---------------------------------------------
Son günlerde adları ve kimlikleri
Türkiye’nin hemen her yerinde tartışılan ve adları sıkça anılan iki tarihi
şahsiyeti konu alan Amin Maalouf’un “Afrikalı Leo’dan sonra ikinci romanı olan
“Semerkant”ı tekrar okuyup size tanıtmaya karar verdim.
Amin Maalouf’un İran’ı, İran’ın
Selçuklularla ilişkilerini anlattığı bu kitabı, Ömer Hayyam’ın 1072’de
Semerkant’ta yazdığı “Rubaiyat”ın, el yazması aslının peşinden koşan, Benjamin
O. Lesage’ın (Bu arada Benjamin’in O. olarak kısaltılan göbek adının Hayyam’dan
esinlenerek Omar olduğunu belirteyim)
odağında olduğu iç içe iki öyküden oluşuyor. Ömer Hayyam’ın rubaileri yüzünden
uğradığı haksızlıklara, yobazların zındık olduğuna yönelik karalamalarına
verdiği “yobazların işgüzarlığından uzak
durdum hep ama Bir’in iki olduğunu da asla söylemedim” cevabı, Bir’e
inandığını söyleyenlerin Ömer Hayyam’ı sevmeleri için yeterli olmalıdır. Ancak
bu kara çalma hali günümüzde de, bir rubaisini kendisinden bin yıl sonra sosyal
medyada tekrarlayan Fazıl Say’ın “İleri Demokrasi” uygulamaları çerçevesinde
mahkûm edilmesiyle durmaksızın sürdürülmektedir.
Bu haliyle bile Ömer Hayyam’a tahammül
edemeyenlerin ve on bir yıldır sürdürdükleri ortaklıkta anlaşamayıp
bugünlerdeki kavgalarında muarızlarını “Haşhaşi” diye karalayanların:
- Alamut
Kalesi hâkimi Hasan Sabbah ile Ömer Hayyam’ın dost olduklarını,
- muarızlarının küçük düşürmek için Hasan
Sabbah ve acımasız takipçilerine uyuşturucu kullandıklarını ima ederek
“haşhaşiyun” demelerinin aslında Marco Polo gibi seyyahların yanlış
anlamasıyla batı dillerine Assasini (katiller) olarak aktarıldığını,
- Hasan
Sabbah’ın dinin esaslarına
yöneldikleri için kendilerine “Esasiyun”
denmesinden hoşlandığını
bilip bilmedikleri ise merak konusudur.
Bin yıl önceki dini hiziplere atıfla, bugün
birbirini karalayanların ortaklıkları bozulduğunda ve fırsat bulurlarsa
karşıtlarını ortadan kaldıranların elinde, sürüklenmek istediğimiz dini
gericilikle donatılmış toplumsal yapının ne kadar tehlikeli olduğu
görülmelidir.
- Ömer
Hayyam’ın Cihan ile yaşadığı aşk,
- Selçuklu
Sultanı Melikşah’ın, “kadınlar yönetir, erkekler savaşır” diyen karısı
Terken Hatun’un saray entrikaları,
- Melikşah’ın
Veziri Nizamülmülk ile Ömer Hayyam arasındaki hep Hayyam’ın galip geldiği
akıl oyunları,
- Hasan
Sabbah ile Ömer Hayyam’ın tanışmaları ve dini hizipler üzerine yaptıkları
tartışmalar,
- Adını, her gün çiğnensin diye ayakkabı köselelerinin altına yazacak kadar nefret eden Şiilerin hâkimiyetindeki İran’da herkesin güven ve sevgisini kazanan Ömer Hayyam’ın dönemine ve İslam öğretisine göre her birisinde ayrı bir hikmet olan, kimi rubaileri kitapta yer alan kayda değer hususlardan bazılarıdır.
Cahit
Mülazım’ın Notu:
------------------------------
Hayyam'ın
söylediği "TEK" e inanmak sadece tek Tanrıya inanmak demek değildir. Konu bu kadar basit
değildir. Neyi kastettiğini izin verin açıklamaya çalışayım…
İkilik ve Teklik sorunu Müslümanlığın ve diğer
dinlerin temel sorunlarından biridir. Sıradan dindarlar ile yobazlara
göre Tanrı ve kulları vardır. Bu ikiliktir.
Ömer Hayyam, Hacı Bektaş, Yunus Emre gibiler için ise bu
ikiliği reddetmek, Bir ile bir olmak gerekir. Bunlar kulluğu reddederler, Tüm
veliler ve arifler de öyle. İçlerinde
Tanrının bir parçasını taşıdıklarına, öldüklerinde BU
PARÇANIN TANRI İLE BÜTÜNLEŞECEĞİNE İNANIRLAR. Bu parçayı taşıyan
ama Kamil olamayanlar ise tekrar dünyaya geleceklerdir. Tanrının bir
parçası olduklarına gerçekten inananlar son tahlilde Müslümanlığı da diğer
dinleri de reddederler. Cennet ve cehenneme de inanmazlar. Kimilerinin
derilerinin yüzülmesi işte bu yüzdendir. Mevlana'da" düne ait ne varsa
eskidi cancağzım, artık yeni şeyler söylemek lazım" derken gerçekte bunu
söylemekte, eskimiş dini reddetmektedir.
Bana
göre iki tez de doğrudur. Tanrı ve kulları olduğu gibi, Tanrı ile bütünleşen
insanların olduğu da doğrudur.
İlk
tez doğrudur çünkü insan evrimleşen bir hayvandır. Ve Tanrı evrimleşen ve kan
dökücü olan bu hayvanları eğitmek için, Onlara bir ADAM gönderir. Ruhundan ruh
üflediği bir Âdem. Yani ilk insan… Âdem bunları kan dökücülükten uzaklaştırmak
için Tanrı ile onları eğitecektir. Onlardan kullar ve halifeler yaratacaktır.
İkinci
tez de doğrudur. Çünkü Tanrı dünyayı yaratmadan, Kün emrini vermeden önce,
ruhundan yaklaşık 450.000 parça ayırır ve bunları bir yıldıza(Orion)
koyar. Peygamber Mustafa ben Âdem’den önce vardım derken bunu kasteder. Aynı
şeyi Yunus Emre'de şiirlerinde kendisi için
söyler. Mevlana öteki âlemde yalnızca Ermişler ve Ariflere yer
vardır derken bunu anlatır. Bu ruhlar meclisinden kimileri zaman zaman belli
görevleri yerine getirmeleri için yeryüzüne gönderilirler ki, M.Kemal de
bunlardan biridir.
Kimi
yobazların ben sadece Allah'a hesap veririm sözü tamamen bir palavradır. Çünkü
onlar/kullar toprak olacaklar ve bir daha asla diriltilmeyeceklerdir. Zaten
bunu onlar da kavradıklarından her türlü rezilliğe fütursuzca imza atarlar.
Evrimden gelen ancak kâmilleşen insanlara ise ölüm yoktur. Onlar da Tanrı ile
beraber yürüyeceklerdir. Son söz; Halife Ali, " Ben görmediğim Tanrı'ya ibadet etmem." demiştir. Ama Onu
semada/gökyüzünde arayan hiç kimse göremez ve de ikiliği gideremez
ve dahi tek olamaz...
-----------------------------------------------------
Yapı Kredi Yayınları, 10. Basım – Ocak 1998
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder