Sus
Barbatus! 2, Faruk Duman, 202 / CXCVI
1. 2019, 48. Orhan Kemal Roman Ödülü, 2. 2019
Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü
Sus Barbatus! Kitap.1, S.486
Faruk Duman’ın 12
Eylül darbesine doğru hızla giden süreçte geçen ve nefes kesen doğa ve canlı
betimlemeleri ile nakış, nakış işlediği üçlemesinin ikincisi, Sus Barbatus!2, Civan Yusuf ve Elif ile başlayıp, Elif ve
Civan Yusuf ile biterken… -yaşadıkları coğrafya- ilkbahara geçer, siyaset daha da
keskinleşir.
Yaşadıkları
coğrafya derken, yazar, (anlatılanların her coğrafyada geçerli olduğu varsayımıyla)
şehri K. Şehri, gölü Ç. Gölü, dağları A. Dağları, nehri K. Nehri diye anıyor ama
benim romanı kafamda biçimlendirmeme engel olan bu, itirazım da buna… Neden?...
…“Roman, araştırılıp anlaşıldığı kadarıyla Kars, Ardahan,
Çıldır Gölü ve Kura Nehri dolaylarında geçiyor. Yazarın, insan/doğa
ilişkilerinde, insanı anlamak için, insan dışı canlılara büyük harflerle ad
verecek kadar doğayı anlamlandırdığı bir romanda, aynı coğrafya ve koşullarda
yaşamayan, örneğin Trakya’da ya da ilerde kitabın çevrilebileceği dillerin
coğrafyasında dahi yaşananların aynı şekilde yaşanması mümkün müdür?” diye sorarak, sızalım kitabın
satırlarının arasına …
Birinci kitapta, kaynar
kazana dönen, fokurtusu rüzgârın içinden geçip, esintinin aklını başından alan,
hançer gibi hortumları ile ormanı delik deşik ederken, “Kapısı yarı açık evine hızla sürüklenen, sedirin
altında hırpalanmış kolu, yüzündeki kan izleri, boşalmış karnı ile karısı Zeynep’i
gören Kenan’ı umutsuzluktan deliye döndüren”
karakış…
İkinci kitapta; … bütün o
viranesever baykuşlar, gözle görülmez puhu kuşları, nerede olduklarını anlamak
için büyüteç gerektiren çıvgınlar[1], çakallar
ve yaşlı kargalar gibi ciyaklayan tilkilerle beraber, ortaya çıkan, damları
uğultuyla döven cılız taneleri eflatun, damlaları mor yağmur, umutsuzluğu umuda
taşıyan çağşak[2]
suyla, ilkbahara döner.
Orman, atgötü[3]
çalılarıyla, kuşekmeği[4]
tarlalarına bürünür. Yeşil, kırmızıyı parlatmak üzere orada bulunur, ışık
bunların içinden öbür renkleri çıkarır. Kırmızı ortaya çıktığı zaman, morun habercisi olur. Lacivert bir kılıç
darbesi gibi gelip geçer içinden. Hele bir de bulut milletinin etekleri tutuşur,
birbirlerini iterek, kendilerine bencilce yollar açarak ilerlemeye devam
ederse, bu kapkaçın arkası gürültülü olmaz da ne olur? Yer, gök suya keser, güneş
çıkınca suyun üstünde bir buğu belirir, toprağın üstünde avuçsu yapraklardan
sızan suyla solucan biçimli akıntılar oluşur. Filizler patlar, ağaçlar göverir.”
İnsanları, hayvanları, hareket halindeki doğa ve sesleri, kalemiyle renklendirip
yer yer destana dönen bu benim dilimde kısaltılmış satırların aslı, fazlasıyla kitapta…
Birinci kitabın masal
tadındaki sayfaları yerine, Sus Barbatus! 2’nin gövdesi hikâyelerle dolu…
masaldan gerçeğe yansıyan sayfalar evrilir, devrilirken kişiler çoğalıyor. Bütünlük
bozulmuyor. Yazar masallardan, hikâyelerden, söylence ve mitlerden aldığı,
kıssadan hisse tadında malzemeyi, çokça kişileri, romanının kurgusuna becerikli
bir biçimde yerleştirirken, Fransız
yazar Guy de Maupassant’ın Horla[5] adındaki
romanından, romanına göndermelerde bulunuyor.
Nitekim, atı CENNET’in
Köroğlu soyuna dayanıp ölümsüz olduğunu bazen bu kutlu varlıkların don değiştirerek
dünyaya geldiğini düşünen yirmili yaşlardaki Civan Yusuf’la başlayan ikinci
kitap… Civan Yusuf, bacaklarını kollarının arasına almış, başı eğik, çaresiz
Elif’i “…seni bırakmayacağım, bırakırsam
da bana yazıklar olsun.” diyerek kucağına aldığında, bazen babası Âşık
Kerem’in, bazen birinci kitaptaki Faruk’un donuna girip, onun ağzından konuşup
hareket eden, düzene karşı isyan eden, bir devrimcidir artık.
Kendine yeni bir beden
arayan hayalet gibi “anılan coğrafyada” umudu arayan hayaletin kendisi de yenidir…
… ve bu umudun arkasında, aynı yörede, aynı köyde
yabanı bilen, doğduğundan beri yabanla yaşayan, yasaları yabana bağlı, Kadir
Ağa, Şeyh ve karakol komutanı gibi sistemi koruyup kollayanlarla, Aynur, Orhan,
Ece, Murat, Halil, Ferit gibi sisteme karşı çıkan zıtların birliği vardır artık…
ve…
Sus Barbatus! benim donumda, ben kanatlarını açmış
Sus Barbatus’un donunda, ikimiz de yerleştik kitabın kapağına, bir bakalım
kollarını açan yabana, ne var ne yok aşağıda, kimler var romanda?
-o-
·
Gençlik
yıllarında Roma tarihine merak salmış, Lykurgos’[6]un
toplumcu çılgınlıkları ile büyülenmiş, sosyalizme bu yolla inanmış… “Dünya’nın yarısı, biz ve bizim eşit barışçıl
toplumumuza inanmasa bile zarar yok. Biz de dünyanın o yarısına seyahat
etmeyiz.” diye düşleyen… yağmurun içinde uyuyan kızı gördüğünde -Marksizm’in
insani duygulara karşı olmadığını tersine bu duyguları gerçek temellerine
oturttuğunu söyleyen, Faruk’u duymuşçasına kızı, yaralı bir kuş gibi avucuna
alarak barınağa doğru yol alan, romantik Halil,
·
Yanında
köpeği KARAGÖZ ile her adımında
başka yönden parıldayan, çelik örme
yaman tüfeği, otların arasında yaralı üniversite öğrencisi Ferit’i bulduğunda gözleri
dolan, -Ben size demiyor muyum? Buraları iyi öğrenmeden olur mu?... diye söylenen,
delidolu Aynur,
·
Bekir komutanı -
Yahu, bana bak. Askere kılavuzluk etsin diye yanımıza aldığımız şuursuz iz
sürücü, it, devletin askerinin yanında silah kullanacak ha?... derken, kıpkırmızı
olmuş suratıyla dinleyen… o arada -Ne olacak bunlar da bir nevi sarhoş asker
değil mi? - Ama dur senin de defterin dürülecek belli ki, diye içinden
söylenen… ilk fırsatta Ç.deki büyük karakola gidip - Komutanım böyle, böyle, bu
Bekir’in rakıdan şaraptan başını kaldırdığı yok… diyerek, ihbarlarına bir
yenisini ekleyen, can çıkar huy çıkmaz örneği, ihbar ettiklerinin arasına
kardeşi Mustafa Öğretmen’i bile ekleyebilmiş Kadir Ağa ile
·
Yüreğindeki yayın
çıtırtısını duyup, gerginliğine son vererek, söylenecek ve yapılacak şeyin ne
olduğunu anlayan, Aynur’un verdiği Devrimcinin Kitapçığını babasının askıda
bıraktığı ceketinin astarının içine diken, Kadir Ağa’nın kızı, Ece,
·
Dursun, Kadir
Ağa’ya - valla Aynur’un öyle bir çiftesi var ki, örme çelik, ben ömrümde öyle
güzel öyle parlak çifte görmedim. Paltosunun altından çıktı üzerime tuttu ama
bana sorarsan bu işler ondan değil de hep bu herifin başı altından çıkıyor...
derken, Nasip’le beraber, ayaklarından ağaca astıkları, nefesi,
nefesimizde Mustafa Öğretmen’in oğlu Orhan,
·
Korkunca son
derecede kurnaz, tıslayarak konuştuğunda düşmanlarının kemiklerini donduran,
kimsenin boy ölçüşemediği iz sürücü, iyi nişancı, Jilet…
Hikâye: “Kuşların hepsi tüylerini geri aldılar. Bir eksikle. Pencerenin önünde
kalan o tek tüyü Hz. Süleyman tanıdı. Uçuk mavi ten rengi bir tüydü bu.
Gözyaşları içinde sordu. Kimdin ki gelip de bu derdi bana bıraktın. Sonra tüyü
oradan aldı, götürüp kendi baş yastığının içine koydu.”
…yeşil
parlak bir kuş belirdi üzerinde... Kuşun yalımlar saçan bir tüyleri vardı. Böyle
yanardöner, kendi içinde durmadan değişen tüylerdi bunlar. Öyle ki, kuş
kıpırdadıkça rengi değişiyor ve bu değişken renkler hem göz alıyor, hem de
insanın gözünü yakıyordu. Kuş, koyu yeşil yapraklı tozlu kunt bir çalıya konsa
ansızın o çalının rengine bürünüyordu. Oradan kalkıp bir lahana çiçeğinin
moruna geçse bu kez morarmakla bambaşka bir hal alıyordu. Boz ve de ölmüş
bitmiş kül rengi bir toprak parçasının üzerinde, bu kuşun rengi de bozarıyordu.
İşte O Kuş, yağmurun dayağını yiyen kanatlarıyla başka biri gelip de içine
girmiş, yenilenmiş gibi Jilet’in başına kondu.
-0-
·
Ferit’in izini
bulan Jilet yere uzanmıştı. Kepi düşmüş yüzüne su doluyordu. Az beri çektiler
uyanır gibi oldu, karısını görünce güldü. Zühre bir şey diyemedi, Jilet’in
soluğu kesildi elini gömleğin içine sokmuş sıkı sıkı sarılmış gibiydi. Zühre
paltoyu kaldırdı kocasının eline baktı. Küçük renkli tuhaf apak gözlü bir kuş
ölüsü vardı elinde.
·
Erol komutan
hışırtının geldiği yeri buldu. Kadir Ağa’nın ceketini astarıyla birlikte kesti
kâğıdı aldı, bildiriye göz attı. –Vay be, dedi sen de komünistsin demek… O anda
sanki Kadir Ağa’nın yarısı var, yarısı yok. Önünden baksan arkasında,
arkasından baksan önünde, bir şey saklıyor sanırsın.
-0-
·
Gülmeyi unutan
yoksul, ağlamayı unutan vicdansız, her ikisini de unutan insanlıktan çıkmış
Şeyh’in emrindeki iki gözü iki çeşme ağlayarak, CENNET’i Civan Yusuf’un yanına
getiren çocuk, - Bizim burada bir töremiz vardır. Kız, evlendiği gece şeyhimize
gider, gidince de onun yanında kalır. Benim diyeceğim bu kadar, dedi. O an karanlıkta
bir silah patladı. Civan Yusuf sarsıldı. Attan düştü.
·
Âşık Kerem uykudan
kalktı, duvardaki sazı, yanına aldı. Düşünde gördüğü kız, başında durmuş,
oğlanın alnını kuruluyordu. İçinden bir şey kalktı, bir ruh ayaklanıp içinden
çıktı. Sırtının üzerinde bir halı, halının üstünde canlandı canlanacak bir
ceylan duruyordu.
-0-
Dev kanatlarını açmış, mor karanlığın içinde azgın yağmurun altında kendi
görüntüsü ile birlikte Faruk ile Aysel’in görüntüsünü de taşıyan Sus Barbatus,
ormanın ağzından, köye doğru şöyle bir uçunca, devedikenlerinin, çinçarların[7] tatlı
çilotların, yabani kekiklerin kokusundan hepsi birden deliye döndüler. Sus
Barbatus köy meydanında GÖKYÜZÜ’nü gördü. Hepsi CENNET’in üstündeydi. Elif de, Civan
Yusuf da, Aşık Kerem de, sazı da. Ceylan şakın ve çaresizdi. Barbatus’u görünce canlandı. Barbatus alçaldı. Hepsini
sırtına aldı. Beni bıraktı.
O sırada, Âşık Kerem’in Barbatus’a - K. Köyü’nde benim
eski bir öğretmen arkadaşım var, Mustafa Öğretmen, bizi saklasa saklasa o
saklar, dediğini duydum.
“Mustafa Öğretmen kitabı açtı. Ağrı Dağı’nın betimlenmesiyle başlayan romanı
çocuklara okumaya başladı.”
İkinci kitap, beş yüz seksen altı sayfa. Erguvanlar, begonvillerle mor kesmiş yağmuru koyun, eflatuna kessin kıştan kalan kadehinize, dinleyin Mustafa Öğretmen’i, tasasız ve sağlıkla…
31.05.2021 mehmetealtin,
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
Yapı Kredi Yayınları, 1.
Baskı, Ekim 2020
[1] Ötücü
bir kuş olup türleri; Bayağı Çıvgın, Kafkas Çıvgını, Orman Çıvgını, Sarıkaşlı
Çıvgın, Yeşil Çıvgın, Söğüt Bülbülü, Yaprak Söğüt Bülbülü olarak anılır.
[2] Akarsu
yataklarında, kıyılarında ve genellikle de pınarların içinde bulunan, aşınarak
bilye gibi olmuş küçük taş(lar)
[3] Kara
kuşburnu, batı, orta ve güney Avrupa ve kuzeybatı Afrika'ya özgü bir gül
türüdür. Genellikle kum tepeleri veya kireçtaşı kaplamaları ile sınırlıdır ve
kireçtaşı üzerinde değilken tipik olarak kıyı dağılımına sahiptir.
[4] Turpgiller familyasından tarım alanları ve
çorak arazilerde yaşayan bir yıllık, dik gövdesi yıldızsı tüylerle kaplı olan
otsu bir bitki türü. Meyvesi ters kalp-üçgen şeklindedir. Taban yaprakları
rozet yapıdadır. Kültüre alınmış alanlarda, boş yerlerde, deniz seviyesinden
2000 m yüksekliğe kadar yetişir. Türkiye genelinde geniş bir yayılışı vardır.
Genç toprak üstü kısımları ayran aşına katılır, kurutularak çay yapılır, salata
olarak hazırlanıp yenilir. (Iğdır; genel).
[5] Horla
" (Fransızca: Le Horla ), Fransız yazar Guy de Maupassant tarafından, 26
Ekim 1886 tarihli Gil Blas gazetesinde yayınlanan çok daha kısa bir ilk
sürümünden sonra, 1887’de bir günlük tarzında yazılmış kısa bir korku
öyküsüdür.
Kısa öykü boyunca, ana karakterin akıl sağlığı veya daha
doğrusu yabancılaşma duyguları, Horla'nın düşüncelerine giderek egemen
olmasıyla hâkimiyet kurmasıyla sorgulanır. Başlangıçta, anlatıcı, kendisinin
akıl sağlığını sorgular ve "Deliriyor muyum?" Diye bağırır. İçmemiş
olmasına rağmen bir bardak suyunu boş bulduktan sonra, "durumunun"
tamamen "bilincinde" olduğu ve gerçekten de "onu en net şekilde
analiz edebileceği" için, aslında delirmediğine karar verir. Horla'nın varlığı
kahramanı "izler… … bakar ... [ve] ona hükmettiği için gittikçe daha
tahammül edilemez hale gelir.
[6]
Lykurgos, ne zaman yaşadığı tam olarak bilinemeyen Sparta kralıdır. İlk
çağlardaki sosyalizmi kurmaya çalışması, bunun için ortak yemek sofraları gibi
araçları da kullanmış olması hakkında bilinenlerdir.*Kaynak:Lykurgos'un hayatı
J.J. Rousseau Toplum Sözleşmesi'nde O'ndan bahsederken; "Lykurghos vatanı
için yasalar yaparken işe önce krallıktan vazgeçmekle başladı" demektedir.
Rousseau'nun bu gönderimi O'nun ülkesine adil ve tarafsız yasalar yapmak için
kendi yönetme hakkını bir kenara bıraktığını göstermektedir. Zaten Rousseau da
bu örneği, yasa yapanlar yönetmemelidir, yönetenler de yasa yapmamalıdır
görüşünü ileri sürerken vermektedir (J.J.R.) Toplum Sözleşmesi, 2008, Say
Yayınları, s: 94-95). “ Sparta efsanevi kurucu Krallarından olan Lykurgus
toplum düzeninde eşitlikçi neredeyse ütopik sosyalizmin bayrağı gibiydi.
Toplumda yerleştirmeye çalıştığı eşitlikçi düzende paranın zararlı olacağını
düşünerek demirden öylesine ağır bir para bastırmış ki ne taşınır ne
saklanırdı.
[7]
Isırgan