4 Mart 2014 Salı



Madam Samatya … ve Diğer Şüpheliler, İbrahim Yıldırım, 245-XXXXI
----------------------------------------------------
İbrahim Yıldırım’ın Madam Samatya’sını okursanız, Selçuk Altın’ın kitapları gibi -ikisi de birbirleriyle iyi anlaşır ve yarışırlar-  sizin için sıra dışı bir kitap olacak.

Ancak, söylemedi demeyin, bu kitabı okumak için:

·         Çevredeki tüm gürültülü unsurlar susturularak, bir odaya kapanılacak ve izolasyon sağlanacak.
·         Beyindeki ve kıvrımlarındaki her türlü tasa, zevk-i sefa ile sorunlar, dondurulacak.
·         Sistematik ve analitik çözümlere hazır olunacak.
·         Fındıkzade, Topkapı, Samatya havalisi ile Kınalıada haritaları, paftaları, cetvel, pergel,  pusula, usturlap elde hazır olacak.
·         Resim konusunda bilgi sahibi olunacak.
·         Psikiyatrik ve psikolojik deyimlerle ilgili kaynaklar, Türkçe Sözlük, tıp sözlüğü v.b.g kaynaklar el altında bulundurulacak.
·         İpin ucunu yakalamak için kâğıt, kalem, çıkmaza saplanırsanız ağıt yakmak için mendil, kitabın yapraklarını kesip, katmanlara ayırıp yeniden toparlamak için makas, kaybolduğunuzda kullanmanız için mum, gaz lambası en iyisi fener, elde hazır olacak.
·         En önemlisi de okumak için sağlam bir irade olacak.

Zaten yazarın kendisi de bu durumu kitabının ilgili sayfalarında bakın nasıl itiraf ediyor:
  • “Bence bir insan bir şeyler çiziyor ya da yazıyorsa mutlaka aşması gereken sorunları var demektir… Sanat, bilim ya da herhangi bir …. uğraş, insan kendisiyle yüzleştiği takdirde sonuca ulaşır. s194…  “ Her sanat yapıtı, sanatçının kendine gönderdiği ve ruh akrabalarıyla, yani izleyicileriyle paylaştığı açık mektuptur, bu durumda izleyici, sanatçının mektup arkadaşıdır. s.174”
  • “-bazı kaynaklara göre- İsa’yı gammazlayarak erguvan odunundan yapılan çarmıha gerilmesine neden olan Yahuda adlı havarinin pişman olup kendini bu ağaca asıp intihar etmesini anlatabilirdim. Sonra da her iki söylentinin ortak noktasının, erguvanın ölümlerden sonra mor çiçekler açmaya başlaması olduğunu vurgular ve şu soruyu didikleyebilirdim: Hangisi doğruydu: Erguvanın çiçekleri, İsa’nın üzüntüsünden mi, yoksa –işbirlikçi havariye kurtuluş yolunu açtığı için- utancından mı morarmıştı? S.197”
İşte böyle ve söylediğine göre otuz yılı aşkın Kocamustafapaşa ve Samatya çevresinde yaşayan yazarın, çocukluğundan ve gençliğinden kalan hayal mi, gerçek mi, anı mı, düş mü ne olduğunu kestiremediği bazı görüntüler onu bu kitabı yazmaya iteklemiş.

Romanın anlatıcı kahramanı, çocukluğu ana ve baba baskısı altında geçmiş, bozulan ruh sağlığı ve bir cinayet teşebbüsü ile akıl hastanesine yatırılmış, baş şüpheli, Murat, 1973 doğumlu; ne 12 Mart’ı, ne 12 Eylül’ü, ne de özellikle romanın önemli zaman dilimlerinden 70’lerde olan biteni yeterince biliyor. Bazı şeyleri öğrenip kavrayıp olayların insanların izini sürerken; kuytu, gölgeli, ağzı sıkı bir semt dediği Samatya’ya sığınıyor. Bir anlamda orayı yazarak kendini tedavi etmeye çalışıyor. Özetle, ona göre Samatya, yazılması, bitirilmesi gereken bir roman, bir iyileşme mekânı.

Yazarın, satırların labirentlerinde bize sunduğu gizemli Ressam Yusuf Şimşek ile aynı kişi mi, çift kişilikli mi okuyunca siz karar verin resim eleştirmeni Sait Alaplı ikincil önemli kahraman ve şüpheliler… bunların yanında:
“Kanaatim şudur: Evdekiler size yetmiyor; daha fazla iyilik istiyorsunuz… Allah korusun, en sonunda iyilikten çatlayıp kalıvereceksiniz. S.227 Siz bir melek misiniz? … Bir an önce normalleşip daha doğrusu halas olup kendinize ricat etmeyi düşünmez misiniz? s.230” diye tanımladığı Kınar Hanım, yani Madam Samatya,
“…savrulup geldiğim şehirde başladı bu… yalnızca benim gibi olanlarla… yalnızca belirlenmiş sözcüklerle… belirlenmiş kalıplarla konuşa konuşa… gündelik sesi unuttuğumdan bu hale geldim… öğretimizin kuralı buydu… sıradan insanlarla… gündelik sözcüklerle… öğretimize uygun olarak kod numaramın yanı sıra en son kullandığım sözcük… arkadaş’lardı… çoğul kullanıldığında araya mesafe koyan bu sözcük ara sıra kalbimi ısıtırdı. S.276, …peki insan hiç kendine hayatı yasaklar mı? güneşi… bulutları… aşkı… şarkıları… ben ya da biz kendimize yasaklar koyduk… hayattan kuytulara çekildik… oysa hayat… s.288”  diye tanımladığı öğrenci de bence önemli diğer kahramanlar…

1971, 72 ve 73’te üç şüpheli ölüm olayının gerçekleştiği Sobacıyan Palas’a dönüşen ülkenin gelmiş ve yazık ki geçmemiş faili meçhul cinayetler konusundaki yakın tarih siciline yakın bir plan “Madam Samatya”. Evladını kendi elleriyle tahnit eden C.A’nın bıçağı üzerinden hem de… Nasıl bir gerçek ve metafordur cinai meselde kavanozdaki o ölü bebek? “Buzdolabına kaldırmak” deyimi en az “rafa kaldırmak” kadar bize yakışan 2 0 1 3 bir söz kalıbı. Yüzleşmekten, kendimizle hesaplaşmaktan pek hoşlanmayan ülkenin insanlarıyız: Sorunlarımızı çözmeyi ya erteleriz ya da bir köşede onu saklarız. Doğu halklarının ortak tutumu bu: Suçlanabileceklerini sakla, üstünü ört, unutturmaya çalış... Bebeğin tahnit edilme meselesi, bu bozuk sicile bir gönderme olarak da okunabilir. Şöyle ki: Hıristiyan bir genç kızla, Müslüman bir erkeğin birlikteliğinden oluşan o bebek bir yüzleşme aracı aslında: Kısacası bu metafor, sorunun ya da anlayışsızlığın sevgisizliğin nedeni olarak okunabileceği gibi; her iki tarafın birlikte işlediği uzun bir cinayet olarak da tanımlanabilir.

Bence tümüyle tez konusu olabilecek bu polisiye roman iki ayrı defterden oluşuyor. Bu defterlerde de ikişerden sekiz bölüm var okurun bazı boşlukları, düğümleri çözmek için istediği gibi hareket edebileceği, kesip biçebileceği… Dolayısıyla tek düze bir roman okumak yerine, hazırsanız serüvene buyurun başlayın bu romanın sayfalarını çevirmeye…

--------------------------------------------------

Doğan Kitap, 1.Baskı, Ekim 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder