On İki Dağın Sırrı
“ Bir Göz Ağlarken “ Haydar Karataş, 225 - XX.
--------------------------------------------------
Gece Kelebeği’den sonra yazarın üçlemesinin ikinci kitabı “On İki
Dağın Sırrı” ile yazar 1938 öncesi Dersim’ini dengbejlere yakışır bir dille
anlatıyor. Yazar bu romanını adeta haber taşıyıcılar üzerine kurmuş ve roman da
bir haber taşıyıcı ile
başlıyor.
“Ve böyle başladı hikâye. Cemşi Ağa’nın özbeöz hısım
akrabasının, yedi Ermeni’nin ellerini, kollarını bağlayıp Fevzi Müdür’e teslim
ettiğinin ertesi günü, Yusuf Ağa Teştek köyünü bastı, seksen haneyi, beş yüz
kök ceviz ağacını, kışa hazırlanan samanlıkları, ot lodlarını ateşe verdi.
Yusuf Ağa Be-so dilinde: Bir göz ağlarken, diğer gözün güldüğü görülmüş müdür?
dedi.” (S.229-230)
Romanda bir
yol, yolun, bir köyün, köyün Ermeni mahalleleri, yıkık kiliselerin hikayesi içi
içe geçerken, daha önce diğer romanı ile ilgili olarak da söylediğim gibi bu da
1938 olayları
ile ilgili bir başkaldırı romanı değil de daha çok sonrasındaki yokluğun,
yalnızlığın, çaresizliğin, ihanetin romanı, Gece Kelebeğinden önce
basılıp, okunması gerekli roman aslında…
“Şu yeryüzünde en çok, elini eteğini bu dünyadan çekmiş
insandan korkacaksın. En çok, kendine bir dünya kuran, kurduğu dünyanın içinde
oturan adamdan korkacaksın. Biri kaldırıp alsa onu içinde oturduğu bu dünyadan,
işte o zaman taş taş üstünde kalmaz. Dünya yerinden kaynar, bin cevher
birbirine girer, girer de bu öfkeyi dindirmek için bin yıl dur durak bilmeden
kaynar. Öfkenin yeniden sakinleşmesi için aynı yeryüzü gibi bin yıl bir bulgur
kazanı gibi kaynamalı, bakır yeniden bakıra, tunç yeniden tunca, demir yeniden
demire ayrılıp soğumalı; ama öfkenin düştüğü yüreğin dinmesi için, öfke
dizlerine vurmalı. Öyle dizlerine vurmalı ki, nasıl kumda ot bitmezse, öfkenin
düştüğü yerde canlının zuhur etmediğini görmeli insan evladı. Öfke ancak
dindiğinde görür, düştüğü yerde hayatın bittiğini, öfke dinmeli ki, insan
yeniden merhamet toprağına kavuşmalı.” (s.80)
·
Oyuncağında
saklanan bir küçük kız ile annesinin yaşama tutunma mücadelesinin,
·
katliamdan sonra
çıldıran kadınların, romanı olan Gece Kelebeği’nin öncesinde,
·
yeraltına çekilmiş
papazlardan, göçe zorlanan Ermenilerden,
o
“Bazen
Surp Garabet dahi neyi temsil ettiğini bilmezdi. Keşişti dünyanın en iyi
keşişi, dünyada ne kadar mesele varsa, Kuran’ı. İncil’i, Tevrat’ın hikayelerini
bir bir sayardı ama bu Dersimli ona bir başka gözle bakardı, onu Hızır
ziyaretinin sebebi kabul ederler, kardeşlerine dahi güvenmezlerken bütün
sırlarını ona açarlardı..Paralarını ona verirlerdi…” (s.190)
o
“…aptal
Keyrok, yalan insanın karnını doyurmuş mu? Sen has Ermeni olsaydın yerin altına
girmezdin… Cenabıhak her insana bir hüner vermiş Ermeni’ye de zanaat vermiş,
taşla konuşmasını ağaçla sevişmesini öğretmiş.” ( s.244)
“Tu sana, ki seni keşiş saymışlar… Cemşi gelip sana yalvarmadı mı,
demedi mi Hamidiler geliyor?... Sen ne yaptın, haçını alıp karşılamaya gittin
Hamidileri…. Madem o kadar yürekliydin bizim gibi dağın yolunu tutsaydın da ben
de sana keşiş deseydim.” (s.258)
·
göçle boşalan
evlere yerleştirilen muhacirlerden, Kızılbaşlardan, aşiretlerden,
o
“sen söyle, bu İsmet Paşa gelip herkesi
affetmedi mi… herkes de tüfengini alıp götürmedi mi? Ama Hozat’taki o paşa kimi
çağırıp övmüşse ertesi gün kan akmış… hükümet demedi mi Sey Rıza’ya gel beğen
al, Elezizi Ovası’ndan sana da güzelim bir Ermeni konağı verelim. O baytar
Nuri’yi hükümet nerede yakalasa ayağından telgraf direğine asardı, ona dahi
Eleziz Ovası’ndan hanlar hamamlar verdi.” (s.191)
·
cumhuriyetin
kurulması ile başlayan kafa karışıklığından, ihanetlerden,
o
“Sen
Diyap Ağa Hazretlerini çağırdığında Ankara’ya Bu Dersim ayağa kalktı. Hozat’ta
üç gün üç gece davul zurnalar çaldı. Millet koşup virane olmuş her gün ağlayan
gel üzerime hayat ver, ek, diyen Ermeni toprağından kendisine yer beğendi… Sen
ne Yaptın? Seyit Rıza’ya Elazığ ovasını … Diyap Ağa’ya Çemizgezek ovasını
verdin… Seyit Rıza da kabul etmedi… Demiş Paşa, sen beni naçar mı sandın? Senin
suyunu içtiğin topraklarda belki vardır ama bu Dersim’de daha görülmemiştir,
birinin ezeli zuhurunu toprak uğruna bırakıp gittiği. Madem bize üzülüyor bu
genç cumhuriyet, bırak bu boş Ermeni topraklarına gidip yerleşsin bu köylü. O
zaman senin kanununa karşı çıkan da olmaz… Ama sen ne yapıyorsun? Yedi düvel
öteden muhacir getirip yerleştiriyorsun.” (s.280)
“Diyap Ağa’ya… demişler sen o konuşmayı yapmasaydın, Mustafa Kemal Paşa
bu zavallı Desimliden bu kadar korkmazdı… demezmiş, çepeçevre bunları
muhacirlerle sarın… Zaten muhacir dışında kimseler de bu Dersimlinin üstesinden
gelemezmiş,… o Kızılbaş düşmanı Şeyh Ahmet Fevzi Efendi dahi demiş, paşam bu
memleketi kutsaliyenin düşmanı ne Urus’tur, ne Rum, bu Kızılbaş dağlarıdır.”
(s.284)
·
çocuk iyileştirmek
için süt içirilerek kusturulan yılanlardan,
o
“… Fukara insana yalancı emzik ver, gerçek
emzikmiş gibi emer, zaten fukaraya ekmek versen ne olur, ekmeği yer yer, karnı
şişer sonra da çatlayıp ölür. Fukaraya umut vereceksin, bir de masal
anlatacaksın.” (s.244)
·
dileklerin
gerçekleşmesi için çiftleşen yılanların üzerine mendil atmalardan,
kısacası
çaresizlik ve kapana kısılmışlıktan doğan bir tarihin romanı: On İki Dağın
Sırrı.
Haydar
Karataş, bir üçüncü roman daha yazacak onu da merak ediyorum ama ondan önce On İki Dağın Sırrı, mutlaka okunmalı…
---------------------------------------
İletişim Yayınları 2. Basım, 2012
-0-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder