Menzil,
Bir tarikatın iki yüzü, Saygı Öztürk,
1134
- 20 / CCIV
“Kolombiya oligarşisinin, en tipik, sıfatlara sahip
temsilcisi, Don Justiniano ana bağışçıydı… Etrafı korumalarla çevrili bu adamda
karanlık ve vahşi bir şeyler vardı…
ve her ziyareti… kilisenin ikinci katında peder Juan
Pablo Almadia ile Machado’nun özenle gizlediği bavullarca para demekti.
Peder Almadia’nın hizmetinde çalışan üç kardeş Lilia… tek kişiymiş gibilerdi.
Kendilerini artık kokularından tanıyan ve koca bir
sırayı sadece onlara vermeyi yeğleyen müminlerin ortasında bir adaydılar…
Ama bu bir imtiyaz mıydı, yoksa yalnızlığa mı mahkûm
edilmişlerdi? Bilinmez…
Kocalarımızı köyde aynı gün öldürdüler. Cinayetleri kimin işlediği bilinmiyordu…
Geriye sadece biz kadınlar kaldık, çünkü çocukları
da götürdüler.
Neyse ki Tanrı’nın sonsuz merhameti sayesinde Peder
Almida’ya rastladık.”
Öğle
Yemeği, Evelio Rosero, Can Yayınları, Mayıs 2016, 1. Basım
-o-
Türkiye’nin gündeminde, 1950 yılından başlayarak uyandırılan ve
uyanan hücreleriyle ne yazık ki, ağırlıklı olarak yer almaya başlayan… kitabın
kapağını eğriltirsek, “ikiyüzlü” tarikatlardan biri olan Menzil Tarikatının,-
Gerçek yüzü de ikiyüzlüdür… diyerek geçelim kitabın arkasındaki fona, bakalım
neler var orada…
-0-
Bilindiği gibi tarikat[1], Arapça’da gidilen yol anlamındadır. Bu
konudaki anlamı ise Tanrı’yı bulmak için gidilen yoldur. Ve bu yolların toplamı,
her insanın aldığı nefes kadardır. Bu nedenle her dilde ve her dinde binlerce
tarikat vardır. Tarikat sözcüğünün açıklanması kapsamında, bütün bu din ve inançlarda
ruh, doğanın ve bedenin içinde tutuklu ve eziyet içindedir. Bunun içindir ki
ruh, yaratıldığı Tanrısal evreni arzular ve ancak orada mutluluğa ulaşır ki,
gittiği yol, tarikatın, tarikatının döşediği yoldur.
Tarikat kavram ve kapsamının,
bir diğer Arapça gidilen yol
anlamına gelen, mezheplerle benzerliği yoktur. Olmadığı gibi her ikisinin de oluşumu
kökenlerindeki nedenlerde saklıdır. İslam’da mezhepler Kur’an’ın dünya işlerini
düzenleyen 28. suresine dayanır. Tarikatların tanımı ise yukarıda açıklandığı
gibidir. İslam dünyasında 11. Yüzyıl sonlarına kadar insanın yaratıcısı olduğuna
inananların Tanrı’ya bağlılığını sömürme sanatında, başat uygulayıcıları olan tarikatlara,
rastlanmaz. Bunun nedeni de İslamiyet’in henüz mezhepleşme ve kurumsallaşma sürecinin
tamamlanmamasıdır.
Bu süreç içinde, Muhammed’in ölümünden sonra Arap yayılmacılığı
sonucunda, İslamiyet’in karşılaştığı diğer kültürler, inanç ve dinsel
kurumların etkisiyle, ortaya çıkan ikircikli sorulara karşı, İslam düşünürlerinin
Kur’an’ın içeriğini tartışmaya açmalarıyla… Kur’an’ın sözleri (Kelâm) ile din ve dünya işleriyle ilgili kuralların tümünü kapsayan (Fıkıh)
kurumlarının yanına, felsefe ve tasavvuf da yerleşir. Tanrı’nın bir zerresi
olarak kabul edilen her insanın Tanrı’ya erişerek bütünleşebilmesindeki temel
görüş olarak, ortaya çıkan, tasavvuf, İranlı Şihabeddin[2] Sühreverdî’ye göre:
Başlangıcı bilim,
ortalarda eylem, sonunda tanrısal ödüllendirmedir.
Tasavvuf ’un bilimler arası sınıflamada, nasıl yer alması,
konusunda iki yol vardır.
·
Birincisi,
bilim adamlarının elinde, bilim yoluyla, delil ve belgeleri, akıl ve mantıkla
inceleyip sonuca erişmektir.
·
İkincisi,
sofinin yoluyla, insanın kalbini belirli tek bir şey, imanı dışında
temizlemesiyle, duygusal sezgileriyle, olgunluğa, tarike, ulaşmasıdır ki,
tasavvufta tarik, ikinci yoldur.
VI. yüzyıldan sonra tasavvuf kendini tekrar ve yorumlamaktan
ibarettir. Bu andan itibaren de tarikatçılık kendini göstermeye başlar. Soru ve
sorun da, yani zurnanın zırt dediği yer de burada başlar. Bilindiği ve
anlatıldığı gibi;
Tarikat bir
şeyh=mürşid idaresinde ona sorgusuz sualsiz, kayıtsız ve şartsız teslim olan
insanlardan oluşur ki; yüzlerce insanı barındıran bu oluşumları besleyen
vakıflar, bağış verenler, kamunun destek ve yardımlarını tarikatlara ileten gücler,
kimlerdir ve amaçları nedir? Bir emmebasma tulumba gibi çalışan tarikatlardaki
kaynaklar, nerelerde, nasıl, ne için, kullanılmaktadır? Tarikatın, oluşmasına,
yaşamasına katkı sağlayanlara karşı ne gibi hizmetler verilmekte ve/veya
hizmetler istenmektedir? Bu hizmetlere, aynî, nakdî ve/veya ruhî olsun, ne
şekilde değer biçilmekte, karşılığı ne şekilde alınmaktadır? Aynanın sırının
sırrında kim veya kimler var?
Bunlar gibi bir sürü soru türetilebilir. Aslında, anılan yüzyıldan sonra, İslam dünyasında ve özellikle
Anadolu’daki tarikatlara bakıldığında; gelir kaynaklarını alabildiğine sömüren,
yani halkın sırtından geçinmenin yolunu bulan bu tarikatlardan, Ahilik dışında,
aslına uygun, saf ve temiz olanına da rastlanmayacaktır.[3]
Ülkemizde sayıları beş yüzlere yaklaşmış olan bu tarikatlardan
en önemlileri ve iz bırakanları:
§ Bağdatlı Abdülkadir Geylani’nin kurduğu
Kadiriyye,
§ Ahmet Yasevi’nin kurduğu ilk sünnî
tarikat Yeseviyye,
§ Ahmet Rifaî tarafından kurulan Rıfaiyye
tarikatları ile
§ Celaleddin Rumî’nin oğlu Sultan Veled’in
kurduğu Mevlevilik,
§ Hacı Bektaş Veli tarafından kurulan Alevî
tarikatı Bektaşilik,
§ kurucusu Lâhırcanlı Abdullah Siracaddin
olan, Halvettiye tarikatı,
§ Ankaralı Hacı Bayram Veli’nin kurduğu
Bayramiyye tarikatı
§ ve bunların dışında ahlakla sanatı ve
işgücünü ahenkli bir şekilde birleştiren, kutsal duygu sömürüsü dışında bir
tarikat olarak kabul edilen Ahiliktir.[4] [5]
§ Ayrıca, bir üst sıralamada olması
gereken, bu kitabın konusu olan tarikatın kökenini oluşturan, taassuba varan sünnî
yapısıyla, Buharalı Mehmed Banaeddîn Nakşibendî’nin kurduğu… Türkiye’de en etkin,
zikri gizli, müritleri Kûr’an okumak, yalnız ve toplu ibadetle yükümlü olan ve mutaassıp
dindarların rağbet ettiği Nakşibendiyye, [6] tarikatı.
Menzil, bu tarikatın Halidiye kolunun uzantılarından biridir. Menzil
tarikatının görüşleri kapsamında; Takva
yolunda imam olan bir arifi sevmek ve desteklemek müridin imanının bir
parçasıdır. Mürit ulaştığı bütün ilahi ilim, feyiz ve nurun kendisine
mürşidinden geldiğini, bunun için Cenab-ı Hakk’ın onu vesile ettiğini bilmeli
ve kalbini ona çevirmelidir. Tarikatı tenkit veya bazı kabul ve uygulamaları
reddeden kimseye münkir denir. Allahü Teâla, yeri, karayı, denizi havayı
hayvanları dostu olan mürşidin emrine verir! O da bunları kul ile Allah arasında dilediği ve
istediği zaman kullanır!
S.212
-0-
Yukarıdaki
açıklamaların koşutunda; “Şeyh”, tarikat kurucusuna, bir tarikatta en yüksek
aşamaya ulaşmış olan kimseye, tarikat büyüklerine ya da tarikat kollarından
birinin başında bulunan kimseye verilen ad olarak tanımlanır. Ancak, ben açıklamalarımda,
kitapta bu sözcük ile anılanlara bir sıfat vermeden, bey olarak tanımlayarak,
kitaptaki:
-Menzil'in diğer
tarikatlardan farkı ne? -Yapılanması nasıldır? -Neden ikiye bölünmüş
durumdalar? -İkiye ayrılmalarının altında yatan nedir?... gibi sorulara
kitaptan, kitaptan anladığım ve kitapta çözebildiğim kadarıyla yukarıdaki açıklamaların ışığında yanıt
vermeye çalışayım;
·
Menzil
Tarikatının ölen Muhammed Raşit Erol’un büyük oğlu Feyzeddin Erol, önce Ankara
Pursaklar’da, sonra da Eskişehir, Sivrihisar’a bağlı Buhara Köyünde tarikatın
bir kolunu, Buhara Cemaatini oluştururken…
·
amcası
Abdülbaki Erol’un ise büyük oğlu Saki Erol’u ardılı ilan ederek Adıyaman, Kahta
ilçesine bağlı Menzil Köyünde tarikatın eski yerleşkesinde Semerkand Cemaati
olarak kalır.
Her iki cemaatin
başındaki beyler, beyler her ne kadar görüş farkından dese de tarikat, post
yüzünden, bize göre biçimsel olarak ikiye bölünür.
Kitap okunduğunda, Menzil
tarikatının da özellikle içinde bulunduğumuz koşullar içinde, diğerlerinden bir
farkının olmadığını, ancak İbn Haldun’un dediği gibi [7]“kabiledeki
aileleri ve kendi akrabalarını savunma, yardımlaşma ve dayanışma gayreti
içindeki asabiyetlerden, kabile hamiyeti ve akrabalık gayretinde, en güçlüsünün
diğerlerine üstünlük kurma güdüsündeki…” Semerkand Cemaati “… Görüşlerinde
uyuşmazlık ve çekişmelere yol açan davranışları ile… “ Buhara Cemaatini ana
yerleşkeden dışlamış ve tarikat ikiye bölünmüştür. Ve anladığımız kadarı ile ayrılık
öncesi tarikatın başında bulunanlar “…
yol göstererek kendisine uyulan bir riyaset anlayışı ile değil de tagallüp ve
tahakkümle mülkün başında bulunan melik gibi davranmak istediklerinden…” [8] bu paylaşım savaşında biri diğerini mekânından kovmuş veya
diğeri mekândan ayrılmıştır.
Bize göre bu ayrılığın
temelinde; (Kapitalizmin dini ve imanı olmasa da) “… verilen nimetler konusunda denenmek üzere kimini, kiminin üzerinden
üstün kılan… Sömürünün doğal karşılandığı… “ [9] bir tarikat düzeni kurulmuş… “ hesapsız rızk verilmiş” zenginleri,
daha da zengin eden, müritleriyle tarikatın, “…köleliği daha da meşru gören yapısıyla”[10] ekonomik gücü artmış… Egemen güclerin
emmebasma tulumbası gibi çalışmaya başlamış… para ve düşün kaynaklarını
siyasete ve ticarete aktararak ekonomik güç merkezleri haline gelip, yönetim,
yürütme ve adalet erklerini etkileyebilecek donanıma kavuşunca, paylaşım
kavgası da büyümüş ve üretim ilişkileriyle birbirlerinden farklı yerlerde konumlanan
asabiyetler, birbirlerini mülkleri üzerinde tehdit olarak görünce,
asabiyetlerde kaçınılmaz ayrılık baş göstermiştir.
Nitekim, “Babasının ölümünden sonra, cenazesini
Menzil’e götüren ve bir süre amcasının yanında bulunan, artık cemaatin
babasının yolunda olmadığını vizyon değiştirdiğini, vakıf kurarak, medyaya
girdiklerini, AVM açtıklarını, söyleyerek, ‘Benim farkım tasavvuftur, kalple
ilgilenirim, onlarınki cemaattir, parayla ilgilenirler’.” s.47… diyerek, Menzil’in ana yerleşkesinden
ayrılan Buhara Cemaatinin başındaki Feyzeddin Erol:
·
“Savcının da, kaymakamın da, emniyet mensuplarının da müridi
olduğu ana yerleşkesi Durak (Menzil) köyüne ilk geldiklerinde… Turanlı
Ailesinin 7.000 dönüm arazisini alan müritlerin, köyde olup bitenin
sızdırılmamasını ve bütünlüğü sağlamak için, Çelik Ailesine ait 1.500 dönümlük
arazisini satın alamayınca her türlü yasadışı baskıya başlayıp içme sularını
bile kestiklerini… tasavvufa inanan biri olarak neden o zaman bu davranışlara
karşı çıkmadığını…?” s.131-132
·
“Eskişehir, Sivrihisar İlçesine
·
“Şubat 2007’de Eskişehir 1. Hava Kuvvetleri Komutanı Bilgin
Balabanlı’nın Buhara köyünü, -eski adıyla Bilvanis Çiftliğini- bombalatacağını,
yazan sahte belgeleri, neden yalanlamadığını, bu nedenle, Balyoz Davasına dâhil
edilen Balabanlı’nın Hava Kuvvetleri Komutanı olmasının engellenmesine neden
karşı çıkmadığını, neden davaya müdahil olmadığını…?”s.63
·
“Biz 12 Eylül döneminde, evine kapıyı çalıp girecek kadar, en
büyük yardımı MDP Başkanı emekli orgeneral Turgut Sunalp’ten gören… askerlerin
etrafına kol kanat gerdiği babasına, bir saatte rapor alıp GATA’ya sevk ettiren,
daha sonra da sağlığını gerekçe göstererek onu, Ankara’ya yerleştirmiş ve kendi
de yerleşmiş, Feyzeddin Erol’un bu ilişkilerin neden, nasıl ve ne için
kurulduğunu…?” s. 34
·
Parayla ilgilenmeyen, Buhara’nın Bilvanis Çiftliği merkez olmak
üzere yüzlerce metrekare arazisinin, tarikata gelir getiren üç, beş şirketle
nasıl alınabildiğini, helikopter pistine varıncaya kadar, var olan donanım gereğinin
neden, nereden kaynaklandığını…?
Açıklamıyor veya açıklayamıyor. Ancak ses alıcıyı kaparsan
söylerim! …diyerek yazılanları kapalı olarak onaylıyor.
Öte yandan; “Holding de açarım, televizyon da
kurarım. Vatandaş olarak haklarımı kullanırım.” S.151 “Alamanya’da insanları
gördüm. Haklara çok dikkat ediyorlar. Adamlar resmen bizim dinimizi yaşıyorlar!”
S. 152 diyen, Semerkand Cemaatinin başındaki Saki
Erol:
·
“Semerkand/Menzil’de yetişip de köylere imam olarak atananlar
köyde değil Menzil’de neden kaldıklarını, sadece cumaları köye gittikleri gibi
yaşamın olmadığı köylere atanan imamların oralarda oturuyor gibi nasıl maaş aldıklarını…?”
s. 96
·
“Bir yandan, Mekke’de Harem denilen kutsal toprağa girer gibi
ihrama giren müritleriyle Kâbe gibi kutsallaştırılan Semerkand dergâhında müritlerin
paslı tenekelerdeki suyla abdest veya boy abdesti alırken,”. 88
·
“Afrika
ve Ortadoğu’dan gelenler dâhil, hafta sonu gelenlerle sayısı 15.000’den aşağıya
düşmeyen Sofi”ler ise cami altında, dergâhta, otobüslerde kalırken, bir lokma
ekmek, bir hırka giymesi gereken tasavvuf ehli şeyhin misafirlerine neden papyonlu
garsonlar hizmet edip, özel odalarda hizmet veriyor?”s.253
·
“
Alkol ve madde bağımlılarını kurtarıyor söylentisiyle kamu kurumlarının da
yardımı ve desteğini alan, sağlık sektöründe bu yolla başladığı yolculuğa
sağlık hizmetleri veren şirketleriyle, sağladığı istihdam ile önemli kazanımlar
sağlarken, her türlü kamu kuruluşundaki yapılanmaları ile yeni bir paralel yapı
olarak da göze batarken,” s.205
·
“Kamu
görevine atanmasına aracı olunan kişilerin elinden neden tarihsiz istifa
mektubu alındığını ve bağış koşulu konduğunu, göreve getirildiklerinde en az
aynı görevdekilere göre iki kat maaşı nasıl aldıklarını…?” s.193 Açıklamıyor veya açıklayamıyor.
-0-
Sonuçta, bu kitabı okuyanlarınız da vardır, okumayanlarınız da… Ancak
çoğunuzun, içeriğinde yer alanları gazetelerden okuduğunuza ve fikir sahibi
olduğunuza da eminim. Buna dayanarak…
Kul ile Allah arasına
döşenen hortumlardan birinden doğup, debisini ikiye ayıran, anılan
tarikat içindeki aynî, nakdî ve ruhî çeşitlemelerine sayfalarca örnek
gösterebileceğimiz bu kitap; kuşkusuz ki, tarikatın ve tarikatların iki yüzünü,
içyüzünü, ikiyüzlülüğünü, aynanın arkasındaki yüzünü, taşıdıkları tehdidi ve
olası tehditleri anlatmaya çalışan, çok emek verilmiş, bir çalışmanın ürünü.
Saygı Öztürk de adı gibi saygı duyulası bir kişi ve gazeteci.
Ancak, bu kitapta bazı
satırlar bir iş adamının hayatının güzelleyen kitaplarda olduğu gibi ve bu beni
tedirgin etti. Örneğin, kitabın 253. Sayfasındaki “ Büyüdükçe büyüyorlar”
bölümünün tamamı ve içinde yer alan bazı sözcükler: “Sonuçta kimse aç
ve açıkta değil.” “İnanmayacaksınız ama şu anda tamamlanmış 1.400 devre mülk
yapılmış.”
En önemlisi de kitabın “ Peki
operasyon olur mu? Bunu menzilcilerin tutumu ve zaman gösterecek…” diyen
son satırı bile, tarikatlara karşı bir hoşgörü göstermiyor mu?
Tutumları daha nasıl
olmalı ben bilemedim. Siz, bilebildiniz mi? Herhalde zaman gösterecek.
Ayrıca kitabın; her iki cemaat
arasındaki farkları netleştirmediği, konumlandırmadığı, zaman dizine bile bağlı
olmadığını, kitabın içeriğinin, sanki biri olmazsa diğerinin olmayabileceği
veya ayrılığın biçimden ibaret olduğunu, tınılarını taşıdığını, geleceğe dönük
amaç ve politikalarının sumen altında kaldığını söyleyerek; bu içeriğin kitabın adındaki bir tarikatın
iki yüzü savını karşılamadığını… ya da bazen sayfalarda ve satırlarda Buhara’da
mıyım, Semerkand’da mı, bir uçan süpürgeye binmiş savrulduğumdan mı nedir bilemediğimden
ortada bir tarikat mı, bir tarikatın iki yüzü mü var, sanırım beceriksizlikten çözemediğimi
söylemeliyim.
Kalın sağlıkla, her zamanki gibi
kitapla…
11 Ocak 2022 mehmetealtin,
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
Doğan Kitap, 17. Baskı, Kasım 2019
[1]
Tarih Ansiklopedisi, M. Çağatay Uluçay, s.450
[2]
Sosyalist Kültür Ansiklopedisi, 8. Cilt, s.1048, May Yayınları, 1980
[3]
Sosyalist Kültür Ansiklopedisi, 8. Cilt, s.1049, May Yayınları, 1980
[4]
Sosyalist Kültür Ansiklopedisi, 8. Cilt, s.1053, May Yayınları, 1980
[5] Prof.
Dr. Neşet Çağatay, Ahilik oluşumunu bir Türk Kurumu olarak görür ve tarikat olduğu
görüşüne karşı çıkar. Bir Türk Kurumu olarak Ahilik, Ankara 1974 s.V. Tarikat
kavramına girmeyen Ahilik oluşumu ile ilgili olarak Çağatay’ın bu görüşüne ben
de katılıyorum.
[6]
Sosyalist Kültür Ansiklopedisi, 8. Cilt, s.1053, May Yayınları, 1980
[7]
Mukaddime, İbn Haldun, s.451 Dergâh Yayınları, II. Baskı, Mayıs 1988
[8]
Mukaddime, İbn Haldun, s.452 Dergâh Yayınları, II. Baskı, Mayıs 1988
[9]
İslamiyet’in Ekonomi Politiği, İslamiyet Gerçeği, IV Erdoğan Aydın, s.92,
Literatür Yayınları, Mart 2017
[10]
İslamiyet’in Ekonomi Politiği, İslamiyet Gerçeği, IV Erdoğan Aydın, s.89,
Literatür Yayınları, Mart 2017