Madam Samatya … ve Diğer Şüpheliler, İbrahim
Yıldırım, 245-XXXXI
----------------------------------------------------
İbrahim Yıldırım’ın Madam Samatya’sını okursanız, Selçuk
Altın’ın kitapları gibi -ikisi de birbirleriyle iyi anlaşır ve yarışırlar- sizin için sıra dışı bir kitap olacak.
Ancak, söylemedi demeyin, bu kitabı okumak için:
·
Çevredeki tüm
gürültülü unsurlar susturularak, bir odaya kapanılacak ve izolasyon sağlanacak.
·
Beyindeki ve
kıvrımlarındaki her türlü tasa, zevk-i sefa ile sorunlar, dondurulacak.
·
Sistematik ve
analitik çözümlere hazır olunacak.
·
Fındıkzade,
Topkapı, Samatya havalisi ile Kınalıada haritaları, paftaları, cetvel,
pergel, pusula, usturlap elde hazır
olacak.
·
Resim konusunda
bilgi sahibi olunacak.
·
Psikiyatrik ve
psikolojik deyimlerle ilgili kaynaklar, Türkçe Sözlük, tıp sözlüğü v.b.g
kaynaklar el altında bulundurulacak.
·
İpin ucunu
yakalamak için kâğıt, kalem, çıkmaza saplanırsanız ağıt yakmak için mendil,
kitabın yapraklarını kesip, katmanlara ayırıp yeniden toparlamak için makas,
kaybolduğunuzda kullanmanız için mum, gaz lambası en iyisi fener, elde hazır
olacak.
·
En önemlisi de
okumak için sağlam bir irade olacak.
Zaten yazarın kendisi de bu
durumu kitabının ilgili sayfalarında bakın nasıl itiraf ediyor:
- “Bence bir insan
bir şeyler çiziyor ya da yazıyorsa mutlaka aşması gereken sorunları var
demektir… Sanat, bilim ya da herhangi bir …. uğraş, insan kendisiyle
yüzleştiği takdirde sonuca ulaşır. s194…
“ Her sanat yapıtı, sanatçının kendine gönderdiği ve ruh
akrabalarıyla, yani izleyicileriyle paylaştığı açık mektuptur, bu durumda
izleyici, sanatçının mektup arkadaşıdır. s.174”
- “-bazı kaynaklara
göre- İsa’yı gammazlayarak erguvan odunundan yapılan çarmıha gerilmesine
neden olan Yahuda adlı havarinin pişman olup kendini bu ağaca asıp intihar
etmesini anlatabilirdim. Sonra da her iki söylentinin ortak noktasının,
erguvanın ölümlerden sonra mor çiçekler açmaya başlaması olduğunu vurgular
ve şu soruyu didikleyebilirdim: Hangisi doğruydu: Erguvanın çiçekleri,
İsa’nın üzüntüsünden mi, yoksa –işbirlikçi havariye kurtuluş yolunu açtığı
için- utancından mı morarmıştı? S.197”
İşte böyle ve söylediğine göre otuz yılı aşkın
Kocamustafapaşa ve Samatya çevresinde yaşayan yazarın, çocukluğundan ve
gençliğinden kalan hayal mi, gerçek mi, anı mı, düş mü ne olduğunu
kestiremediği bazı görüntüler onu bu kitabı yazmaya iteklemiş.
Romanın anlatıcı kahramanı, çocukluğu ana ve baba baskısı
altında geçmiş, bozulan ruh sağlığı ve bir cinayet teşebbüsü ile akıl
hastanesine yatırılmış, baş şüpheli, Murat,
1973 doğumlu; ne 12 Mart’ı, ne 12 Eylül’ü, ne de özellikle romanın önemli zaman
dilimlerinden 70’lerde olan biteni yeterince biliyor. Bazı şeyleri öğrenip
kavrayıp olayların insanların izini sürerken; kuytu, gölgeli, ağzı sıkı bir
semt dediği Samatya’ya sığınıyor. Bir anlamda orayı yazarak kendini tedavi
etmeye çalışıyor. Özetle, ona göre Samatya, yazılması, bitirilmesi gereken bir
roman, bir iyileşme mekânı.
Yazarın, satırların
labirentlerinde bize sunduğu gizemli Ressam Yusuf Şimşek ile aynı kişi mi, çift
kişilikli mi okuyunca siz karar verin resim eleştirmeni Sait Alaplı ikincil
önemli kahraman ve şüpheliler…
bunların yanında:
“Kanaatim şudur: Evdekiler size yetmiyor; daha fazla iyilik
istiyorsunuz… Allah korusun, en sonunda iyilikten çatlayıp kalıvereceksiniz.
S.227 Siz bir melek misiniz? … Bir an önce normalleşip daha doğrusu halas olup
kendinize ricat etmeyi düşünmez misiniz? s.230” diye tanımladığı Kınar Hanım, yani Madam Samatya,
“…savrulup geldiğim şehirde başladı bu… yalnızca benim gibi
olanlarla… yalnızca belirlenmiş sözcüklerle… belirlenmiş kalıplarla konuşa
konuşa… gündelik sesi unuttuğumdan bu hale geldim… öğretimizin kuralı buydu…
sıradan insanlarla… gündelik sözcüklerle… öğretimize uygun olarak kod numaramın
yanı sıra en son kullandığım sözcük… arkadaş’lardı… çoğul kullanıldığında araya
mesafe koyan bu sözcük ara sıra kalbimi ısıtırdı. S.276, …peki insan hiç
kendine hayatı yasaklar mı? güneşi… bulutları… aşkı… şarkıları… ben ya da biz
kendimize yasaklar koyduk… hayattan kuytulara çekildik… oysa hayat… s.288” diye tanımladığı
öğrenci de bence önemli diğer kahramanlar…
1971, 72 ve
73’te üç şüpheli ölüm olayının gerçekleştiği Sobacıyan Palas’a dönüşen ülkenin
gelmiş ve yazık ki geçmemiş faili meçhul cinayetler konusundaki yakın tarih
siciline yakın bir plan “Madam Samatya”. Evladını
kendi elleriyle tahnit eden C.A’nın bıçağı üzerinden hem de… Nasıl bir
gerçek ve metafordur cinai meselde kavanozdaki o ölü bebek? “Buzdolabına
kaldırmak” deyimi en az “rafa kaldırmak” kadar bize yakışan 2 0 1 3 bir söz
kalıbı. Yüzleşmekten, kendimizle hesaplaşmaktan pek hoşlanmayan ülkenin
insanlarıyız: Sorunlarımızı çözmeyi ya erteleriz ya da bir köşede onu saklarız.
Doğu halklarının ortak tutumu bu: Suçlanabileceklerini sakla, üstünü ört,
unutturmaya çalış... Bebeğin tahnit edilme meselesi, bu bozuk sicile bir
gönderme olarak da okunabilir. Şöyle ki: Hıristiyan bir genç kızla, Müslüman
bir erkeğin birlikteliğinden oluşan o bebek bir yüzleşme aracı aslında:
Kısacası bu metafor, sorunun ya da
anlayışsızlığın sevgisizliğin nedeni olarak okunabileceği gibi; her iki tarafın
birlikte işlediği uzun bir cinayet olarak da tanımlanabilir.
Bence tümüyle tez konusu olabilecek bu polisiye roman iki
ayrı defterden oluşuyor. Bu defterlerde de ikişerden sekiz bölüm var okurun
bazı boşlukları, düğümleri çözmek için istediği gibi hareket edebileceği, kesip
biçebileceği… Dolayısıyla tek düze bir roman okumak yerine,
hazırsanız serüvene buyurun başlayın bu romanın sayfalarını çevirmeye…
--------------------------------------------------
Doğan Kitap, 1.Baskı, Ekim 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder