18 Ekim 2018 Perşembe




Yolun Sonundaki Ev, Oya Baydar, 569 / CLXXVI

12 Eylül sonrasında, Almanya’da siyasi mülteci olarak yaşayan, Oya Baydar’ın bu romanı, biyografik boyutlar taşısa da yaşamıyla birebir örtüşmediğini, buna karşılık yakından tanıdığı bazı kişiler ile olayların ve tariflere göre Levent’te Beşiktaş Belediyesi’nin arkalarında veya dolayındaki evin ve yerinin gerçek olduğunu söyleyebiliriz.
Romanda, korunması gereken yaşamın, doğanın, renklerin, kokuların anıların biricik simgesi ise evi saran Morsalkım.
“…mor salkım… evin ve sokağın soyağacı, tarihi, anı defteri….” S.38 “ Yolun Sonundaki Ev… bir tiyatro sahnesiydi… hayatın ta kendisi olduğu kadar… aynı zamanda kaçıp sığındığımız Alis’in harikalar diyarıydı. “ s.79  “ … ve babamın kökleriyle doğduğu evle, annesiyle ilişkisini büsbütün koparmasını engelleyen simgesel bir bağ gibiydi.” S.225

Kurgusu son derecede sağlam olan romanın anafikrini; kuşaklar boyunca süren,  ancak bunca çabaya rağmen değiştirilemeyen bozuk düzene karşı çatışmanın temelinde… karakterleri çok güclü kadınlar, başta ana kahraman –Oma- Feride ve Tom Anne ile kızı Irmak, onun kızı Berivan ile Canset ve ikiz kardeşleri Katrin ve Simin üzerinden, yazarın, kendiyle ve ülkesinin tarihiyle hesaplaşması olarak özetleyebiliriz.

Yazar, bunu yaparken, romana adını veren evdeki yaşamın ve şehirlerin bellekleri ile anılarının silinerek değişmesini giderek yok olmasını paralel bir boyutta ele alarak, sosyo ekonomik katmanlar üzerinden nasıl bir değişim ve dönüşüm sürecinin gerçekleştiğini sorgularken, bunun bireylere ve çevreye nasıl olumsuz bir şekilde yansıdığını da bize anlatıyor.  

“ Komşu evlerin kuytusunda, asker ailelerinin memur ailelerinin arasında, Demokrat Parti’nin yeni zenginleri bunlar, karaborsacılıkla palazlananlar… “ “… mahalleye eşek arabasıyla gelen seyyar satıcı ‘da’ Çarşı’da manav dükkânı açtıktan sonra… pazarlık yapanlara tepeden bakıyor… “s.20  “ Şehirlerin ruhları kendilerine özgü kokuları renkleri vardır. ‘Gerçek şehirler’  değişse de ruhlarını kokularını renklerini korurlar. Burada yaşadığımız gelişme değişme değil curcuna içinde başkalaşma çöküş.” S.102

Bu aşamada tek umut Ant… ama… o da… “ Suriçi’nde yabancı uyruklu biri vuruldu.” S.271
Bütün bunların ışığında, kitabının başlangıcına milat olarak kaydettiği, Mahmud Şevket Paşa’ya İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından 11 Haziran 1913 günü, yapılan suikasta karışanları, yazarın dünya görüşünün temelinde karşı olması gerekirken, satır aralarında masumlaştırmasını yadırgadığımı…  Bunun yanında, okuyucuyu korkutucu bir karamsarlığa sürüklediğini, kurtulmak ve kurtarmak zorundayız diyenlerin, umudunu yitirmeyenlerin yolunu, kitabının satırlarında, tıkadığını söyleyebilirim.  
“ Zamanda ve mekânda sürgünüm” s.103  “ Şairinki uzun hikâye… bir ömrün yenilgisini, hayal kırıklıklarını, kendi zaaflarından duyduğu suçluluk duygusunu geçmişte kalmış bir aşka sınarak unutacağını sanan bir insanın, aradığını aşkta da bulamayınca bu dünyadan ekip gitmesinin hikâyesi.” S.105 “ Leyla’yı sevmek hem zorunluluk hem de kaçıştı… ayakta kalabilmek için de kaçmak için de bir aşk hikâyesine ihtiyaç vardı.” S.197 “’Ait olduğum dil, kültür, ülke, karanlık bir deliğin içinde kayboluyor.’ Stefan Zweig” s.261

Sözlerimi, umut kesilmez umuttan, şimdi zamanı değil de ondan diyerek,  aşağıdaki alıntıyı bitirirken,  her zamanki gibi “Kitapla kalın, kitapla yaşayın!”

“Hep denedin hep yenildin, olsun gene dene, gene yenil, daha iyi yenil. Beckett” S.106

Not: Kitapta ayrıca notuma aldığım iki yer var. Biri, o yıllarda varlığı konusunda ben de yanılıyor olabilirim ama 1960’lı yıllarda adı geçen 27. sayfadaki “naylon torba.” Diğeri de 49. sayfadaki “… binici kıyafetinde Jokey kulüpten döndüğünde…” cümlesindeki Jokey kulübün, Jokey kulüp değil, binicilik kulübünden döndüğünde biçiminde olmalıydı. Çünkü Jokey kulüpleri uzak ara yarışan biniciler için, binicilik kulübü ise engel atlayan biniciler içindir ve o satırlarda anılan da binicilik kulübüdür.


-----------------------------------------------
Can Sanat Yayınları, 1. Baskı, Mart 2018