Dört Ev Hep Hasret, Eşkol Nevo, 158 -XXXXVIII
--------------------------------------------------------------------------------
Türkiye’de yayınlanan, Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara, Aşk ve Karanlık, Bir Kadını Tanımak Fima
ve Kara Kutu adlı kitaplarıyla tanınan Amos Oz’dan sonra Eşkol Nevo,
ilk defa tanıştığım başka bir İsrailli yazar … Romanını
ise okuyalı neredeyse altı ay olmuş.
Yazar, kendisini, bir söyleşisinde
Holocaust’a sonra Tanrı’ya inanmayan, sorgulayan ve yaşayan yeni bir Yahudi
neslinin bir bireyi olarak tanımlarken ki; romanında Amir’i, bakın nasıl tanımlıyor;
“Dün İnayama’nın
tepesindeki güzellikler yüzünden hayatımda ilk defa Bir Tanrı’nın var
olabileceğini düşündüm. Dur, hemen telefona koşup aileme oğullarının tamamen
aklını yitirdiğini söyleme… bekle biraz. Hold your horses… … Seni karşımda
görürü gibiyim, o ufak dairende oturmuş, üzerinde radyolu üzgün adamaın resmi
asılı bir halde ( yoksa Neo onu artık asmaman gerektiği konusunda ikna etmeyi
başardı mı?...) elinde buharı tüten bir fincan çayla , … bu mektubun
satırlarını okuyan benim tanıdığım arkadaşıma ne olmuş? … futbol hastası o
insan nerede? … sakin ol, Tanrı’nın var olduğunu söylemedim. Sadece dün üç günlük zorlu bir yürüyüş
sonrasında, dünyanın çatısında teneke kutu gibi bir kulübede uyandığımı
söyledim” s.73
Nitekim yazar, romanın kahramanı öğrenci Amir ile İsrail’de yaşayan her
yaştan, mesela şehit Gidi’nin kardeşi Yotam, her dinden, mesela sıkı muhafazakâr komşusu
Moşhe, her türden kişi mesela, Moşhe’nin karısı ama bir o kadar sıkı liberal
Sima, mesela, kendisinin düzenli, titizliğine karşı karakteri de zıt,
delicesine aşık olduğu Noa ile empati kurabildiği gibi romanda Filistinli
inşaat işçisi Sadık’la da dert ortağı olabiliyor. Daha doğrusu roman,
kahramanın ekseninde dönse bile, Amir’in dış sesi, günün sözüyle “paralel” Amir
diyebileceğim, Modo dâhil, tüm karakterler ana eksene, eşit derecede oturmuş.
Kişiler açısından romanda demokratik bir paylaşım var.
Barış yanlısı İzak Rabin’in öldürüldüğü günleri yansıtan romanın geçtiği
coğrafya da romanın dengeli çeşitliliğine benzercesine iki tepede: birincisi
Aşkenaz olanı ve haberci anlamına gelen ve adının da ima ettiği üzere iyimser,
bakımlı “Mevasseret” tepesinde… ikincisi ise Kürt topraklarından göçenler
Sefaradlar için uğrak yeri olmuş “Maos Zion diye anılan tepesinde geçiyor ki, yazarın
söylediğine göre yazarın çocukluğu birincisinde öğrenciliği ise ikincisinde
geçiyor.
Yukarıda değindiğim yeni Yahudi neslinin bireyi olan yazarın bu kitabında
bizim de ıska geçtiğimiz, İsrail’in başka bir bahçesinde geçenler, dile
gelirken beni bu kanaate iten satırları da şöyle özetleyeyim:
“Arap’ı tutup kapı dışarı
itmeye çalıştığım anda ve Dynia da … elinde tavayla geldiğinde… ikimiz birden
‘saldır’ diye bağırdığımızda … Avram ayağa kalkıyor… bize ve ona bakıyor ve
bize dönüp ‘Uskutu! Sessizlik!’ diye bağırıp Arap’ın yanına yaklaşıyor… ona
dalgın gözlerle bakıyor ve konuşmaya başlıyor. ‘ Nissan, ya ibni, hoş
gelmişsin. Arap’a sarılıyor…” s.228 “… Sadık işine geridönmüştü. Keskisiyle
çalışırken onu izledim… “ s.244 “ onların evi, şimdi bizim olan evimizde, ‘ Bu
benim kurmacam.M.A’ … Taşların arasında… bir boşluk vardı… Elimi içeri soktum…”
s.245 “ Elim keseden ince bir altın zincir çıkardı… Bu Şadiye Nine’nin
kolyesiydi. Kolye anneden en büyük kıza geçerdi…” s.246
Sonuç olarak her yaştan, her dilden, her dinden herkese hitap eden çok
katmanlı bu güzel romanı sizlere tavsiye ederken, bir nohut oda bir bakla sofada,
ailesinden ayrı yaşayan romanın kahramanın da öğrenci olmasından ve türdeş
davranışlar göstermesinden hareketle, yılbaşı tatilinde Türkiye’ye gelen küçük
oğlum Berk’e de bu mükemmel romanı okuması için bir tane alıp hediye ederek, romanı
bir kere de ben ödüllendirdim.
-------------------------
Can Yayınları, 1.Basım, Ekim 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder