21 Temmuz 2021 Çarşamba

 


Ağabey, Mahir Güven, 447 / CXCVII

1.Prix Goncourt  du Premier Roman,     2. Prix Régine Deforges     3. Prix Premiére

Çeviri: Ebru Erbaş

2021 İnstitut Français, Fransızca Çeviri Ödülü 


“ İnsan hakları söz konusu olduğunda, Marksist analiz, diğer birçok eleştirel açıklamanın aksine, insan hakları iddialarını dile getirme, itiraz etme ve ilerletmede sosyal mücadelelerin rolünü ön plana çıkarır. Sosyal hareketlerin, acil talepler (örneğin, barınma, su, toprak, yiyecek, sağlık hizmetleri) için mücadelelerinde insan hakları dilini harekete geçirme yollarına katılmak, bu tür mücadelelerin genellikle daha geniş sosyal düzenin tartışmasına yol açtığını unutmamalıdır. “

 

Paul O’Connell, Human Rights: Contesting the Displacement Thesis, Northern Ireland Legal Quarterly, 

-o-

Ağabey kitabıyla, Türk toplumunun görece seyrek olduğu Fransa’da büyük bir çıkış yakalamasıyla, Fransa’da 3 ödül birden kazanan Mahir Güven, “ 20 Ağustos 2020’de, Almanya’da yayın yapan, +49 Haberden Ömer Yaprakkıran’ın ‘Almanya’da, aynı konuda Almanca denemeler yapan yazarların neden bu başarıya ulaşamadığını sorduğunda şu yanıtları veriyor. ([1])

 

‘Almanya’da bir yıldan fazla yaşadım, Fransa’yla benzerliğini bulamadım.  Almanlar, sesini çıkarmadan çalışan yabancıya saygı duyuyorlar. Ama öte yandan da insanı hiçbir zaman Alman kabul etmiyorlar. Saygı var, ama ayrım da var.  Bunu kullanılan kelimelerle anlıyabilirsinizz.. (Schwarzdeutsche... Siyah Almanlar, Deutschtürken... Türk Almanlar gibi...)

 

Fransa’da ise şunu hissediyorum: Önce, ismin ile kabul ediliyorsun. Dilin akıcı  ve temiz bir aksan ile konuşuyorsan, üstün başın temiz, tertipliysen, hele işçi de değilsen, çoğunluk, seni Fransız olarak kabul etmeye başlıyor. Bir de, sürekli anavatanını  ön plana çıkarmazsan sorun yok. Genelde, insanın nereden geldiğini kimse sormaz, ayıptır. Yani Mahir, önce Mahir’dir.

 

Kitaba gelince… kitabın yazarıyım, ama karakterler ben miyim? Değilim. Babalarının kültürlerini anlamayan, alamayan, almayan, iki çocuğu anlatıyorum. Baba da,  anne de kültürlerini verememiş. Bu hikâyeyi yüz yıl önce, Amerika’ya göç eden Ruslar da anlatabilirdi. Ağabey ve Kardeş, iki karakter, hem bir kuşağı anlatıyor, hem de aynı anda, bir aile hikâyesini anlatıyor.’”  derken, kulak misafiri olduğum söyleşiden usulca ayrılıp, kitaba daldım.

-o-

Paris’in varoşlarında, biri taksi şoförü diğeri hemşire, meslekleri itibariyle şehrin belirleyici ve dinamik unsurlarını devamlı üzerlerinde hisseden, yarı Suriyeli, yarı Fransız, iki kardeş:  - Paris Saint-Germain’in Nike marka eski forması ile ayaklarına Birkenstock marka Alman malı terlikleri giyen, savaş nedeniyle sözde yoksullara bakmaya, Suriye’deki Sınır Tanımayan Doktorlar Birliğine katılan…   savaşa, ölüm yoluna belki eline keleşiyle düşmüş bir mezarlıkta ya da hayatta kalıp haber alınamayan bir Kardeş… ile onun doğurduğu maddi ve manevi boşluğu, büyük bir mücadele içinde kapatmaya çalışan “Ağabey”in üzerine kurulan romanda; karısı ölmüş Diyar-ı Şamlı taksi şoförü bir baba ve annenin kendi aile bağları ile kültürleri… kimlik ve aidiyet kavramları üzerinden göçmenliğin topluma yansımaları, sokağın diliyle anlatılırken… Batı dünyasındaki, yerel kültürün etkilediği İslam azınlığın sorunlarına isyankâr bir biçimde yaklaşıyor. Özellikle, Suriye iç savaşının tetiklemesiyle kendine verimli bir alan bulan İslami terörü, buna İslamofobi ile karşılık veren neo-nazileri, laiklik, göçmenler, işsizlik ve temel insan haklarını –kurgulanan- hikâyeler üzerinden aktarıp… -Türk müsün? Kürt müsün? Fransız mısın? İşçi misin, burjuva mısın? …sorularına yanıt aranıyor, yanıtlar veriliyor.

 

Kısacası, kitapta gezinirken,  sabahtan akşama kadar iyilik ve kötülük üstüne ahlak dersi veren, okumuş yazmış, buna karşılık zavallı göçmenleri düdükleyen sözde makbul Fransız modellerine karşı… kibirli Batı önyargısını, açıkça eleştiren, saygı görmediği, göremediği için saygı göstermeyen bir romanla karşılaşırken, günümüz Türkiye’sinde de önemli bir gündem maddesi haline gelen göçmenleri bir de onların ağzından anlamaya çalıştım.   

-o-

“Ağabey”’in hayatı roman! Taksinin kapısını açtığında onun gözünde ben yetmiş yaşlarında, kır saçlı, pamuklu spor gömleği ile pantolonu uyumlu, kendini genç zanneden bir “baro”ydum. Taksinin içerisi, beysbol sopası, teleskopik cop, ya da levye gibi malzemelerden çevik kuvvet deposu gibiydi ama boşuna değil. Adaletsizlikten yorgun, çareyi bu şekilde bulmuştu. Teni karaydı, ama Afrika karası değil, gariban karası, günlerini amelelikte, tarlada geçiren gerçek yoksulların karasıydı.   

 

Birkaç dakika sonra beni yokladı. Dinlemeye açık olduğumu anlayınca, çenesi açıldı anlatmaya başladı. “Nenem, bize memleketten masallar ve dinî hikâyeler anlatarak Arapça öğretmeye çalışırdı. Bu babamı delirtirdi. Annem dinlememizi, günün birinde bunları dinlemekten memnuniyet duyacağımızı söylerdi.  Her akşam önce Le Monde’u okuyup, sonra Lübnan gazetesi L’Orient-Le Jour’a geçen, sonra da Suriye gazetelerini tarayacak kadar ufku geniş babam, ‘bunların cadılık olduğunu’ söyler, dururdu. Bizler de arada kalmış, ne yapacağımızı şaşırmıştık. Nenemizi seviyor babamızın bokunu çıkardığını biliyorduk. Namaz kılmayı, nenemin anlattığı, peygamberlerin yaşamından ve kutsal hikâyelerden öğrenmiştik. Bu geçmiş, bizde baskı yaratırken, bir yandan düşünüyorum da kimler Müslümanların dostu kimler düşmanı kestiremiyorum. Zira Müslümanlar da birbirleriyle savaş halinde. Örneğin Müslüman Türkler İsraillilerin müttefiki… İsrailliler genelde Araplara düşman… Faslı Müslümanlar, Fransızlarla dost… Fransızlar da herkesle hem dost hem düşman: İlahımız Miami’li rapçi dostumuz Boabo olsa bir “oy, oy, oy” çekerdi ki düşündükçe beynim zonkluyor.”  deyip bitirdiğinde vallahi benim de beynim zonklamaya başladı.

 

Anladım ki, kardeşi Suriye’de bir türlü savaşırken, ağabeyi de bir başka türlü Paris’te savaşıyordu.

 

Yolumuz uzun devamında; “Hâlâ huzur içinde yaşayabilmek için Batı’yla mücadele ediyoruz. Asıl yalancı onlar. İslâm’ı ölümden ve savaştan ibaret görenler yaptı bunu. İslâm sebepsiz cana kıymaz. Kendilerini affettirmek için Yahudilerin hınçlarını Araplardan ve Müslümanlardan çıkarmasına göz yumuyorlar. Yahudilerin gücü, Batılı efendileriyle dalaşmaya yetmediğinden kardeşlerimize saldırıyorlar. Yahudiler, ne dünyanın ne de Batı’nın efendisidir. NATO’nun Ortadoğu’daki köpekleridir. Haçlı seferlerinde olduğu gibi canları oyun istiyorsa yüreklerimizdeki şevkle ve rahman ve rahim olan Allah’ın kılıcıyla biz de oynarız.” Yok, yok, kısaca tanıdığım kadarıyla bunlar ne onun sözleri ne düşünceleriydi.

 

Nitekim bir gün kafe, lokanta karışımı bir mekâna gittiğinde, mekân sahibi Demito derler, yarı mitoman, Türk Mehmet’in, Ağabey’e - “ Kendine dikkat et ve o Firavun’un mekânı Aubevilliers tekkesinden uzak dur. Firavun karanlık bir tip ve bu OHAL koşullarında ortalığı devletin zağarları sarmışken kendini iyi ihtimalle Şam’da kötü ihtimalle Guantanamo’da buluverirsin” demiş ki, Firavun dediği Google’dan çevirme Kuran meallerini internete yükleyen soytarılardan değil,  sözde ilim ve irfan ummanı Mısırlı bir imammış ve Ağabey’den duyduklarım da onun sözleriymiş.  

 

Öyle olmasa sivil polis Gwen ile Ağabey arasındaki ilişki nasıl açıklanabilirdi. Anladığım kadarıyla Ağabey geleceğin esenliği adına kulaklarını açıyor, Gwen de geçmişine göz yumuyordu.

 

Kardeş’in kendi savaşında kimlik kazanmış olabilmesi onu etkiliyor, ancak 13 Kasım Charlie Hebdo Saldırıları [2] sonrasında siyaset ile terör arasında kaybolan adalet duygusunu anlatırken şöyle diyordu.

 

Günlerce Paris’i düşündüm. İnternette herkesin “Ben Paris’im” yazdığını görüyordum. Sonra gözlerim açıldı ve asıl hakikatin önümde durduğunu gördüm. Amerikan bombardımanlarının, Beşşar’ın toplarının, Rus saldırılarının sonuçlarını gördükçe daha iyi anlıyordum. Asıl tüm dünyanın “Ben Suriye’yim” yazması gerekirdi. Ama kimsenin umurunda değildik çünkü biz Müslüman’dık. Peygamber ne buyurmuştu: Zalim olsun, mazlum olsun kardeşine yardım et. Zalimse de onu zulmünden alıkoyarsın, işte bu da ona bir yardımdır. Kardeşim her ikisiydi: Hem zalim, hem mazlum.

 

Günlerce onu bekledik. Öldü sanıyorduk. Babam telefon rehberini eskitti. Tüm hastaneleri karakolları, taksi ağındaki şoförleri aradı. Ben de eski taklalara geldim. Kaygılarımı sarıp, duman edip dermana salıyordum. Ölmesini istemiyordum. Sonra epostası geldi. Bilinmeyen bir adresten. Babam onu parçalamak istiyordu. O gün, annem öldüğünde duyduğumuzdan daha güçlü bir sesle haykırdı. Ben de annem gibi sigaraları uç uca içiyordum. Mali masalını yutmadık. Geceleri uyku tutmuyor, Palmira’da insanların kafasını kestiğini görüyordum.

 

Birden sustu. Fazla konuştuğunu, çenesinin düştüğünü söyledi. “Sadece birkaç fazla söz bile bir düşünceden daha güçlü olacaktır. Söz düşünceyi taşıyan araçtır.  Söz olmadan düşünceler taşınamaz. Ve Allah da biliyor ki sözler güçlüdür öyle güçlüdür ki, düşünceler ona itaat etmek durumundadır. Sözler tehlikelidir. Birbirine bitişmiş birkaç harf sizi kodese, cehenneme ya da cennete taşıyabilir. Oysa ben sadece bir taksi şoförüyüm.”

 

Sonunda sözünü kestim. “- Sende kendini ifade etmek için yanıp tuştan bir damar seziyorum. Kitap yazmak ister misin?” Ve dedim “- Peki ya kardeşin dönseydi?”

-0-

1980’ler sonrasında, Türk annesi ve Kürt babası ile Fransa’da mülteci konumundayken, Nantes’de doğan, on yıl uyruksuz yaşayıp önce Türk, sonra da Fransız vatandaşı olan Mahir Güven bu kitabı, düşünebildiği dil, Fransızca yazmış,  Türkçe ile beslemiş. Nitekim Türkçenin deyimlerini, argosunu, kurgusunun ustalığı içinde… konusuna ve dillere egemenliği, romana giydirdiği gerilimlerle Fransızcaya yedirerek özgün bir dil yaratırken, çevirmen Ebru Erbaş da yazarın kullandığı argo ve sokak dilinin özünü yitirmeden aktarılmasını sağlamış. Özetle bir Türk’ün bir Türk’e sinerjisi, kitabın esiksiz ve kusursuz çevirisini sağlayarak, karşılığını önemli bir çeviri ödülüyle alarak, kitabın ödüllerini taçlandırmış. Ama son zamanlarda dilimizi kurt gibi kemiren, olmak fiilini, olur olmaz kullanmaktan da kurtulamamış.

 

Bu kitabı okuyun ve hele yukarıda anılan dünya haline tasasız kalmak mümkün değil ama her zaman söylediğim gibi tasasız ve sağlıkla ve kitapla kalın!



21.07.2021 mehmetealtin,

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------

Can Sanat Yayınları, 1. Baskı, Şubat 2020



[1] https://www.arti49.com/mahir-guven-avrupanin-buyuk-dillerini-sasirtan-bir-ofke-yazari-2346026h.htm

[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/2015_Paris_sald%C4%B1r%C4%B1lar%C4%B1



21.07.2021 mehmetealtin,

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------

Can Sanat Yayınları, 1. Baskı, Şubat 2020



[1] https://www.arti49.com/mahir-guven-avrupanin-buyuk-dillerini-sasirtan-bir-ofke-yazari-2346026h.htm

[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/2015_Paris_sald%C4%B1r%C4%B1lar%C4%B1