22 Şubat 2019 Cuma




Yeraltı Demiryolu, Colson Whitehead 128/CLXXXIII

Çeviri: Begüm Kovulmaz

“ Aşikâr Kader [1]:  Sana ait olduğuna kanaat getirdiğini almak demektir.
Aşağı ırkları yükseltelim, yükseltemiyorsak boyun eğdirelim, boyun eğdiremiyorsak yok edelim diye buraları zapt etmemiz, inşa etmemiz,  medenileştirmemiz, yok edilmesi gerekenleri yok etmemiz için bizi, Eski Dünya’dan Yeni Dünya’ya çağıran, ilahi emrin kaderimiz kıldığı şey,  Amerikan Ruhudur bu…”
 “ ‘Pamuk kütlülerinden yapılma yuvarlak, beyaz suratlı, ‘ s.303… bu insanları yönlendiren, pamuktan kâr etme arzusundan çok korkuydu… Sistem bir gün çökecek, çöküşü de kanlı olacaktı.” S.192 “ Mingo’ya göre siyah çiftliğin şöhreti, burayı hedef haline getirmişti. Kaçaklar gönderilmeliydi.” S.272 “ Kişi, kendi acizliği karşısında duyduğu utanç yüzünden yaşadıklarına şahit olan herkesi düşman belleyebilirdi.” S.23
-0-
“ Kaçak Anthony ‘ateşte kızartılarak’ cezalandırılırken Londra’dan gelen bir gazeteci ağzına attığı lokmalar arasında not alıyordu.” S.57 “ Georgia ve Florida’da ‘ köleliği Tanrı’ya hakaret, kölecileri de Şeytan’ın sureti olarak gören,’ s.195… kölelik karşıtları katran ve tüye bulanırdı. Beyaz Altın’ın diyarında metodistlere yer yoktu.” S.64 “… İşbirlikçileri ihbar edenlerin ödülleri yükseltilmişti. İnsanlar bu bahaneyle yok yere husumet duydukları kişileri de ihbar ediyorlardı… İki siyah çocuğu saklayan karı koca linç edildi. Çocuklara gösterdikleri ilgiyi kıskanan kızları onları ihbar etmişti.” S.198 “ Beyaz bir kadına baktığı için yakılan bir zencinin, o gün kasabaya bile gitmediği, kadının bu savı âşıklarından birini kıskandırmak için ortaya attığı öğrenilmişti.” S.288
-0-
“Köle avcısı Ridgeway’in demirci babası, ocakta dövdüğü demirden başka tanrı tanımazdı. Dünyanın damarlarındaki kan, sıvı ateşti. Taptığı işe ruhu yoğurmak derdi.” S.85 “Ridgeway ‘İkimiz de finans-kapital sahibi Eli Whitney için çalışıyoruz. İkimiz de kaderin çizdiği yolda yükselen bir ulusa hizmet eden sistemin çarklarıyız.” S.89 Özgür olmaları gerekseydi, zenciler zincire vurulmazdı. “’İmzaladıkları anlaşma gereği vaat edilen topraklara gittiklerinde yine beyazlar tarafından karşılanan’ s.225… Kızılderililerin topraklarını yitirmemeleri gerekseydi topraklar hâlâ onların olurdu. Yeni Dünya’yı ele geçirmek beyazların kaderi olmasaydı, şimdi onun sahibi olamazdılar. Elinde tuttuğun senindir. Amerikan buyruğu budur.”s.92-93

Yukarıda Aşikâr Kader öğretisi kapsamında yaptığım alıntıların yazarı, Colson Whitehead'in Yeraltı Demiryolu[2] adlı kitabı, ABD’nin Georgia Eyaletinde bir pamuk plantasyonundan kaçan Afro-Amerikan Cora’nın, anneannesi Ajarry’nin kaçırılmasıyla başlayan… annesinin gizemli yokluğu ile gelişen… romanın her bölümünde,  roman yeni başlıyormuş gibi farklı anlarda farklı gelişmelerle süren öyküsünü, fantastik bir şekilde kurgulanan bir yolla, yeraltı demiryolu ile kuzeye doğru… Özgürlüğe yolculuğunu anlatıyor.
“ Lumbly ‘İki tren aynı yere gitmiyor.’ dedi Cora’ya… Yeraltı Demiryolunda rotalar habersiz değişebilir. Yukarıda sizi neyin beklediğini trenden inene kadar bilemezsiniz.’” S.80 “ Tünelin bir ucunda yeraltına inmeden önceki kişi, gerçek Amerikan yüzünün keskin duvarlarına, girinti ve çıkıntılarına dokunurken,  diğer ucunda yepyeni bir insan olarak gün ışığına çıkıyordu.” S.331

Yazar, Corson Whitehead’in de Afro-Amerikan olduğu düşünüldüğünde; çok sayıda fiziksel ve cinsel saldırı satırları ile karşılaşıp, gerçekle ilişki kurmakta zorlandığımı söyleyebileceğim bu romanın ana fikri aşağıdaki satırlarda saklı…

Bu ülkenin nasıl bir yer olduğunu görmek istiyorsanız demiryolunu kulanın,” Hızla giden trenden dışarı bakarsanız, Amerika’nın demokrasi ve özgürlüğünü yansıtan aynasının arkasındaki sırın sırrındaki gerçeği  görürsünüz.

“ Dünyada biraz adalet olsaydı temelleri cinayet, hırsızlık ve zulüm olan Amerikan Ulusunun var olmaması gerekirdi.” S.312

Geçmişi normalleştirme adına şu anda Amerika’da Afrikalıların köleleştirilmesine işaret eden hiçbir ulusal anıt yokken, buna karşılık okullarda yardımcı ders kitabı olarak okutulan bu kitabı yazmakla Whitehead köleliği onurlandırmanın ve hatırlamanın en uygun yolunu seçmiş gibi…

“ Silahlı bir zenciden daha tehlikeli olan, elinde kitap olan bir zencidir.” S.298…“ ‘ Şunu anlamadım.’ Dedi Cora. ‘Mukaddes Kitap diyor ki; Bir adamı çalıp satan kişi ölümle cezalandırılır. Ama sonra da diyor ki; Köleler, efendilerinin her sözünü dinlemeli ve onları hoşnut etmelidir.” S.202

Kitaptaki kimi cümlelerde, örneğin “gerekiyor olsaydı” gibi İngilizce fiillerin tıpkı çevrimi gafletine düşen, deneyimli Çevirmen Begüm Kovulmaz, kitabın soluksuz okunmasında önemli bir katkıda bulunuyor. Kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…

22.02.2019 mehmetealtin,




[1] Manifest Destiny: Yerleşimcilerin Amerikan kıtasına yayılmalarının kaçınılmaz ve durdurulamaz olduğunu savunan doktrin. S.243
[2] http://www.harriet-tubman.org/underground-railroad/
Yeraltı Demiryolu 19. yüzyılın başlarında kuruldu ve 1850-1860 arasında doruğa ulaştı. Bugün bildiklerimizin çoğu İç Savaş sonrası verilerden ve Yeraltı Demiryolunu kullanan kaçak köleler hakkında kesin istatistikler hiçbir zaman doğrulanamayabilir. Şebekeden 1810 ile 1860 arasında yaklaşık 100.000 kölenin kaçtığına inanılmaktadır. Kölelerin çoğu, Kentucky, Virginia ve Maryland gibi üst güney eyaletlerinden geldi; Deep South'dan çok azı kaçtı. 1850'lerin ortalarında, “Yeraltı Demiryolları” terimi, 1852 Kasım'ının New York Times gazetesinde yazdığı gibi, bilinir hale geliyordu.
Yeraltı Demiryolu yeraltında ya da bir demiryolu değildi. Ağın gizli faaliyetlerinin gizli ve yasadışı olması nedeniyle sembolik olarak yeraltındaydı. Kaçak kölelerin görüş alanından uzak durmalarına yardımcı olmak için “yer altında” kalmaları gerekiyordu. “Demiryolu” terimi, demiryolunun gelişmekte olan bir ulaşım sistemi olduğu ve destekçilerinin gizli bir dilde iletişim kurmak için demiryolu kodunu kullanması nedeniyle kullanılmıştır. Köleler birbirleriyle iletişim kurmak için dinsel belirtilerle, şarkıları kullandılar.
Kaçakların kalacağı ve yemek yiyeceği evlere “istasyonlar” veya “depolar” adı verildi; evin sahibi “istasyon ustası” ve “şef” ise köleleri istasyondan istasyona taşımakla sorumlu olan kişiydi. Yeraltı Demiryoluna para, yiyecek ve kıyafet bağışında bulunanlara “hissedarlar” denildi. İşte gizli kodların ve cümlelerin kapsamlı bir
Yeraltı Demiryolu, net bir şekilde tanımlanmış güzergâhları olmayan, gevşek bir şekilde organize edilmiş bir bağlantı ağıydı. Kölelerin özgürlüğüne yardım etmek için evler, ulaşım hizmetleri sağladılar. Küçük destekçi grupları bağımsız olarak organize edildi, çoğu birkaç bağlantı istasyonunu biliyordu, ancak rotanın tamamını bilmiyordu. Bu sistem katılanların gizliliğini korudu ve sızma riskini azalttı. Güzergâhlar köle avcılarını şaşırtmak için sık sık değiştirildi. Belirlenmiş bir rota yoktu, muhtemelen birçoğu vardı. İstasyon olarak kuzeyde yüzlerce, belki de binlerce ev kullanıldı.
Kaçak Köle Yasasının 1850 Uzlaşmasının bir parçası olarak yürürlüğe girmesinden sonra, Yeraltı Demiryolu son varış yeri olarak Kanada'ya yönlendirildi. Binlerce köle Güney Ontario'da yeni kurulan topluluklara yerleşti. Aniden işleri daha zor ve riskli hale geldi. Kölelere yardım edenler, 1000 dolar para cezasına ya da 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Kanun, bir insanın kaçmasına yardım etmesini yasadışı hale getirdi ve köle avcılarının kaçak köleleri tutuklamalarına yardım etmek için yasalar uyarınca vatandaşlar zorlandı. Köle avcıları somut bir şekilde ödüllendirildi.
1 Ocak 1863'te,  Başkan Abraham Lincoln, köleleri özgürleştiren Özgürlük Bildirgesini yayınladı. İç savaş bittikten sonra, 13. inci Anayasa'da yapılan değişiklikle tüm ABD'de köleliğin kaldırılması ile de Yeraltı Demiryolu kapatıldı.


17 Şubat 2019 Pazar




Yalancı İpek Kız, Irmagard Keun, 310/CLXXXII

Çeviri: Nilay Kaya

“Şimdilik bütün şehvetli duygular kodese tıkılı. Aşk bu. Günün birinde salıverecek kendini.”s.163

Bu kitapla ilgili sözlerime kitabın adı ile başlamaya karar verdim. Kitabın konusu bin dokuz yüz yirmiler ile otuzların Weimar Cumhuriyeti dönemi Almanyası’nda geçmektedir. Kitabın kadın kahramanının gözüyle tutulan günlükte, henüz yeni tanınan kadın hakları doğrultusunda ataerkil düzene karşı başkaldırının hikâyesinde, kendini ve bir şehri saran siyasal alçak basınç sistemini sağa sola sapmadan açık bir dille anlatmaktadır ki… sadece bu nedenle kitabın adı, kitabın kapağındaki, kitaba çok yakışan, Ernst Ludwig Kirchner’in Gerda’nın Portresi’ndeki duru ve net kız sureti gibi Doğrucu İpek Kız olmalıydı derim.
·      Hem asalak üvey babası sürekli para isteğinden, hem de istem dışı alarak,  içinde yaşadığı ikinci deri gibi üzerine yapışan, geri veremediği, çalıntı durumuna düşen kürkü nedeniyle yaşadığı şehirden Berlin’e kaçan…
“Babam, annemle evlendiği için babam olmuştu sadece. “ s.74 “ Sadece bir kere anneme neden onunla evlendiğini sordum. Şöyle dedi: ‘ İnsan bir süre sonra öyle ya da böyle bir yere ait olmak istiyor.’” S.28  “ Askıda bir kürk asılıydı. Bana azizler tarafından gönderilmiş gibi gelmişti. Hubert’e kendimi böyle gösterip sonra yerine asacaktım. Ama kürk tenime yapışmış, birbirlerini sevmişlerdi. Sevdiğin bir şeye sahipsen ne diye geri vereceksin?” s.52.53

·   erkek egemen bir dünyada, faşist bir düzen sarmalında çocuk, ahlak ve mutfak üçgeninde hayatına karatma uygulanan, aynı düzenin sarsılmaz dişlilerinden biri olmaya aday,
“ Bir ara yanlarında kaldığım kuzenim Paul’e bakıp yılan gibi tısladı teyzem: ‘Bir dahaki sefere sen de para kazanmış olursan, o zaman insanlara şarap ikram edersin.’ Paul, aynı akşam intihar etti. Ailesi ağlıyor, biz ona karşı bu kadar iyiyken bunu bize nasıl yaptı diyorlardı.” S.74.75 “ Büyük Sanayi beni terk etti bile, siyasi nedenlerden; bana Yahudi olup olmadığımı sordu. Değilim, Tanrı aşkına – ama şöyle düşündüm: Eğer istediği buysa ona istediğini vereyim – ve dedim ki: ‘ Tabii ki – babam da geçen hafta sinagogda ayak bileğini burktu. Kıvırcık saçlarımdan anlamalıymış.’” S.41 “ Büyük Sanayi sarhoş olunca prensipleri de gevşemeye başladı. ‘Benim saçım aslında düz,’ deyince de beni damarlarımdan asil kan akan birine çevirdi.” S.42  “Lacivertli adama siyasetçilerin neden şehre dolduğunu sordum. Bana böğürtlen gibi gözlerimin olduğunu söyledi… yalnız bir adammış ve hep doğruyu söyleme ihtiyacı duyuyormuş. Hâlbuki ben ‘her zaman doğruyu söyleme ihtiyacı duyan insanların’ her zaman yalan söylediğini çok iyi biliyorum.”S.61

·  buna karşılık, memelerini erkekler nasıl yapıyorsa aynen öyle; rahatlıkla açıkta bırakmaya kararlı, geleneksel cinsiyet rollerini alaşağı eden… umut ile umutsuzluk tahterevallisine binmiş alt sınıflardaki kadınlara alkış tutan… ticaret, siyaset, ibadet, şeytan üçgeninde biçimlenen toplumun iç yüzünü arı bir dille ortaya çıkarıp sorgulayan… aynı düzenin kendi mikro evreninde kendi etik değerleri içinde hayatta kalmak için çabalayan…
“… batmakta olan sarsılmış bir dünyada kayıp düşmeye başlayan da ilk kadınlar oluyormuş, erkekleri kanunlar, kadınları da erkekler tutuyormuş!” s.129  “ Grönland’la ilk çıktığım zamanı hatırlıyorum. O sıralar bir kol saatine ihtiyacım vardı, en az üç gece kendimi bırakmamam en iyisiydi. Kapıya geldiğimizde ‘ Saat kaç, saatim bozuk da,’ dedim. Ertesi gece bir altın saatle geldi. Bir müddet sonra yine sıkıştırmaya başladı. Dimdik durdum. Ne de olsa bir erkeğin iç çamaşırlarıma iliştirilmiş yedi adet paslı güvenlik iğnesini görmesini istemem” s.17.18

·         kör bir komşusu için topladığı görüntüler ve onu mutlu etmek için verdiği öpücüklerle, aşkı uğruna, parasız bir erkeği kendisine rahat bir hayat sağlayabilecek erkeğe yeğ tutabilecek,
·         roman kahramanı Doris, Irmagard Keun’un kendisi midir, acaba?
“ Alt katımızda Bay Brenner oturuyor. Savaşta gözlerini kaybetmiş… Beni öpmeye cesareti yoktu. Cesaretlendirdi bu durum beni, bir sevgi doldu içime. Önceleri hep bir insana parayla yardım edebileceğimi düşünürdüm. Brenner bana boncuktan bir kolye izdi. Mutluluktan ağladım. İnsan her gün hediye almıyor birinden” s.Mar76.78.79 “ Hubert’le salaş evinde yediğim konserve sardalyenin lezzetini. Käsemann’la birlikte lüks lokantada yediğim şnitzelin lezzetine değişmem.” S.23

1933 yılında eserleri yasaklanan ve kitaplarının tüm kopyaları yakılan Irmagard Keun’un hayat öyküsü, bu romanın kahramanı Doris’in öyküsüne oldukça yakındır.
Çevirmen Nilay Kaya kitabın önsözünde yaptığı açıklama ve değerlendirmelerle çevirisi daha da değerli kılarken Doris’e de gerçek bir yaşam öpücüğü veriyor.  Kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…

İletişim Yayınları, 1. Baskı 2018 


1 Şubat 2019 Cuma



Tavşan Yılı, Arto Paasılınna 59/CLXXXI

Çeviri: Cenk Pamay

Arto Paasılınna’nın 1975’de yazdığı, 7’den 70’e herkese önereceğim, bu masalsı kitabının okumasını, romanın kahramanı Vatanen ile Güney Finlandiya’dan Kuzey Finlandiya’ya, tekrar Güney’e, sonrasında SSCB’ye doğru sınır aşımı da dâhil yine Kuzey’e giderek yaptığım ve bir yıl süren 4.744 kilometrelik yolculuğu, bir kitap okuma gününe sığdırdım. 
Bu kitapta benim için daha da ilginç olan… size, daha önce Doppler ve Bildiğimiz Dünya’nın Sonu kitaplarıyla tanıttığım Erlend Loe’nin, etkilenmiş midir bilmem ama güçlü bir olasılıkla, İskandinavya’dan yarım adaşı kitabın yazarı, Paasılınna’dan el aldığıdır. Ancak Doppler kapitalizmin eleştirisine bir katkı olarak okunabilirken, bu kısa roman biraz daha kişisel… Vatanen, karısının aldatıcı düzenlerinin havası ve tasarımı altındaki evi ile işi arasındaki tekdüze ve tatminsiz şehir yaşamına karşı sekiz / yirmi beş çalışmanın ironisinde bir tavşan bacağının büyüsünde sürdürdüğü yaşamdan uzaklaşarak kendini doğaya bırakırken…
 “ Odalarda hasar almadan dolaşmak güçtü; tüm eşyalar birbirine aykırıydı. Ev, basbayağı Vatanen’in evliliğine benziyordu. “ “ Dergi başarılıydı ama bilgi aktararak değil, bilgiyi sağarak, önemini boğarak, sohbet dolu bir eğlenceye dönüştürecek kadar üstünde oynayarak elde ediyordu. Ne meslekti sahiden!”s.13 “ Vatanen’in ayakkabıları ve takım elbisesi, kulübedeki bir çivinin üstünde asılı kaldı. Muhtemelen bugün hâlâ orada asılı duruyordur.”s.35 “ Şehir insanlarının tavırları onu tiksindiriyordu.     S.127

Doppler gibi toplumdan tamamen kopmaz. Bir tamirci, bir tedarikçi sıfatında bir noktadan sisteme tutunur. Mücadelesini bu paralelde sürdürür.

“ Kuzgun, et konservesini çantadan çıkardı. Konservenin dibindeki etten atıştırmaya başladı. Sonra hava almak için başını çıkarmak istedi ama kafası bir türkü çıkmıyordu. Istıraplı gaklamalarla havalandı. Sesler bir müddet sonra kesildi. Vatanen yağmalanmış çantasını yerden aldı… kendi içinde çevirdiği bu zalim oyuna yüksek sesle gülünecek kadar acımasızlık ve alçaklık olduğunu da biliyordu.” S.81
 “ Vatanen karnını muayene etti. Karnı kan ve ayının salyasından vıcık, vıcıktı ama ölümcül bir durum yoktu. Tavşan topallıyordu.’ Yarın o – ‘bir gurup sorumsuz insanın uyandırdığı’ s.92 - ayının izini sürüp öldüreceğim. Artık yeter!” s.130

Bir içindekiler dizini ile başlayan kitabın her bir bölümü kendi içinde… bölümleri ise kitabın içinde bir bütün oluştururken, her bir bölümde tavşanın sonu geldi, gelecek gerginliğinde, gerçekdışına uzanabilecek olayların ezgisi ve uyumu ile diğer bölüme geçmenin çok şükürünü ve sevincini yaşadığınız Cenk Pamay’ın son derecede başarılı çevirisiyle, Tavşan Yılı; gerçekten okuduğum en eğlenceli ama bir o kadar düşündürücü ve başında da söylediğim gibi 7’den 70’e herkese önereceğim iyi kitaplardan biri. Kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…

Domingo, Bkz Yayınları, Şubat 2018