3 Mart 2014 Pazartesi



On İki Dağın Sırrı  “ Bir Göz Ağlarken “ Haydar Karataş, 225 - XX.
--------------------------------------------------
Gece Kelebeği’den sonra yazarın üçlemesinin ikinci kitabı “On İki Dağın Sırrı” ile yazar 1938 öncesi Dersim’ini dengbejlere yakışır bir dille anlatıyor. Yazar bu romanını adeta haber taşıyıcılar üzerine kurmuş ve roman da bir haber taşıyıcı ile başlıyor.
“Ve böyle başladı hikâye. Cemşi Ağa’nın özbeöz hısım akrabasının, yedi Ermeni’nin ellerini, kollarını bağlayıp Fevzi Müdür’e teslim ettiğinin ertesi günü, Yusuf Ağa Teştek köyünü bastı, seksen haneyi, beş yüz kök ceviz ağacını, kışa hazırlanan samanlıkları, ot lodlarını ateşe verdi. Yusuf Ağa Be-so dilinde: Bir göz ağlarken, diğer gözün güldüğü görülmüş müdür? dedi.” (S.229-230)
Romanda bir yol, yolun, bir köyün, köyün Ermeni mahalleleri, yıkık kiliselerin hikayesi içi içe geçerken, daha önce diğer romanı ile ilgili olarak da söylediğim gibi bu da 1938 olayları ile ilgili bir başkaldırı romanı değil de daha çok sonrasındaki yokluğun,  yalnızlığın, çaresizliğin, ihanetin romanı, Gece Kelebeğinden önce basılıp, okunması gerekli roman aslında… 
“Şu yeryüzünde en çok, elini eteğini bu dünyadan çekmiş insandan korkacaksın. En çok, kendine bir dünya kuran, kurduğu dünyanın içinde oturan adamdan korkacaksın. Biri kaldırıp alsa onu içinde oturduğu bu dünyadan, işte o zaman taş taş üstünde kalmaz. Dünya yerinden kaynar, bin cevher birbirine girer, girer de bu öfkeyi dindirmek için bin yıl dur durak bilmeden kaynar. Öfkenin yeniden sakinleşmesi için aynı yeryüzü gibi bin yıl bir bulgur kazanı gibi kaynamalı, bakır yeniden bakıra, tunç yeniden tunca, demir yeniden demire ayrılıp soğumalı; ama öfkenin düştüğü yüreğin dinmesi için, öfke dizlerine vurmalı. Öyle dizlerine vurmalı ki, nasıl kumda ot bitmezse, öfkenin düştüğü yerde canlının zuhur etmediğini görmeli insan evladı. Öfke ancak dindiğinde görür, düştüğü yerde hayatın bittiğini, öfke dinmeli ki, insan yeniden merhamet toprağına kavuşmalı.” (s.80)
·         Oyuncağında saklanan bir küçük kız ile annesinin yaşama tutunma mücadelesinin,
·         katliamdan sonra çıldıran kadınların, romanı olan Gece Kelebeği’nin öncesinde,
·         yeraltına çekilmiş papazlardan, göçe zorlanan Ermenilerden,
o        “Bazen Surp Garabet dahi neyi temsil ettiğini bilmezdi. Keşişti dünyanın en iyi keşişi, dünyada ne kadar mesele varsa, Kuran’ı. İncil’i, Tevrat’ın hikayelerini bir bir sayardı ama bu Dersimli ona bir başka gözle bakardı, onu Hızır ziyaretinin sebebi kabul ederler, kardeşlerine dahi güvenmezlerken bütün sırlarını ona açarlardı..Paralarını ona verirlerdi…” (s.190)
o        “…aptal Keyrok, yalan insanın karnını doyurmuş mu? Sen has Ermeni olsaydın yerin altına girmezdin… Cenabıhak her insana bir hüner vermiş Ermeni’ye de zanaat vermiş, taşla konuşmasını ağaçla sevişmesini öğretmiş.” ( s.244)
“Tu sana, ki seni keşiş saymışlar… Cemşi gelip sana yalvarmadı mı, demedi mi Hamidiler geliyor?... Sen ne yaptın, haçını alıp karşılamaya gittin Hamidileri…. Madem o kadar yürekliydin bizim gibi dağın yolunu tutsaydın da ben de sana keşiş deseydim.” (s.258)
·         göçle boşalan evlere yerleştirilen muhacirlerden, Kızılbaşlardan, aşiretlerden,
o        “sen söyle, bu İsmet Paşa gelip herkesi affetmedi mi… herkes de tüfengini alıp götürmedi mi? Ama Hozat’taki o paşa kimi çağırıp övmüşse ertesi gün kan akmış… hükümet demedi mi Sey Rıza’ya gel beğen al, Elezizi Ovası’ndan sana da güzelim bir Ermeni konağı verelim. O baytar Nuri’yi hükümet nerede yakalasa ayağından telgraf direğine asardı, ona dahi Eleziz Ovası’ndan hanlar hamamlar verdi.” (s.191)
·         cumhuriyetin kurulması ile başlayan kafa karışıklığından, ihanetlerden,
o        “Sen Diyap Ağa Hazretlerini çağırdığında Ankara’ya Bu Dersim ayağa kalktı. Hozat’ta üç gün üç gece davul zurnalar çaldı. Millet koşup virane olmuş her gün ağlayan gel üzerime hayat ver, ek, diyen Ermeni toprağından kendisine yer beğendi… Sen ne Yaptın? Seyit Rıza’ya Elazığ ovasını … Diyap Ağa’ya Çemizgezek ovasını verdin… Seyit Rıza da kabul etmedi… Demiş Paşa, sen beni naçar mı sandın? Senin suyunu içtiğin topraklarda belki vardır ama bu Dersim’de daha görülmemiştir, birinin ezeli zuhurunu toprak uğruna bırakıp gittiği. Madem bize üzülüyor bu genç cumhuriyet, bırak bu boş Ermeni topraklarına gidip yerleşsin bu köylü. O zaman senin kanununa karşı çıkan da olmaz… Ama sen ne yapıyorsun? Yedi düvel öteden muhacir getirip yerleştiriyorsun.” (s.280)
“Diyap Ağa’ya… demişler sen o konuşmayı yapmasaydın, Mustafa Kemal Paşa bu zavallı Desimliden bu kadar korkmazdı… demezmiş, çepeçevre bunları muhacirlerle sarın… Zaten muhacir dışında kimseler de bu Dersimlinin üstesinden gelemezmiş,… o Kızılbaş düşmanı Şeyh Ahmet Fevzi Efendi dahi demiş, paşam bu memleketi kutsaliyenin düşmanı ne Urus’tur, ne Rum, bu Kızılbaş dağlarıdır.” (s.284)
·         çocuk iyileştirmek için süt içirilerek kusturulan yılanlardan,
o        “… Fukara insana yalancı emzik ver, gerçek emzikmiş gibi emer, zaten fukaraya ekmek versen ne olur, ekmeği yer yer, karnı şişer sonra da çatlayıp ölür. Fukaraya umut vereceksin, bir de masal anlatacaksın.” (s.244)
·         dileklerin gerçekleşmesi için çiftleşen yılanların üzerine mendil atmalardan,
kısacası çaresizlik ve kapana kısılmışlıktan doğan bir tarihin romanı: On İki Dağın Sırrı.
Haydar Karataş, bir üçüncü roman daha yazacak onu da merak ediyorum ama ondan önce On İki Dağın Sırrı, mutlaka okunmalı…
---------------------------------------
İletişim Yayınları 2. Basım, 2012

-0-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder