Sessizliğe
Hayranlık, Abdulrazak Gurnah, 2 / CCV
Çeviri: Müge
Günay
Farklı ‘kişilikleri’ arasında iç barışı sağlayamayan
bir mülteci kalıcı bir sürgündür, sürekli kökünden sökülmüş bir kişidir. Marx
ve Oyuncak Bebek, Maryam Madjidi”
-o-
Bu kitaba özel olarak, kurallarımı
bozacağım ve sonda söyleyeceklerimi başa alacağım. Nedenine gelince 249
sayfalık romanı okumakta da toparlamakta da oldukça zorluk çektim. Bunun nedeni
ağır ve ağdalı bir orijinal yazımdan, romanın içeriğinden kopmamak adına, bu
dile ayak uydurmak zorunda kalan çeviriden ve/veya çevirmen de olabilir. Ancak her
durumda, benim bir çevirmenden beklediğim: “Kahraman
liderler ayrım gözetmeksizin muhayyileleri dolduruyordu.” yerine “Kahraman liderler ayrım gözetmeksizin
hayalleri dolduruyordu.” veya “… süslüyordu.” tümcesidir. Olduğunca günümüz
Türkçesi’nde bir çeviridir. Muhayyile, sözcüğü benim bile sözcük dağarcığımdan
çıkmışken yeni nesil nereden bilsin? “ … Geleceğimizi
tasavvur etmenin vakti geldiğinde bu istismara maruz kalanların…” yerine “geleceğimizi düşünmenin vakti geldiğinde
bu sömürüyle karşılaşanların…” demek kitabı daha anlaşılır ve okunur kılmaz
mı? dedikten sonra…
Sıra,
bu kitabı “ okumayı tasavvur etmenin
vakti geldiğine göre “kitabın konusuna, ruhuna ve yazarın vatandaşı kendisi
kadar meşhur: Queen müzik gurubunun, Rock Tanrısı
ilan edilmiş, Zanzibar doğumlu solisti, Freddie Mercury’nin(11)
“Bohemian Rhapsody”’ plağını, koyun pikaba ve başlayın okumaya…
Kalın sağlıkla, her zamanki gibi
kitapla…
-0-
Okuyacağım kitaplar arasında Son
Hediye romanı ile ilk defa yerini alan Abdulrazak Gurnah’ın; "Ödülü, kültürler ve kıtalar arasındaki
‘Batı Afrika ile Doğu Hindistan arasındaki’ körfezde sömürgeciliğin etkilerine ve mültecilerin kaderine nüfuz
etmesinden dolayı alan yazar… Romanlarında
basmakalıp betimlemelerden uzak durarak okura, dünyanın diğer yerlerindeki pek
çok kişinin aşina olmadığı, çok kültürlü Doğu Afrika’yı açıyor” gerekçesiyle
2021 Nobel Edebiyat Ödülünü alınca, hemen kitabına sarıldım. Sarıldım ama Son
Hediye romanının Sessizliğe Hayranlık romanından sonra okunması gerektiğini
öğrenince, bu romanını aldım, okuyarak kendisiyle tanıştım. Tanıştım ama Abdulrazak Gurnah, ne yazık ki hem
benim tanışmamdan hem de Nobel’i aldıktan kısa bir süre sonra vefat etti.
1948’de Zanzibar’da(1) doğan, romanlarına konu olan sömürgeciliği ve post kolonyal
dönemin hemen tamamını, ülkesi Zanzibar’da yaşayan yazar, 1964’teki ayaklanma sırasında
Tanganika ile birleşip Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti’nin özerk bir bölgesi olan
ülkesindeki acımasız hesaplaşma, kanlı ve yüz kızartıcı paylaşım savaşlarına tanık
olur. 1968’e kadar ülkesinde kalan Gurnah o sene İngiltere’ye yerleşir.
Zanzibar’ı ve Doğu Afrika’yı
odağında devamlı tutan, İngiltere’de kolonyal dönem konusunda uzmanlaşan; başta
Doğu Afrika olmak üzere, Karayip ve Hindistan edebiyatının sömürgecilikten
nasıl etkilendiğini araştıran Gurnah; yeni bir ülkeye, değişik bir dile alışma,
kök salma çabalarını, günümüzde göçün evrensel ikilemini… Kronolojik ve
doğrusal bir öykü sunmayı reddederek, sömürgeciliğin egemen olduğu toplum ve
bireylerdeki yansımaları, aidiyet bunalımını, akademik kalıplar içinde,
gelenek, görenek, mitler ve kutsalın satırlarında inceleyip, anlatırken… sınıf
çatışmalarının neden/sonuç ilişkilerinden, kendi deyimi ile klişe ve
genellemelerin körlüğünden uzak duruyor, kaçınıyor, safını sisler gerisinde
egemenden yana koyuyor ve ne yazık ki, elden kayıp gidiyor. Zenzibar’ın
kültürel, ekonomik varsıllığının sömürülüşünü, koşutunda halkın
yabancılaşmasını, sonrasında yıkımını, umut ve çaresizlik yüklü göçü, aynı
siyasi ortamdan beslenen, yakın coğrafyadan yazar, Amin Maalouf’un da yaptığı gibi
kolonyalistleri ve egemen sınıfı karşısına almadan; Onlar yaptı, biz yararlandık. Ama
şunları da yapmasalardı iyi olacaktı.
Bu arada biz de aşırıya kaçtık.” diyerek
bütün politikacıların yaptığı gibi eveleyip, geveleyip “Artık sessiz kalmayan insanların nankörce
eleştirilerinden usanıp, bu azılı sürüyü kendi yıkımlarıyla baş başa bırakan
kolonyalistler gittiler.” S.58 gibi birkaç kere okunması
gerekli tümceler, örneklemeler, göndermeler kurarak, mizah ve ironi katarak anlatıyor.
-0-
Bu kitapta da Gurnah, kendisi gibi göçmen,
yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan ve göçtüğü yere yeterince uyamayan
insanların, yeni yerleştikleri toplumla ilişkisini
ve anayurtlarına yabancılaşmalarını işlemektedir. 1996’da
yayınlanan, Sessizliğe Hayranlık adlı
bu romanında anlatıcının adını öğrenemiyoruz. Kimliksiz, özgüveni zayıf, kendinden nefret eden,
hayatı üzerinde hiçbir hükmü olmayan, boynu
bükük bir simge olan anlatıcı, geride bıraktığı akrabaları ve sosyal çevresi için
kaybedilmiş, yabancılaşmış, yabancılaştırılmış, birisidir… Öyle ki, Büyük
Britanya’da yaşayıp herkesin
kendisine ait bir aile doktoru olmasını akrabalarına alaycı bir dille şöyle
anlatıyor: “Bunları daha az şanslı olan
akrabalarım öğrensin diye anlatıyorum. Aile onuru adına zırvalayanlar için. Bu
insanlara kişinin kendine ait bir doktorunun olması olanaksız bir hayal gibi
gelebilir. Başka insanların kırık tarihlerinden toplanan ganimetlere
bakarsanız, kendi doktorunuza sahip olmak gibi küçük bir konforu çok
görmezsiniz.” S.16-17
Ama bunu öyle alaycı bir dille anlatıyor ki; sömürgeciliği
övüyor mu, dövüyor mu, cam küreye bakmak zorunda kalıyorsunuz. Elindeki sopayla
“miş gibi” vuruyor, ses çıkmıyor. Başka bir örnek: “John Smith’i seven, kabilesinin
savaş planlarını İngilizlere ifşa eden, Rebecca olarak vaftiz edilen Pocahontas,(2) Büyük Britanya’da soylu bir acibe gibi
ağırlandı… ‘anıtı dikili’ Kent’te Gravesend’de… rutubetli, bataksı, lağım ‘gibi
bir coğrafyada’ öldü. Gelgelelim bundan yakındığını aktaran olmamıştır.” S.19
Anlatıcının özgüven eksikliğini: bir Britanyalı doktorun kendisine – “ Afro-Karayiplilerin
kalpleri çürük olur.” demesi üzerine; “ Afro-Karayipli
olmadığımı Hint Okyanusu çocuğu, Müslüman, Sünni ve Vahabi olduğumu…” da
söylemeden ‘doktorun’ cehaletiyle içinden alay ederek… neyse ki, AIDS’ten bahsetmedi. ‘Halbuki’ maymunlarla ilişki kurmaktan kendimizi
alamadığımız için bizim orası hastalığın ana merkezidir. Söylesem yeniden bir
sürü test isteyeceği için buna katlanamazdım. Zaten biz Afro-Karayipleri değil,
zencileri, Habeşleri, Abidleri,(3) bongo-bongoları, siyahım
ve gurur duyuyorumcuları, açlık, zorbalık, hastalık şehvet ve tarih kurbanlarını
kastetti.” tümcelerinde,
arkadan dolanarak, alaycı bir dille
saklayan… ve bunu, Batı’nın satirik öngörü olarak alkışladığı dil, Gurnah’ın
dilidir. Kitapta, Anlatıcı, sanki
kendisiyle Büyük Britanya arasında bir anlaşma varmış gibi Britanyalı olmaya
çabalamasını hisseder, nereden geldiğini unuttuğunu düşünürsünüz sonra da sessizliğin
içinden bir yerden çıkar gelir, geldiğinde de artık bunun pek bir önemi yoktur.
-0-
1964
isyanından sonra sahte bir Kenya pasaportu ile Büyük Britanya’ya kaçan Anlatıcı,
bir yıl gizlice bir yurt odasında kalır. Daha sonra öğretmen olmak üzere
eğitimine devam eder ve tam bir kaçak göçmen yaşamı sürer ve terk edilmişliğin
habisliği altında ezilirken hayatına Emma girer. Ancak Emma’nın hamile
olmasıyla, sevgilisini alıp götüren, aklına Emma’nın annesini getiren ve
hayatımı tehdit eden bir yabancı gibi kızı Amelia, Anlatıcının hayatını alt üst
eder.
Anlatıcının bilinçli unutkanlığı, beraber
yaşadığı ve kızları Amelia doğduktan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi
olamayacağının algısında ailesi ve ülkesi için de geçerlidir. Nitekim onlarla
ilgili anlattıkları ve uydurdukları; hayat arkadaşı Emma’ya ailesinin daha az
dar görüşlü olduğunu göstermek, ülkesindeki hayatlarını soylu ve derli
topluymuş gibi sunmak için olsa da çoğunlukla Emma’nın Anlatıcının ailesine karşı
gösterdiği olumlu veya olumsuz ilginin altında kalmamak içindir ve giderek
kendi de bunların doğru olduğuna inanmaya başlar. Anlatıcı, kişiliği ve anlattıklarıyla Akdeniz’in
güneyi, Atlantik’in doğusunda kalan bütün dünyayı temsil ettiğinden derli toplu
ilişkileri ve trajik hataları anlatan hikâyeler uydurur ve tarihi yeniden
yazmaya ve giderek daha kolay uydurmaya başlar. Ancak, Emma’nın ilgisi giderek
ve tamamen azalır ve dışa dönük ilgisini hissettirmeye başlar. Artık, kendisini
küçümseye başladığından kuşkulandığı bir kadınla aynı yatakta kendisini yiyip
bitirerek vakit geçirmektedir.
-0-
Anlatıcının, Zanzibar’daki ailesi köylüdür.
Dedesi çocuklarının okula gitme isteklerini, “-size tarlada ihtiyacım var.” diyecek kadar yoksul ve kızlarına da
“- okula erkeklerle pis işler karıştırmak
için mi gitmek istiyorsunuz?” diyecek kadar tutucudur. Buna rağmen okumaya
şehre gelen Anlatıcının babası, baba bir kardeşiyle yaşayan, annemle evlenir. Dindar
bir alçakgönüllülüğün, incelikli göstergesi altında, özellikle sömürgecilere
karşı ve ardılı dönemde zenginleşen Anlatıcının dayısının mali desteği
üzerlerindedir. Öğretmen babası okuldan eve gide gele giderek yabancılaşır. Bu
koşullar altında bir de halasının evlerine gelip dilenme ziyaretlerini
öğrendiğinde; anneme acınası bir dille bir dilencinin abisine nasıl
dokunabildiğini sorabilen babası, acı bir öfkeyle dünyadan ve aileden kopar. Özgüvenden uzak mahcup babasının
artan ıstırabı ve yalnızlığı annesinin de babasına olan sevgisini zaten
azaltmıştır, hatta bitirmiştir.
Öte yandan, ayaklanma sürecinde dışarıda uygun adım yürüyen bir avuç gürültücünün dış güçleri
defedeceklerini düşünmeleri yerine olanların ardında ne yattığını görmek
gerektiğini söyleyecek kadar bilinçli olan babası, Gana, Nijerya, Somali, Kongo,
Senegal, Mali, Tanganika, Uganda gibi yerlerdeki ayaklanmaları bilecek kadar
siyasi olgunluğa sahiptir. Buradaki devrimci liderler Kwame Nkrumah(4), Ahmed Sekou Toure(5), Patrice Lumumba(6),Jomo Kenyatta(7) gibi kahraman liderler, ülkede hayalleri doldurmaktadır.
200
yüz yıl önce Ummanlıların kendilerini lort ilan ettiği Zanzibar’da işlerini
yürütmeleri için Hintli bankerler getirilmiş,(1) lortlar, mülklerini geri istediklerinde, kreditörlerin
avukatları her şeye el koymuş durumdayken, İngilizler de kanunlara uyulmasını
teminata almak için buraya gelmiştir. Sömürgeciler, ülkeyi terk edene kadar Araplar,
Afrikalılar, Hintliler, Komorlar birlikte yaşamaktadır. Geleceklerini tasarlamanın herkesin çıkarına
olacak bir uzlaşma ile sağlanabileceğine inanıp aralarında çeşitli uzlaşı
metinleri hazırlarlar. Yeni bayrak ve ulusal marş da yaratılacaktır ama bu
ikisi de mucizevi bir şekilde Londra’da bir ofisten gelir daha bayrağa
alışmadan, ulusal marşı ezberlemeden isyan çıkar. Etnik ve siyasi hesaplaşmalar
başlar. Yeni hükümet kendini sosyalist safta konumlandırmış, ülkeden sürülen ve
kaçanların yerine yerleştirilen, birkaç yüz teknisyenin ve teknokratın yoldaşça
yardımını kabul etmiştir. D. Alman ve Kübalılar güvenlik güçlerini, Çinliler
hastaneleri devralmış, Çekler ve D. Almanlar ortaokullarda öğretmenlik yapmakta,
ama hiç biri yerel, Svahili(8) dilini, Arapça, Guceratça(9) hatta İngilizce, bile bilmemektedir.
-0-
Anlatıcı için ülkeyi
yasadışı yollardan terk edenlerin affedildiği ve geri dönmelerinde bir sakınca
olmadığı günler gelmiştir. Emma ve 17 yaşındaki kızı Amelia’yı geride bırakarak
küçük adasına döner. Bir gurbetçi olarak kaldığı ülkede yaşadığı değişim, başkalaşım
ile bir gurbetçi olarak geldiği ülkenin yaşadığı değişimi ve başkalaşımın farkına
varır.
Annesinin, daha sonra
evlendiği, kendisine daima uzak duran, kız kardeşi ve erkek kardeşi doğduktan
sonra tavırları çocuklaşan, zengin ve başarılı işadamı, babasının kuzeni,
Haşim’i tanımakta, ortak yaşamlarını anımsamaktadır. Babasının evi terk etmesinden
sonra dedesi, yakınları ne diyorsa
olur demekten başka seçeneği olmayan annesini, Haşim’e
verip başlık parası yerine borcunu sildirir. Haşim,
Vahabi olmakla beraber Allah’ın süsüz kelamını seven Ehl-i Sünnet takipçisi
muvahidlerindendir, yani Tanrı’nın birliğine inanır, ancak fanatik değildir. İyi
bir insandır. Nitekim zamanında, Anlatıcının Britanya’ya gitmesini sağlayan da odur.
Dönem, devrim sonrasının acımasızlığını… her zulmün, her sahipsizliğin üzerine
laflayabilir geveze bir çağın pervasız vurdumduymazlığını… işlerin daha
düzenliymiş gibi görünen bir şekilde yürütüldüğüne ilişkin yanılsamaları, yansıtan
bir dönemdir. Zamanında yaşadığı ve geri dönmeyi tasarladığı bu harap şehrin
yıkıntıları arasında dolaşırken, kendini, hayatının sığınmacısı gibi hissetmek
Anlatıcıyı üzmüş ve vaktiyle bildiği şeylerin, zihninde yıllarca başka türlü
yaşadığı yerlerin bu dönüşümü, ona, geçmişinden kovulmak gibi gelir. Onu üzen
yalnızca kirlenmiş sahiller değildir. Annesinin, “ onu bunca sene unutabildiğime göre onun da beni unutmayı öğrenmesi
gerekir.” dediği andaki güçsüzlüğüdür. Ülkesinde
geride bıraktıklarının asla anlamayacakları, onlardan tamamen farklı ‘sessiz’ bir insan olarak kendine artık ülkesinde
yer olmadığını düşündüğü anda yeniden İngiltere yolu gözükür. Artık evi
olmayan bu yerden, evi olamayan bir yere dönmek istemektedir.
Döndüğünde
tamamen kimliksiz ve aidiyet duygusu olmayan birine
dönüşür. Irkçı sömürgeci ile liberal sömürgeci arasındaki fark: liberalin
anavatana dönerken renkli sevgilisini bir fazlalık olarak görerek terk etmesi
kadar simgesel bir şekilde Emma, çoktan kararını vermiştir ve sessizce çekip
gider. Arkasından Amelia da babasını bırakır. Hissettiği düş kırıklığına
uğramış bir aşktır. Yaşamı boyunca seçtiği yol, “iki
adada bir okyanusta kalmış” korkularından kaynaklı eylem sessizliğidir.
05 Şubat 2022 mehmetealtin,
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
İletişim Yayınları, 4. Baskı 2021
DİP NOTLAR:
1)
Zanzibar,
Şiraz'dan gelen İranlı göçmenler tarafından kurulmuştur. Adı "zencilerin
sahili" anlamındaki Farsça "zangi bar"dan gelir. 1503 - 1698
yılları arasında Portekiz hâkimiyetinde kalan ada, 1698 yılında Umman
Sultanlığı denetimine geçmiştir.
1840 yılında, Umman Sultanı Seyid Said bin Sultan
El-Busaid sultanlığının başkentini Umman'daki Maskat'tan, adadaki Stone Town
şehrine taşımıştır. Ada sultanlığı, 1890 - 1963 yılları arasında Birleşik
Krallık tarafından atanan vezirler ve valiler tarafından yönetilerek yarı
sömürgeleşmiştir. İngiliz sömürge dönemi 1961 yılına kadar sürdü. 1961 yılında
ise, Kenya'da olduğundan farklı olarak bölge daha barışçıl bir şekilde
bağımsızlığını elde etti.
Zanzibar, 1963 yılında, üzerindeki Arap
boyunduruğunu atarak Zengibar Devrimi'ne imza attı. 10 Aralık 1963 tarihinde
bağımsızlık verilen ada, sultan yönetiminde anayasal krallık haline gelmiştir.
Kısa süren bu dönemden sonra 12 Ocak 1964'te yönetim devrilmiş, 26 Nisan 1964 tarihinde
Zanzibar ile Tanganika birleştirilerek, bugünkü Tanzanya adını aldı. Zanzibar
ise özerk bölge olarak bir parçası olduğu Tanzanya'ya bağlandı. Tek partili
sosyalist rejim kuruldu ve Doğu Bloğu güçleri olan Çin, Doğu Almanya ve SSCB
tarafından desteklendi. Ancak bu süreç içinde rüşvet ve siyasi bozukluklar
hızla artmaya başladı.
Sosyalist rejim süresince, köylülere yapılan
baskılar nedeniyle tarımsal yeterlilik ve üretim düştü. Öyle ki, başta geçimlik
çiftçilerle dolu olan ülke, bu yanlış siyaset yüzünden kıtlığa sürüklendi.
1970'lerin sonunda bu durum daha da kötüye gitti. Bu süreçten sonra Tanzanya,
Çin'den yardım almaya başladı.
2)
Bir Kızılderili kabilesi olan Algonkinlerin Şefi Wahunsenacawh (Powhatan)'ın kızıdır. Asıl
adı Matoaka'dır. Pocahontas ise
'şımartılmış' anlamına gelen bir lakaptır. 1612 yılında, Pocahontas 17
yaşındayken, köle ve işçi arayışı içinde olan İngilizler ‘in tuzağına düştü. https://tr.wikipedia.org/wiki/Pocahontas
3)
Âhiret
saadetinin ibadetle kazanılacağına inanarak kendisini ibadete veren samimi
dindarlar. TDV İslam Ansklopedisi
4)
Kwame
Nkrumah, (asıl adı Francis
Nwia Kofi Kwame Nkrumah[1])
(d. 21 Eylül 1909 – ö. 27 Nisan 1972), Ganalı siyasetçi.
Nkrumah, ülkesi Gana'nın kurucusu ve ilk devlet başkanı olarak bu makama
gelmiştir. Nkrumah, Afrika'nın sömürgecilik karşıtı
ve 20. yüzyılın en etkili Pan-Afrikacı liderlerinden
biri olmuştur. https://tr.wikipedia.org/wiki/Kwame_Nkrumah
5)
Ahmed Sékou
Touré (ya da Ahmed Seku Ture) (d. 9
Ocak 1922, Faranah, Gine - ö. 26 Mart
1984, Gineli siyasetçi. Touré, kıtasında bulunan Gine'nin ilk devlet
başkanı olarak 1958 ile 1984 yılları arasında devlet başkanlığı makamında
bulunmuştur. Gana devlet
başkanı Kwame Nkrumah'la birlikte Afrika'nın siyasi
birliğine yönelik bir dış politika izledi.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmed_S%C3%A9kou_Tour%C3%A9
6)
Patrice
Émery Lumumba (doğum
adı Élias Okit'Asombo) (d. 2 Temmuz 1925 - 17 Ocak 1961), Kongolu
siyasetçi. Lumumba, Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin ilk
başbakanı olarak 1960 yılında başbakanlık makamına gelmiştir. 17 Ocak 1961’de
arkadaşları Maurice Mpolo ve Joseph Okito ile beraber
aynı gün kurşuna dizildi. https://tr.wikipedia.org/wiki/Patrice_Lumumba
7)
Jomo
Kenyatta (d. 20 Eylül 1889[1]-
ö. 22 Ağustos 1978), Kenyalı siyasetçi. Kenyatta, Kenya'nın 1963 ile
1964 yılları arasında ilk başbakanı, 1964 ile de 1978 yılları arasında ilk
devlet başkanı olarak görev yapmıştır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Jomo_Kenyatta
8)
Svahili veya asıl adıyla Kiswahili, Doğu
Afrika'da kullanılan bir dildir. Tanzanya, Kenya, Uganda ve Afrika
Birliği'nde resmî dil olan Svahili, günümüzde yaklaşık 80 milyon insan
tarafından konuşulmaktadır. https://tr.wikipedia.org/wiki/Svahili
9)
Gucaratça, Gujarātī; Gucaratça, Hindistan'ın Gucerat bölgesinde
ağırlıklı olarak Gucaratlar tarafından konuşulan bir Hint-Aryan dilidir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Gucerat%C3%A7a
Gucerat, Hindistan'ı oluşturan eyaletlerden
biridir. Güneyde ve batıda Umman Denizi, kuzeybatıda Pakistan, kuzeyde
Racastan, doğuda Madhya Pradesh, güneydoğuda da Maharashtra eyaletleriyle
çevrilidir. Yönetim merkezi, en büyük kenti ve eski merkezi Ahmedabad
yakınlarındaki Gandhinagar'dır.
10) Seyyid Ali bin Hamud Al-Busaid (7 Haziran 1884 - 20 Aralık 1918; 1902'den
1911'e kadar sekizinci Zanzibar Sultanıydı.
11) Queen müzik gurubunun, Rock Tanrısı ilan edilmiş,
Zanzibar doğumlu solisti, Freddie Mercury’nin, Parsi kökenli olduğunu gizlemiş,
soy kütüğünden nadiren bahsetmiştir. Çoğu kaynakta Hint kökenli olduğu söylense
de İran’a Müslümanlık geldiğinde Hindistan’a göç eden Zerdüştlerin soyundan
gelmektedir. Pek çok arkadaşı, ‘Mercury'nin etnik kökeninden utandığını, uzun
yıllar Hint göçmenlere karşı şiddet ve ırkçı isyan hareketlerine sahne olmuş
bir ülkede ırkçı bir tepkiden korktuğunu…’ açıklamıştır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Freddie_Mercury