İmparatorluğun En Uzun Yılı, İlber Ortaylı 1029/18 -
XVII.
--------------------------------------------------
Adadan çok sevdiğim
arkadaşım, Ali TOLGA’nın, geçen yaz hediye ettiği bu kitabı ancak okuyup
bitirebildim.
19. yüzyılı, “…bütün Osmanlı camiasının en hareketli, en
sancılı, yorucu, uzun bir asrıdır; geleceği hazırlayan en önemli olaylar ve
kurumlar bu asrın tarihini oluşturur.” diyerek yorumlayan Prof. Dr. İlber
Ortaylı kitabında;
·
Osmanlı modernleşmesinin
otokratik bir modernleşme olduğunu,
·
iç ve dış gelişmelerin, hayatının son kırk
yılında imparatorluğu bu otokratik modernleşmeden anayasal bir monarşiye kadar
sürüklediğini,
·
imparatorluğun genç
Cumhuriyete parlamento, siyasal parti kadroları, basın gibi siyasal kurumları
miras bıraktığını,
·
Cumhuriyetin tabiplerinin,
fen adamlarının, hukukçu, tarihçi ve filologların son devrin Osmanlı aydın
kadrolarından çıkarken Cumhuriyet ilk anda eğitim sistemini, üniversiteyi,
yönetim örgütünü, mali sistemini imparatorluktan miras aldığını,
·
Cumhuriyet devrimcileri bir ortaçağ toplumuyla değil, son asrını
modernleşme sancıları ile geçiren imparatorluğun kalıntısı bir toplumla yola
çıktığını,
·
Cumhuriyetin radikalizmini kamçılayan öğelerden biri de yeterince
radikal olamayan Osmanlı modernleşmesinin mimarı olan bürokratlardan
kaynaklandığını,
·
bugünkü Türkiye’nin
siyasal-sosyal kurumlarındaki sağlamlık ve zaafın bilinmesinin son devir
Osmanlı modernleşme tarihini iyi anlamakla mümkün olduğunu söylemekte…
Yedi bölümden oluşan ve
Sonuç ile biten kitabın;
1. Alemdar, Sultan Mahmut ve Kavalalı
Bölümünde, Osmanlı modernleşmesinin
Rusya'da Büyük Petro’nun başlatmış olduğu hamlelerle üstü
kapalı bir şekilde kıyaslanarak anlatılırken tek nedeninin de Hıristiyan
Avrupa’ya özellikle Rusya’ya karşı durmak için önce orduyu modernleştirmekle
başladığını anlatıyor. Ancak bu çabaların pragmatik amaçlı olması ve alt
yapılarının bulunmaması nedeniyle toplumun bütünü tarafından benimsenmediği
gibi bunun etkilerinin günümüze kadar da sürdüğünü söylüyor. Ayrıca Avrupa
Devletlerine kıyasla Osmanlı Devletindeki ulus çeşitliliğinin de yol alınmasını
engellediğini ve dağılma sürecine girildiğini şöyle söylüyor.
“19.yüzyıldaki
ayaklanmalar, rastgele köylü direnişleri ve haydut hareketleri değildi; modern
çağın ideolojilerinin biçimlendirdiği doğmakta olan ulusal burjuvazi ve aydın
sınıfın önderliğindeki hareketler haline dönüşmekteydi. Bu nedenle büyük
devletlerin müdahalesi olmasa da... Osmanlı, Balkanlar’daki eyaletlerini terk
etmek zorunda kalacaktı. Ne var ki; … o zaman kurulan devletler bağımsız ulusal
devlet olacaklardı. Oysa aristokrasisi olmayan… ve ulusal kurtuluş
hareketlerini köylülerle beraber sırtlanan bu ülkelerin… başlarına
pazarlıklarla [ Benim notum; Bu ne perhiz, bu ne lahana
turşusu gibi] Avrupa’dan ithal hükümdarlar geçirildi.” ([1])
2. Osmanlı Uluslarının Yeni Çağı
Bölümünde yazar, Osmanlı
modernleşmesini hızlandıran etmenlerin başında ulusalcılık akımlarının ve
hareketlerinin olduğunu, bunların imparatorluğun yıkımını da hazırladığını
söylerken Osmanlı devletinde ulusal sorunların II. Viyana kuşatmasından sonra
Osmanlı’nın yenilebilir ve dağıtılabilir bir güç olduğunun fark edilmesinden
sonra ivme kazandığını belirtmektedir. Buna rağmen İstanbul Patrikliğinin aynı
zamanda Balkan Ortodokslarının ruhani lideri olması, devlet hizmetlerinde
sakıncasız bir şekilde gayrimüslimlerin kullanılması hatta Türklerin devlet
yönetimi tarafından aşağılanması gibi örneklerden yürüyerek bu hareketlerin
Avrupa’daki diğer ulusalcılık hareketlerinden çok farklı olduğunu söylerken şu
çarpıcı örneği de vermektedir.
“... Gerçekte Osmanlı egemenliğinin ilk üç yüzyılı boyunca
Avrupa’da geniş bir kitle Yunanlı ile Türkü birbirinden karıştıracak kadar
Yunalıların özelliklerinden habersizdi.”([2])
3. Osmanlı Tarihinde Babıâli Asrı
3 Kasım 1839’da okunan
Hatt-ı Hümayın ile başlayan Babıâli’nin hükümet dönemi, yani yönetime sadrazam
ve bürokratların hâkim olduğu dönemi anlatan bu bölümde, bana göre en önemli
unsur, Osmanlı Devleti’nin bundan böyle Devletler Hukuk Sisteminin otoritesine
girmesidir. Bu durumda da dönemin bürokratları bu sistemin getirdiği mevzuatı
uygulamakta ne kadar kararlıysa,
değişikliğe direnenleri püskürtmeye de o kadar kararlı olduklarından bu
tepeden inmeci vukuat bugünlerimizi bile etkilemektedir. Ancak şu da
unutulmamalı ki, Tanzimat Fermanı, tebaanın hayatını, canını, dilini, dinini hükümdarın
inayetine değil kanunlara bağlayan vukuata dayalı bir belge olup ve bunu da
sivil bürokratlar başarmıştır.
4. Aydın Mutlakıyet ve Merkeziyetçi Reformlar
Bölümünde Osmanlı’nın
geleneksel devlet tipinden modern merkeziyetçi devlet tipine geçilirken yaşananlar
anlatılmakta örneğin Maliye’nin ve bütçe tekniklerinin temellerinin Düyun-u
Umumiye’den esas alındığı anlatılırken “…kanuni
ve adil bir idare…” örneğinin Metternich Avusturya’sından alındığı
belirtilirken mahalli idarelerin, belediyelerin de kuruluşu bu sürece dâhil
edilmektedir ki bu da çok önemli bir gelişmedir.
5. Laik Hukuk ve Eğitimin Gelişmesi
O güne şerî olarak gelen
Osmanlı toplum ve devlet ve hukuk düzeninin bu dönemde kazandığı laik düzenle
düalist bir yapıya büründüğünü anlatan bu bölümde, düzenin gayrimüslimlere daha
önce gösterdiği toleransın da laiklik olarak adlandırılamayacağını, çünkü bu
toleransın “ …Sünni olmayan Müslümanlara
hiç gösterilmediğini…([3]) çarpıcı
bir biçimde örneklerken 6. Bölümde “…arazi
üzerindeki tasarruf hakkının kız evlada miras yoluyla geçmesi de kabul
edilerek, İslami uygulamadan önemli bir ayrılma”([4]) satırları,
oldukça çarpıcıdır.
6. Reformcuların Çıkmazı
Bölümünde ana tema olarak
Tanzimat yöneticilerinin sanayileşme çabalarının esnaf ve toplumda yaratacağı
yıkım ve kaygı çekincelerine takıldığı işlenerek, çıkmaz, diyalektik bir
çözümlemeden uzakta, yöneticilerin uygarlık anlayışları ile devlet gelenekleri arasındaki çelişkiye
dayandırılmaktadır!
7. Tanzimat Adamı ve Tanzimat Toplumu
Kitabın en ilgi çekici
bölümlerinden biri olup Tanzimat’ın öncü kadrolarının bir uyum içinde
olduklarını ama aralarında bir birlik olmadığı gibi özelde birbirleriyle nasıl
didiştiklerini de bu bölümde okuyabilir,
bu dönemde Osmanlı kimliği altında yönetici azınlıkların verdiği hizmetleri
de izleyebilirsiniz.
Sonuç
Sonuç olarak yazar, bir
yandan, …”reformların ülkenin siyasal
kültüründe önemli gelişmeler yarattığını, bunun günümüz Türkiye’sinde bilinçli
olarak değerlendirilmesi gereken bir Osmanlı mirası olduğunu,” söylerken
bir yandan da “İmparatorluğun en uzun yüzyılını, 11.yüzyıldan beri Batı ile ilişkide olan, Osmanlı’nın Batı uygarlığına karşı direnişi olarak görür… Uzun ve
sancılı bir asır halen sürmekte…” diyerek kitabını çelişkiler içinde
bitirir.
Dizini itibariyle, sağlam bir sistem
analizi yapılmadan yazılmış olan kitap olduğunca tarafsız olmakla birlikte
tutarlı çözümlemelerden uzak ve sohbet dilinde yazılmış. Ama bütün bunlar
kitabı, o dönemi anlamak için başvurulması gereken bir kaynak değerinden
uzaklaştırmıyor.
---------------------------------------------
Timaş Yayınları 32. Basım, Mart 2011
-o-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder