20 Nisan 2019 Cumartesi
Sus Barbatus!,[1] Faruk Duman, 196/CLXXXVII
“ Bir şey öğretebilmek için, önce
köylülerden öğrenmek, onlarla gülüp, onlarla ağlamak gereklidir. “ İ. Hakkı
Tonguç
“Yabancı, yaban yerde
ayrıksı durur. Suyu verilir misafir edilir, uzun kalması istenmez.” Yabancının uzun ziyareti yabana zarar
verebilir. Ya da yaban, yabancıya yardımdan dolayı zarar görebilir. Aydın, -sonsuz
sürgünlüğünde- gittiği hiçbir yerde rahat edemez, hukukun değil de, devletin
soluğunu sürekli ensesinde hisseder. O soluk egemen sınıfın soluğu, hukuk da onun hukukudur.” S.281-282-284
Faruk Duman’ın Yaşar
Kemal’in nakış, nakış işlediği dile yakın bir dille, bazı sayfalarda nefes
kesen doğa ve canlı betimlemeleri ile 12 Eylül darbesine hızla giden süreç
içinde geçen bu romanı; karısı Zeynep’e âşık yoksul Kenan’ın bir yaban domuzu
peşindeki yaşam savaşının etrafındaki, karın ve soğuğun köşeye sıkıştırdığı…
soğuk ve fırtınanın evleri bastığı… aynı köyde yaşayan ve her birinin eli bir
türlü bağla birbirine değen kişilerin gerçeklerinden masala evrilen bu anlatısı…
dönemin ağır, karanlık günlerine göndermelerde bulunacak, diğer mevsimleri unutturacak
kadar ağır kış koşulları içinde, anlatılanların, her coğrafyada geçerli olacağı
düşüncesiyle K. Şehri, Ç. Gölü, A. Dağları diye anılan, ama anlaşıldığı
kadarıyla Kars, Ardahan ve Çıldır gölü dolaylarında geçiyor.
“ Birden bir ışık patladı, tepenin arkasından bir ışıltı
koptu yükseldi. Yükselince bu parıltının içinde dolu gülleleri daha aydınlık
göründü. Kayalıkların üstündeki kartallardan biri dolunun korkusuyla yerinden
çıktı, aşağılarda gördüğü kıpırtı aklını başından almıştı. Kanadının üstüne
gülleler yağınca kara kırmızı yuvarlandı, patırtılarla aşağıya düştü.”
S.213-214
Yukarıda en başta
da değindiğim gibi aydınlarla, devrimcilerle halkın arasındaki konum uzaklığının,
anlatı kopukluğunun, toplumsal fayda/toplumsal maliyet analizlerindeki
yanlışlıkların gerçeğin fırçasındaki kış manzaralarında yakılmış bir ağıt
olarak gördüğüm bu romanda; doğanın acımasız koşullarının günlük yaşama
yansıyan caydırıcı koşullarına direnenler ile… dondurulmuş duyarsız beyinleriyle
yaşayanlara karşılık…
“ Doktor Servet, at evin önüne yanaştığında bitap
düşmüştü. Atalay ise babasının ayaklarının dibine yığıldı.’ Çocuğu içeri alın’
dedi doktor. ‘ Allah’tan doktorunu yanında getirmiş ‘ diye güldü Kadir Ağa.
Doktor ağaya ters ters baktı ve çocuğu eve sürüklemeye başladı. S.166
“ Aynur, ‘ Biz onu kaçırmakla sadece onu kurtarmayacak,
bir çarpışmayı kazanacaktık.’ Mustafa öğretmen, ‘ Cesaretle öngörüsüzlük başka
şeylerdir… Seni öldü sandılar da bıraktılar sanıyorsun. Savcının ve polisin
senin yaşadığından da nerede olduğundan da haberii var.’ Aynur, ‘ Olsun. Ben de
yoldaşların yanına giderim.’ Gülşen, ‘ Otur oturduğun yerde’. Aynur ağlamaya
başladı. ‘ Sizi küçük burjuvalar, rahatınız yerinde değil mi?’ Mustafa öğretmen
düşünceler içinde ‘ Orhan’ı da almışlar.’ dedi.” S.461
romanının
kapağındaki iki kahraman ile Sus Barbatus!’un heybetli duruşu, topluma yansıyan
şiddet, baskı ve küstahlığın toplumun en küçük en duyarsız birimlerinin vicdanında
bile reddedilişinin ve umudun devamı gibiyken… Kenan’ın yaşam savaşında el
arabasındaki Sus Barbatus! da her koşulda yaşamanın simgesi gibidir.
“ Sus Barbatus,
uyuyan kadının memelerinin üstüne kondu. Kadın bir yerlerine bıçak
saplanıyormuş gibi acıyla ağzını açtı. Sus Barbatus bir çırpıda içeriye girdi.
Girince de Aysel’in gözleri fal taşı gibi açıldı.” S.212
“ Buz çatırtılarla
yarıldı. Gölün üstünde kırmızı bir ışık seli belirdi. Yarık dondu. Birden aynı
yerde suyun altında bir top sarı ışık belirdi. Işık patladı, buzu dövdü, buz
çatladı Sus Barbatus sırtında Aysel ile Faruk dışarı çıktı. Üç adam boyu yükseldiler.
Buz tutmuş, buz kılıçları altında ormana doğru uçup gittiler.” S.486
“ Kenan, kendini arabayla Sus Barbatus’un üstüne bıraktı,
hızla eve sürüklendi. Kapı yarı açık, içerdeki perde ayazda sallanıyordu. Düşe
kalka eve girdi, gaz lambasını yaktı. Sedirin altındaki Zeynep’i görünce deliye
döndü. Kadının hırpalanmış koluna, yüzündeki kan izlerine, boşalmış karnına
baktı. Karısına sarıldı, sarsıla, sarsıla ağlamaya başladı. Zeynep’in
gözyaşları damlaya damlaya Kenan’ın alnında birikti, boynuna aktı. Sus Barbatus,
arabanın üstünde sabırla bekliyordu.” S.563
Beş yüz
altmış iki sayfalık bu kitabı okumadan önce, hazır olun soğuğa, buza kurda,
kuşa elinizdeki sıcak bir kupayla sonra da kalın kitapla,
tasasız ve sağlıkla…
Not: “Kız, -
Çok kaydım ben orada- dedi. Eskiden çar zamanında buzun üstünde balolar tertip
eder, böyle kabarık etekler giyerdik. S.400” diyor ama kızın yaşadığı dönem
ile çarlık dönemi aynı kümede kesişmiyor!
20.04.2019
mehmetealtin,
-----------------------------------------------------------
Hep Kitap, 1. Baskı, Kasım 2018
14 Nisan 2019 Pazar
Sempatizan, Viet Thanh Nguyen, 742/CLXXXVI
Çeviri:
Duygu Akın
Ben, Fransız rahipten
olma, Vietnamlı kadından doğma, Amerikan üniversitelerinden eğitimli, Saygon’da
Ulusal Polis Teşkilatında görevli, (Đảng Cộng sản Việt Nam)= Vietnam Komünist
Partisi, VKP üyesi, köstebek ajan, çift yüzlü, Yüzbaşı…
Bu kitap,
Köy muhtarı babası, komünist
yerel yönetim tarafından kurşuna dizilmiş, bu nedenle komünistlerden nefret
etmiş, Guam’daki özel kuvvetlerde eğitilmiş, “ biz, Üç Silahşorlar ’den, “ ‘ölümden
kurtardığım dostum Bon’a,
VKP’de üst düzey çekirdek
kadro üyesi devrimciye, ne istersem yapacak bir kişiye, cümlenin kuvvetine,
kelimenin ağırlığına değer veren bir yazara, ne istediğimi benden daha iyi
bilen kardeşime, partinin talimatlarını bana ileten sırdaşıma, bana işkence
etmiş zalim sorgulayıcım, “ biz, Üç Silahşorlar ’den, “ dostum Man’a
itiraflarımdır.
Tipik bir Amerikan
bestseller kapağını taşıyan bu kitap bol Amerikan savaş güzellemeleri ile dolu
olacağı endişesi içinde bana itici gelirken almamak, yazarı Vietnamlı olduğu ve
övüldüğü için çekici gelirken almak, konusunda çok bocaladım. İyi ki de
almışım.
“Hollywood, erdemli bir figüran olmaktansa kötü ve
kaybeden adam kahramanı olmanın ‘seyirciye daha çekici’ daha iyi olduğunu
kavramıştı. ‘Amerika’nın günün birinde açacağı bir sonraki savaşın ön hikâyesini
de şimdiden bünyesinde taşıyan… s.226’ … senaryoda yoksul, şeytanî ya da yoz
rollerindeki Vietnamlılar, tarafı ne olursa olsun, zavallı görünecek, sarı iyi
insanları, sarı kötü insanlardan kurtaran, kaybeden beyaz adamın destanına
hammadde kılınacaktı.” S.170
Evet,
bu kitabın yazarı, Viet Thanh Nguyen Vietnamlı olsa da o bir Amerikan vatandaşı.
İngilizce yazılan ve Amerika’da basılan Vietnam Savaşı ile ilgili bu romanı, bir Vietnamlının bakış açısından yazıldığı
için de çok değerli… ve bu nedenle de Türkiye’de basılan Vietnam Edebiyatına
ait bir kitap olarak değerlendirilebilir.
Bunu böyle diyorum, çünkü, sokaklarında Ho, Ho, Ho Chi Minh… bir, iki, üç, daha fazla Vietnam… Ernesto'ya bin
selam diye bağırıp andığımız Vietnam Savaşı, Türkiye’nin siyasal geçmişinde
derin izler bırakmasına rağmen maalesef bu savaş hakkında Türkiye’de basılan bir
roman yok gibidir, hatta Vietnam Edebiyatı hakkında basılmış ve bilinen kitap
yok gibidir. Bu nedenle de Türkiye’de basılan bir Vietnam romanı olarak
değerlendirilebilir.
Sempatizan, manşetten de anlaşılacağı gibi, babası
Fransız, annesi Vietnamlı olduğu için çift kimlikli… bünyesinde taşıdığı ve
aldığı eğitim nedeniyle doğu ve batı kültürleri arasında çift kimlikli… Güney
Vietnam Ordusuna bağlı polis teşkilatında görevli Vietnamlı komünist bir ajanın,
çift kimlikli bir köstebeğin Vietnam’da başlayan, savaş sonunda Amerika’da görevlendirilerek
adeta bir sürgün hayatı ile devam eden… aksine talimatlara rağmen kişisel ve
özel kararı nedeniyle tekrar Vietnam’a doğru sürüklenen öyküsünü anlatıyor.
“… öğrencilik yıllarımda ırkım
yüzünden yabancılık hissetmemiştim. Misafir muamelesi görüyordum. Şimdi ise
Amerikalı olduğum halde yabancı sayılıyordum.” S.162
Hem
Batılı, hem Doğulu, ne Batılı, ne Doğulu iki arada bir derede kalmışlığın
dayanılmaz acısı ile… yıkıma uğrayanların, kaybedenlerin ayakta kalma uğruna
değiştirdikleri kimlikler, kazananların yeni iktidarında değiştirilen
kimliklerle, zulmedilenlerin zulmünde şekillenen günlükler üzerinden yürüyen, çok
katmanlı kitabın satırlarında, savaşın taşıdığı son derecede acı olayların
bazılarını okuduktan sonra belleklerden silip atılması ise çok zorlaşıyor.
Komünistler kazanmadan önce bizi
yabancılar mağdur ediyor, dehşete sürüklüyor ve küçük düşürüyordu. Şimdi ise
kendi halkımız… bu da bir gelişme sayılır herhalde?’” s.193
“ Sonunda anladığım, devrimimizin
nasıl siyasi değişimin öncü birliği olmaktan çıkıp, iktidar ve güç
istifçiliğinin artçı birliğine dönüştüğüdür…
‘Hiçbir şey özgürlük ve bağımsızlıktan değerli olmasa da, hiçbir şey
aynı zamanda özgürlük ve bağımsızlıktan değerlidir de.’” S.461
Çevirmen
Duygu Akın kusursuz çevirisi ile kitabın belleklerde derin bir iz bırakmasında önemli
bir katkıda bulunuyor. Kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…
14.04.2019
mehmetealtin,
Kafka/Epsilon Yayınevi, 1.
Baskı, Kasım 2017
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)