20 Ocak 2021 Çarşamba

 

Aşk ve İsyan, Nedim Gürsel, 544/ CXCI

 

“ Bu kentte tanıştığı, yarenlik ettiği, hikâyelerini dinlediği insanlar, hayal perdesi benzeri, deve derisinden kesilmiş suretlerden mi ibarettiler acaba? Hayal perdesine çıkıp rollerini oynadıktan sonra kayıplara mı karışıyorlardı? “ s.179

 

Nedim Gürsel’in bu romanı, Voltarie’nin “dünyadaki acıların birer zorunluluk olduğunu ve Tanrının bundan daha iyi bir dünya yaratmasının mümkün olmadığını ileri süren”…  filozof Leibniz'in "mümkün dünyaların en iyisi" felsefesini eleştirmek için yazdığı (Candide ou l'Optimisme = Candide, ya da İyimserlik) romanın kahramanı Candide’nin, Arabesk filminin konusuna taş çıkartırcasına, İstanbul’da başına gelenlerin ironik ve erotik bir dille anlatırken…

Candide’nin kişiliğinde Lale Devri’ndeki Osmanlı’nın, geçmişinde boncuk arayanların gözüne sokarcasına, karanlık yüzünü, siyasal şiddet ve dalavereler içinde eşcinsel ilişkileri, tarihî gerçeklere uygun, ama abartılı kurmaca bir dil kullanıyor. Kitapta padişahların ırzına bile geçebilen oldukça hırpalanmış bir Osmanlı yaşamı karşımıza çıkarken… savaş meydanındaki mehter yürüyüşünde dahi ikinci adımda civelek taburlarının arkadan gelip gelmediğini kaygıyla izleyen, padişah dahil, savaşçıları örnek göstererek…  bunun hayatın olağan akışı olarak alınıp, algılandığını duyuruyor.

Bu durumun kanıtlanmış örneklerinden birisi olan; Zenta’da bozguna uğrayıp, sadaret mührünü düşmana kaptıran… eyalet paşaları ile birlikte Tisa ırmağında boğulup ölen Elmas Mehmet Paşa’ya, unvanını, ona ilk görüşte âşık olan, Sultan IV. Mehmet, Avcı Mehmet, verdiğini söylerken gibi onun ölümünden sonra da II. Ahmet’in kapatması olan Elmas bu dönemde üç tuğlu paşa, ardından Sultan II. Mustafa zamanında ise sadrazam olurken, sefahatin siyasetini tavana vurarak mühürlüyor.

Siyasetin her türlü rüşvete, hırsızlığa, rezilliğe dışavurumuna diğer örnek kişiler ise  gelecekte celladı olacak Patrona Halil’i, asılmaktan kurtaran Kaptan-ı Derya Kaymak Mustafa Paşa ile hamamda kendisine Patrona’dan başka kimseyi dokundurtmayan Ayasofya vaizi İspirzade’de olsa gerektir.

Hele bir de Patrona Halil isyanında Ayasofya vaizi başrolde olmak üzere hazırlık safhasında görev alanlara, “Manav Muslubeşe, Çardak Kolluğu çorbacısı, kahveci Ali usta, Çardak Kahvehanesi çubuktarı Rum Angeli. Ayasofya hamamı destebaşı ve vaiz İspirzade’nin muhabbet tellalı Karayılan Bey, Kıptî at cambazı Musa, Cebeci Ocağı neferi Turşucu İsmail, yorgancı Kanlı Veli, kayıkçı Alacalı Mustafa” ‘ nın adlarına göz gezdirildiğinde, Osmanlı’nın parıldayan aynasının arkasındaki sırın sırrı ortalığa saçılıp resmî tarihlerdeki parlak görünümü darmadağın oluyor.

Lale devrinde geçen romanda anlatıldığı üzere… Bonneval Kontu Claude Alexandre, nam-ı diğer Humbaracı Ahmet Paşa’nın alafranga ile alaturkanın kesiştiği fakirhanesinde isteyen şerbet, istemeyen şarap ikram edilirken… halka kıraathane açıp bedava kek dağıtan da olmadığı gibi insanlar hayal perdesinde rollerini yapıp kayıplara karışmakta, boğdurulan şehzadeler, kellesi giden paşalar ve vezirler, iğdiş edilenler, cariyeler, perdede oynamakta… yeni padişah yâr bana bir eğlence deyince, sazendeler çalar hanendeler söylerken, cellat kelle alıp, aynı oyun devamlı oynanmakta… Padişah’ın hattı hümayunu bostancı başının elinde, sadrazamın mührü celladın elinde, bok yoluna gidilse de yenileri gelmektedir yerine…

Özetle tarihsel roman yazacağım diye işkembe-i kübradan atmayan yazar, tutarlılığı elden bırakmadan, kurmacayla gerçeği aralarında fark gözeterek ince bir zekâ ve hünerle hayal perdesine yansıtsa da kullandığı dil, kafayı yemiş yaşlı erkekler dünyasının belirtileri içinde… kıvrak zekâsını yadsırcasına basit ve fazlasıyla erotik. Yahu ne olacak, alt tarafı bir nokta demeyin! Arapçada hamur teknesi gibi Be’nin altındaki nokta, tavşan kafalı Tı’nın üstüne sıçrayıp bir adet de çoğalırsa bu kitap kimine göre olur makbul, kimine göre de olur maktul. O zaman kim koşacak yazarın yardımına? Bu dilin, edebi inceliği, derinliği ve varsa ironisi, ben kavrayamadım. Bu da benim cehaletim. Eğer bu mizahsa, bu da mizah anlayışımın kıtlığından her halde… Anlayan varsa bana bir açıklasın hele.

Kısacası mizahi derinlikten çok, seksi derinliği olan kurgu, kitabı keyifle okunmaktan uzaklaştırsa da Osmanlı’nın parıldayan aynasının arkasını görmek isteyenlere bu kitabı öneririm.

Kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…

 


19.01.2021 mehmetealtin,

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

Doğan Kitap, 1. Baskı, Eylül 2020


4 Ocak 2021 Pazartesi

 


Oduncular, Roy Jacobsen 646/ CXC

Çeviri: Deniz Canefe

 

“ Sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı

Bir şafak vakti değişmiş olur.

Bir şafak vakti karanlığın kenarından

Onlar ağır ellerini toprağa basıp, doğruldukları zaman

En bilgin aynalara, en renkli şekilleri aksettiren onlardır

Asırda onlar yendi, onlar yenildi

Çok sözler edildi onlara dair ve onlar için

Zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur denildi.

-----

Memleketimden İnsan Manzaraları, Nazım Hikmet

 

Özellikle Yapı Kredi Yayınlarının öne çıkardığı günümüz İskandinav Edebiyatı, benim de kütüphanemdeki diğer kitaplar arasına girip omuz atar hale geldi. Norveç Edebiyat Eleştirmenleri Ödülü ve Tarjei Vesaas Ödülü de dâhil olmak üzere pek çok ödül kazanmış Norveçli yazar Roy Jacobsen’in aslı ‘Hoggerne’ adıyla yayınlanmış Oduncular, bunlardan birisi.

Kitabın başında, yazarın özgeçmişinde ;  “Bu romanda Norveç Kültüründe  ‘Büyük sınıf yolculuğu’ denilen ve 20. Yüzyılda Norveç toplumunun büyük bölümünün üst toplumsal katmanlara geçmesiyle yaşanan olgu, net ve doğrudan ele alınmıştır…”  denilirken, bu deyişin puslu, karlı ve karanlık bir dönemde Fin toplumundaki yansımaları, 'Oduncular'da, şu sözlerle yer buluyor.

“Bir gün bana budala diyenler ertesi gün süt veya et verirdi. İkisini de aynı anda verdikleri enderdi; azar azar verilen türden olduğumdan azla, -başkalarının gözünde hiç değeri olmayanlarla- yetinmeyi öğrenmem gerekmişti. S.8 

-0-

1939'un Noel’i öncesindeki soğuk kışta, Finlandiya'nın Soumossalmi kasabasında Timmo Vatanen’in şahsında başlayan roman, bizi II. Dünya Savaşı'nın hemen başlangıcında, Finlandiya'nın merkezi Karelya'da bölgesindeki kasabada, ülkenin en dar yerinden kesilerek belini kırmak amacıyla takviye güçlerini bekleyecek Kızıl Ordu birliklerinin tehdidi altında boşaltılan küçük kasabaya götürüyor.[1]

Ancak, kasabadan ayrılmayı reddeden, tek kişi, hayatta daima istediği şeyi yapmayı arzu eden, alçak gönüllü, Oduncu Timmo Vatanen’in, bunun nedenine verdiği yanıt ise basittir. “Buranın oduncusuyum, evlere odun dağıtan ‘ve kim olursa olsun[2]’ insanları sıcak tutan benim.”s.21

Rusların gelmesi dahi Oduncu’nun görev anlayışını değiştirmez. Aksine, kişiliğinin pamuklara sarılmış gizli nitelikleri… insan çöküşünün başlangıcı diye nitelediği uykusuzluk ve pisliği her koşulda reddi, beraber çalıştığı kişiler kim olursa olsun onlarla proleter dayanışması ve giderek buzlu kış aylarında hayat kurtaran bir kahramana dönüşmesi koşutunda kendini de tanımasına ve uyanmasına neden olurken… bunu kimilerinin ait olduğu sınıf temelinde yaşamlarının doğdukları andan itibaren içine sokulduğu ve asla uzaktan bakmayı öğrenemedikleri bir karanlığı andırdığını giderek keşfeder.

Diğer deyişle, yaşadığı çevrede çok fazla itibarı olmayan Timmo Vatanen kriz durumunda medetsiz insanlar arasından sıyrılıp büyümektedir. O bir kahramandır, hain değil, sadece bir oduncudur. Bu nedenle, Kızıl Ordu tarafından aralarında suçluların da bulunduğu odun kesmekle görevlendirilen ekipteki, zorda kalan, işini zorlukla yapan, donarak ölebilecek siyaseten düşman, ahlaken yoldaşları Ruslara da yardım etmektedir.

Zaten, proleter enternasyonalizmin gereği de bu değil midir?

Savaş ve ahlakın aynı fikirde olması çok nadirdir. Bence Oduncu’nun inisiyatifi, dirayet ve cesareti ile yarattığı ortamda Rusların hayatlarını kurtardığı için onların Timmo'ya teşekkür borcu olduğu kadar, onun da onlara, -ona bir insan olarak büyüme fırsatı verdikleri için- bir teşekkür borcu vardı ki, bakın ne der? “ Antanov’un bu andan itibaren benim için ölmeye hazır olduğunu anlamıştım yaşamımda böyle bir şey hiç olmamıştı. Barışta değil savaşta olmamıza rağmen onun Rus benim Fin olduğum aklıma bile gelmedi. S.91” “Bizim gibi değeri olmayan adamların gidebileceği kadar uzağa gitmiştik.  S.99”

Kısaca Oduncu,  II. Dünya Savaşı başlangıcında, Fin sosyal sınıfları arasındaki mahcup mesafeyi anlatırken, sınıf üyelerinin nereden nereye savrulduklarını gösterdiği kadar, savaş da dâhil her koşulda doğru ve dik duruşun erdemleriyle donatılmış, Finlandiya’nın insanın iliklerini donduran ormanlarında, bir yudumda okunup insanın içini ısıtacak bir roman.

Çeviri sübvansiyonları yoluyla Norveç edebiyatının ihracatını teşvik eden… NORLA Norwegian Literature Abroad, desteğinde Deniz Canefe’nin kusursuz çevirisiyle…




Kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…

04.01.2021 mehmetealtin,

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

Yapı Kredi Yayınları 1. Baskı, Ağustos 2020,



[1] Savaştan sonra, sessiz geçen on yılın ardından yanıp kavrulmuş bu minicik kasabadaki savunma taktiği, askeri akademilerde okutulması zorunlu bir vaka olarak ortaya çıktı. Elli bin askeri kapsayan, Kızıl Ordunun kıskaca alınıp tankı, topu, hava desteği olmayan kayaklı küçük savunma birlikleri tarafından dilim dilim edildiği bir vaka…

[2] Benim notum.