Kayıp
Tanrılar Ülkesi, Ahmet Ümit, 892-10 / CCVII
“Gördüğü ağır işkencelere rağmen, Palmira antik
kentinin en önemli eserlerinin yerini söylemediği için kafası ‘IŞİD tarafından ’kesilerek
öldürülen arkeolog Halid Esad’ın anısına…”
“Sevginin
de şefkatin de, cezanın da, şiddetin de, fazlası onları yoldan çıkartır. En
yakınlarını bile kolayca unuturlar. Öz çocuklarını bırakıp gider,
sevdiklerinin gözyaşlarına bile bakmazlar. ‘İnsanlara dikkat et Zeus!’ “ dedi,
Prometheus. “Ben,
yalnız Herakles’in değil bütün mahlûkatın babasıyım… Devasa sunaklarda, kendi
etlerinizi sunacaksınız bana, … ama boşuna, asla bağışlanmayacaksınız. Hain,
riyakâr ve yalancısınız. Bir tanrıdan veya tanrıçadan yüz bulamadığınızda
derhal ötekine dönersiniz. Uğruna tapınaklar diktiklerinizi, kurbanlar
verdiklerinizi unutur, yardımını umduğunuz öteki tanrı ve/veya tanrıçayı
seçersiniz. Baba
olmayı beceremeyenler, tanrı olmayı da beceremezler. Dünyanın düzenini
savunmak için kendi evladımın bile acı çekmesine rıza gösteriyorsam eğer;
saflık gerekir bize… en masum, en vahşi ve en güçlü halimize dönmeliyiz.
Gereksiz merhamet ve şefkatten kurtulmalıyız. Ne acıyacak kadar kibirli, ne
hataları affedecek kadar şahsiyetsiz, ne de acizlere yardım edecek kadar
çaresiz olmaya hakkımız var. Tembellerin,
hayatı yavaşlatmalarına izin veremeyiz. Gerektiği kadar acımasız, kararlı ve
inatçı olmalı ve çelikten pençelerimizle parçalayıp düşmanlarımızın göğüs
kafesini, çekip çıkartmalıyız sefil yüreklerini… diyerek, yanıtladı Zeus.” |
Polisiye romanları çok seviyorum. Kurgusu
sağlam, sosyo-ekonomik ve tarihsel süreçteki olayları, eğip bükmeden,
gerçeklere dayanarak yansıtıyorsa, yeni öğrendiğim pek çok bilgiyi dağarcığıma
atıyor ve mutlu oluyorum. Zaten okumanın amacı da bu değil mi? Bu tür
polisiyeler, hem bilgiyle hem de heyecanla donanmış, kaymaklı kadayıf gibi… Örneğin,
Nazi dönemi öncesini ve sürecini kapsayan Voklner Kutscher’in kitapları, benim
için tipik örnekler. Bu romanlarda, Alman Tarihi’nin meşum yüzünü, coğrafyasını
ve kurumlarını adeta canlıymışçasına izleyebilirsiniz.
Ahmet Ümit, polisiye dalında, hemen
bütün kitaplarını okumama rağmen çekince ile yaklaştığım yazarlardan birisi…
bunun nedeni, Türkiye’de gözlerin polisiye romana çevrilmesini, saygınlığının
ve yazarlarının artmasını sağlamış ve günümüzün polisiye klasikleri arasında
yer alan Sis ve Gece romanından aldığım
tadı diğerlerinde bulamamamdan kaynaklanıyorsa eğer; ki yanıtım “Evet!”
kendisine haksızlık ediyorum. Bir yazarın her kitabından aynı yetkinliği
bekleyemezsiniz. Ayrıca her kitabı herkeste başka duygu ve tatlar bırakabilir.
Bu romanı Kayıp Tanrılar Ülkesi ise iyi bir polisiye romanı.
Ancak yine de bir sorun var ki, kitaplarına
fazlasıyla ansiklopedik bilgi sığdırması…
Diyeceksiniz, -“ Bunu sen de yazılarında yapıyorsun.” Evet, ama benim amacım,
sizi külfetten kurtarıp, gerekirse ek bilgiye kolaylıkla ulaşmanızı sağlamak. Yoksa ben bir romanda kafayı ikide bir dip
notlara vurmayı veya iki de bir Ulu Bilge Manitu Google’un karşısında el pençe
durmayı sevmiyorum. Bu romanda da Zeus’un dilinden, katilin elinden çıkmış,
kurbanlarına ve geride kalanlara hitaben Zeus adına yazılmış, on iki adet,
altmış bir sayfayı bulan iletinin kapsamından ve uzunluğundan söz edersek,
kapsam ve uzunlukları oldukça fazla… İletilerle, içerik arasındaki bağı çözmeli
ve iyi okumalısınız. İletiler yerinde ve gerekli… olmazsa olmaz ama uzun ve okuyucuyu
da romanı da yıpratıyor. Daha kısa alıntılar(=epigraf) yeterli olabilirdi.
Öte yandan, ben bu romanı bir polisiye roman olarak
okuduğum kadar, ellerimizden kayıp giden… Elimizden kayıp gitmese, zamanında
Ara Güler’in Afrodisias’ı bulduğu gibi, ağır balyozlarla kırılmış parçalarını, köy
bina ve ahır duvarlarında görebileceğimiz, aslı Almanya’da Berlin’de sergilenen,
- Grek değil -, Attalid Krallığı’na ait eseri, Zeus Altarı, Pergamon Tapınağı adına da okudum.
Romanın yatay örgüsünde; azınlık bir
kadını, Alman yargıçlarının gözü önünde on sekiz yerinden bıçaklayarak
öldürecek kadar ırkçılığı barındıran yabancı düşmanlığı… bu ortamdan
beslenen iç siyasetin şemsiyesindeki Naziler ve devlet kurumları… Büyüdükleri ve serpildikleri toprakta, içtikleri suyla aşılanarak, başka bir meyveli ağaca dönüşmüş TürkoGermenler…
ve yine bu ortamdan etkilenip polis olmaya karar veren, mahallede oynamaya
başladığından beri yabancı düşmanlığı ile karşılaşmış, en sevdiği öğretmeninin
bile gizli aşağılamasına maruz kalmış komiser Yıldız Karasu ile Türk kültürünün
tozlarını üstünde taşıyan yardımcısı Tobias Becker… insanoğlunun her türlü
bozuluşunu, cinsel, dinsel, ırksal her türlü yozlaşması altında, olayı çözmeye
yeminlidirler.
Romanın ana örgüsüne, katilin iletiler
ile içerik arasındaki bağlantıya, yazarın tüm bu
sorunların kaynağı diye gördüğü erk(ek), yani o başsız-sonsuz baba-oğul
çatışması yerleşmiş…
“Babasız çocuklar tanrıya sığınırdı ama o
tanrı olmayı seçti.”
Romanın özeti, yukarıdaki tümceye sığdığı gibidir.
Ancak, baba olmayı beceremeyenler, tanrı olmayı nasıl becereceklerdir? Geçmiş, geleceği içinde tutan sırlarla dolu bir ayna olduğuna, bilgelik yaşananları anlamakla başladığına göre baba olmayı
bilmeyen babasını, yok edenler de bir gün baba olmayacak mıdır? Ya da baba
olmayı bilmeyen ve babasını yok edenler de bir gün baba olmayacak mıdır? Yaşamı
veren de alan da babadır/tanrıdır. Devlete ve babasından başka babaya sığınanlar,
baba olacak çocukları ve çocuk olmuş babaları her canlı gibi yaşamı ve ölümü
tatmayacak mıdır? Var eden de yok eden de “Baba=Tanrı” değil midir? “Sizi yok edecek olan, sizi
yaratandır.” S.338
Baştanrı
Zeus’a bir sunu ile başlayan roman, bir
zamanlar yeryüzünün sekizinci harikası sayılan Pergamon’a özgü,
ustalıklı çizilmiş çizimleri ve olayları anlatan satırlarla merakı daha da
arttırır. Ancak, tanrılara insan
kurban etmek Pergamonlular’ın işi değildir. Yüzyıllarca Atina’ya karşı kültür ve sanatın
merkezi olmayı sürdüren bu kente kimse kara çalmaya cüret edememiştir. Nitekim
bu topraklarda yer alan Truva Savaşı’ nın asıl nedeni bile bir aşk öyküsünün
trajik sonucu değil, asıl nedeni Pontus’tan, Atina’ya yapılan ticareti
engellemektir. Baba Tanrı Zeus’un, günümüzün inancında tanrının ilk hali,
kudretli, acımasız ve kendince adil, Zeus’un Altarı’nda, insan kurban
edilmemiştir. Altar tahta benzer ama
şeytanın değil, Zeus’un tahtıdır. Pergamon çok tanrılı dinlerden tek tanrılı
dinlere geçiş için bir köprüdür.
Romandaki kilit taşı, Berlin’deki Zeus Altarı’ndadır. Çözümü
ise Bergama’da Akropol’ün en yüksek yerinde, kartal uçuşundadır. Bu romanda Pergamon’u özel kılan bir diğer unsur
ise babalar ve çocuklar zincirlemesinde Pergamon kazılarının başlamasıyla, kimlik
ağacı büyüyen… tıpkı Altar gibi, bir ayakları Bergama’da bir ayakları Berlin’de
olan… Pergamonlular’ı ölmez kılanlar arasındaki Ölmez Ailesi ile… yüksek
karakterli, sağlıklı, zeki ve cesur Arî ırk adına, partilerinin kartalı altında
gamalı haç olmasa Federal Alman Cumhuriyeti’nin simgesi ile aynı kartalın
kanatları altında yer alan… gerçek, vahşi ve kanlı bir sunakta, Zeppelin Tribünü toplanan Naziler’in
ardılları… gönüllü unutkanlık altındaki Almanlar, Neo-Naziler ve devlet
kurumlarıdır.
Kitabı okumadan önce, Zeus ile Zeus
Altarı hakkında bilgilenmenizi sonra bir uçurum kenarında şezlonga uzanıp, yanına
koyduğunuz kadehinizi, sırtınızı sağlama almanızı, yüzünüzü güneşe dönmenizi
önerir, sağlıkla ve kitapla kalmanızı dilerim.
18 Mart 2022 mehmetealtin,
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
Yapı Kredi Yayımları, 1. Baskı, Haziran 2021