Ağabey,
Mahir Güven, 447 / CXCVII
1.Prix Goncourt du Premier Roman, 2. Prix Régine Deforges 3. Prix Premiére
Çeviri: Ebru Erbaş
2021 İnstitut Français, Fransızca Çeviri Ödülü
“ İnsan hakları söz konusu olduğunda, Marksist analiz, diğer birçok eleştirel açıklamanın aksine, insan hakları iddialarını dile getirme, itiraz etme ve ilerletmede sosyal mücadelelerin rolünü ön plana çıkarır. Sosyal hareketlerin, acil talepler (örneğin, barınma, su, toprak, yiyecek, sağlık hizmetleri) için mücadelelerinde insan hakları dilini harekete geçirme yollarına katılmak, bu tür mücadelelerin genellikle daha geniş sosyal düzenin tartışmasına yol açtığını unutmamalıdır. “
Paul O’Connell, Human Rights: Contesting
the Displacement Thesis, Northern Ireland Legal Quarterly,
-o-
Ağabey kitabıyla,
Türk toplumunun görece seyrek olduğu Fransa’da büyük bir çıkış yakalamasıyla,
Fransa’da 3 ödül birden kazanan Mahir Güven, “ 20 Ağustos 2020’de, Almanya’da yayın yapan, +49 Haberden Ömer
Yaprakkıran’ın ‘Almanya’da, aynı konuda Almanca denemeler yapan yazarların
neden bu başarıya ulaşamadığını sorduğunda şu yanıtları veriyor. ([1])
– ‘Almanya’da bir yıldan fazla yaşadım,
Fransa’yla benzerliğini bulamadım.
Almanlar, sesini çıkarmadan çalışan yabancıya saygı duyuyorlar. Ama öte
yandan da insanı hiçbir zaman Alman kabul etmiyorlar. Saygı var, ama ayrım da
var. Bunu kullanılan
kelimelerle anlıyabilirsinizz.. (Schwarzdeutsche... Siyah Almanlar, Deutschtürken...
Türk Almanlar gibi...)
Fransa’da ise şunu hissediyorum: Önce, ismin ile kabul ediliyorsun.
Dilin akıcı ve temiz bir aksan ile
konuşuyorsan, üstün başın temiz, tertipliysen, hele işçi de değilsen, çoğunluk,
seni Fransız olarak kabul etmeye başlıyor. Bir de, sürekli anavatanını ön plana çıkarmazsan sorun yok. Genelde,
insanın nereden geldiğini kimse sormaz, ayıptır. Yani Mahir, önce Mahir’dir.
Kitaba gelince… kitabın yazarıyım, ama karakterler ben
miyim? Değilim. Babalarının kültürlerini anlamayan, alamayan, almayan, iki
çocuğu anlatıyorum. Baba da, anne de
kültürlerini verememiş. Bu hikâyeyi yüz yıl önce, Amerika’ya göç eden Ruslar da
anlatabilirdi. Ağabey ve Kardeş, iki karakter, hem bir kuşağı anlatıyor, hem de
aynı anda, bir aile hikâyesini anlatıyor.’” derken, kulak misafiri olduğum söyleşiden usulca ayrılıp,
kitaba daldım.
-o-
Paris’in
varoşlarında, biri taksi şoförü diğeri hemşire, meslekleri itibariyle şehrin
belirleyici ve dinamik unsurlarını devamlı üzerlerinde hisseden, yarı Suriyeli,
yarı Fransız, iki kardeş: - Paris Saint-Germain’in Nike marka eski forması ile ayaklarına
Birkenstock marka Alman malı terlikleri giyen, savaş
nedeniyle sözde yoksullara bakmaya, Suriye’deki Sınır Tanımayan Doktorlar Birliğine katılan…
savaşa, ölüm yoluna belki eline keleşiyle
düşmüş bir mezarlıkta ya da hayatta kalıp
haber alınamayan bir Kardeş… ile onun doğurduğu maddi ve manevi boşluğu, büyük bir
mücadele içinde kapatmaya çalışan “Ağabey”in üzerine kurulan romanda; karısı
ölmüş Diyar-ı Şamlı taksi şoförü bir baba ve annenin kendi aile bağları ile
kültürleri… kimlik ve aidiyet kavramları üzerinden göçmenliğin topluma
yansımaları, sokağın diliyle anlatılırken… Batı dünyasındaki, yerel kültürün
etkilediği İslam azınlığın sorunlarına isyankâr bir biçimde yaklaşıyor. Özellikle,
Suriye iç savaşının tetiklemesiyle kendine verimli bir alan bulan
İslami terörü, buna İslamofobi ile karşılık veren neo-nazileri, laiklik,
göçmenler, işsizlik ve temel insan haklarını –kurgulanan- hikâyeler üzerinden
aktarıp… -Türk müsün? Kürt müsün? Fransız mısın? İşçi misin, burjuva mısın? …sorularına
yanıt aranıyor, yanıtlar veriliyor.
Kısacası, kitapta gezinirken, sabahtan akşama kadar iyilik ve kötülük
üstüne ahlak dersi veren, okumuş yazmış, buna karşılık zavallı göçmenleri
düdükleyen sözde makbul Fransız modellerine karşı… kibirli Batı önyargısını, açıkça
eleştiren, saygı görmediği, göremediği için saygı göstermeyen bir romanla
karşılaşırken, günümüz Türkiye’sinde de önemli bir gündem maddesi haline gelen
göçmenleri bir de onların ağzından anlamaya çalıştım.
-o-
“Ağabey”’in hayatı roman!
Taksinin kapısını açtığında onun gözünde ben yetmiş yaşlarında, kır saçlı,
pamuklu spor gömleği ile pantolonu uyumlu, kendini genç zanneden bir
“baro”ydum. Taksinin içerisi, beysbol sopası, teleskopik cop, ya da levye gibi
malzemelerden çevik kuvvet deposu gibiydi ama boşuna değil. Adaletsizlikten
yorgun, çareyi bu şekilde bulmuştu. Teni karaydı, ama Afrika karası değil,
gariban karası, günlerini amelelikte, tarlada geçiren gerçek yoksulların
karasıydı.
Birkaç dakika sonra beni
yokladı. Dinlemeye açık olduğumu anlayınca, çenesi açıldı anlatmaya başladı. “Nenem, bize memleketten masallar ve dinî hikâyeler
anlatarak Arapça öğretmeye çalışırdı. Bu babamı delirtirdi. Annem dinlememizi, günün
birinde bunları dinlemekten memnuniyet duyacağımızı söylerdi. Her
akşam önce Le Monde’u okuyup, sonra Lübnan gazetesi L’Orient-Le Jour’a geçen,
sonra da Suriye gazetelerini tarayacak kadar ufku geniş babam, ‘bunların
cadılık olduğunu’ söyler, dururdu. Bizler de arada kalmış, ne yapacağımızı
şaşırmıştık. Nenemizi seviyor babamızın bokunu çıkardığını biliyorduk. Namaz
kılmayı, nenemin anlattığı, peygamberlerin yaşamından ve kutsal hikâyelerden
öğrenmiştik. Bu geçmiş, bizde baskı yaratırken, bir yandan düşünüyorum da kimler
Müslümanların dostu kimler düşmanı kestiremiyorum. Zira Müslümanlar da
birbirleriyle savaş halinde. Örneğin Müslüman Türkler İsraillilerin müttefiki…
İsrailliler genelde Araplara düşman… Faslı Müslümanlar, Fransızlarla dost… Fransızlar
da herkesle hem dost hem düşman: İlahımız Miami’li rapçi dostumuz Boabo olsa
bir “oy, oy, oy” çekerdi ki düşündükçe beynim zonkluyor.” deyip bitirdiğinde vallahi benim de beynim
zonklamaya başladı.
Anladım ki, kardeşi Suriye’de
bir türlü savaşırken, ağabeyi de bir başka türlü Paris’te savaşıyordu.
Yolumuz uzun devamında; “Hâlâ huzur içinde yaşayabilmek için
Batı’yla mücadele ediyoruz. Asıl yalancı onlar. İslâm’ı ölümden ve savaştan
ibaret görenler yaptı bunu. İslâm sebepsiz cana kıymaz. Kendilerini affettirmek
için Yahudilerin hınçlarını Araplardan ve Müslümanlardan çıkarmasına göz yumuyorlar.
Yahudilerin gücü, Batılı efendileriyle dalaşmaya yetmediğinden kardeşlerimize
saldırıyorlar. Yahudiler, ne dünyanın ne de Batı’nın efendisidir. NATO’nun
Ortadoğu’daki köpekleridir. Haçlı seferlerinde olduğu gibi canları oyun
istiyorsa yüreklerimizdeki şevkle ve rahman ve rahim olan Allah’ın kılıcıyla biz
de oynarız.” Yok, yok, kısaca tanıdığım kadarıyla bunlar ne onun sözleri ne
düşünceleriydi.
Nitekim bir gün kafe, lokanta
karışımı bir mekâna gittiğinde, mekân sahibi Demito derler, yarı mitoman, Türk
Mehmet’in, Ağabey’e - “ Kendine dikkat et
ve o Firavun’un mekânı Aubevilliers tekkesinden uzak dur. Firavun karanlık bir
tip ve bu OHAL koşullarında ortalığı devletin zağarları sarmışken kendini iyi
ihtimalle Şam’da kötü ihtimalle Guantanamo’da buluverirsin” demiş ki, Firavun
dediği Google’dan çevirme Kuran meallerini internete yükleyen soytarılardan
değil, sözde ilim ve irfan ummanı
Mısırlı bir imammış ve Ağabey’den duyduklarım da onun sözleriymiş.
Öyle olmasa sivil polis Gwen ile
Ağabey arasındaki ilişki nasıl açıklanabilirdi. Anladığım kadarıyla Ağabey
geleceğin esenliği adına kulaklarını açıyor, Gwen de geçmişine göz yumuyordu.
Kardeş’in kendi savaşında
kimlik kazanmış olabilmesi onu etkiliyor, ancak 13 Kasım Charlie Hebdo
Saldırıları [2] sonrasında
siyaset ile terör arasında kaybolan adalet duygusunu anlatırken şöyle diyordu.
“Günlerce Paris’i düşündüm. İnternette
herkesin “Ben Paris’im” yazdığını görüyordum. Sonra gözlerim açıldı ve asıl
hakikatin önümde durduğunu gördüm. Amerikan bombardımanlarının, Beşşar’ın
toplarının, Rus saldırılarının sonuçlarını gördükçe daha iyi anlıyordum. Asıl
tüm dünyanın “Ben Suriye’yim” yazması gerekirdi. Ama kimsenin umurunda değildik
çünkü biz Müslüman’dık. Peygamber ne buyurmuştu: Zalim olsun, mazlum olsun kardeşine yardım et.
Zalimse de onu zulmünden alıkoyarsın, işte bu da ona bir yardımdır. Kardeşim
her ikisiydi: Hem zalim, hem mazlum.
Günlerce onu bekledik. Öldü sanıyorduk. Babam telefon rehberini eskitti.
Tüm hastaneleri karakolları, taksi ağındaki şoförleri aradı. Ben de eski
taklalara geldim. Kaygılarımı sarıp, duman edip dermana salıyordum. Ölmesini istemiyordum.
Sonra epostası geldi. Bilinmeyen bir adresten. Babam onu parçalamak istiyordu.
O gün, annem öldüğünde duyduğumuzdan daha güçlü bir sesle haykırdı. Ben de
annem gibi sigaraları uç uca içiyordum. Mali masalını yutmadık. Geceleri uyku
tutmuyor, Palmira’da insanların kafasını kestiğini görüyordum.
Birden sustu. Fazla
konuştuğunu, çenesinin düştüğünü söyledi. “Sadece
birkaç fazla söz bile bir düşünceden daha güçlü olacaktır. Söz düşünceyi
taşıyan araçtır. Söz olmadan düşünceler
taşınamaz. Ve Allah da biliyor ki sözler güçlüdür öyle güçlüdür ki, düşünceler
ona itaat etmek durumundadır. Sözler tehlikelidir. Birbirine bitişmiş birkaç
harf sizi kodese, cehenneme ya da cennete taşıyabilir. Oysa ben sadece bir
taksi şoförüyüm.”
Sonunda sözünü kestim. “- Sende
kendini ifade etmek için yanıp tuştan bir damar seziyorum. Kitap yazmak ister
misin?” Ve dedim “- Peki ya kardeşin dönseydi?”
-0-
1980’ler sonrasında, Türk annesi ve Kürt babası ile Fransa’da mülteci
konumundayken, Nantes’de doğan, on yıl uyruksuz yaşayıp önce Türk, sonra da
Fransız vatandaşı olan Mahir Güven bu kitabı, düşünebildiği dil, Fransızca
yazmış, Türkçe ile beslemiş. Nitekim
Türkçenin deyimlerini, argosunu, kurgusunun
ustalığı içinde… konusuna ve dillere egemenliği, romana giydirdiği gerilimlerle
Fransızcaya
yedirerek özgün bir dil yaratırken, çevirmen Ebru Erbaş da yazarın kullandığı argo ve sokak dilinin özünü yitirmeden
aktarılmasını sağlamış. Özetle bir Türk’ün bir Türk’e sinerjisi, kitabın esiksiz
ve kusursuz çevirisini sağlayarak, karşılığını önemli bir çeviri ödülüyle alarak,
kitabın ödüllerini taçlandırmış. Ama son zamanlarda dilimizi kurt gibi kemiren,
olmak fiilini, olur olmaz kullanmaktan da kurtulamamış.
Bu kitabı okuyun
ve hele yukarıda anılan dünya haline tasasız kalmak mümkün değil ama her zaman
söylediğim gibi tasasız ve sağlıkla ve kitapla kalın!
21.07.2021 mehmetealtin,
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
Can Sanat Yayınları, 1. Baskı, Şubat 2020
21.07.2021
mehmetealtin,
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
Can Sanat Yayınları, 1. Baskı, Şubat 2020
[1] https://www.arti49.com/mahir-guven-avrupanin-buyuk-dillerini-sasirtan-bir-ofke-yazari-2346026h.htm
[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/2015_Paris_sald%C4%B1r%C4%B1lar%C4%B1