12 Ocak 2022 Çarşamba

 

Menzil, Bir tarikatın iki yüzü, Saygı Öztürk,

1134 - 20 / CCIV

 

“Kolombiya oligarşisinin, en tipik, sıfatlara sahip temsilcisi, Don Justiniano ana bağışçıydı… Etrafı korumalarla çevrili bu adamda karanlık ve vahşi bir şeyler vardı…

ve her ziyareti… kilisenin ikinci katında peder Juan Pablo Almadia ile Machado’nun özenle gizlediği bavullarca para demekti.

Peder Almadia’nın hizmetinde çalışan üç kardeş Lilia… tek kişiymiş gibilerdi.

Kendilerini artık kokularından tanıyan ve koca bir sırayı sadece onlara vermeyi yeğleyen müminlerin ortasında bir adaydılar…

Ama bu bir imtiyaz mıydı, yoksa yalnızlığa mı mahkûm edilmişlerdi? Bilinmez…

Kocalarımızı köyde aynı gün öldürdüler. Cinayetleri kimin işlediği bilinmiyordu…

Geriye sadece biz kadınlar kaldık, çünkü çocukları da götürdüler.

Neyse ki Tanrı’nın sonsuz merhameti sayesinde Peder Almida’ya rastladık.”

 

Öğle Yemeği, Evelio Rosero, Can Yayınları, Mayıs 2016, 1. Basım

 

-o-

Türkiye’nin gündeminde, 1950 yılından başlayarak uyandırılan ve uyanan hücreleriyle ne yazık ki, ağırlıklı olarak yer almaya başlayan… kitabın kapağını eğriltirsek, “ikiyüzlü” tarikatlardan biri olan Menzil Tarikatının,- Gerçek yüzü de ikiyüzlüdür… diyerek geçelim kitabın arkasındaki fona, bakalım neler var orada…

-0-

Bilindiği gibi tarikat[1], Arapça’da gidilen yol anlamındadır. Bu konudaki anlamı ise Tanrı’yı bulmak için gidilen yoldur. Ve bu yolların toplamı, her insanın aldığı nefes kadardır. Bu nedenle her dilde ve her dinde binlerce tarikat vardır. Tarikat sözcüğünün açıklanması kapsamında, bütün bu din ve inançlarda ruh, doğanın ve bedenin içinde tutuklu ve eziyet içindedir. Bunun içindir ki ruh, yaratıldığı Tanrısal evreni arzular ve ancak orada mutluluğa ulaşır ki, gittiği yol, tarikatın, tarikatının döşediği yoldur.

 

Tarikat kavram ve kapsamının,   bir diğer Arapça gidilen yol anlamına gelen, mezheplerle benzerliği yoktur. Olmadığı gibi her ikisinin de oluşumu kökenlerindeki nedenlerde saklıdır. İslam’da mezhepler Kur’an’ın dünya işlerini düzenleyen 28. suresine dayanır. Tarikatların tanımı ise yukarıda açıklandığı gibidir. İslam dünyasında 11. Yüzyıl sonlarına kadar insanın yaratıcısı olduğuna inananların Tanrı’ya bağlılığını sömürme sanatında, başat uygulayıcıları olan tarikatlara, rastlanmaz. Bunun nedeni de İslamiyet’in henüz mezhepleşme ve kurumsallaşma sürecinin tamamlanmamasıdır.

 

Bu süreç içinde, Muhammed’in ölümünden sonra Arap yayılmacılığı sonucunda, İslamiyet’in karşılaştığı diğer kültürler, inanç ve dinsel kurumların etkisiyle, ortaya çıkan ikircikli sorulara karşı, İslam düşünürlerinin Kur’an’ın içeriğini tartışmaya açmalarıyla… Kur’an’ın sözleri (Kelâm) ile din ve dünya işleriyle ilgili  kuralların tümünü kapsayan (Fıkıh) kurumlarının yanına, felsefe ve tasavvuf da yerleşir. Tanrı’nın bir zerresi olarak kabul edilen her insanın Tanrı’ya erişerek bütünleşebilmesindeki temel görüş olarak, ortaya çıkan, tasavvuf, İranlı Şihabeddin[2] Sühreverdî’ye göre:

 

Başlangıcı bilim, ortalarda eylem, sonunda tanrısal ödüllendirmedir.

 

Tasavvuf ’un bilimler arası sınıflamada, nasıl yer alması, konusunda iki yol vardır.

 

·         Birincisi, bilim adamlarının elinde, bilim yoluyla, delil ve belgeleri, akıl ve mantıkla inceleyip sonuca erişmektir.

·         İkincisi, sofinin yoluyla, insanın kalbini belirli tek bir şey, imanı dışında temizlemesiyle, duygusal sezgileriyle, olgunluğa, tarike, ulaşmasıdır ki, tasavvufta tarik, ikinci yoldur.

 

VI. yüzyıldan sonra tasavvuf kendini tekrar ve yorumlamaktan ibarettir. Bu andan itibaren de tarikatçılık kendini göstermeye başlar. Soru ve sorun da, yani zurnanın zırt dediği yer de burada başlar. Bilindiği ve anlatıldığı gibi;

 

Tarikat bir şeyh=mürşid idaresinde ona sorgusuz sualsiz, kayıtsız ve şartsız teslim olan insanlardan oluşur ki; yüzlerce insanı barındıran bu oluşumları besleyen vakıflar, bağış verenler, kamunun destek ve yardımlarını tarikatlara ileten gücler, kimlerdir ve amaçları nedir? Bir emmebasma tulumba gibi çalışan tarikatlardaki kaynaklar, nerelerde, nasıl, ne için,  kullanılmaktadır? Tarikatın, oluşmasına, yaşamasına katkı sağlayanlara karşı ne gibi hizmetler verilmekte ve/veya hizmetler istenmektedir? Bu hizmetlere, aynî, nakdî ve/veya ruhî olsun, ne şekilde değer biçilmekte, karşılığı ne şekilde alınmaktadır? Aynanın sırının sırrında kim veya kimler var?

 

Bunlar gibi bir sürü soru türetilebilir. Aslında, anılan yüzyıldan sonra, İslam dünyasında ve özellikle Anadolu’daki tarikatlara bakıldığında; gelir kaynaklarını alabildiğine sömüren, yani halkın sırtından geçinmenin yolunu bulan bu tarikatlardan, Ahilik dışında, aslına uygun, saf ve temiz olanına da rastlanmayacaktır.[3]

 

Ülkemizde sayıları beş yüzlere yaklaşmış olan bu tarikatlardan en önemlileri ve iz bırakanları:

 

§  Bağdatlı Abdülkadir Geylani’nin kurduğu Kadiriyye,

§  Ahmet Yasevi’nin kurduğu ilk sünnî tarikat Yeseviyye,

§  Ahmet Rifaî tarafından kurulan Rıfaiyye tarikatları ile

§  Celaleddin Rumî’nin oğlu Sultan Veled’in kurduğu Mevlevilik,

§  Hacı Bektaş Veli tarafından kurulan Alevî tarikatı Bektaşilik,

§  kurucusu Lâhırcanlı Abdullah Siracaddin olan, Halvettiye tarikatı,

§  Ankaralı Hacı Bayram Veli’nin kurduğu Bayramiyye tarikatı  

 

§  ve bunların dışında ahlakla sanatı ve işgücünü ahenkli bir şekilde birleştiren, kutsal duygu sömürüsü dışında bir tarikat olarak kabul edilen Ahiliktir.[4] [5]

 

§  Ayrıca, bir üst sıralamada olması gereken, bu kitabın konusu olan tarikatın kökenini oluşturan, taassuba varan sünnî yapısıyla, Buharalı Mehmed Banaeddîn Nakşibendî’nin kurduğu… Türkiye’de en etkin, zikri gizli, müritleri Kûr’an okumak, yalnız ve toplu ibadetle yükümlü olan ve mutaassıp dindarların rağbet ettiği Nakşibendiyye, [6] tarikatı.

 

Menzil, bu tarikatın Halidiye kolunun uzantılarından biridir. Menzil tarikatının görüşleri kapsamında; Takva yolunda imam olan bir arifi sevmek ve desteklemek müridin imanının bir parçasıdır. Mürit ulaştığı bütün ilahi ilim, feyiz ve nurun kendisine mürşidinden geldiğini, bunun için Cenab-ı Hakk’ın onu vesile ettiğini bilmeli ve kalbini ona çevirmelidir. Tarikatı tenkit veya bazı kabul ve uygulamaları reddeden kimseye münkir denir. Allahü Teâla, yeri, karayı, denizi havayı hayvanları dostu olan mürşidin emrine verir! O da bunları kul ile Allah arasında dilediği ve istediği zaman kullanır! S.212

 

-0-

Yukarıdaki açıklamaların koşutunda; “Şeyh”, tarikat kurucusuna, bir tarikatta en yüksek aşamaya ulaşmış olan kimseye, tarikat büyüklerine ya da tarikat kollarından birinin başında bulunan kimseye verilen ad olarak tanımlanır. Ancak, ben açıklamalarımda, kitapta bu sözcük ile anılanlara bir sıfat vermeden, bey olarak tanımlayarak, kitaptaki:  

-Menzil'in diğer tarikatlardan farkı ne? -Yapılanması nasıldır? -Neden ikiye bölünmüş durumdalar? -İkiye ayrılmalarının altında yatan nedir?... gibi sorulara kitaptan, kitaptan anladığım ve kitapta çözebildiğim kadarıyla  yukarıdaki açıklamaların ışığında yanıt vermeye çalışayım;

·         Menzil Tarikatının ölen Muhammed Raşit Erol’un büyük oğlu Feyzeddin Erol, önce Ankara Pursaklar’da, sonra da Eskişehir, Sivrihisar’a bağlı Buhara Köyünde tarikatın bir kolunu, Buhara Cemaatini oluştururken…

·         amcası Abdülbaki Erol’un ise büyük oğlu Saki Erol’u ardılı ilan ederek Adıyaman, Kahta ilçesine bağlı Menzil Köyünde tarikatın eski yerleşkesinde Semerkand Cemaati olarak kalır.

Her iki cemaatin başındaki beyler, beyler her ne kadar görüş farkından dese de tarikat, post yüzünden, bize göre biçimsel olarak ikiye bölünür.  

Kitap okunduğunda, Menzil tarikatının da özellikle içinde bulunduğumuz koşullar içinde, diğerlerinden bir farkının olmadığını, ancak İbn Haldun’un dediği gibi [7]“kabiledeki aileleri ve kendi akrabalarını savunma, yardımlaşma ve dayanışma gayreti içindeki asabiyetlerden, kabile hamiyeti ve akrabalık gayretinde, en güçlüsünün diğerlerine üstünlük kurma güdüsündeki…” Semerkand Cemaati “… Görüşlerinde uyuşmazlık ve çekişmelere yol açan davranışları ile… “  Buhara Cemaatini ana yerleşkeden dışlamış ve tarikat ikiye bölünmüştür. Ve anladığımız kadarı ile ayrılık öncesi tarikatın başında bulunanlar “… yol göstererek kendisine uyulan bir riyaset anlayışı ile değil de tagallüp ve tahakkümle mülkün başında bulunan melik gibi davranmak istediklerinden…” [8]  bu paylaşım savaşında biri diğerini mekânından kovmuş veya diğeri mekândan ayrılmıştır.

Bize göre bu ayrılığın temelinde; (Kapitalizmin dini ve imanı olmasa da) “… verilen nimetler konusunda denenmek üzere kimini, kiminin üzerinden üstün kılan… Sömürünün doğal karşılandığı… “ [9] bir tarikat düzeni kurulmuş… “ hesapsız rızk verilmiş” zenginleri, daha da zengin eden, müritleriyle tarikatın, “…köleliği daha da meşru gören yapısıyla”[10] ekonomik gücü artmış… Egemen güclerin emmebasma tulumbası gibi çalışmaya başlamış… para ve düşün kaynaklarını siyasete ve ticarete aktararak ekonomik güç merkezleri haline gelip, yönetim, yürütme ve adalet erklerini etkileyebilecek donanıma kavuşunca, paylaşım kavgası da büyümüş ve üretim ilişkileriyle birbirlerinden farklı yerlerde konumlanan asabiyetler, birbirlerini mülkleri üzerinde tehdit olarak görünce, asabiyetlerde kaçınılmaz ayrılık baş göstermiştir.

Nitekim, “Babasının ölümünden sonra, cenazesini Menzil’e götüren ve bir süre amcasının yanında bulunan, artık cemaatin babasının yolunda olmadığını vizyon değiştirdiğini, vakıf kurarak, medyaya girdiklerini, AVM açtıklarını, söyleyerek, ‘Benim farkım tasavvuftur, kalple ilgilenirim, onlarınki cemaattir, parayla ilgilenirler’.”  s.47… diyerek, Menzil’in ana yerleşkesinden ayrılan Buhara Cemaatinin başındaki Feyzeddin Erol:

·         “Savcının da, kaymakamın da, emniyet mensuplarının da müridi olduğu ana yerleşkesi Durak (Menzil) köyüne ilk geldiklerinde… Turanlı Ailesinin 7.000 dönüm arazisini alan müritlerin, köyde olup bitenin sızdırılmamasını ve bütünlüğü sağlamak için, Çelik Ailesine ait 1.500 dönümlük arazisini satın alamayınca her türlü yasadışı baskıya başlayıp içme sularını bile kestiklerini… tasavvufa inanan biri olarak neden o zaman bu davranışlara karşı çıkmadığını…?” s.131-132

·         “Eskişehir, Sivrihisar İlçesine 20 km. uzakta, Çevre köylerdeki Cumhuriyet çocuklarının,  Merhum Yavuz Gülerce’nin doğduğu topraklarda, devlet adına yaptırdığı ‘Ertuğrul Yavuz Gülerce İlköğretim Okulu’ yerine… Buhara/Menzil tarikatına bağlı ‘Buhara Eğitim Kurumları’na’ gitmeye, kamuyu da  kullanarak, neden zorladıklarını…?” s.161Mevcut okulun hiçbir sorunu yokken, ailelerin Buhara’ya gelen bu yabancıları insanları tanımadıkları ve çocuklarının bu ortamdan etkilenmemelerini istemelerine… çocukların da Buhara Eğitim Kurumlarına gitmek istememelerine rağmen, kamu görevlilerinin evlere gelerek, aileleri neden güdümlemek istediklerini…?” 166

·         “Şubat 2007’de Eskişehir 1. Hava Kuvvetleri Komutanı Bilgin Balabanlı’nın Buhara köyünü, -eski adıyla Bilvanis Çiftliğini- bombalatacağını, yazan sahte belgeleri, neden yalanlamadığını, bu nedenle, Balyoz Davasına dâhil edilen Balabanlı’nın Hava Kuvvetleri Komutanı olmasının engellenmesine neden karşı çıkmadığını, neden davaya müdahil olmadığını…?”s.63

·         “Biz 12 Eylül döneminde, evine kapıyı çalıp girecek kadar, en büyük yardımı MDP Başkanı emekli orgeneral Turgut Sunalp’ten gören… askerlerin etrafına kol kanat gerdiği babasına, bir saatte rapor alıp GATA’ya sevk ettiren, daha sonra da sağlığını gerekçe göstererek onu, Ankara’ya yerleştirmiş ve kendi de yerleşmiş, Feyzeddin Erol’un bu ilişkilerin neden, nasıl ve ne için kurulduğunu…?” s. 34

·         Parayla ilgilenmeyen, Buhara’nın Bilvanis Çiftliği merkez olmak üzere yüzlerce metrekare arazisinin, tarikata gelir getiren üç, beş şirketle nasıl alınabildiğini, helikopter pistine varıncaya kadar, var olan donanım gereğinin neden, nereden kaynaklandığını…?

Açıklamıyor veya açıklayamıyor. Ancak ses alıcıyı kaparsan söylerim! …diyerek yazılanları kapalı olarak onaylıyor.

Öte yandan; “Holding de açarım, televizyon da kurarım. Vatandaş olarak haklarımı kullanırım.” S.151 “Alamanya’da insanları gördüm. Haklara çok dikkat ediyorlar. Adamlar resmen bizim dinimizi yaşıyorlar!” S. 152 diyen, Semerkand Cemaatinin başındaki Saki Erol:

·         “Semerkand/Menzil’de yetişip de köylere imam olarak atananlar köyde değil Menzil’de neden kaldıklarını, sadece cumaları köye gittikleri gibi yaşamın olmadığı köylere atanan imamların oralarda oturuyor gibi nasıl maaş aldıklarını…?” s. 96

·         “Bir yandan, Mekke’de Harem denilen kutsal toprağa girer gibi ihrama giren müritleriyle Kâbe gibi kutsallaştırılan Semerkand dergâhında müritlerin paslı tenekelerdeki suyla abdest veya boy abdesti alırken,”. 88

·         “Afrika ve Ortadoğu’dan gelenler dâhil, hafta sonu gelenlerle sayısı 15.000’den aşağıya düşmeyen Sofi”ler ise cami altında, dergâhta, otobüslerde kalırken, bir lokma ekmek, bir hırka giymesi gereken tasavvuf ehli şeyhin misafirlerine neden papyonlu garsonlar hizmet edip, özel odalarda hizmet veriyor?”s.253

·         “ Alkol ve madde bağımlılarını kurtarıyor söylentisiyle kamu kurumlarının da yardımı ve desteğini alan, sağlık sektöründe bu yolla başladığı yolculuğa sağlık hizmetleri veren şirketleriyle, sağladığı istihdam ile önemli kazanımlar sağlarken, her türlü kamu kuruluşundaki yapılanmaları ile yeni bir paralel yapı olarak da göze batarken,” s.205 

·         “Kamu görevine atanmasına aracı olunan kişilerin elinden neden tarihsiz istifa mektubu alındığını ve bağış koşulu konduğunu, göreve getirildiklerinde en az aynı görevdekilere göre iki kat maaşı nasıl aldıklarını…?” s.193 Açıklamıyor veya açıklayamıyor.

-0-

Sonuçta, bu kitabı okuyanlarınız da vardır, okumayanlarınız da… Ancak çoğunuzun, içeriğinde yer alanları gazetelerden okuduğunuza ve fikir sahibi olduğunuza da eminim. Buna dayanarak…

Kul ile Allah arasına döşenen hortumlardan birinden doğup, debisini ikiye ayıran,   anılan tarikat içindeki aynî, nakdî ve ruhî çeşitlemelerine sayfalarca örnek gösterebileceğimiz bu kitap; kuşkusuz ki, tarikatın ve tarikatların iki yüzünü, içyüzünü, ikiyüzlülüğünü, aynanın arkasındaki yüzünü, taşıdıkları tehdidi ve olası tehditleri anlatmaya çalışan, çok emek verilmiş, bir çalışmanın ürünü. Saygı Öztürk de adı gibi saygı duyulası bir kişi ve gazeteci.

Ancak, bu kitapta bazı satırlar bir iş adamının hayatının güzelleyen kitaplarda olduğu gibi ve bu beni tedirgin etti. Örneğin, kitabın 253. Sayfasındaki “ Büyüdükçe büyüyorlar” bölümünün tamamı ve içinde yer alan bazı sözcükler: “Sonuçta kimse aç ve açıkta değil.” “İnanmayacaksınız ama şu anda tamamlanmış 1.400 devre mülk yapılmış.”

En önemlisi de kitabın “ Peki operasyon olur mu? Bunu menzilcilerin tutumu ve zaman gösterecek…” diyen son satırı bile, tarikatlara karşı bir hoşgörü göstermiyor mu?

Tutumları daha nasıl olmalı ben bilemedim. Siz, bilebildiniz mi? Herhalde zaman gösterecek.

Ayrıca kitabın; her iki cemaat arasındaki farkları netleştirmediği, konumlandırmadığı, zaman dizine bile bağlı olmadığını, kitabın içeriğinin, sanki biri olmazsa diğerinin olmayabileceği veya ayrılığın biçimden ibaret olduğunu, tınılarını taşıdığını, geleceğe dönük amaç ve politikalarının sumen altında kaldığını söyleyerek;  bu içeriğin kitabın adındaki bir tarikatın iki yüzü savını karşılamadığını… ya da bazen sayfalarda ve satırlarda Buhara’da mıyım, Semerkand’da mı, bir uçan süpürgeye binmiş savrulduğumdan mı nedir bilemediğimden ortada bir tarikat mı, bir tarikatın iki yüzü mü var, sanırım beceriksizlikten çözemediğimi söylemeliyim.

Kalın sağlıkla, her zamanki gibi kitapla…




11 Ocak 2022 mehmetealtin,

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------

Doğan Kitap, 17. Baskı, Kasım 2019

 

 

 

 

 

 



[1] Tarih Ansiklopedisi, M. Çağatay Uluçay, s.450

[2] Sosyalist Kültür Ansiklopedisi, 8. Cilt, s.1048, May Yayınları, 1980

[3] Sosyalist Kültür Ansiklopedisi, 8. Cilt, s.1049, May Yayınları, 1980

[4] Sosyalist Kültür Ansiklopedisi, 8. Cilt, s.1053, May Yayınları, 1980

[5] Prof. Dr. Neşet Çağatay, Ahilik oluşumunu bir Türk Kurumu olarak görür ve tarikat olduğu görüşüne karşı çıkar. Bir Türk Kurumu olarak Ahilik, Ankara 1974 s.V. Tarikat kavramına girmeyen Ahilik oluşumu ile ilgili olarak Çağatay’ın bu görüşüne ben de katılıyorum.

[6] Sosyalist Kültür Ansiklopedisi, 8. Cilt, s.1053, May Yayınları, 1980

[7] Mukaddime, İbn Haldun, s.451 Dergâh Yayınları, II. Baskı, Mayıs 1988

[8] Mukaddime, İbn Haldun, s.452 Dergâh Yayınları, II. Baskı, Mayıs 1988

[9] İslamiyet’in Ekonomi Politiği, İslamiyet Gerçeği, IV Erdoğan Aydın, s.92, Literatür Yayınları, Mart 2017

[10] İslamiyet’in Ekonomi Politiği, İslamiyet Gerçeği, IV Erdoğan Aydın, s.89, Literatür Yayınları, Mart 2017