23 Nisan 2019 Salı


Kıyıdan Uzakta, Mehmet Eroğlu, 476/CLXXXVIII


Âşık olan yazgısının kölesi olur! Ne yazık ki, önünde eğilmeden âşığını yüceltemiyor insan. 

Mehmet Eroğlu’nun, Mehmet Eroğlu olalı beri konusu, - genellikle yazdığı sınıflar arası çatışmalar ve geçişler dışındaki - bu romanı;  yürekte olmayan bir kadının,  gerektiğinde kullanılan bir kadına, arzu duyulmadan sadaka gibi sunulanlara karşı…
“ İlişkimiz gerçek bir çoraklık, çiçekleri olamayan ilkbahar gibiydi.”s.29 “ Bedenim, bir zamanlar varlığına ilişkin belirtiler bulunan ruhum için derme çatma bir barınak gibiydi…” s.38 “ Sen, beni yüreğinde değil, cebinde kullanışlı bir eşya gibi taşıdın.”  S.71

Kaybettiklerinin, yoksun kaldıklarını başka birinde arayışının, donmuş ruhundan, kıştan kalanlara karşı, suya ve toprağa düşen cemrenin, hayatındaki ve bedenindeki, “yeni bedenin” getirdiği baştan çıkarıcı baharın, yasak hazzın vicdan azabında itirafının, bir – erkek yazar tarafından yazılmış – bildirisi, “manifestosu” gibidir.
“ … ruhumun, giyinişimin sadeliği, hep yoksulluğun kiri gibi durmuştu üzerimde. Oysa şimdi onun varlığı ve yaydığı ışıltıyla o kir kaybolmuş, temizlenmişti…” s. 49 “ … ne zaman uzansam yıkık bir mabedin sunak taşına yatmışçasına ürperdiğim yatak,  cennetin çiçekli kapısına dönüşmüştü. “ s.56

Ölüm süreci içindeki annesi, yaşlı komşusu ve onun yaşlı eşeği ile Zühal,  Kıyıdan Uzakta, aynasından ve aynasının arkasındaki sırın sırrından,  aşkı bütün boyutları ile sorgularken, yaşama sevincini, ruhunu yeniden yitiren bedeniyle beraber bilinci de ölmeye yatmış gibidir.
Sayfa sayısı oldukça az, ancak kapsamlı bir içeriğe sahip sürprizlerle dolu bu romanı özellikle kadın arkadaşlarıma önerirken… kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…

23.04.2019 mehmetealtin,
-----------------------------------------------------------
İletişim Yayıncılık, 1. Baskı, 2018

20 Nisan 2019 Cumartesi



Sus Barbatus!,[1] Faruk Duman, 196/CLXXXVII


“ Bir şey öğretebilmek için, önce köylülerden öğrenmek, onlarla gülüp, onlarla ağlamak gereklidir. “ İ. Hakkı Tonguç

“Yabancı, yaban yerde ayrıksı durur. Suyu verilir misafir edilir, uzun kalması istenmez.”  Yabancının uzun ziyareti yabana zarar verebilir. Ya da yaban, yabancıya yardımdan dolayı zarar görebilir. Aydın, -sonsuz sürgünlüğünde- gittiği hiçbir yerde rahat edemez, hukukun değil de, devletin soluğunu sürekli ensesinde hisseder. O soluk egemen sınıfın soluğu,  hukuk da onun hukukudur.” S.281-282-284

Faruk Duman’ın Yaşar Kemal’in nakış, nakış işlediği dile yakın bir dille, bazı sayfalarda nefes kesen doğa ve canlı betimlemeleri ile 12 Eylül darbesine hızla giden süreç içinde geçen bu romanı; karısı Zeynep’e âşık yoksul Kenan’ın bir yaban domuzu peşindeki yaşam savaşının etrafındaki, karın ve soğuğun köşeye sıkıştırdığı… soğuk ve fırtınanın evleri bastığı… aynı köyde yaşayan ve her birinin eli bir türlü bağla birbirine değen kişilerin gerçeklerinden masala evrilen bu anlatısı… dönemin ağır, karanlık günlerine göndermelerde bulunacak, diğer mevsimleri unutturacak kadar ağır kış koşulları içinde, anlatılanların, her coğrafyada geçerli olacağı düşüncesiyle K. Şehri, Ç. Gölü, A. Dağları diye anılan, ama anlaşıldığı kadarıyla Kars, Ardahan ve Çıldır gölü dolaylarında geçiyor.

“ Birden bir ışık patladı, tepenin arkasından bir ışıltı koptu yükseldi. Yükselince bu parıltının içinde dolu gülleleri daha aydınlık göründü. Kayalıkların üstündeki kartallardan biri dolunun korkusuyla yerinden çıktı, aşağılarda gördüğü kıpırtı aklını başından almıştı. Kanadının üstüne gülleler yağınca kara kırmızı yuvarlandı, patırtılarla aşağıya düştü.” S.213-214

Yukarıda en başta da değindiğim gibi aydınlarla, devrimcilerle halkın arasındaki konum uzaklığının, anlatı kopukluğunun, toplumsal fayda/toplumsal maliyet analizlerindeki yanlışlıkların gerçeğin fırçasındaki kış manzaralarında yakılmış bir ağıt olarak gördüğüm bu romanda; doğanın acımasız koşullarının günlük yaşama yansıyan caydırıcı koşullarına direnenler ile… dondurulmuş duyarsız beyinleriyle yaşayanlara karşılık…

“ Doktor Servet, at evin önüne yanaştığında bitap düşmüştü. Atalay ise babasının ayaklarının dibine yığıldı.’ Çocuğu içeri alın’ dedi doktor. ‘ Allah’tan doktorunu yanında getirmiş ‘ diye güldü Kadir Ağa. Doktor ağaya ters ters baktı ve çocuğu eve sürüklemeye başladı. S.166

“ Aynur, ‘ Biz onu kaçırmakla sadece onu kurtarmayacak, bir çarpışmayı kazanacaktık.’ Mustafa öğretmen, ‘ Cesaretle öngörüsüzlük başka şeylerdir… Seni öldü sandılar da bıraktılar sanıyorsun. Savcının ve polisin senin yaşadığından da nerede olduğundan da haberii var.’ Aynur, ‘ Olsun. Ben de yoldaşların yanına giderim.’ Gülşen, ‘ Otur oturduğun yerde’. Aynur ağlamaya başladı. ‘ Sizi küçük burjuvalar, rahatınız yerinde değil mi?’ Mustafa öğretmen düşünceler içinde ‘ Orhan’ı da almışlar.’ dedi.” S.461

romanının kapağındaki iki kahraman ile Sus Barbatus!’un heybetli duruşu, topluma yansıyan şiddet, baskı ve küstahlığın toplumun en küçük en duyarsız birimlerinin vicdanında bile reddedilişinin ve umudun devamı gibiyken… Kenan’ın yaşam savaşında el arabasındaki Sus Barbatus! da her koşulda yaşamanın simgesi gibidir.

“ Sus Barbatus, uyuyan kadının memelerinin üstüne kondu. Kadın bir yerlerine bıçak saplanıyormuş gibi acıyla ağzını açtı. Sus Barbatus bir çırpıda içeriye girdi. Girince de Aysel’in gözleri fal taşı gibi açıldı.” S.212

“ Buz çatırtılarla yarıldı. Gölün üstünde kırmızı bir ışık seli belirdi. Yarık dondu. Birden aynı yerde suyun altında bir top sarı ışık belirdi. Işık patladı, buzu dövdü, buz çatladı Sus Barbatus sırtında Aysel ile Faruk dışarı çıktı. Üç adam boyu yükseldiler. Buz tutmuş, buz kılıçları altında ormana doğru uçup gittiler.” S.486

“ Kenan, kendini arabayla Sus Barbatus’un üstüne bıraktı, hızla eve sürüklendi. Kapı yarı açık, içerdeki perde ayazda sallanıyordu. Düşe kalka eve girdi, gaz lambasını yaktı. Sedirin altındaki Zeynep’i görünce deliye döndü. Kadının hırpalanmış koluna, yüzündeki kan izlerine, boşalmış karnına baktı. Karısına sarıldı, sarsıla, sarsıla ağlamaya başladı. Zeynep’in gözyaşları damlaya damlaya Kenan’ın alnında birikti, boynuna aktı. Sus Barbatus, arabanın üstünde sabırla bekliyordu.” S.563

Beş yüz altmış iki sayfalık bu kitabı okumadan önce, hazır olun soğuğa, buza kurda, kuşa elinizdeki sıcak bir kupayla sonra da kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…

Not:  Kız, - Çok kaydım ben orada- dedi. Eskiden çar zamanında buzun üstünde balolar tertip eder, böyle kabarık etekler giyerdik. S.400” diyor ama kızın yaşadığı dönem ile çarlık dönemi aynı kümede kesişmiyor!   

20.04.2019 mehmetealtin,
-----------------------------------------------------------
Hep Kitap, 1. Baskı, Kasım 2018


[1] Sakallı yaban domuzu

14 Nisan 2019 Pazar



Sempatizan, Viet Thanh Nguyen, 742/CLXXXVI

Çeviri: Duygu Akın

Ben, Fransız rahipten olma, Vietnamlı kadından doğma, Amerikan üniversitelerinden eğitimli, Saygon’da Ulusal Polis Teşkilatında görevli, (Đảng Cộng sản Việt Nam)= Vietnam Komünist Partisi, VKP üyesi, köstebek ajan, çift yüzlü, Yüzbaşı…

Bu kitap,

Köy muhtarı babası, komünist yerel yönetim tarafından kurşuna dizilmiş, bu nedenle komünistlerden nefret etmiş, Guam’daki özel kuvvetlerde eğitilmiş, “ biz, Üç Silahşorlar ’den, “ ‘ölümden kurtardığım dostum Bon’a,

VKP’de üst düzey çekirdek kadro üyesi devrimciye, ne istersem yapacak bir kişiye, cümlenin kuvvetine, kelimenin ağırlığına değer veren bir yazara, ne istediğimi benden daha iyi bilen kardeşime, partinin talimatlarını bana ileten sırdaşıma, bana işkence etmiş zalim sorgulayıcım, “ biz, Üç Silahşorlar ’den, “  dostum Man’a

itiraflarımdır.

Tipik bir Amerikan bestseller kapağını taşıyan bu kitap bol Amerikan savaş güzellemeleri ile dolu olacağı endişesi içinde bana itici gelirken almamak, yazarı Vietnamlı olduğu ve övüldüğü için çekici gelirken almak, konusunda çok bocaladım. İyi ki de almışım.

“Hollywood, erdemli bir figüran olmaktansa kötü ve kaybeden adam kahramanı olmanın ‘seyirciye daha çekici’ daha iyi olduğunu kavramıştı. ‘Amerika’nın günün birinde açacağı bir sonraki savaşın ön hikâyesini de şimdiden bünyesinde taşıyan… s.226’ … senaryoda yoksul, şeytanî ya da yoz rollerindeki Vietnamlılar, tarafı ne olursa olsun, zavallı görünecek, sarı iyi insanları, sarı kötü insanlardan kurtaran, kaybeden beyaz adamın destanına hammadde kılınacaktı.” S.170

Evet, bu kitabın yazarı, Viet Thanh Nguyen Vietnamlı olsa da o bir Amerikan vatandaşı. İngilizce yazılan ve Amerika’da basılan Vietnam Savaşı ile ilgili bu romanı,  bir Vietnamlının bakış açısından yazıldığı için de çok değerli… ve bu nedenle de Türkiye’de basılan Vietnam Edebiyatına ait bir kitap olarak değerlendirilebilir.  Bunu böyle diyorum, çünkü, sokaklarında Ho, Ho, Ho Chi Minh… bir, iki, üç, daha fazla Vietnam… Ernesto'ya bin selam diye bağırıp andığımız Vietnam Savaşı, Türkiye’nin siyasal geçmişinde derin izler bırakmasına rağmen maalesef bu savaş hakkında Türkiye’de basılan bir roman yok gibidir, hatta Vietnam Edebiyatı hakkında basılmış ve bilinen kitap yok gibidir. Bu nedenle de Türkiye’de basılan bir Vietnam romanı olarak değerlendirilebilir.

Sempatizan, manşetten de anlaşılacağı gibi, babası Fransız, annesi Vietnamlı olduğu için çift kimlikli… bünyesinde taşıdığı ve aldığı eğitim nedeniyle doğu ve batı kültürleri arasında çift kimlikli… Güney Vietnam Ordusuna bağlı polis teşkilatında görevli Vietnamlı komünist bir ajanın, çift kimlikli bir köstebeğin Vietnam’da başlayan, savaş sonunda Amerika’da görevlendirilerek adeta bir sürgün hayatı ile devam eden… aksine talimatlara rağmen kişisel ve özel kararı nedeniyle tekrar Vietnam’a doğru sürüklenen öyküsünü anlatıyor.
“… öğrencilik yıllarımda ırkım yüzünden yabancılık hissetmemiştim. Misafir muamelesi görüyordum. Şimdi ise Amerikalı olduğum halde yabancı sayılıyordum.” S.162
Hem Batılı, hem Doğulu, ne Batılı, ne Doğulu iki arada bir derede kalmışlığın dayanılmaz acısı ile… yıkıma uğrayanların, kaybedenlerin ayakta kalma uğruna değiştirdikleri kimlikler, kazananların yeni iktidarında değiştirilen kimliklerle, zulmedilenlerin zulmünde şekillenen günlükler üzerinden yürüyen, çok katmanlı kitabın satırlarında, savaşın taşıdığı son derecede acı olayların bazılarını okuduktan sonra belleklerden silip atılması ise çok zorlaşıyor.

Komünistler kazanmadan önce bizi yabancılar mağdur ediyor, dehşete sürüklüyor ve küçük düşürüyordu. Şimdi ise kendi halkımız… bu da bir gelişme sayılır herhalde?’” s.193
“ Sonunda anladığım, devrimimizin nasıl siyasi değişimin öncü birliği olmaktan çıkıp, iktidar ve güç istifçiliğinin artçı birliğine dönüştüğüdür…  ‘Hiçbir şey özgürlük ve bağımsızlıktan değerli olmasa da, hiçbir şey aynı zamanda özgürlük ve bağımsızlıktan değerlidir de.’” S.461

Çevirmen Duygu Akın kusursuz çevirisi ile kitabın belleklerde derin bir iz bırakmasında önemli bir katkıda bulunuyor. Kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…

14.04.2019 mehmetealtin,
Kafka/Epsilon Yayınevi, 1. Baskı, Kasım 2017