4 Mart 2014 Salı



---------------------------------------------
Son günlerde adları ve kimlikleri Türkiye’nin hemen her yerinde tartışılan ve adları sıkça anılan iki tarihi şahsiyeti konu alan Amin Maalouf’un “Afrikalı Leo’dan sonra ikinci romanı olan “Semerkant”ı tekrar okuyup size tanıtmaya karar verdim.
Amin Maalouf’un İran’ı, İran’ın Selçuklularla ilişkilerini anlattığı bu kitabı,  Ömer Hayyam’ın 1072’de Semerkant’ta yazdığı “Rubaiyat”ın, el yazması aslının peşinden koşan, Benjamin O. Lesage’ın (Bu arada Benjamin’in O. olarak kısaltılan göbek adının Hayyam’dan esinlenerek Omar olduğunu belirteyim) odağında olduğu iç içe iki öyküden oluşuyor.  Ömer Hayyam’ın rubaileri yüzünden uğradığı haksızlıklara, yobazların zındık olduğuna yönelik karalamalarına verdiği “yobazların işgüzarlığından uzak durdum hep ama Bir’in iki olduğunu da asla söylemedim” cevabı, Bir’e inandığını söyleyenlerin Ömer Hayyam’ı sevmeleri için yeterli olmalıdır. Ancak bu kara çalma hali günümüzde de, bir rubaisini kendisinden bin yıl sonra sosyal medyada tekrarlayan Fazıl Say’ın “İleri Demokrasi” uygulamaları çerçevesinde mahkûm edilmesiyle durmaksızın sürdürülmektedir.
Bu haliyle bile Ömer Hayyam’a tahammül edemeyenlerin ve on bir yıldır sürdürdükleri ortaklıkta anlaşamayıp bugünlerdeki kavgalarında muarızlarını “Haşhaşi” diye karalayanların:
  • Alamut Kalesi hâkimi Hasan Sabbah ile Ömer Hayyam’ın dost olduklarını,
  •  muarızlarının küçük düşürmek için Hasan Sabbah ve acımasız takipçilerine uyuşturucu kullandıklarını ima ederek “haşhaşiyun” demelerinin aslında Marco Polo gibi seyyahların yanlış anlamasıyla batı dillerine Assasini (katiller) olarak aktarıldığını,
  • Hasan Sabbah’ın dinin esaslarına yöneldikleri için kendilerine “Esasiyun” denmesinden hoşlandığını  
bilip bilmedikleri ise merak konusudur.
Bin yıl önceki dini hiziplere atıfla, bugün birbirini karalayanların ortaklıkları bozulduğunda ve fırsat bulurlarsa karşıtlarını ortadan kaldıranların elinde, sürüklenmek istediğimiz dini gericilikle donatılmış toplumsal yapının ne kadar tehlikeli olduğu görülmelidir.
  • Ömer Hayyam’ın Cihan ile yaşadığı aşk,
  • Selçuklu Sultanı Melikşah’ın, “kadınlar yönetir, erkekler savaşır” diyen karısı Terken Hatun’un saray entrikaları,
  • Melikşah’ın Veziri Nizamülmülk ile Ömer Hayyam arasındaki hep Hayyam’ın galip geldiği akıl oyunları,
  • Hasan Sabbah ile Ömer Hayyam’ın tanışmaları ve dini hizipler üzerine yaptıkları tartışmalar,
  • Adını, her gün çiğnensin diye ayakkabı köselelerinin altına yazacak kadar nefret eden Şiilerin hâkimiyetindeki İran’da herkesin güven ve sevgisini kazanan Ömer Hayyam’ın dönemine ve İslam öğretisine göre her birisinde ayrı bir hikmet olan, kimi rubaileri kitapta yer alan kayda değer hususlardan bazılarıdır.

Cahit Mülazım’ın Notu:
------------------------------
Hayyam'ın söylediği "TEK" e inanmak sadece tek Tanrıya inanmak demek değildir. Konu bu kadar basit değildir. Neyi kastettiğini izin verin açıklamaya çalışayım…
İkilik ve Teklik sorunu Müslümanlığın ve diğer dinlerin temel sorunlarından biridir. Sıradan dindarlar ile yobazlara göre Tanrı ve kulları vardır. Bu ikiliktir.
Ömer Hayyam, Hacı Bektaş, Yunus Emre gibiler için ise bu ikiliği reddetmek, Bir ile bir olmak gerekir. Bunlar kulluğu reddederler, Tüm veliler ve arifler de öyle. İçlerinde Tanrının bir parçasını taşıdıklarına,  öldüklerinde   BU PARÇANIN TANRI İLE BÜTÜNLEŞECEĞİNE İNANIRLAR. Bu parçayı taşıyan ama Kamil olamayanlar ise tekrar dünyaya geleceklerdir. Tanrının bir parçası olduklarına gerçekten inananlar son tahlilde Müslümanlığı da diğer dinleri de reddederler. Cennet ve cehenneme de inanmazlar. Kimilerinin derilerinin yüzülmesi işte bu yüzdendir. Mevlana'da" düne ait ne varsa eskidi cancağzım, artık yeni şeyler söylemek lazım" derken gerçekte bunu söylemekte, eskimiş dini reddetmektedir.
Bana göre iki tez de doğrudur. Tanrı ve kulları olduğu gibi, Tanrı ile bütünleşen insanların olduğu da doğrudur.
İlk tez doğrudur çünkü insan evrimleşen bir hayvandır. Ve Tanrı evrimleşen ve kan dökücü olan bu hayvanları eğitmek için, Onlara bir ADAM gönderir. Ruhundan ruh üflediği bir Âdem. Yani ilk insan… Âdem bunları kan dökücülükten uzaklaştırmak için Tanrı ile onları eğitecektir. Onlardan kullar ve halifeler yaratacaktır.
İkinci tez de doğrudur. Çünkü Tanrı dünyayı yaratmadan, Kün emrini vermeden önce, ruhundan yaklaşık 450.000 parça ayırır ve bunları bir yıldıza(Orion) koyar. Peygamber Mustafa ben Âdem’den önce vardım derken bunu kasteder. Aynı şeyi Yunus Emre'de  şiirlerinde kendisi için söyler. Mevlana  öteki âlemde yalnızca Ermişler ve Ariflere yer vardır derken bunu anlatır. Bu ruhlar meclisinden kimileri zaman zaman belli görevleri yerine getirmeleri için yeryüzüne gönderilirler ki, M.Kemal de bunlardan biridir.
Kimi yobazların ben sadece Allah'a hesap veririm sözü tamamen bir palavradır. Çünkü onlar/kullar toprak olacaklar ve bir daha asla diriltilmeyeceklerdir. Zaten bunu onlar da kavradıklarından her türlü rezilliğe fütursuzca imza atarlar. Evrimden gelen ancak kâmilleşen insanlara ise ölüm yoktur. Onlar da Tanrı ile beraber yürüyeceklerdir. Son söz; Halife Ali, " Ben görmediğim Tanrı'ya ibadet etmem." demiştir. Ama Onu semada/gökyüzünde arayan hiç kimse  göremez ve de ikiliği gideremez ve dahi tek olamaz...
-----------------------------------------------------

Yapı Kredi Yayınları, 10. Basım – Ocak 1998

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder