25 Ağustos 2022 Perşembe

 


Sus Barbatus! 3, Faruk Duman,

1. 2019, 48. Orhan Kemal Roman Ödülü,      2. 2019 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü

 

Mustafa Öğretmen kitabı açtı. Ağrı Dağı’nın betimlenmesiyle başlayan romanı çocuklara okumaya başladı.

Biz büyük bir devrim yaptık ve sonra bu devrimi işte o insani zaaflarımız ve uykularımız yüzünden yalnız bıraktık.

Acıktığımız ve susadığımız için yalnız bıraktık. Ama artık geri alacağız. ”

-o-

Faruk Duman’ın Yaşar Kemal’in nakış, nakış işlediği dile yakın bir dille, bazı sayfalarda nefes kesen doğa betimlemeleri ile 12 Eylül darbesine hızla giden süreç içinde geçen üçlemesi: aydınlarla, devrimcilerle, yöre halkının arasındaki konum uzaklığının, anlatı kopukluğunun… yapılan yanlışlıkların fırçasında kış, ilkbahar ve yaz manzaraları altında yapılmış birer tablo, yakılmış birer ağıt, olarak gördüğüm… hikâyeler, ozanlar, efsanelerle yüklü serisi, üçüncü romanla bitiyor.

 

Yazar, toplam 1636 sayfalık üçlemesinde, çok iyi bildiği bir coğrafyada, kısmen yaşadıklarını, transa geçmiş okura, soluksuz okuturken Türk Edebiyatında önemli bir makama oturuyor. Sinematografik anlatım dili ile üçlemesi, kült romanlar olarak anılmaya hak kazanıyor. Müritleri artıyor. Ciltleri okurken, her bir sayfada toprağın, suyun ve havanın kokusunu alıyor, bin bir çeşit bitkinin etrafında hımlıyor, yüzlerce hayvanın arkasından özgürce iz sürüyor, iyiliği de kötülüğü de görüyor, duyuyorsunuz. Hayvanlar ve bitkiler, görülmemiş bir canlılık sergiliyor. Kendilerini ifade etme yetenekleri, karşılıklı bir sohbete dönüşecek kadar çoğalıyor. Yazar, biçimsel ve teknik kaygılardan uzaklaşarak özgürce yazıyor ve hiçbir şey, bu büyülü, özel atmosferi bozmaya yetmiyor. Konuştuğu gibi yazıyor. Kendi biçimini yaratıp, bu bir Faruk Duman dilidir, diyerek patentini alıyor.

 

Halk Edebiyatını kendine rehber edinen yazar, kendi biçemini de katarak edebiyatımıza yeni bir zincir ekliyor. Romanda ozanlardan, masallardan, efsanelerden alıntıların yer aldığı zamanla, zeminle kurguyla ilişkisi olan hikâyeleri hem romana ve hem de binlerce sayfada yok olmamak adına okura da nefes aldırıp, yön veriyor. Düşünmeye zorluyor. Ancak, bunlar ne kurguyu bozuyor, ne de okurun metne olan ilgisini ve saflığı zedeliyor.

 

Üçlemeyi siyasal ve/veya dönem romanı olarak adlandırmak doğru olmaz. Ama o coğrafyada yaşamış ve orada olanlara tanıklık etmiş ve/veya anlatılanları birinci elden dinlemiş olan yazar, siyasal duruşunun paydasında,  12 Eylül öncesi yaşanmışlıkları, anıları ve mücadeleyi kendi dilinde – Mustafa Öğretmenin ağzından-  anlatmaktan da geri durmaz.

Hatırlamak için, üçlemenin ilk ikisini özetlersek;

Sus Barbatus!1:

Anlatılanların, her coğrafyada geçerli olacağı düşüncesiyle K. Şehri, Ç. Gölü, A. Dağları diye anılan, ama anlaşıldığı kadarıyla Kars, Ardahan ve Çıldır gölü dolaylarında geçen üçlemenin birincisi, dönemin ağır, karanlık günlerine göndermelerde bulunan… Mavi’ ye kesmiş doğanın acımasız kış koşullarının günlük yaşama yansıyan caydırıcılığına direnenler ile donmuş duyarsız beyinleriyle yaşayanlara karşılık… soğuk ve fırtınanın evleri bastığı… aynı köyde yaşayan ve her birinin eli bin bir türlü bağla birbirine değen kişilerin gerçeklerinden masala evirilen anlatısı ile başlar.

Romanının kapağındaki Sus Barbatus!’un heybetli duruşu, topluma yansıyan şiddet, baskı ve küstahlığın toplumun en küçük en duyarsız birimlerinin vicdanında bile reddedilişinin ve umudun devamı gibiyken… Buz çatırtılarla yarılır.  Gölün üstünde kırmızı bir ışık seli belirir. Yarık donar. Birden aynı yerde suyun altında bir top sarı ışık belirir. Işık patlar. Buzu döver ve çatlatır. Sus Barbatus! sırtında Aysel ve Faruk ile dışarı çıkar. Üç adam boyu yükselir, buz tutmuş, buz kılıçları altında ormana doğru uçup giderken… Kenan’ın açlıkla savaşında el arabasındaki Sus Barbatus! her koşulda yaşamayı simgeler.  

Sus Barbatus!2:

Üçlemenin ikincisi, Civan Yusuf ve Elif ile başlar, Elif ve Civan Yusuf ile biter. Yaşadıkları coğrafya Yeşil’ lenir, siyaset giderek keskinleşir. Doğa,  viranesever baykuşlar, gözle görülmez puhu kuşları, nerede olduklarını anlamak için büyüteç gerektiren çıvgınlar, çakallar ve yaşlı kargalar gibi ciyaklayan tilkilerle beraber, ortaya çıkan, damları uğultuyla döven cılız taneleri eflatun, damlaları ile mor yağmur, umutsuzluğu umuda taşıyan çağşak suyla, ilkbahara döner. Orman, atgötü çalılarıyla, kuşekmeği tarlalarına bürünür. Yeşil, kırmızıyı parlatmak üzere orada bulunur, ışık bunların içinden öbür renkleri çıkarır. Kırmızı ortaya çıktığı zaman,  morun habercisi olur.

Atı CENNET’in Köroğlu soyuna dayanıp ölümsüz olduğunu, bu kutlu varlıkların don değiştirerek dünyaya geldiğini düşünen yirmili yaşlardaki Civan Yusuf, bacaklarını kollarının arasına almış, başı eğik, çaresiz Elif’i “-…seni bırakmayacağım, bırakırsam da bana yazıklar olsun.” diyerek kucağına aldığında… babası Âşık Kerem’in, Faruk’un donuna girip, onun ağzından konuşup hareket eden, düzene karşı isyan eden, bir devrimcidir artık. … bu umudun arkasında, aynı yörede, aynı köyde yabanı bilen, doğduğundan beri yabanla yaşayan, yasaları yabanca, yabana bağlı sistemi koruyup kollayanlarla, sisteme karşı çıkan zıtların birliği vardır ve…

Dev kanatlarını açmış,  mor karanlığın içinde azgın yağmurun altında kendi görüntüsü ile birlikte Faruk ile Aysel’in görüntüsünü de taşıyan Sus Barbatus, ormanın ağzından, köye doğru şöyle bir uçunca, devedikenlerinin, çinçarların  tatlı çilotların, yabani kekiklerin kokusundan deliye döner. Sus Barbatus köy meydanında GÖKYÜZÜ’nü görür. Hepsi de CENNET’in üstündedir. Elif de, Civan Yusuf da, Âşık Kerem de, sazı da. Ceylan şakın ve çaresizken, Barbatus’u görünce canlanır. Barbatus alçalır, hepsini sırtına alır. O sırada,  Âşık Kerem’in Barbatus’a “- K. Köyü’nde benim eski bir öğretmen arkadaşım var, Mustafa Öğretmen, bizi saklasa saklasa o saklar, dediği duyulur.”

-0-

Sus Barbatus!3:

Emperyalizmin hükmeden, güdücü gücünün yeniden belirleneceği, bu nedenle de kapitalist sarmalın şekilden şekle girdiği, insanları doğaya ve sosyal hayata daha da yabancılaştırıp boğan günümüze inat, Sus Barbatus! 3’ umut ve mücadelenin keskinleştiği sürecin romanıdır. Mustafa Öğretmen’in yüreğinde taşınan umut bu romanın satırlarından eksilmez. Kendine yeni bir beden arayan hayalet gibi “anılan ve Kızıl’ ın dalgalandığı coğrafyada” umudu arayan hayaletin kendisi de yenilenmiştir. Umudun arkasında, aynı yörede, aynı köyde yabanı bilen, doğduğundan beri yabanla yaşayan, yasaları yabana bağlı, sistemi koruyup kollayanlar, zıtların birliğini kırılma anına doğru yürümektedir.

Bu bağlamda, Sus Barbatus! Ben gözlerini aşağıya dikmiş doğanın, kavga sürecinin bileşenlerine bakan, Sus Barbatus’un donunda, ikimiz de yerleştik kitabın kapağına, bir bakalım kollarını açan yabana, ne var ne yok aşağıda, yeni kahramanları ile kimler var bu kitapta?

-0-

Dede Sultan’ın bıraktığı, boncuklarını Selçuklu ülkesinden getirttiği, acayip bir su mavisi olan boncuklu, çantanın içine giren COCO ile başlayan Sus Barbatus! 3 romanında, dünyada tek ve eşsiz olan, yalnızca atalarının bildiği bir yolla, boncuklarla örülen eyerleri yapan Dede Sultan başat karakterlerden birisiyken Sus Barbatus da artık başına buyruk kesilmiştir. Faruk ile Aysel’i daha az algılar. Aysel’in içine girince Aysel’i başka biri yapan Sus Barbatus, bu sefer halkı için savaştığını emek harcadığını, sınırlarını henüz kavrayamamış olsa bile bir mücadeleye girdiğini kavrayan Kemal’in gözlerinin içinden bakınca, mücadelenin ve duyguların çözümlemesi ile tepkileri ona yepyeni bir soluk getirir.

Bununla beraber, Kemal eğilir, mor reyhan basmış kayayı dinler, içinden bir uğultu ve rüzgâr sesi gelir. Abanır, kaya yerinden fırlar. Kayanın kalktığı yerden apak ince bir su yol bulup usul usul şırıldamaya başlar. Şimdi yerden su yerine boncuk fışkırmakta, boncuk, boncuk insanlar akıp, yollarını aramaktadır.

Ormanların içinde sudan yapışmış bir şeyler vardır. Yazın en sıcak günlerinde, yağmur yağmayacak olsa bile ağaçların kendisi, göğe uzanmış yaprak uçlarından başlayarak suya dönüşür. Ormanın içinde dolanan buhar bulutu sabahın ışıklarından dolayı renklenmiş, kime yerde eflatun kimi yerde mora keser. Yaz aylarında peri yuvalarının içinde küçük katı kara böcekler görülmeye başlar. Karafatmalar, gergedanböcekleri öyle ölümsüz ve sağlıklı olurlardı ki bir tanesi bütün peri yuvası halkını çürümüş kütüklerin içindeki böcek ve sinek halkını yer bitirir.

·         Bu günlerden bir gün, COCO, uçuruma iner, inince neye uğradığını şaşırır. Uçurum kelleşmiştir. Tutunamaz, taklalar atarak dere yatağının dibine kadar iner. Dili damağına yapışmış, lehlemektedir. Suya doyup, lehlemeyi kestiği zaman durur. Sıcağın çıkardığı koku, körpe yarpuzun, kinzinin, fındık filizlerinin, kökün, alabaşın, yerelmasının tadını taşıyan, keskin, bin bir hazla dolu bir kokudur. Ekin başları gökyüzünü soğurmak için yukarıya tırmanırken, yılanlar devrilerek çalı diplerinden akar. Hava yenilenmiş, börtü böcek dışarıya çıkmış COCO için de tehlike zamanıdır. Ne olur, ne olmaz der, Dede Sultan’ın bıraktığı, boncuklarını Selçuklu ülkesinden getirttiği, acayip bir su mavisi  boncuklu çantanın içine girer.

·         Dede Sultan’a göre o âlemler arasında bir yerdedir, İnsanoğlu kusurdan ibarettir. Hem de denilebilir ki onun yanında yöresinde kusurdan başka bir şey yoktur. Efendimizin marifeti, bu kadar kusurlu bir şeyi çalışır vaziyete getirmek, onun işi ise eyer yapmaktır. “Hacı Bektaş’ın giyiti gibi, Pir Sultan’ın ya da Yesevi’nin kılıcı, tanburu gibi… benim eğerim de öyle olacak.” der.  Başka türlü ölümsüzlük düşünmez. Dedesinden ve babasından öğrendiği bu mesleği onların soyundan başka kimse doğru dürüst yapamaz. Bu eyerlerin  bütün dünyada tek ve eşsiz olmasının nedeni de yalnızca Dede Sultan’ın atalarının bildiği bir yolla, Semerkant mavisi su gibi boncuklarla örülmesiydi,

·         Halil, “Sistemsiz ve örgütsüz bir halkın tüm folkloru, kültürü geçip gider. Geyik, ağacı ve toprağı yemekle beslenir. Orman çürüyen, çürüten, yiyen bir şeydir. Dünyanın büyük karnıdır. Uzayın ve gökyüzünün karnı. Ama güzel bir karın. Geyiğin beslendiği yer çok geçmeden çürüyecek ve yumuşayacak. Bu arada geyiğin derisinin altından da bir ağaç gövdesi çıkacak. Buna yalnızca doğa yasası diyemeyiz. Bu Marksizm’dir.” derken…

 

·         Toprak, her şeye karşı durabilirdi. İçinden haksızlığa karşı korkulu bir öfke insanlığa karşı ölçüsüz bir merhamet fışkırıyor… Bedeni ikiye ayrılmış, aklı ile duyguları asla anlaşamıyor, ikisi de yoluna tavizsiz devam ediyordu.

 

·         Omzunda Ece, “-Böyle güzel akşamlarda, mücadeleyi birazcık evde dinlenmeye bırakabiliriz değil mi? dedi. Işık ulu çınar ağaçlarının altılı yapraklarında hareleniyor. Sonra bu ağaçların dallarının içinde kristalleşerek pençe pençe yayılıyordu. Zaman, Toprak’ta, evlerin yosunlanmış duvarlarına, ağaç gövdelerine ve havanın kendisine mor izler bırakıyordu.

 

·         SUS BARBATUS Aslında ormana dönmek kendisine yeni bir domuz bedeni bulmak istemektedir. Sonra yeniden ölecek ve dirilecek, yolunu bulursa bütün domuzların bedenine girecekti. O zaman mutluluktan çıldıracak, bütün öğrendiklerini bütün gördüklerini onlara anlatacaktı. Kaybolmasın hepsinin zihninde yaşasın diye…

Sus Barbatus, bununla umuda yükselir. Koca kış aylarından sonra son derecede hareketli geçip giden ilkbaharda yeşil, kırmızıyı parlatmak üzere hazırdır. Henüz yetişkin olmayan, kasları gür, kanatlanmaya başlayan, kırmızı bir kartal, yaz başlarında bir çocuk gibidir. Bu güvez kartalın hem gökyüzünden hem de kayalıkların kızıl gövdesinden bir parça olduğu söylenebilir. Bir kartalın yavrusundan ayrılması kolay değildir ama içlerinde çelimsiz olanı varsa, anne gagasıyla tutup aşağıya kayalıklara atar. Yavrunun kokusu uzaklaşır. Koku yok olur. Mücadelenin bileşenleri yeniden düzenlenir, sağlıklı bireylerle hayatın yeni düzenine yeniden yeni pençeler atılır. 

·         Zaman döner, DAVUT Dede sultan’ın içinde kıvrıldığı kovuğu kapatıp koruyacak biçimde çöküp yatar.  DAVUT’un çökmesiyle Aynur’ un hörgüce kurulması bir olur.  Aynur, KARAGÖZ diye bağırır. KARAGÖZ, saklandığı otların arasından havalanıp kızın kucağına gelir. Başını Aynur’a çevirdiğinde; - “Bir an için her şeyin bittiğini sandım.” dedi. “–Olur mu?” der Aynur. Her şey yeni başlıyor. O sırada COCO’nun sırtındaki lacivert mor haki çizgilere ve ağzının kenarındaki güvez halkaya âşık Aynur,  omzundan bir kurşun daha yer. COCO Aynur’un göğsünün altındaki kavanozun parçalanmasıyla ezilir, bedeninin yarısını alıp gider. COCO Aynur’un ruhuna tutunur. Davut da hâşâ o kadar olmasa bile, Dünya üzerindeki Semerkant Mavisi su boncuklarından örülmüş son eyer ve son deve olduğundan eyeri giyinince bir tay gibi olur, Dede Sultan bir daha dönmemek üzere hayvanın sırtına çıkar. Devenin ruhu  yükselir.

 

·         Gülşen ürpererek karaltıya baktı. Yukarıdan, köyün üstünden ormanın içinden gelip köprüye doğru gidiyordu. Geyik başını çevirdi. Sen de benim sırtıma binmeyecek misin der gibi Gülşen’e baktı. Ama Gülşen buna cesaret edemedi. Ev kızlığı. Ev kadınlığı. Aynı sıkıntı, aynı çaresizlik, aynı sessizlik, aynı koku, aynı belirsizlik… Hayatı mekanik bir tekrarlar dizisinden ibaretti. Gençlerden birisi bir tomar bildiri aldı geldi. Gülşen’e verecek oldu. –Onları boş ver dedi Gülşen. Öyle olmaz, ben kendi dilimle konuşurum herkesle tek, tek. Canlı ve öfkeli bir buluttu artık o.

 

Gidip radyoyu açtı. Marşlar çalıyordu Gözyaşları sel gibi aktı. Kadir Ağa pencerenin önünden koyu bir gölge gibi geçti. Çelik sırmalı çifteyi havaya kaldırdı. Tetiğe bastı.

 

·         Mustafa Öğretmen, İyi bir hikâyeyi okumakla bitiremezsiniz. Kitap ta sizi bekledikçe yenilenir. Zamana ayak uydurur. Bir zamanlar bir köyde geçtiğini düşündüğünüz şey, bir bakarsınız şimdi bambaşka bir şeydir. Bambaşka.

 

Bu o kadar büyüleyicidir ki, siz de Dede Sultan’ın bıraktığı, boncuklarını Selçuklu ülkesinden getirttiği, acayip bir su mavisi olan boncuklu çantanın içine girin, Davut’un eyerin üzerine oturun, mutluluktan çıldıracak, bütün öğrendiklerinize, bütün gördüklerinize maviyi, yeşili, kırmızıyı bir de siz katacaksınız. Kitaplarımız bu nedenle vardır.

Kalın sağlıkla, her zamanki gibi kitapla…



 

24.08.2022 mehmetealtin, 207 / CCIX

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------

Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı Ekim 2021