Kasiyer, Sayaka Murata 653 / CXCVII,
“ İlkel toplumda birkaç kandaş öbeğin oluşturduğu
tribülerde[1] işbölümü kendiliğindendir.
Erkek dışarıdaki işleri, kadın evdeki işleri yapar.
İkisinin de kullandığı araçlar kendilerine ait
mülklerdir.
Giderek gelişen hayvancılık temelinde, çoban
tribüler, kendilerini Barbarlardan ayırdılar.
Buna “birinci büyük toplumsal işbirliği” diyoruz.
Üretim artışı yeni iş güçlerini gerektirince,
toplumlar, alt öbekler ve elemanları, sömüren ve sömürenler halinde bölündü.
Aile köklü değişikliğe uğradı kazanç ve mülk erkeğe
geçti.
Kadının evdeki üstünlüğünü sağlayan olgu şimdi
erkeğe üstünlük sağlamaya başladı.”
Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve
Devletin Kökeni, s.221-224 Sol Yayınları, 2. Baskı 1971
-o-
Japon yazar, Sayaka Murata'nın “Japonca Konbini Ningen” Kasiyer, adlı kısa romanının Türkçe basımının
kapağında, kapak tasarımcısı Gülay Tunç’un romanın içeriği ile bire bir
örtüşen, yüzü olmayan bir kadın var…
Kadim çağlardan beri sömürenlerle sömürülenler arasındaki
çatışmanın temelinde, buyruk veren efendi, sömüren erkek ile buyruk alan köle, sömürülen
kadın var. Romanla ne ilgisi var? Bakın şöyle bir ilgisi var. Anlatayım…
Anlatacaklarım yukarıdaki alıntının satırlarda gizli…
Romanın kahramanı Keiko, anaokulundayken bile parkta
ölen minik bir kuşun dahi yenebileceğini düşünen… kuşa mezar yapıp minik kuş
sevinecek diye üzerine çiçek koyduklarında, çiçeklerin koparılarak öldürülmesinde
akıl zorluğu gören, aykırı bir çocuktur.
Çevresinde tutumundan rahatsız olan herkesin “Düzeni
bozma, sistemi aksatma!” tempolu uyarları altında… onlara göre aykırı dünya
görüşü nedeniyle anne ve babasının üzülmelerini engellemek için insanlarla
iletişimini azaltır. Ya başkalarını taklit eder ya da söylenenlere uyar.
Bukalemun gibi yaşamaya başlar. Sonunda görür ki; onu da taklit edenler var. Birbirlerine
o kadar benzerler ki neredeyse ayırt edilemezler. At izi, it izine karışmış, artık
kendi benliğini yitirmiştir.
Yüzü
başkalarına, başkalarının yüzü ona benzemişti… başka yüze ne gerek var?
Ama yine de kendine şunları sormaya devam eder…
·
Yaşantında sana
doğal gelen bir şey başkalarına tuhaf geliyorsa da insanların yaşam alanına çamurlu
ayaklarıyla girip o tuhaflığın nedenini çözme hakkını kendinde nasıl buluyor?
·
Annem, babam, kız
kardeşim, okul arkadaşlarım, onların tanıdığım tanımadığım yakınları, çalışma
şeklim, bekârlık başta olmak üzere cinsel yaşantımın rengi ve derinliği,
evliliğe olan yatkınlığım, rahmimin sağlığı ve durumu konusunda neden sürekli beni
sorguluyor?
Durmadan söyledikleri şu; “Düzeni bozma, sistemi
aksatma!” Bu beni fazlasıyla rahatsız ediyor, sinir bozucu, küstahlıktan başka
bir şey değil.
Ve bütün bu soruları işyerinde tanıştığı bir erkeğe
soruyor, yanıtını onda, Şiraha’da
arıyor…
Dünyanın hâlâ barbarlığın yukarı aşamasında
yaşadığını söyleyen Şiraha, ona tam gün çalışmamasının, evli olmamasının yaşadığı
çevrede biçimlenen kadim düzeni bozduğunu, sistemi aksattığını, evin erkeği
dahil sömürenlerin imajını yıprattığını söyleyip… herkesin içinde normal insan
adlı ütopik bir canlının rolünü oynamasının tek geçerli yol olduğunu
söyleyerek…
Aksi takdirde, tıpkı barbarlık çağının ileri
aşamasında ve tribünün işine yaramayan herkese yapıldığı gibi… kulübene çamurlu
ayaklarıyla girip her şeyine karışacaklar. Ya da tribünün yasasına uygun, örnek
bir eş ve çalışan olarak düzene katılacak, sistemi aksatmayacaksın. Herkesin
senden istediği,
Yüzün başkalarına,
başkalarının yüzü de sana benzemeli… bunun dışında bir yüze ne gerek var?
herkesi sevindirecek yaşam tarzı bu… diyerek,
sözlerini bitiriyor. Keiko’nun yanıtı ise romanda gizli.
Özetle, Kasiyer, kadim çağlardan beri insanla
toplum, sömüren ile sömürülen, kadın ile erkek arasındaki “Düzeni bozma, sistemi
aksatma, yoksa icabına bakarız! Cümlesinde
şekillenen her dilden her dinden değişmeyen mücadelesinin hikâyesi... okursanız ki; okumanızı öneririm, bakalım Kasiyer Keiko, kendi dilinden, bu mücadele ile size nasıl sesleniyor?
26.03.2020 mehmetealtin,
-----------------------------------------------------------
Turkuaz Yayıncılık, 3. Baskı, Ocak
2020
Çevirmen: H.Can Erkin