve dışarı çıkmış.
-----------------------------

Kırmızı Kedi, Nisan 2013
Bilinmeyen Adanın Öyküsü, José Saramago 700-19/LXIII
-----------------------------------------------------------------------
Aynanın önündeki bilinmeyen adada, aynanın sırrında bilinmeyen adayı ve adada yaşayan adamla kadını arayan, aynanın önündeki adam ile kadının öyküsüdür bu, aynanın sırlarından yazılan…
-----------------------------

Kırmızı Kedi, 2. Basım, Eylül 2014
“Tayyip Erdoğan,
14 Ocak 2014 tarihli AKP grup toplantısında,
cemaati Haşhaşîler'e benzetti.
Konuşmasında
‘Acırsanız acınacak hale gelirsiniz’
demesi de dikkat çekti.” (*)


Haşhaşîler, İslam’da Radikal Bir Tarikat, Bernard Lewis, 1028-44 / LXI
-----------------------------------------------------------------------------------

Ayrışma Tablosu

632’de Muhammed’in ölümü ile

Ebubekir halife seçildi.
Yanlıları seçimi mutabakatla yaptılar.

Ali Yanlıları = (Ali Şiası) bunu reddetti.
Gerekçeleri aileden gelen biri olarak Ali’nin meşruiyetine dayanıyordu.

Mezhebe doğru evrilmelerinde iki önemli olay var.

  1. 680’de Ali ile Muhammed’in kızı Fatma’nın oğlu Hüseyin’in Kerbela’da Emeviler tarafından katli,

  1. 685’de Ali oğlu Muhammed İbn Haneffiye’yi imam ve Müslümanların tek gerçek lideri ilan eden Kûfe Araplarından Muhtar yanlılarının 700’de Muhammed İbn Haneffiye’nin ölmediği, Mekke yakınlarında Radvâ dağında gizlendiği ve  Allah’ın takdir ettiği anda düşmanlarını dize getireceği inancıdır ki bu mesihi imama Mehdî denmiştir.


765’de VI. İmam Cafer es-Sadık’ın ölümü ile

Musa Kâzım VII. Ilımlılar tarafından İmam seçildi. İmamlık XII. İmama kadar soyunda kaldı.

Bugün dahi Şia’nın çoğunluğu tarafından kaybolan XII. İmam’ın beklenen İmam, Mehdi olduğuna, inanılır.

Büyük oğlu İsmail yanlıları, aşırılar, İSMAİLÎLER= köken itibariyle Haşşâşîn
  • Sünnîler kadar Kur’an’a itibar ederler.
  • Eflatuncu düşünce temelinde kâinata felsefi bir açıklama getirmişlerdir.
  • İmamların ıstırapları, müritlerinin tutku ve fedakârlıkları ile hisli bir inanç hâsıl etmişleridir.
  • Örgütlü, yaygın ve kudretli bir hareketin cazibesini uyandırmışlardır.

969’da Muhammed’in kızı Fatma’nın soyundan gelenler,
Fâtımîler,
Kuzey Afrika, Filistin ve Güney Suriye’de hükmetmeye başladılar.
Kahire’yi ve inançlarının kalesi olacak cami-üniversiteyi el-Ezher’i inşa ettiler.
Mekke, Medine, Hicaz ve Yemen’e kadar
yayıldılar.


Türkler, Sünnilerin yeni muhafızları olarak ortaya çıkarken Fâtimîler arasında İsmailî radikallerle muhafazakârlar arasında tarikat sırlarının saklanması veya açıklanması konusunda tartışmalar ilk hizipleşmeyi doğurdu ve Dürzî kanat topluluktan ayırdı.

1094 yılında Fâtimî İmpratoru VIII. Halife el-Mutansır’ın ölümüyle de topluluk birleşmez şekilde ikiye ayrıldı.

Bir yanda ilerlemiş yaşıyla İsmailî liderlerin veliaht kabul ettiği büyük oğul Nizar’ın şahsında Nizracılar


Bir yanda da ardında kitle desteği olmayan ve hamisi ordular kumandanına sığınmış Nizar’ın küçük kardeşi
el-Musta’lî’nin şahsında Mustacılar


Konuya daha önceden yaklaşmamış ve gerekli temel bilgileri edinmemişseniz 232 sayfalık okunması emek isteyen bu kitabı almama neden, (*) yukarıdaki alıntıya yanıt veren satır, sayfa ve bölümleri harf döverlere verip, savurduğumda;

  • Bir görüşe göre, bu hareket büyük nüfuzlu feodallerin Sünnîlare karşı kendi çıkarlarını savunmak için düzenlediği irticaî bir ideoloji iken,

  • Bir diğeri Selçukluların baskılarından kaygılanan farklı gurupların ihtiyaçlarına göre biçimlenen, hoşnutsuz yığınları bir arada kucaklayan bir tepki olarak görmekte,

  • Bir başkası da hareketi zanaatkârlara, şehirli yoksullara ve dağlık bölgelerin köylü yığınlarına dayanan bir halk hareketi olarak nitelemektedir.

Özetle hareket pek çok kaynaktan beslenip pek çok harekete yanıt vermiş, kimileri için yeni bir düzen getirmeye darbe aracı olmuş, kimileri içinse Allah’ın dünya üzerindeki muradını geçekleştirmenin tek yolu olarak nitelendirilmiştir. Tarihteki yeri bağlamında ise hareket;

    1. Zamanında mevcut siyasî, sosyal ve dinî düzenler için köklü tehdit oluşturmuş,

    1. Halka mal olup derinlerde kök salmış kuruntuları tetiklediğinde devirici ve devrimci şiddet dalgalarıyla su yüzeyine vurmuş,


    1. Hasan Sabah ve inananları, hoşnutsuzlukları ve dizginsiz öfkeyi, yeniden düzenleyip yeni bir yola sokarak, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir uyum, disiplin ve amaçlı şiddet içeren bir ideolojiye sahip bir örgüt yaratmışlarsa da

    1. Hareket hedeflediği mevcut düzeni yıkamamış, nüfuz sahası ve sahaları giderek daralmış, köylü ve tüccarlardan ibaret küçük ve uysal topluluklardan oluşan azınlıkta kalan bir tarikat haline gelmiştir.

İşte paralel yapı denilen ve yukarıdaki alıntıda sözü edilen Cemaate sözde kaynak Haşhaşî hareketini anlatan kitabın kısa bir özeti… Dinime küfreden Müslüman olsa misali Cemaat de paralel mi, yoksa alıntıdaki sözleri söyleyen ile kesişen küme mi merak ediyorsanız alın kitabı okuyun kararı siz verin.  Kalın tasasız ve sağlıkla etrafınız dolu kitapla… 
----------------------------------------------

Kapı Yayınları, Mart 2014
Bilinmeyen Lozan,  Taha Akyol, 860-1954/ LX
-----------------------------------------------------
“Lozan,… Türkiye’nin tapusudur.
Lozan, … I.Dünya Savaşından sonra karşılıklı anlaşma ile imzalanmış, … emperyalistlerin mazluma dikte ettiremediği tek anlaşmadır.
Savaş sonrası halen geçerli olan tek anlaşmadır.”
 S.323-324 ([1])

Mazlum milletlerin kurtuluşu ve emperyalizme karşı Sovyetlerle yapılan ittifak temelinde başarıya ulaşan ve Mudanya Anlaşması’nda varılan mutabakat temelinde;

Lozan’a giden İsmet İnönü başkanlığındaki Türk Delegasyonunun,
1. Doğu Anadolu’da bir Ermenistan Devleti kurulamaz,
2. Kapitülasyonlar asla kabul edilemez,
diyerek masaya koyduğu, ‘günümüzdeki gibi sanal değil’ olmazsa olmaz, iki kırmızıçizginin stratejik derinliğini;

  • Lozan’da donanımlı ve deneyimli Osmanlı diplomatlarından yararlanamama nedeninin, İstanbul’daki artık Osmanlı Yönetiminin Lozan’a katılma hak ve isteğinin Ankara tarafından reddinden kaynaklandığını,

  • İngiliz liberallerinin Osmanlı dâhil hiçbir ülkenin parlamentosunda onaylanmamış ‘Sevr tezgâhını bozan Türk’ düşmanlığını,

  • Müttefiklerin elinde bulunan telgraf hatları nedeniyle Lozan’da Türkiye’nin istihbarat zafiyetini, hatta TBMM’deki gizli oturumların bile İngilizlerin eline geçebildiğini,

  • Türkiye’nin Oniki Adaları neden alamadığını,

  • Boğazlar sorununda Türkiye’nin Milli Mücadele’de kendisine destek vermiş Sovyetlere neden sırt çevirdiğini,

  • I. ve II. Lozan arasında tarafları yeniden savaşın eşiğine getiren anlaşmazlıkları, İstanbul ve İzmir limanlarındaki krizleri, TBMM’de ilk defa kavgalara kadar varabilecek, iç çekişmelerin olağan üstü boyutlarını, bu arada Türkiye’nin kapitalist sisteme uyum sağlama isteğinin İzmir İktisat Kongresinde ilanını,

  • Misak-ı Milli sınırları içinde bulunmasına rağmen Musul konusunda neden taviz verildiğini,  etkin muhaliflerden Trabzon mebusu Ali Şükrü’nün Musul’da konuşlu ve çok güçlü İngiliz Hava Kuvvetlerine karşı girişilecek bir savaşta Trakya’nın kaybedilebileceği gerçeğini teslim etmesine rağmen neden Musul sorunun Lozan sonrasına ertelenmesine haklı olarak karşı çıktığını,

  • Hıristiyan sömürgecilerin Müslüman Kürtlere karşı olumsuz ve özellikle Musul sorununda aşağılayan tavırlarına karşı kendiliğinden oluşan Türk ve Kürt birlikteliğini, Musul’daki plebisite engel olmak üzere başta Barzan aşireti olmak üzere Kürtlerin İngilizler tarafından nasıl katledildiğini,

öğrenmek istiyorsanız eğer, günümüz Türkiye’sinin doğusunda, özellikle de Irak’ta Musul bağlamında süre gelen kavganın güncelliğinde okumamım tesadüf olduğu bu kitabı okuyunuz. 
-------------------------------------
Doğan Kitap, I.Baskı, Ocak 2014



[1]) Sevtap Demirci, Belgelerle Lozan, Alfa Yayınları, İstanbul 2011
Gözlerini Kaçırma, Irmak Zileli, 254/ LVIX
----------------------------------------------
“Rağmen edatlar içinde en devrimci olanı. Hiçbir şeyi göze alamayan, hiçbir şeyi değiştiremez.” S.21

Irmak Zileli’nin “Eşik’inden” atladınız mı bilmiyorum ama atlayıp bu romanının içine girdiğinizde, bir yürekli bir kadının, Didem’in gerçeğinde, yarısı aydınlık, yarısı karanlık (*) ülkemdeki bir kadın gerçeği ile karşılaşacaksınız, yedi/yirmidört sömürülüp, etinden, sütünden, saçından, süpürgesinden, yararlanılan… 

aynı anda Didem’in düşlerinde, aynasının sırına saklı düşlerinin gerçeğini ararken, gerçeğin düşlerinde de kaybolabilirsiniz Didem’in aynasından, hayatının bir köşesinde konumlanan kadınların aynasına, annesinin aynasına, anneannesinin aynasına yansıyan… Bence kitabının adıdır, “Düşgerçeği”.

Bu bir kadın romanı ve anlatıcının hikâyeyi roman kahramanına anlatması gibi bence zor bir yöntemle yazılmış. Bu kitap, bir iç hesaplaşma mı bilemem, yazarına sormalı…  ama bildiğim tek şey okunmasını önerdiğim bu kitabı, yazımı okuduktan sonra okuyacak sevgili kadınlar,  eşim, kızım, kadın kardeşim, kadın arkadaşlarım, bilin ki her biriniz bu kitabın satırlarında ve aralarında, Didem’i kendi aynanızda göreceksiniz.

Aynanın ve aynaların dekorunda kanlı canlı kadınlar da var erkekler de kimileri karar verici, kimileri uçucu-kaçıcı, kimileri şehvet düşkünü, kimileri temiz aile çocuğu ama hiçbiri mutlak iyi ya da mutlak kötü değil… hepsinin çelişkileri var de var iyilikleri de… Didem ise bir akademisyen, ahlakı kendi aynasında eğip büküp, çekip çekiştirip kendi genel ahlak kurallarını dayatanlara, vicdanının sesinde karşı duran… 

Bu kitapta, anlatıcının cesaretinde, Didem’in düşlerinin gerçeğinde içten bir  doğallıkla yazılan, cinsellik içeren satırlara, değil günümüz Türkiye’sinde, günümüz dünyasında bile şapka çıkarıp saygı duymamak ise mümkün değil… bu nedenle kitabın yazarına tekrar teşekkür ederken ben, yazımı şairin şu sözleriyle bitireyim;

“Kimi der ki, kadın,
Uzun kış gecelerinde,
Serip bir döşek gibi
yatmak içindir.
“Kimi der ki, kadın,
Yeşil bir harman yerinde,
Dokuz zilli bir köçek gibi
oynatmak içindir.
Kimi der ki hamur yoğurur.
Kimi der ki çocuk doğurur.
Her ağızdan bir söz…
Kimi der ki, ilk göz
ağrım
Kimi der ki, onunla dolu
bağrım.
Kimi der ki, bunca yıldır
yaşıyorum hayalimdir.
Kimi der ki, boynumda
taşıyorum vebalimdir.
Ne bu,
ne şu.
Ne öyle,
ne böyle.
Ne ayâl,
ne vebal.
O benim, kollarım, bacaklarım,
dudaklarım
ve başımdır.
Yavrum, anam, öz kardeşim,
karım,
hayat arkadaşımdır.
----------------------
Muğla-1981 Nail V.

-------------------------------------
Remzi Kitapevi, I.Baskı, Mayıs 2014
Not: Kitabın, 62. sayfasında Türk Hava Kurumu yerine Türk Hava Yolları yazılmış ama bu da olsun bu güzel kitabın tek kusuru.



( * ) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26576231.asp