Körlük,
José Saramago,[1]
392 / CXCIII
Çeviri: Işık Ergüden
“ Biz kör olmadık, biz zaten kördük. “
Kütüphanemde özel bir yeri olan José Saramago’nun
bu romanı, doğum günümde oğlumun armağanı olarak geçince elime, iki tane
distopik roman üst üste geldi benzer konuda ama ne çare, yazacağız bunun da
üstüne ne çare ki kör alfabesi ile tane, tane…
-0-
Saramago’nun 1995’de Ensaio sobre a Cegueria, Körlük Denemesi özgün adıyla ve biçemi
gereği yalnızca nokta ve virgül kullanarak, yazdığı bu roman, yine memleketin
birinde, Covid-19 gibi bir virüsün, romanda sıfatlarıyla anılan insanlar
arasında bir anda ve hızla yayılarak… onları kör, daha doğrusu kitaptaki
anıldığı gibi süt beyazı bir boşluğa, bırakıp genel hayatı ve anlamını nasıl değiştirdiğini…
beraberinde yine virüs gibi yayılan akıl dışı önlemlerin siyasal ve sosyal
kurumlara nasıl sıçradığını anlatır.
José Saramago,’nun katman katman gelişen romanında metafor
olarak kullanılan körlükle, asıl
anlatmak istediği… dünyada yaşanan suç, sosyal adaletsizlik, cinsel istismar, haksızlık,
açlık, bencillik gibi konulara insanların nasıl kör baktığı, insanın işlenen
suç ve zulümlere kör ve tepkisiz kaldığı, dolaylı ve dolaysız parçası
olmasıdır.
-0-
Trafik ışıklarında arabasıyla bekler, yeşile dönmüş
ışıklar sorgu dolu bakışlarla kendisine bakarken, “Kör oldum” diye tekrarlayıp duruyordu, gözlerinden boşalan yaşlarla, romanı başlatan, sıfatıyla ilk kör,
adam.
Onu evine götürüp, arabasını çaldıktan sonra kör
olan hırsız ile ilk körün karısına, “Fiilen
körsünüz.” “Buna karşın körlüğünüz konusunda şu an bir açıklama yapamıyorum.” Diyen,
gittikleri göz doktoru; Agnosia psişik
körlük veya amorozis kısmî körlük de olabilir belki, diye evinde düşünür ve
kitaplarını rafa koyarken, o anda o da kör olduğunu anlar.
İlk çevrimde bulunan, doktorun sekreterinin, doktorun muayenehanesinde bekleyen, kara
gözlüklü güzel kızın, bir gözü siyah bantlı adamın, annesiyle gelen çocuğun da
kör olmasıyla beraber, salgın durdurulamayan zincirleme bir çevrimle yayılır…
… durumu hemen sağlık kurumlarına ilettiği için
hükümet adına doktora teşekkür eden, duruma hemen hâkim olunacağı ve kontrol
edileceğinden sözle, şimdi evlerinizden dışarı
çıkmayınız diyen sağlık bakanının uyarısı, adeta bir tehdit gibi duyurulur…
…ertesi güne kalmadan mali sistem başta olmak üzere
enerji, iletişim, ulaşım, dâhil düzenin tamamı,
iskambilden bir şato gibi bir anda çöker.
İlk dalgayla, sağlık bakanlığının yeni düzene düzen
veren talimatları nezaretinde kullanılmayan boş bir akıl hastanesine kapatılan
körlerle, kör olduğundan kuşku duyulanlar, hâlâ gözleri gören doktorun bilge ve
şifacı arketipi karısı ile trafik ışıklarındaki olaya tanık olan ben de girdim
satır aralarında sürüklenip doktor ve karısı ile beraber körler ülkesinde tek
gözlü kral gibi olarak içeriye…
…daha girince anladım ve anladık ki, içerisi ile
dışarısı arasında bir fark olmadığı gibi, dışarıda bakıp da görmeyenlerin düzenleri
alt üst olsa da içeride hiç görmeyenlerin, -ayıptır söylemesi- düzeni, yine onlar!
Bunun üzerine, doktor ile karısı : “Tam anlamıyla insan gibi yaşayamıyorsak da
tam anlamıyla hayvan gibi yaşamamak için elimizden geleni yapalım.” “ Dün
görüyorduk, bugün görmüyoruz, yarın yine göreceğiz. Her hareketimizden önce
bütün sonuçlarını tahmin etmeye çalışsak, ciddi olarak düşünsek, önce kesin,
sonra olası, sonra rastlantısal, sonra da hayali sonuçları düşünmeye kalksak
kımıldayamayız bile, tek bir adım atamayız. Beslenmeli ve örgütlenmeliyiz.” Manifestosu
altında, - hafif bir soru vurgusu altında, sanki akıl, yanıtın olumlu mu olumsuz
mu olmasına, cümlenin umut verici bitişine tereddütlü bir mola eklemeye son
anda karar verecekmiş gibi - birinci koğuş körler hareketini kurdular.
Ne çare ki, ihtiyaç girdisinin tedariki ile ihtiyaç
çıktısının hijyeni arasındaki denge, girdiden yana olduğundan, bilgi ve beceri
hiç işe yaramadığından, bir müddet sonra yiyecek stoklarına el koyan düzenin
düzenlerine, açlık nerede mülkiyet duygusuna ağır bastıysa işte orada, ellerinde,
ceplerinde ne varsa bıraktılar.
Mülkler bitti, yetmedi. Girdi bedeli, kadın bedeni
kuru üzerinden istenince, sorularla sorunlar peş peşe eklendi. Gelen iki soru
ile koğuşlar hareketlendi. “1. Karşı
cinsin yemek parasını neden ben ödeyeyim?” “ 2. O zaman, yemeklerin stoklandığı
koğuşa gider, kazancım bana ait yatağım, yemeğim garanti olur. Neden burada
kalayım?” Bu bir birinden ayrılamayan sorular ile beden dili ile kulaktan
kulağa geçen fikirlerle koğuşlar bir sağa gitti bir sola… bir yukarıya, bir
aşağıya ve sonunda birisinin “
Fikirlerinizin canı cehenneme. Sizin sözlerinizi dinlersek burada açlıktan öleceğiz.“
demesiyle… Örgüt, dağıldı, hiziplere ayrıldı.
Sadece kadınların olduğu hizip : “ Hepimizin içinde adını koyamadığımız bir şey
var ya? Hani işte biz oyuz.” Sav sözü ile harekete geçti. Sözcüleri, kara gözlüklü güzel kız, “ Unutmayın!
Kadınlar birbirlerinin içerisinde yeniden doğarlar. Namuslular orospu,
orospular namuslu olarak… size getireceğimiz
ekmekten nasıl tat alacaksınız bilmem ama, bizler, bir daha bu kapıdan çıkıp
giden kadınlar olmayacağımız gibi, o hergele veya hergeleler bir gün bunun bedelini
ödeyecek, bilin ki… demesiyle roman da başka bir boyuta, ben de utancımdan
kör binicileri üstünde uçan süpürgelerin arasından savruldum duvardan, duvara…
Kadınlar, bir köşeye çekilip el ele geldiler. Kadın
gözü ile sorunu dillendirdiler! Kadınlar ele ele gelip, kadın gözünü çıkarınca
ortaya, sıfatlar yer değiştirdi, körlük ikinciliğe düştü, bağlaç saklandı,
çünkü kadınların aması da amanı da olmazdı. Körler ülkesi sustu, buz kesti. Karar
alındı ve duyuruldu. Önce bu kötülüğü kimin veya kimlerin karar
verdiği öğrenilecek, sonra da biz karar verip, cezasını biz vereceğiz.
-0-
Hükmü
düşerken kayıtlara… Tarih yine bir kayıt düştü.
Yoğunlaşan ihtiyaçları ile tirana dönüşen insanlara
beraber alevler yavaş yavaş küçülürken, albayın kafasına sıktığı alevler
içindeki kurşun, kilisedeki bulunan resimlerde gözleri beyaz bantlı olmayan,
tek bir kişinin, kucağında bebeği olan bir kadının gözüne saplandı. Göz, bir
tepsiye düştü. Tepsi sütbeyazı gümüşe dönüştü. Sesi duyan, tüm zamanların ve
dinlerin gelmiş geçmiş en saygısız rahibi, aynı zamanda da en adili, en
insancılı, sonunda buraya gelip Tanrı’nın görmeyi hiç de hak etmediğini
söyleyen kişi, “ Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük.” derken…
“Sen hiç bu
kadar güzel olmamıştın.” dedi, ilk
körün karısı, doktorun karısına. Bir
kişi zamiri üzerinden bir zarf, bir fiil, bir sıfat yüzünden iki kadın da
belirsiz zamir altında, gözyaşlarına boğulduğunda, durum bir ayine dönüştü ve yağmurun
altında üç zarif çıplak kadın cümleyi tamamlayana sarıldılar.
İçeriye tek gözü kör girip, körlükten kör olan ben,
bu zarif kadınları tarihe kör alfabesi ile kaydederken, hayatın birlikte
yaşamalarına karar verdiği kalan diğer insanlar yüzlerini, doğan güneşe verip,
güneşi ve benim de gördüğümü gördüler... kör alfabesi ile ben, tarihe kayıt düşen
ellerime hayretle bakarken!
Kalın
kitapla, tasasız ve sağlıkla…
18.03.2021 mehmetealtin,
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
Kırmızı Kedi Yayınları, 19.
Baskı, Nisan 2020
[1]
Amacım okurlara yaşamı hor görürken mantığımızı sapkınca kullandığımızı, insan
denen varlığın onurunun her gün dünyamızdaki güç sahiplerinin hakaretine
uğradığını, evrensel yalanın çoğul hakikatlerin yerini aldığını, insanın
benzerine olan saygısını yitirerek, kendisine saygı duymayı bıraktığını
hatırlatmaktı.” José Saramago, 07 Aralık
1998 tarihli Nobel Edebiyat Ödülü kabul konuşması.