11 Temmuz 2022 Pazartesi

 

Silinmiş Sahneler, Hakan Bıçakçı, 281 / CCXII

 

Artık hiçbir şeyin mevsimi değil.” “ Bir yandan da artık her şeyin mevsimi… “ s. 81

-o-

Hakan Bıçakçı’nın bu kitabının satır aralarında da başka bir dünya var.  Bıçakçı, hakkında daha önce yazdığım cümleleri yinelemek gerekirse, müthiş bir gözlem gücünü, tırmık gibi kullanarak, hepimizin temiz, düzenli ve güzel varsaydığımız, ön bahçelerimizi tırmıklıyor. Yarı açık, yarı gizli bir biçimde arka bahçelerimize dalıp, kısıtlı yeteneklerini sınırsız cüretle pazarlayanları, gerçeklerle düşler arasındaki boşluğa düşenleri, güçlü imge ve eğretilemeler yükleyerek her zamanki deyiş biçimini kullanarak aynasından yansıtıyor. Tuhafın tuhafı manzaraları sırasıyla anlatan her bir satırını, -insanın dişlerine işleyen, soluğunu kesen, beynini kamaştıran, kalbine bazen sevinç bazen ürküntü getiren,- düşlerin gerçeği, gerçeğin düşleri ile beraber, simsiyah, giderek genişleyen boş tabağında çiğneriz onun sofrasında… Zifiri karanlığın içinde belli belirsiz, yankılı boğuk sesler birbirine karışır. Her yanınız karıncalanır. Ne zaman, nereden çıkacağı belli olmayan satırlarını, birilerinin peşinde, kelebek gibi zıplayıp, arı gibi sokarken buluverirsiniz.

Yarı Batılılaşmış bir muhitte altı “Fight Club” üst katları konut, Huzur Apartmanı’nda(!) oturan, sahne adı silinmiş “ isimsiz ” romanın ana kahramanı ile anlatıcısı aynı kişidir. İşi,  filmlerden, dizilerden seks, öpüşme, içki, sigara vb. sahneleri sansürleyip, sonra da kesilen iki şeyi birleştirip, üçüncü bir anlam çıkarmaktır. Gizli veya zıplamalı kesmelerle, bir olayı başka yoldan gösteren veya olayı ima eden montaj, işinin tamamlayıcı evresidir. Sahneyi seyircide oluşturulmak istenen duyguyu tamamlamadan kesmek, duyguyu tamamlayıp sindirdikten sonra kesmek, kariyerinin(!) ustalık isteyen, belirleyici hamleleridir. Sansürcü eleman ihtiyacı giderek yoğunlaşan günümüz basın, yayın, bilgi iletişim sektörüne karşın, -elemana hiç ihtiyaç duyulmayan bir alanda- hobi olarak, müzik yazarlığı da yapmaktadır. Sayfalarda Motörhead yerini Led Zeppelin’e, onlar da diğerlerine vb. bırakırken, bu alandaki derin bilgisini fırsat buldukça satırlara yansıtmaktan çekinmez. Ama bu da müzik literatürü dar olan okuyucuları, oldukça terletmekte, metne olan ilgisini dağıtmaktadır.  Anlatıcı, tembel ve paralı öğrencilerin ödevlerini yapıp, online sınavlarına da girmekte, sansürcülüğünü göz ardı edersek, sinemacılık hayallerinin dışında da işler yapmaktadır.

Romandaki diğer karakterlerden sadece üçü, kız arkadaşı Esra, iş arkadaşı Bora ve sinemacı Suna, eylemleriyle olayların akışını değiştiren öyküye yön veren karakterler olarak öne çıkarlar. Diğerleri olayların akışını etkilemeden, öykünün akışında sürüklenen karakterlerdir. Her iki gurup da öyküde, olması gerektiği gibi, buzlanmamış, mozaiksiz görüntüleriyle yer alırlar. Bunlardan Bora, Rock yıldızı olma hayali ile yola çıkmış bir biplemeci olarak, anlatıcı ile ortak iş paydasında birleşir. Kız arkadaşı Esra romana adımını attığı andan, sonuna kadar acaba kimdir, olayların içinde nasıl yer alacak diye sorgulanan edilgen bir karakter olarak görülür. Sinemacı Suna ise – kendince olması gereken - hayatına yön veren kişidir.

Anlatıcı, emniyet kemeriyle koltuğa bağlanmış biçimde, bir tür savunma mekanizması içinde, işinin ve hayatının olması gereken görüntülerini, içine işlemiş asap bozucu diğer görüntülerden arındırmaya çalışmaktadır. Hayatta olmadık anlarda karşısına çıkan, olmaması gereken tuhaf görüntüleri görmezden gelmeye, bulaşıkları elden geçirirken ovalamaya, sarı süngerden taşan bembeyaz, tuhaflıkları geçici da olsa perdeleyen köpüklerle, sansürlemeye çalışmaktadır. Anlatıcının geleceği, Hakan Bıçakcı’nın kullanacağı güçlü imge ve eğretilemelerin ipoteği altındadır. Bıçakcı’ya özgü bu edebi biçim, devamlı okurlarına yabancı gelmeyecek, yeni okurlarını ise zorlayabilecektir. Çünkü anlatıcının gördüğü tuhaflıklar bir noktadan sonra öyle dayanılmaz bir hâle gelir ki,  - bunları anlattığı için eski olan sevgilisinden dolayı, - halini hiç kimseye anlatamaz.  

Her şey, her söz, macun gibi birbirine geçmiş, yapışık bütünden ayrılamamakta… Şuursuz gençler bağıra çağıra dağınık düzen ilerlemekte…  Mecalsiz ihtiyarlar, kestirilemeyen manevralarla ve yavaşlıkla yolu tıkamakta… Hayat yorgunu genç anneler pusetleri iteklemekte… Asık yüzlü adamlar, öfkeyle parlayan gözleriyle kafa atacak gibi bakarak, her yandan çıkıp gelmektedir.

Pazartesi sabahı metroda ney çalarak, dünyanın en mutsuz toplumlarından birine ekstradan sıkıntı aşılayan adam. Asit yağmuru ile yıkanan kirli hava. Düşük çözünürlükteki manzara. Mide bulandıran döner kokuları. Kulağı zonklatan kornalar. Ayağı burkan kaldırım taşları. Kaldırımları dar eden motosikletler, tornetler. Kışlaya benzeyen binalar. Dershaneye benzeyen kafeler. Kuyumcuya benzeyen kuruyemişçiler. Belediye binasına benzeyen üniversiteler.  Daha fazla insan görmeden, çocuk zehirlenmeden üşenmeden tek, tek mozaiklenmesi buğulanması, kesilmesi şart olanlar…

Yukarıda anlatıcının ağzından anlatılanlar, Bıçakcı ezgileri için güncel yaşamın sıradan tuhaflıklarından bir demettir.  Ama anlatıcı öyküyü bozmadan bu sesleri, bu görüntüleri ne kadar giderebilir? Filmi, yeniden nasıl kurgulayabilir? Nitekim tuhaflıkların ilk belirtisi vitrin yansımalarında karşılaştığı yamulan suratlardır. Yine tekrarlıyorum ki, bunları anlattığı için eski olan sevgilisinden dolayı, kimseye bir şey anlatamamış, eve kapanmıştır. Tuhaflıklar devamlılık kurgusuna yakın bir mantıkla, süreklilik hissi uyandırarak gereksiz bölümlerin atılması ile sansasyonel, ilginç ve önemli olaylar biçiminde birbirine bağlanmaktadır. Bir ara tuhaflıkları yazmayı denemiş, ancak yazılacak gibi değildir. Yazarken hem olan bitenin rahatsız ediciliğinden sıyrılarak evcilleşir, hatta kemikleşir, hem de bu süreç zihinsel bir işkenceye dönüşür. Ayrıca, yaşamın tuhaflıklarını tetikleyen işi de içten içe zehirlemektedir kendisini… İskandinav Edebiyatı’nın tipik karakterlerinden biridir artık… Tekrarlanan tuhaflıklarla, anlatmanın laneti arasında sıkışmış, görmezden gelme ve üstüne gitme yöntemlerini keşfedememiş, hiçbirini denememiştir. Donup kalmış, bulaşık terapisiyle idare eden bir sansürcüdür.

Hayatın genel akışından kopmuş, düzenin yarattığı sirkin içinde, düzenin bir dişlisi olarak kendi emeğine, ilişkilerine, dünyaya ve yaşama, -kendine yeni hayat kurmak adına- durumunun bilincinde olarak, yabancılaşmıştır. Bu insanın, insan oluşunu açıklayan niteliği ile olumlu bir hesaplaşmadır. İçinde bulunduğu topluma yabancılaşan anlatıcı, sonunda tuhaflıkları görmezden gelmek için tuhaflıkların üstüne gider. Koşmaya devam eder. Görülmesi, gösterilmesi gerekenleri görmeye başladığında düzenle hesaplaşır ve görmezden gelmekle kaçmak, görmezden gelmekle kaçırmak arasındaki bağlantının farkına vardığında,  kaçmayı kendine yakıştıramadığımdan hayatını yeniden kurgular. Sis dağılır, Türkçe Sözlükteki, Sansürcü: Sanat yapıtlarını denetlemekle görevlendirilmiş kimse… açıklamasını, Mücrim sözcüğünün açıklamasına ekler. Nokta. Artık ne olursa olsun mutludur.

Bitirirken, kendi deyişi ile “ Yazarken asla yüreğinin götürdüğü yere gitmeyip, zihninin, aklının, mantığının götürdüğü yere gitmeye çalışan” ([1])Burgazadalı Bıçakcı kardeşime,  günümüz insanının doğaya ve düzene yabancılaşmasının yaşanmış tuhaflıklarını yansıtan bu kitabı için teşekkür ederken… siz okurları da üstünüze gelen tuhaflıkların kokusunu tavan arasında bırakıp,  gerçeğin acısı ve tatlısında iyi okumalar diliyorum. Kalın sağlıkla, her zaman kitapla…



10 Temmuz 2022 mehmetealtin,

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------

İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2022