3 Mart 2014 Pazartesi




İmparatorluğun En Uzun Yılı, İlber Ortaylı 1029/18 - XVII.
--------------------------------------------------
Adadan çok sevdiğim arkadaşım, Ali TOLGA’nın, geçen yaz hediye ettiği bu kitabı ancak okuyup bitirebildim.
19. yüzyılı, “…bütün Osmanlı camiasının en hareketli, en sancılı, yorucu, uzun bir asrıdır; geleceği hazırlayan en önemli olaylar ve kurumlar bu asrın tarihini oluşturur.” diyerek yorumlayan Prof. Dr. İlber Ortaylı kitabında;
·         Osmanlı modernleşmesinin otokratik bir modernleşme olduğunu,
·          iç ve dış gelişmelerin, hayatının son kırk yılında imparatorluğu bu otokratik modernleşmeden anayasal bir monarşiye kadar sürüklediğini,
·         imparatorluğun genç Cumhuriyete parlamento, siyasal parti kadroları, basın gibi siyasal kurumları miras bıraktığını,
·         Cumhuriyetin tabiplerinin, fen adamlarının, hukukçu, tarihçi ve filologların son devrin Osmanlı aydın kadrolarından çıkarken Cumhuriyet ilk anda eğitim sistemini, üniversiteyi, yönetim örgütünü, mali sistemini imparatorluktan miras aldığını,
·         Cumhuriyet devrimcileri bir ortaçağ toplumuyla değil, son asrını modernleşme sancıları ile geçiren imparatorluğun kalıntısı bir toplumla yola çıktığını,
·         Cumhuriyetin radikalizmini kamçılayan öğelerden biri de yeterince radikal olamayan Osmanlı modernleşmesinin mimarı olan bürokratlardan kaynaklandığını,
·         bugünkü Türkiye’nin siyasal-sosyal kurumlarındaki sağlamlık ve zaafın bilinmesinin son devir Osmanlı modernleşme tarihini iyi anlamakla mümkün olduğunu söylemekte…
Yedi bölümden oluşan ve Sonuç ile biten kitabın;
1.    Alemdar, Sultan Mahmut ve Kavalalı
Bölümünde, Osmanlı modernleşmesinin Rusya'da Büyük Petronun başlatmış olduğu hamlelerle üstü kapalı bir şekilde kıyaslanarak anlatılırken tek nedeninin de Hıristiyan Avrupa’ya özellikle Rusya’ya karşı durmak için önce orduyu modernleştirmekle başladığını anlatıyor. Ancak bu çabaların pragmatik amaçlı olması ve alt yapılarının bulunmaması nedeniyle toplumun bütünü tarafından benimsenmediği gibi bunun etkilerinin günümüze kadar da sürdüğünü söylüyor. Ayrıca Avrupa Devletlerine kıyasla Osmanlı Devletindeki ulus çeşitliliğinin de yol alınmasını engellediğini ve dağılma sürecine girildiğini şöyle söylüyor.
“19.yüzyıldaki ayaklanmalar, rastgele köylü direnişleri ve haydut hareketleri değildi; modern çağın ideolojilerinin biçimlendirdiği doğmakta olan ulusal burjuvazi ve aydın sınıfın önderliğindeki hareketler haline dönüşmekteydi. Bu nedenle büyük devletlerin müdahalesi olmasa da... Osmanlı, Balkanlar’daki eyaletlerini terk etmek zorunda kalacaktı. Ne var ki; … o zaman kurulan devletler bağımsız ulusal devlet olacaklardı. Oysa aristokrasisi olmayan… ve ulusal kurtuluş hareketlerini köylülerle beraber sırtlanan bu ülkelerin… başlarına pazarlıklarla [ Benim notum; Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu gibi]  Avrupa’dan ithal hükümdarlar geçirildi.” ([1])
2.    Osmanlı Uluslarının Yeni Çağı
Bölümünde yazar, Osmanlı modernleşmesini hızlandıran etmenlerin başında ulusalcılık akımlarının ve hareketlerinin olduğunu, bunların imparatorluğun yıkımını da hazırladığını söylerken Osmanlı devletinde ulusal sorunların II. Viyana kuşatmasından sonra Osmanlı’nın yenilebilir ve dağıtılabilir bir güç olduğunun fark edilmesinden sonra ivme kazandığını belirtmektedir. Buna rağmen İstanbul Patrikliğinin aynı zamanda Balkan Ortodokslarının ruhani lideri olması, devlet hizmetlerinde sakıncasız bir şekilde gayrimüslimlerin kullanılması hatta Türklerin devlet yönetimi tarafından aşağılanması gibi örneklerden yürüyerek bu hareketlerin Avrupa’daki diğer ulusalcılık hareketlerinden çok farklı olduğunu söylerken şu çarpıcı örneği de vermektedir.
“... Gerçekte Osmanlı egemenliğinin ilk üç yüzyılı boyunca Avrupa’da geniş bir kitle Yunanlı ile Türkü birbirinden karıştıracak kadar Yunalıların özelliklerinden habersizdi.”([2])
3.    Osmanlı Tarihinde Babıâli Asrı
3 Kasım 1839’da okunan Hatt-ı Hümayın ile başlayan Babıâli’nin hükümet dönemi, yani yönetime sadrazam ve bürokratların hâkim olduğu dönemi anlatan bu bölümde, bana göre en önemli unsur, Osmanlı Devleti’nin bundan böyle Devletler Hukuk Sisteminin otoritesine girmesidir. Bu durumda da dönemin bürokratları bu sistemin getirdiği mevzuatı uygulamakta ne kadar kararlıysa,  değişikliğe direnenleri püskürtmeye de o kadar kararlı olduklarından bu tepeden inmeci vukuat bugünlerimizi bile etkilemektedir. Ancak şu da unutulmamalı ki, Tanzimat Fermanı, tebaanın hayatını, canını, dilini, dinini hükümdarın inayetine değil kanunlara bağlayan vukuata dayalı bir belge olup ve bunu da sivil bürokratlar başarmıştır.
4.    Aydın Mutlakıyet ve Merkeziyetçi Reformlar
Bölümünde Osmanlı’nın geleneksel devlet tipinden modern merkeziyetçi devlet tipine geçilirken yaşananlar anlatılmakta örneğin Maliye’nin ve bütçe tekniklerinin temellerinin Düyun-u Umumiye’den esas alındığı anlatılırken “…kanuni ve adil bir idare…” örneğinin Metternich Avusturya’sından alındığı belirtilirken mahalli idarelerin, belediyelerin de kuruluşu bu sürece dâhil edilmektedir ki bu da çok önemli bir gelişmedir. 
5.    Laik Hukuk ve Eğitimin Gelişmesi
O güne şerî olarak gelen Osmanlı toplum ve devlet ve hukuk düzeninin bu dönemde kazandığı laik düzenle düalist bir yapıya büründüğünü anlatan bu bölümde, düzenin gayrimüslimlere daha önce gösterdiği toleransın da laiklik olarak adlandırılamayacağını, çünkü bu toleransın “ …Sünni olmayan Müslümanlara hiç gösterilmediğini…([3]) çarpıcı bir biçimde örneklerken 6. Bölümde “…arazi üzerindeki tasarruf hakkının kız evlada miras yoluyla geçmesi de kabul edilerek, İslami uygulamadan önemli bir ayrılma”([4]) satırları, oldukça çarpıcıdır.
6.    Reformcuların Çıkmazı
Bölümünde ana tema olarak Tanzimat yöneticilerinin sanayileşme çabalarının esnaf ve toplumda yaratacağı yıkım ve kaygı çekincelerine takıldığı işlenerek, çıkmaz, diyalektik bir çözümlemeden uzakta, yöneticilerin uygarlık anlayışları ile  devlet gelenekleri arasındaki çelişkiye dayandırılmaktadır!    
7.    Tanzimat Adamı ve Tanzimat Toplumu
Kitabın en ilgi çekici bölümlerinden biri olup Tanzimat’ın öncü kadrolarının bir uyum içinde olduklarını ama aralarında bir birlik olmadığı gibi özelde birbirleriyle nasıl didiştiklerini de bu bölümde okuyabilir,  bu dönemde Osmanlı kimliği altında yönetici azınlıkların verdiği hizmetleri de izleyebilirsiniz.
Sonuç
Sonuç olarak yazar, bir yandan, …”reformların ülkenin siyasal kültüründe önemli gelişmeler yarattığını, bunun günümüz Türkiye’sinde bilinçli olarak değerlendirilmesi gereken bir Osmanlı mirası olduğunu,” söylerken bir yandan da “İmparatorluğun en uzun yüzyılını, 11.yüzyıldan beri Batı ile ilişkide olan, Osmanlı’nın Batı uygarlığına karşı direnişi olarak görür… Uzun ve sancılı bir asır halen sürmekte…” diyerek kitabını çelişkiler içinde bitirir.

Dizini itibariyle, sağlam bir sistem analizi yapılmadan yazılmış olan kitap olduğunca tarafsız olmakla birlikte tutarlı çözümlemelerden uzak ve sohbet dilinde yazılmış. Ama bütün bunlar kitabı, o dönemi anlamak için başvurulması gereken bir kaynak değerinden uzaklaştırmıyor.
---------------------------------------------
Timaş Yayınları 32. Basım, Mart 2011
-o-



[1] Sayfa 66.
[2] Sayfa 87 Kaynağı Österreichisches Museum für Völkerkunde Nr.30905
[3] Sayfa 202
[4] Sayfa 247

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder