3 Mart 2014 Pazartesi



1666 Işığı Beklerken, Cengiz Günkut 104-X
----------------------------------------------
Facebook’da  dolaşırken, benim de okuduğum bir kitap olan, “Beyoğlu’nda Fısıltılar” üzerine yapılan yorumlar arasında, 1666 Işığı Beklerken romanını okumanın gereği de söz konusu ediliyordu. Ben de merak edip bu kitabı uzun bir müddet aradıktan sonra buldum ve uzun bir aradan sonra okudum.
XVII. yüzyılda İzmir’de yaşayan bir Yahudi ailesinin yaşamı üzerinden, İzmirli Sabetay Sevi’nin Mesihlik savının başlangıcından, din değiştirerek “Dönme” oluşu koşutunda, Sabetayistlerin tarihçesini anlatan kurmaca bir romanla karşılaştım.
İki roman arasında hiçbir bağlantı olmadığı gibi kitap, “Yıllar Geçiyor Fark Etmesen de” ([1]) gibi bölüm başlıkları, kitabın ana karakterlerinden Yizrah’ın, “sonrasında Bahri’nin” ilk sevgilisi Meri’nin Sakız adasına düğüne giderken korsanlara esir düşerek Kıbrıs’ta geneleve satılması, Bahri’nin bilmeyerek onu tedavi etmesi, Meri’nin onu tanıması, Bahri’nin de o olduğunu anlaması, onunla konuşmaya gittiğinde intihar ettiğini öğrenmesi gibi bir takım alt hikâyelerle “Büyüklere Masallar, Küçüklere Öğütler” dilinde yazılmış. 
Ama bir yandan da hakkını vermeliyim ki;
·         Sabetay Sevi’nin doğum tarihinin, 1 Ağustos (Av ayının 9’u) 1626 olduğunu, Midraşa, yani Tevrat’taki tefsirlere göre Mesih’in de (Av ayının 9’unda dünyaya geleceğini),
·         Çırılçıplak denize girip, suyun altında yarım saat kalabildiği ama ölmediğini, üç kez kendinden geçerek havaya yükseldiğini !!!... ([2])
·         Mezmur’dan alınan bilgilere göre “… 23 gül ağacının bulunduğu bir bahçede nurlar saçan bir yavru geyiğin, bülbüllerin eşliğinde gözlerini açacağını…” “ bu 23 gül ağacının Sabetay Sevi’nin doğum yılını müjdelediğini, çünkü Miladi 1626 yılının, Yahudi Takvimine göre 5387 olduğu ve toplamının 5+3+8+3=23’e denk geldiği aynı zamanda yavru geyiğin İbranice’de zwı=sevi olarak anıldığını!!!... ([3])
·         “İslam tasavvufuna göre tek varlık Tanrı’dır. Ondan başka hiçbir şey yoktur. Var olan vücud-u mutlak Tanrı’dır. Diğer her şey yoktur, âdem-i mutlak’ tır. Tanrı güzelliği de çirkini de, iyiliği de kötülüğü de olgunluğu da çiğliği de içerir. Onun için aynı zamanda cemal-i mutlak, hüsn-ü mutlak ve kemal-i mutlaktır…” Yahudi tasavvufunun da “Tanrı tezahür etmemiş mevcudiyettir,  her şey ve hiç iç içedir... Var ile yok aynıdır.” diye tanımladığını, ([4]
·         Sabetay Sevi’nin de “Evren, Tanrının yansıması olduğuna göre gerçeği bulan, kendinin yansıma, aslının ise Tanrı parçası olduğunu keşfeder…” ([5])  hükmünde Mevleviliğe yöneldiğini,
·         Arap kültürü etkileriyle boğulmuş İslam yerine, Şamanizm’den kalan eski Türk inanışları harmanında, içten ve sarsılmaz bir imanı belleten dinsel kuralları, dostluğu, sevgiyi, dayanışmayı ve en önemlisi dünyayı Tanrı ve insan sevgisiyle kucaklamayı öğreten, âlemi ve âlemde olan her şeyi ilahi aşkın eseri olarak gören ve her şeyi gönülden seven, Ahmet Yesevi’nin de etkisinde kaldığını, ([6])
·         Halep’ten Kahire’ye kadar geniş çevresi ayrıca maddi gücleri oldukça yüksek olan Nathan ve babasının dini konularda engin bilgisini de göze alarak  “… mezmurdan Bölüm 118, 16 ve 17. ayetlerini okuyarak; Rabbin sağ eli üstündür. Rabbin sağ eli güçlü işler yapar… “ parasız Mesih bile olunamayacağı bilincinde olan Sevi’nin Nathan’ı nasıl peygamberi ilan ettiğini,([7])
·         1665 yılı içinde İstanbul’dan göç etmeye başlayan zengin Yahudi tüccar ve sarrafların bu hareketinin, özellikle 1666 yılında ticari hayata sekte vurduğunu, işsizlerin çoğaldığını, mal ve paranın azaldığını, karaborsanın arttığını,  sarrafların göçünün 1645’den beri devam eden Girit kuşatmasının finansmanını son yıllarda piyasadan karşılayan ve sarrafların azalması ile kredi maliyetleri artan sarayın maliyesinin de sıkıntıya soktuğunu,
·         Sarrafların göçünün nedeninin Mesih olduğunu ve kıyamet kopunca kutsal topraklarda Mesih Sabetay Sevi tarafından kurulacak Tanrı’nın Krallığında yer almak için Kudüs’e gittiklerini, bunun üzerine sarayın, o sırada İzmir’de ikamet eden Sevi için İzmir Kadılığından istediği bilginin, kadının Sevi taraftarlarından kazandığı bahşişler nedeniyle ve Sevi karşıtı Ortodoks Yahudilerin bütün karşı çabalarına rağmen nasıl Sevi lehine geldiğini, ([8])
·         Sonunda Sevi’nin Mesih olma hesapları tutmadığında; “… o halde, Musa halkını firavunlardan kurtarmadan önce nasıl Mısırlılar gibi yaşayıp, Mısırlılar gibi ibadet ettiyse…” Sabetay Sevinin de nasıl Müslüman gibi yaşayıp Müslüman gibi ibadet ettiğini ([9]) onun ve Sabetayislerin esas ibadetlerini nasıl gizli yaptığını,  ([10])
her bir satırının günahı, yazanın boynuna, bu kitaptan öğrendim.
Öte yandan, “Allah’ı aşksız anlamanın mümkün olmadığını…” “ her yaratılanı sevmek ve incitmemek…” gereğini söyleyen Ahmet Yesevi’nin ([11]) etkisinden mi değil mi, yoksa başka bir nedenle mi, bu kitapla bağlantısını da başka bir biçimde çözemediğim şekilde yazar, iki sayfada bir, Mordehay ile kuzeni Yosef, İkaria’lı Nikos ile David,  Osmanlı Ordusunda Tabip Sarkis ile Meyhaneci Hristo arasındaki “sevgiye” sürekli vurgu yapması da kitabın sayfalarını gökkuşağına buladığını söylemeliyim.
------------------------------------
Şenocak Yayınları, Mart 2011




[1] Sayfa 366
[2] Sayfa 21.
[3] Sayfa 109 ve 110
[4] Sayfa 131
[5] Sayfa 133
[6] Sayfa 308
[7] Sayfa 329
[8] Sayfa 369
[9] Sayfa 402
[10] Sayfa 429
[11] Sayfa 308 ve 309

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder