26 Aralık 2016 Pazartesi


Bonzai, Alejandro Zambra, 19 / CXXXI
----------------------------------------------------------------------------------
Acı, yontulur ve şekillenir.
Gonzalo Mıllan ([1])
Sizlere daha önce iki kitabını tanıttığım Zambra’nın bu romanı gerçek bir novella… Sadece 90 sayfa olmasına rağmen büyüleyici. Sonunda kız ölür, oğlan yalnız kalır. Gerisi edebiyat.” S.13.
Romanın kahramanlarından Julio ve Emilia’nın ayrılmalarından yıllar sonra, Julio, bir gün son eserinin el yazısıyla hazırlanmış sayfalarını düzenleyip yazacak birini arayan ünlü bir romancı ile tanışır.  Julio, o gün yakında yazacağı kitabı da hayal etmek için işi kabul eder. Kendi başarısız aşk öyküsünü, yazarın yazdığı, trans-plantasyon yaptığı, hayatını roman haline getirdiği düşüncesi içinde “transkripsiyona” devam ederken aynı zamanda, bonsai sanatını araştırmaya ve kendi bonsai ağacını geliştirmeye başlar.
Romanda anılan ve simgeleşen Bonsai ile minik bir ağaç olan bonsai arasında bir karşılaştırma geçerliyse de, kitap benzerliklere daha derin bir şekilde bakmamızı önerir;
  • Bonsai saksı dışına çıktıkça bir bonsai olmayı bırakır. Minyatür olması bir bonsai'nin belirleyici özelliği değildir.
  • Sınırlama, bonsai ve doğanın geri kalanı arasındaki katı sınırdır.
  • Romanın da öyle… 
  • Karakterlerden birisi, diğeri üzerinde, düşünmeyi bıraktığında o hikâyeden sonsuza dek yok olur. Ancak hikâyeyle ilgili olan şeyler titizlikle korunur…
“ Çabucak, aynı şeyi okumayı, benzer düşünmeyi ve farkların üstünü örtmeyi öğrendiler. Kısa süre içinde kibirli bir samimiyet yakaladılar. En azından o zaman dilimi içinde Julio ve Emilia bir yumru biçimini almayı becerdi. Nihayetinde mutluydular.” S.22
“Eğer hayatını değiştirmeyecekse biriyle birlikte olmanın ne anlamı var?” s.25
“’Tantalia’ kendilerini birleştiren aşkı simgelemesi için bir bitkicik almaya karar veren bir çiftin hikâyesi. Bitkicik ölürse onları birleştiren aşkın da öleceğinin sonradan farkına varıyorlar.” S.28 ve,
“Onları birleştiren sonsuz aşkı temsil etmesi için bir bonzai almaya karar veriyorlar. Sonra her şey mahvoluyor ama oğlan kızı asla unutmuyor… kızın öldüğünü öğreniyor… anısına bir şey yapmak istiyor. Bunun ne olduğunu henüz bilmiyorum.” S.57… “ Bilmek, her zaman, her şeyi engelleyebilme imkânı sağlamaz…” s.33
Sevgi, Bonsai gibi kıymetlidir, çünkü ölebilir.
mehmetealtin, 23.12.2016
-------------------------------------- 
Natos Kitap Yayınevi, Haziran 2015, 1. Basım



[1] ) Gonzalo Millán Arrate, Şilili, Şair, D.1947-Ö.2006 

14 Aralık 2016 Çarşamba


Liste, Timur Soykan, 844 – 76 / CXXX
----------------------------------------------------------------------------------
Kimsenin de umurunda olmadığı gerçekleri örten Gücün, içten içe ezdiği ve herkesin bir alt rütbedekinin karakterini taciz ettiği, insanların zaafları sayesinde dönen devletin kirli çarkının tam da ortasında 2012 yılında işlenen bir cinayet… devletin namusunu beceren bir katil… Hükümet-Cemaat ortaklığı henüz bozulmamış ama kamuoyu önünde olmasa da kavga başlamış.

15 Temmuz’dan tam bir ay önce raflara düşen bu kitap, bugünlere nasıl gelindiğini son derecede gerçekçi bir kurgu ile anlatıyor. Olaylar ve isimleri dışında kişiler güncel… taraflı anlatımının tarafsızlığı, mükemmel… kitabı elden düşürmeyi bırakın artık güncel her siyasal polisiye olaya bakışınıza da (KÖ), kitaptan önce ve/veya (KS)  kitaptan sonra diye başlayabilirsiniz… ve bazı alıntılar;

·         “Cemaat’in… Milli iradeye karşı bir tehdide dönüşme riskini uzun süredir düşünüyordum.” S.51
·         “Hakan, ihanetinin bedeliyle yüzleşmekteydi. Vicdan kalbini avucunun içine almış sıkarken ekranda vaazlarını izleyerek büyüdüğü Hocaefendi’nin yüzü, teşkilatın imamı Ruh’un baba şefkati, Işık Evleri’ndeki ağabeylerinin ilgisi, birlikte kılınan namazlar, beraber dökülen gözyaşları ve kendisine duyulan güven ondan hesap soruyordu.” S.80
·         “İçişleri bakanlığı Müsteşarı, ‘ Suriye’deki rejim yanlılarına mal edeceğiz bu olayı. Yoksa bütün bölge kontrolden çıkar.’ demişti.” S.238
Ve zurnanın .it dediği yer
·         “… olayda, onlar olmasa da… bunun böyle olmasını sağlayacaksın.” S.332

Liste’yi mi soruyorsunuz? Gerçeklerin ortaya çıkma gibi bir huyu olduğuna göre O Liste de bir gün elbet ortaya çıkacak…

-------------------------------------- 

Can Yayınları, Mayıs 2016, 1. Basım

6 Aralık 2016 Salı


Öğle Yemeği, Evelio Rosero,  160/ CXXIXI
----------------------------------------------------------------------------------
Sizlere daha önce tanıttığım Kolombiyalı Evolio Rosero’nun Ordular adlı kitabının yorumunu, ezilenlerin yanında saf tutan bir din adamının aşağıdaki sözleri ile bitirmiştim.
“’Sadece barış çağrısı yaptığımız için önüne gelen bizi canının istediği gibi suçlayabilir.’ … dedi peder…  nitekim öncülü Peder Ortiz Özgürlük Teolojisini yaymakla suçlanıp, testisleri yakılmış, kulakları kesilmiş ve sonra da kurşuna dizilmişti.”
Evolio Rosso’nun bu kitabı ise Kolombiya’nın başkenti Bogota’da bir kilisede kirli para aklama dâhil ahlak dışı ilişkiler yumağına dolanan kilise çalışanlarının özel yaşamlarını ve kilisenin karanlık yanlarını ortaya seriyor.  
“Tanrı’nın öteki yüzü,
Hayvanın kurşuni boynunda,
Ruhun burnunda.
César Vallejo “[1]
 “…Zangoç Machado, karanlık bir adamdı… İçindeki karanlık insanın kanını donduruyordu.” S.21 “… kilisedeki herkes Peder Almida ile zangocu öldürmek istiyor.” S.91
Tamamen bir kilisede geçen romanın anlatıcısı kilise çalışanı Kambur Tancredo Victor Hogo’nun Notre Dame de Paris adlı romanının Quasimodo adlı kahramanına nazire yapar gibidir.
“…Kambur Tancredo, bir hayvana dönüşmekten ölesiye korktu… kendi kendini yalayıp yutan,, yiyip bitiren bir hayvana… hele Perşembe günü öğlenleri, bir kez daha ki en kötüsü buydu. Sabina’nın kutsanmış gri eteğini kaldırdığını… hayal etti.” S.13, 19, 23 “ …Sabina, ‘bugün mavi eşarp taktığımı fark etmişsindir herhalde… neden gece yanıma gelmedin?... bunu talep ediyorum, anlıyor musun?” s.34 “ Tancredo, fikri de bedeni gibi Şehevî, diye düşündü.” S.38 “ … tıpkı, yıllar önce, kadının ardından duşa girip onu hiç beklemediği bir anda bastığı gibi.”s.59 “ Bir gün sabina Tancredo’yu Almida ile zangocun paraları sakladıkları odaya götürdü… kaçalım buradan, bu kutulardan biri bile bizi geçindirir… lanet olası vaftiz babam olacak olan o zangoç, daha küçük bir kızken taciz ediyordu beni… Almida da Merhamet Yemeklerinin işçi kızlarına aynısını yapıyor…” s.93, 94 “ Sabina, Don Justiniano kilisede görüldüğünden bu yana oransız bir hızla çoğalmaya başlayan para kutularının üzerinde ağlarken…” s.94  ‘kutsal peder kıçımı elledi,’ dedi”” s.109
ve Don Justiniano Kolombiya oligarşisinin kirli işlerinin en tipik sıfatlara sahip temsilcisi, bence romanın satır aralarına gizlenmiş ana kahramanı olsa yeridir.
Don Justiniano ana bağışçıydı… Etrafı korumalarla çevrili bu adamda karanlık ve vahşi bir şeyler vardı… ve her ziyareti… kilisenin ikinci katında peder Juan Pablo Almadia ile Machado’nun özenle gizlediği bavullarca para demekti. “ s.43
“ Peder Almadia’nın hizmetinde çalışan üç Lilia… tek bir kişiymiş gibilerdi. Kendilerini artık kokularından tanıyan ve koca bir sırayı sadece onlara vermeyi yeğleyen müminlerin ortasında bir adaydılar… ama bu bir imtiyaz mıydı yoksa yalnızlığa mı mahkûm edilmişlerdi bilinmez…” S.52 “ Kocalarımızı köyde aynı gün öldürdüler. Cinayetleri kimin işlediği bilinmiyordu… Geriye sadece biz kadınlar kaldık, çünkü çocukları da götürdüler. Neyse ki Tanrı’nın sonsuz merhameti sayesinde Peder Almida’ya rastladık.” S.72
-------------------------------------- 
Can Yayınları, Mayıs 2016, 1. Basım



[1] Bkz. Vıkıpedı, César Abraham Vallejo Mendoza (d. 16 Mart 1892, Santiago de Chuco, Peru - ö. 15 Nisan 1938, ParisFransa), Latin Amerika edebiyatında toplumsal değişime sözcülük etmiş Perulu şair ve yazar. 

29 Kasım 2016 Salı



Lizbon Kuşatmasının Tarihi, José Saramago,  339/ CXXVIII
----------------------------------------------------------------------------------
“ Dom Alfonso Henriques ordugâhını oraya kurmuştu, askerleri bizdendi, ulusumuzun ilk babalarıydı, zira kendi ataları, dünyaya erken geldikleri için Portekizli olamamışlardı.” S.130
Ulus olma yolunda henüz adım atmaya başlayan… bugün dünyada en çok konuşulan yedinci dil sıralamasındaki, Portekizcenin bile yeni şekillendiği onuncu asrın başında… Portekizlilerin II. Haçlı seferleri kapsamında Fransız; İngiliz, Almanlardan oluşan Haçlı orduları ile Endülüs egemenliğindeki Lizbon’un fethini anlatan José Saramago’nun bu kitabını okumadan önce, kendinizi zorlu bir sürece hazırlıklı kılın. Çünkü Saramago’nun bu kitabı, zaman zaman okunan sayfalarına geri dönerek savunmayı pekiştirmeyi, safları sıkılaştırmayı, yeni hendekler kazmayı gerektirecek kadar engellerle dolu… ve Saramago’nun diline ve deyişine alışık değilseniz, bu kitabı okumadan önce onun “Kabil” veya “İsa’ya göre İncil” gibi daha kolay okunan kitaplarını okumanızı öneririm.

Kitabın içeriğine gelince…  Kitabın başkahramanı Raimundo Silva, bir yayınevinde düzeltmen olarak çalışmaktadır ve bir gün kontrol etmesi için gönderilen Lizbon Kuşatmasının Tarihi isimli kitapta önemli bir değişiklik yapar. Kitapta yer alan bir fiile olumsuzluk takısı ekleyerek kuşatma sırasında Haçlıların Portekizlilere yardım etmediğini, onların kendi çıkarlarının peşinde olduğunu belirtir.
“Düzeltmen… tükenmez kalemini kaptığı gibi sayfaya bir ek iliştiriyor, tarihçinin yazmadığı bir ek bu, tarihi açıdan doğru olmadığı için yazmak aklına bile gelmezdi, bir olumsuzluk eki bu…” s.48
Bu değişiklik daha sonra fark edilir ama daha önce yaptığı önemli işlerin de etkisiyle hatasına göz yumulur ve yayınevinde aleyhine esen rüzgârları atlattığı gibi yeni amiri Dr. Maria Sara, bu olumsuzluk takısından hareketle yeniden kurgulanmış bir kuşatma tarihi yazmasını önerir.
“ Lizbon Kuşatmasının sahte tarihi…” s.56

Bu öneri paralelinde Raimundo Silva, Lizbon Kuşatmasını yeniden kurgularken Dr. Maria Sara ile arasında bir aşkın filizlendiğini gördüğümüzde Matruşka’dan bir roman daha çıkar.

Romana yön veren türlü türlü gözlemin gizeminin bazıları ise aşağıdaki satırlarda saklı…
“Tarihçiyle konuşması sırasında tanık olduğumuz mesleki yetkinliğe rağmen, Lizbon Kuşatması yazarının… metnin son okumasını düzeltmenin ellerine teslim edip tekrar kontrolden geçirmeyeceğini söyleyerek açık ettiği güvenin yol açabileceği sonuçlara dair ilk şüpheyi belirtmenin vakti geldi artık. Örneğin; Arapların gözünde köpeğin, tıpkı domuz gibi, kirli bir hayvan olduğu bilinmesine rağmen el-Uşbuna, -günümüz Portekizcesinde Lizşboa’nın-  titiz mi titiz Mağribîlerinin o devirde köpek sürüleriyle iç içe yaşayabileceğini düşünmek kara cahillik göstergesidir.” S.23 “… eğri başladıysa, eğri gider…” s.338
“ Aristoteles’in karasineğin dört bacağı olduğuna dair saptaması bir hata örneğidir… oysa çocuklar zevkle sineğin bacağını koparırlarken bilinir ki, altı bacağı vardır… bize öğretilen dersler yüzünden hakikat can çekişir.” s.26
“Lizbon Kuşatmasının Tarihinin son sayfasına gelince… tarihçinin yazdığına takılıyor… Surların tepesinde Müslümanların hilalli sancağı inmiş… Dom Alfonso Henriques’in, Portekiz’in beş kalkanlı sancağı dalgalanıyor… hay sıçayım, bu çirkin sözü milli simgeye yöneltmeye çekinmiyor düzeltmen… birinci hata, beş kalkanlı arma Dom Alfanso’nun oğlu Sancho’nun saltanatında bayraktaki yerlerini almıştı ki, ilk başta nasıl yerleştirildikleri de bilinmez… ikinci hatta bayrağa hilal koymak Osmanlı İmparatorluğu’nun aklına gelmişti. Yani üç asır sonra… Dom Alfanso Henriques’in beraberinde Lizbon’u kuşatan Haçlılara yaptığı konuşma, Haçlıların içinde bulunan (İngiltere’nin Osborn bölgesinden, Latince uzmanı rahip Raul olması muhtemel… Benim Notum)  kaynağı Osberno’nun aktardığı versiyona göre Latinceden çevrilmiş ki, söylev yeteneği olmayan, Latince bilgisi zayıf Alfonso’nun bu sözleri ancak altı-yedi asır sonra belagatleri kuvvetli rahiplerin verebileceği bir söyleve uygundu.”   s.39-40-42 “… falanca bir şey der, Filanca onu duyar, Felanca’ya aktarır, ve tarih bu üç yetkin (!) ismin aktardığı şekilde yazılır…” s.43
“Sözcükleri kullanırken çok dikkatli olmak, onları henüz dolaşıma girmemiş oldukları dönemlerde sarf etmemek gerek, yoksa hemencecik anakronizmle suçlanırız, ki bu suç, yazarlar dünyasında horgörülen davranışlar arasında intihalin hemen arkasından gelir.” s. 274
Not: Romanda yazardan mı, çevirmenden mi kaynaklandığını bilemeyeceğim iki önemli hata var. Birincisi 179. Sayfadaki “ … bir sigaracıkları bile yok… cümlesindedir ki, sigara Avrupa tarihine bin sekiz yüzlü yılların sonlarında düşmüştür. Daha vahim olan ikincisi ise 222. sayfadaki “ … günde üç kez duyulan…” ezan sesidir.
--------------------------------------  .

Kırmızı Kedi Yayınevi, Ağustos 2016

19 Kasım 2016 Cumartesi



24 Saat, Hande Fırat, 1008 - 86/ CXXVII
----------------------------------------------------------------------------------
Hande Fırat, 15 Temmuz gecesi, Ak Partinin 3. Ambargo sürecindeki CNN Türk’te yaptığı tarihî yayın öncesinde, sırasında ve sonrasında yaşadıklarını, çıkınındaki ve gazetelerde her gün okuduğumuz bilgilerle beraber derlemiş, güzel ve akıcı bir dille bizlere sunmuş. Bu kitap hakkında yorum yapamam, yapmam da yanlış olur…

Ama s.155’de Murat Yetkin’in ifadesiyle “Bir yanda bombalar atılıyor çatışma var, diğer yanda da daha önce Doğan Medya Grubunu basan, bu gece ise ‘demokrasi için Doğan Medya’ya sahip çık… s.145’ tweeti üzerine yardıma gelen ve ‘akşam demokrasi nöbeti tutup, sabah normal hayatına dönen… s178’, vatandaşlarla medya özgürlüğünü, yaşananları konuşuyoruz. Demek ki, neymiş? Derdimiz habercilikmiş. Derdimiz muhalefet veya yardakçılık değilmiş” deyip, O an bir Fellini filmi gibiydi. dese de ben bu kalkışmanın pek Fellini filmine benzediğine katılmıyorum.

Neden?
·         1999 yılında hem de Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığının Gülen hakkında “devleti ele geçirmeye çalıştığı ve ileride laik cumhuriyete karşı bir kalkışma hazırladığı” iddiasına rağmen,
·         Edirne’den Kars’a kadar başta TSK olmak üzere bütün kamu kurumlarında örgütlenmiş, üstün bir yönetim deneyimi ve becerisi olan yasadışı bir örgütün darbe için her türlü hazırlığı olmasına rağmen, hiç kimsenin haberi yok. s.25 Kalkışma, Başbakana 22.20’de Cumhurbaşkanına 22.27’de, Efkan Ala’ya da saat 24.00’e doğru Hakan Fidan kanalıyla bildiriliyor! s.72, 74
·         Hakan Fidan, akşamüstü Cumhurbaşkanı koruma müdürünü arıyor ve “Her şey yolunda mı?” diyor. s.108
·         Hatta öyle bir gaflet var ki; saat 18.00’de Hulusi Akar, Hakan Fidan’a sanki hareketlilik onun üzerineymiş, hedefi oymuş gibi “ Seni rahatlatalım, bazı tedbirler alalım.” diyor. s.48
·         Darbenin tetikçisinin yaklaşan Yüksek Askeri Şûranın olması reddedilmeyen bir gerçek ama Genel Kurmayın strateji uzmanları bile şura öncesi ve sonrası olası tepkileri öngörmüyor ve gerekli önlemleri almıyor. s.55
·         Ve zurnanın birinci zırt dediği olay; MİT, 15 Temmuz 2016 saat 14.45… Ankara Kara Havacılık Okulunda görevli… tatilden göreve çağrılan ve buna rağmen bir bahane ile okul dışına çıkabilen… Binbaşı H.A. MİT’te paralel yapıya bakan şube müdürüne verdiği istihbarata göre, şube müdürünün de  Hakan Fidan’a ilettiğine göre “ Nizamiyeye bir binbaşı geldi, akşam size yönelik bir saldırı olacağını söylüyor.” diyerek, ya kafaları karıştırıyor, ya da karıştırıyor.

Dönelim başa, zurna zırt demeseydi, yıllardır her kişi niyetine örgütlendiğini söyleyerek her kişinin bildiğinin bilmediği bu yasadışı örgütün çevireceği film acaba nice olurdu? 
--------------------------------------  .

Doğan Kitap, Kasım 2016

14 Kasım 2016 Pazartesi


eksik bir şey, Sami Özbil,  582/ CXXVI
----------------------------------------------------------------------------------
eksik bir şey, ile tanıştığım Sami Özbil’in romanının satır ve satır aralarında eksik olan neydi?  Annesinin poliste gördüğü işkence sonucunda öldüğünü yıllardır bilmeyen… kendi de sempatizan ama oradan oraya savrulan, Doğan adlı roman kahramanının geçmişinde miydi, eksik olan? Doğan’ı babasından zalim bir öç alma duygusu muydu kasıp kavuran? Annesinin vakitsiz ölümü nedeniyle yeterince görmediği sevgi miydi, kuzeninin tutkusunda saklanan…  şefkat miydi Yeşim’in kollarında ve göğsünde mırıl, mırıl, mırıldanan? Ya da adında mıydı saklanan? Bunları romanı alıp okursanız öğrenirsiniz ama…

Sami Özbil’in bu romandaki olağanüstü benzetmeleri… bir mahkûm olmasına rağmen yaşamı doğal yaşıyormuş gibi anlatması… bin bir renk, çiçek ve özellikle kuşlarla süslü hayal gücü yanında bir o kadar da gerçekçi yaklaşımı, eksik ne demek, oldukça fazla olağandan… ve aşağıda sayfalardan tane tane koparılmış bir demet var buram buram hayal ve gerçek kokan;

 “ Keskin bir öfkenin yasal zorunluluklar sonucu bedduayı andıran ifadelerle yansıdığı sararmış sayfalar, geride kalan bir dönemi gücü oranında aydınlatıyordu.” S.11

“ Birbirimizin sadece teninde kalmışız…” S.17 “İyi bir arkadaşlığı, kötü bir ilişkiye feda edemezdim.” S.91 “’Yakınlık kelepçedir’ derdim beni soğuk bulanlara, ‘bileklerimize takmaya değmez’” s.83

“…baba tarafı kuşaklar boyu bozkır hayatı sürmüş birinin, geçmişi iyot kokularıyla hatırlamasını yadırgayanlar çıkardı.” S.29  “Aramızdan akan senelerin kıyılarımıza bıraktığı mil, kanlı hatıralarla balçığa dönmüş, babamın tel tel çözülmüş dargınlığı sanki geçip giden zamana dağılmıştı.” S.35 “…yüzünde, lavını kusalı asır olmuş bir yanardağın bıraktıklarını andıran derin kırışıklar dikkatimi çekti.” S.33 “ Yaşlanmaya yüz tutanların birikmiş günahlarından bir çırpıda kurtulma, hiç değilse yüklerini hafifletme yoluydu babamın yürüdüğü.” S.49

“…keşke hatıralardan kurtulmak bu ipi kesmek kadar kolay olsaydı… Çocukluğumdan beri bazı seslerle bazı kokuların insanları nasıl yaralayabileceğinin farkındayım.” S.70 “Gözlerin geçmişe bakıyor… delicesine arıyor… geçmiş senin mutlu evin. Geçmişe yanarken bugünü ıskalıyorsun… Sen insan uğurlamayı bilmiyorsun.” S.116

“Zayıflığını saklayanlardan korkarım; güçlendiklerinde zalimleşenler genellikle onların arasından çıkar. Sebebi önemli değil, arkadaşlık bunca yalanı kaldırmaz.” S.140
--------------------------------------  .
İletişim Yayınları, 1. Basım 2016


5 Kasım 2016 Cumartesi


Kış Uykusu, Goli Taraghi,  222/ CXXV
----------------------------------------------------------------------------------
İran’da İslam adına hareket eden Şah karşıtı guruplar ile “yetmez ama ‘Evet’” diyerek onlara destek veren Komünist TUDEH partisi dâhil solcular, Pehlevî Hanedanı’nın devrilmesinden sonra, son kullanım tarihleri bittiğinden, Humeyni ve yandaşlarının iktidar hedefleri içinde temizlenmeye başlandılar.
Ne demiştik? Faşizm,… ya bir hükümet darbesi ile ya barışçı(!) Bir yolla, ya gaddarca ya da tatlı sert bir biçimde gelir…” der, Georgi Dimitrov
O günleri an be an yaşayıp sonra Fransa’ya iltica eden Goli Taraghi de bu romanında, Faşizmin…
·         tek tip ve sesliliğini ve ülkenin üzerine saldığı kasveti:
“ Ahmedî Bey,… Başların, kalabalığına doğru baktı. Dış görünüşler aynı. Bütün yüzler birbirine bitişik, tek renk, aynı. Bütün eller itaatkâr, birleşik….” S.15
·         Ayak seslerini:
“ Bu elleri, görmüştü, tanıyordu… bu ellerdi taşı kafasına atan… o elleri görüyordu, pencere camlarında, otobüste, ekmekçiden ekmek alan ellerde, selam veren ellerde; yazıyorlardı, sayıyorlardı, ibadet ediyorlardı.” S.18
“ Celilî Bey,’ Tehlike havada, saçılmakta, içtiğimiz suda, duyduğumuz seste, görülmüyor ama var.’” S.19
·         Halkı kutuplaştıran eylemleri karşısında, yaşanan endişelerle beraber hayatla boğuşan, gittikçe zorlaşan koşullar karşısında yaşamayı sürdürmekten başka seçeneği olmayan sıradan insanlarının hayatını:
“ Enverî Bey’in… dayak yediği o geceden beri bu gözler hep aklındaydı. Birbirine bakan pencerelerden biri açıktı. Penceredeki biri, yediği dayağa şahit olmuş, sessizce olup biteni izlemişti.” S.23
“ Ahmedî Bey,…Onlar beni yalnız bırakmazlar. Biz hep birlikteyken güçlüyüz.” S.24
·         Giderek ‘halkı’ kendine ve ülkesine yabancılaştıran, geçmişini ve sevgisini kaybettiren edilgen baskısı ile
“ Haydarî Bey,… fotoğraftakiler arasında kendisini bulamıyordu. Bir şey, bütün uzuvlarını birbirinden ayırmıştı ve o, bedeninin sınırlarını çizemiyordu.” S.26
“ Adam, ‘ Ben hiçbir şey bilmiyorum. Bana ne. Şunu biliyorum ki tren durdu. Belki hareket eder, belki de etmez, belki hareket eder ve yine durur. Belki de burada kalmamız gerekir.’ Dedi” s.50
İran’ın o günlerdeki kırılma noktasına adım adım nasıl ilerlediğini, yedi eski dostun hüzün dolu ihtiyarlık günleri üzerinden, oldukça kinayeli ama bir o kadar açık ve arı bir dille anlatıyor.
Bu kitabın da bir bakın bakalım sayfalarına ve satır aralarına… ve okurken, Kış Uykusu’ndan uyanın da, okuduğunuz gazeteden, giyiminize, kullandığınız dile kadar kim, sizi hangi pencereden gözetliyor ve sizi hangi kuytu köşede pusuya yatmış bekliyor? 
--------------------------------------  .
Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2016, 1. Basım


29 Ekim 2016 Cumartesi


Tanrısız Gençlik, Ödön von Horvâtho,  521/ CXXIV
----------------------------------------------------------------------------------
Faşizme yönelen rejimlerin, çocuklar ve gençler üzerinden yürüttüğü projelerin özü, çocukların, kendilerinden ve öfkelerinden başka hiçbir şey görmeyen ve ne pahasına olursa olsun her şeye sahip olma arzuları etrafında kümelenen hayatlarına özdeştir.
·         Korkutucu bir insana, hiçbir şey, bir başkasının korkusundan daha büyük bir cesaret veremez.” der, Umberto Eco…  
·         Faşizm,… ya bir hükümet darbesi ile ya barışçı(!) Bir yolla, ya gaddarca ya da tatlı sert bir biçimde gelir…” der, Georgi Dimitrov.
O zaman, Faşizm benliğimizin hangi kuytu köşesinde pusuya yatmış bekliyor?
-0-
Macar, Ödön von Horvâth’ın Tanrısız Gençlik adlı, Nazi Almanya’sında geçen bu cinayet romanı; aslında faşizmin yapısı gereği kendini kalıcı kılmak için kendi insanını yaratma projelerini… ülkelerin özel koşullarına, sosyal yapısına, politik güçler ve sınıflar arasındaki dengeye bağlı olarak, insanlığın var oluşundan beri biçimlenen geçmişini, çocuklar üzerinden sorgular ve yukarıdaki sorunun yanıtını ararken, bugüne göndermelerde bulunup, günümüze de ışık tutuyor.
 “ Kolonilerimizin iadesi ulusal bir taleptir. (NSDAP 25.02.1920 tarihli Parti Programı)…  halkımızın… koloni alanları konusundaki haklı talebi özellikle vurgulanmalıdır… (Eğitim Yönetmeliği) s.9
“Bütün zenciler, sinsi korkak ve tembeldir… Saçma bir genelleme! Yazmak üzereyken kalakalıyorum… Radyo’da BİRİNİN söylediği bir şeyi, hiçbir öğretmen yanlış diye çizemez.” S.10-11” benden neftert ediyorlar. Beni, mahvetmek istiyorlar, sırf bir zencinin de insan olduğu gerçeğine katlanamadıkları için. Siz insan değilsiniz, hayır!” s.24
“’Kendi gurubunun çıkarına olan doğrudur, haklıdır.’ diyor Radyo.” s.26 “ “ Artık kişilik değil, yalnızca itaat var sayılıyorsa hakikat gider ve yalan gelir. Bütün günahların anası olan yalan. Bayraklar havaya!” s.139 “ Sana selam olsun!… ölüme yazgılı olanlar seni selamlıyorlar!” s.152
“Bir suçun başka bir suçla silindiği gizem dolu o anda, cellat ile katil bir varlıkta bütünleşir, katil âdeta celladının içinde yeniden doğar…” s.176
“… bu günkü gençlik, hiçbir şekilde çiğleşmemiştir, söz konusu gençlik daha ziyade genel iyileşme politikaları (Nasyonal Sosyalist bir tanım.) sayesinde, görev bilinci ziyadesiyle yerinde, canını feda etmeye hazır ve kesinlikle koyu milliyetçi bir gençliktir.” S.102
Bakın bakalım bu kitabın sayfalarına, dip notlarına ve satır aralarına… bakın bakalım, Faşizm, sizin, benliğinizin hangi kuytu köşesinde pusuya yatmış bekliyor?  
--------------------------------------  .
Jaguar Kitap, Temmuz 2016, 1. Basım


19 Ekim 2016 Çarşamba



 Ordular, Evelio Rosero,  159/ CXXIII
----------------------------------------------------------------------------------
İşte size, iki kitap öncesindeki yorumumda da yer alan,  yaptığı barış anlaşmasıyla iç savaşı sona erdirerek güncel medyada oldukça yer edinen Kolombiya’dan bir kitap ve yazar daha…
Eleştirmenler tarafından Latin Amerika'nın yaşayan en büyük yazarlarından biri olarak gösterilen ve Gabriel Garcia Marquez’in izinden gittiği belirtilen, Kolombiyalı yazar Evelio Rosero’nun bu kitabını okuduğumda anlatımını, G. G. Marquez’in imgeler dolu masalsı anlatımından çok uzakta tam da tersinde buldum. Anlatımı sade,  her şey açık ve net…  
“Genç ve kemikleri sayılacak denli sıska, yalınayak… madalyonun diğer yüzünü teşkil eden başka bir adam doğrudan ona doğru gitti, bir tabancanın namlusunu alnına dayadı ve ateş etti.” S.25
“…her iki tarafa da haraç ödüyordu. Ama yetmedi. Çiftliğindeki bütün sığırların kafasının kesildiğini duydum.” S.67
Ordular, Kolombiya’da yaşanan iç savaşı, bir köyde yaşayanlar ve yaşananlar üzerinden anlatan bir roman. Romanın kahramanı Ismael yaşlı, emekli bir öğretmen. Röntgenci. Karısının da tek endişesi bu kötü alışkanlığının başkalarınca fark edilip bu kasabadaki hemen herkese öğretmenlik yapmış saygıdeğer ihtiyarın rezil olacağı...
“Ben, neşesiyle neşelendirse ve balıklarını, kedilerini sevdiği kadar sevseydi kim bilir belki de böyle duvara tırmanıp durmayacaktım.” S.28
Romanda anlatılanlar sanki bizim gazetelerimizden derlenmiş gibi… biricik farkı ise bu savaşa yandaş din adamları yanında, bir o kadar da karşı çıkan, beynini ve vicdanını çıkarlarına kul köle etmemiş, tezleri dip notta saklı, din bazı din adamlarının da hikayede yer alması… Beni derinden etkileyen bu romanı, yaşadıklarımız üzerinden okumanızı öneririm.
“… herkes… beni tutsak edenler kadar kurtarmak istediklerini söyleyenlerin de beni öldürmek istediklerini öğrensin.” S.55
“…savaşın patlamasıyla birlikte-uyuşturucu kaçakçılığı, ordu, gerilla ve paramiliterler-“ s.60 “ …iki yıl önce kilisesi daha yeni havaya uçurulmuş köyde…”s.72 “ … doktor, cesetlerin içinde kokain kaçırmakla, ambulanlarla silah ve cephane taşıtmakla suçlanıyor…”  s.130 “ “’ Tanrı’yı da öldürün tam olsun’ diyen kadına, ‘Bize onun tam olarak nerede sakladığını söyle, yeter anacığım’ diyebiliyorlardı.” S.176
“’Sadece barış çağrısı yaptığımız için önüne gelen bizi canının istediği gibi suçlayabilir.’ … dedi peder…  nitekim öncülü Peder Ortiz Özgürlük Teolojisini ([1]) yaymakla suçlanıp, testisleri yakılmış, kulakları kesilmiş ve sonra da kurşuna dizilmişti.” S.86
-------------------------------------- 
Can Yayınları, Mayıs 2016, 1. Basım




[1]Bu teoloji, kilise taban örgütlenmelerini, kilise topraklarını vs, bütün bu ağın hepsini içeriyor. Bu hareket kapitalizmin kötülükleri ve yoksulları örgütleme ihtiyacı konusunda bilinçlenen koca bir eylemciler kuşağının gelişimine katkıda bulundu. Bunlar Özgürlük Teolojisi’ndeki, Özgürlükçü Hıristiyanlıktaki temel başlıklardır. Kapitalizm ahlaki ve toplumsal anlamda kötü, yıkıcı bir sistemdir. İnsanlar da mücadele etmek için örgütlenmelidirler. Bunlar geliştirilen temel fikirlerdi. Kilise taban örgütlenmelerinde, kiliseye ait topraklarda, bütün bu örgütlenmelerde, ilerici piskoposların desteğiyle çok sayıda eylemci örgütlendi. Özellikle de Brezilya’da. Yüz binlerce insan bu fikirler ve bu pratik içinde eğitildiler. Özgürlük Teolojisi’nin temel fikri yoksulların kendi kurtuluşlarının öznesi haline gelmesidir. Çünkü Kilise geleneksel olarak yoksullara yardım etmeliyiz demiştir. Yani hayır işi, yoksullara acınır ve sadaka verilir, hayır yapılır. Özgürlük Teolojisi ise yeni bir fikir ileri sürdü. Bu fikir yoksulların kendi kendilerine yardım etmek zorunda olduklarıdır. Yoksullar örgütlenmeli ve kendi kendilerini kurtarmak için mücadele etmelidirler.
Ernesto Cardena, Devrimci Hristiyan, papaz, Nikaragua devrimi eski kültür bakanı, şair,Tanrının suyu satılamaz” derken ‘Vatikanın Hristiyanlığa bakışı karşısında devrimci Hristiyanlığı savunuyoruz. Tepkisel tavırdır bu. Özgürlük Teolojisi yoksullar içindir. Yoksullar için için bir dindir ve yoksul insanları devrimci bir tavra yöneltmiştir… Hristiyanlık ile Marxsizm Latin Amerika da bir çok yerde birliktedir. Çünkü Marxsizm sosyal olarak Hristiyanlık ile birçok ortak değeri paylaşır. Bir sosyal adalet uygulamasıdır. Sosyalizm kapitalizme karşı bir çıkış yoludur. Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki temel fark herkes için üretmek ya da kişiye özel üretmek arasındaki farktır. Orijinal Hristiyanlık herkes için üretimi savunur, komünal üretimi. Kapitalizm egoizmdir sosyalizm ise dayanışma diyordu.

15 Ekim 2016 Cumartesi



Sadık Bey, Pınar Kür,  552/ CXXII
----------------------------------------------------------------------------------
Yirmi dört saat içinde soluksuz okuduğum bu kitapta, Pınar Kür… kendini korumaya ve kollamaya odak öncelikli… gücün tek kıstas, paranın tek değer olduğu… yaşamın her türlü karmaşık, kıskançlık, korku, kaygı, kuruntu ve tedirginlik kaynaklı ormanında… her an gelebilecek kariyer endişeli bir saldırıya karşı kariyer endişeli bir savunma ağı geliştirmiş insanları, Türkiye’nin son altmış yıllık geçmişindeki olumsuz gelişmeleri vurgulayarak anlatıyor.
Büyük kuruluşların çalışma ortamları ile aynı kuruluşların sermayeleri ile yaratılmış, koşulları dayatılmış, şimdilerde çay kaşığının sapıyla verdiğini kürekle geri alan kapitalizmin, iki eski okul arkadaşının kin kokulu beraberliklerinin döngüsü üzerine oturtulan bu kitaptan, derlediğim bazı alıntılar ise aşağıda:
“Biri öğretmen oğluydu, lakabı ‘şayir’,   ötekisi esnaf çocuğuydu, lakabı, ‘le fou=aptal” . Ayrıcalıkların henüz parayla ölçülmediği ortam ve zamandaydılar.” S.63-65
 “Nurcan küçükken… onu sevip sevmediğini hatırlamaya çalıştı ama Nuriye’nin yüzü canlandı birden… evladını sevme ihtimali çok eskiden alınmıştı elinden.” S.11
”…güvenilir bir emektar… ‘vefakar’ bir simge olarak kalmış, sıfatı ‘en yakından’, ‘en eskiye’ dönmüştü’ .” S.16-17
 “İşinde ilerlemek isteyen herkes gereğinden fazla çalışması en azından öyle görünmesi gerektiğini biliyordu.” S.12
“Feridun’un bu kadar salakça ‘Allah razı olsun’lara kapılmasını, döne döne kazıklandığını fark etmemesini bir türlü aklı almıyordu.” S.102
“Semiramis, Paris’te… doğuştan hak olarak bellenmiş, sorgulamayı kimsenin düşünmediği, nefes almak, su içmek kadar doğal bir kişilik özgürlüğünü… kullanıyordu.” S.162
“Balık pazarını hiç bu kadar erkek ağırlıklı görmemiştim.” S.23  “… o, Türkiye’nin boğucu ortamından kaçtı. Senin de gelmeni bekliyordu. Ama sen Ertuğrul’a ihanet etmişlik duygusundan, bunun yarattığı suçlıluktan bir türlü kurtulamadığın için, Ertuğrul da kızı sana hibe etmiş gibi üstten alarak bu duyguyu alabildiğine körüklediği için… sen de ondan kaçtın… sınıf arkadaşınla arandaki sınıf farkının farkında değil miydin? … O, paranın verdiği özgüvenle seni rahatça kullanıyor ve eziyordu. Semiramis’i elinden aldığında bile… sevdiği ama bir türlü istediği gibi sahip olamadığı kızı arkadaşına, sana kaptırdığı gerçeğini… ömür boyu gizli bir kin olarak üretecek… s.86… ama  sen değil o böbürlenecekti.” S.157
“Geçmişinden gururu, geleceğinden umudu olmayan bir adam… olarak ” s.25    “O zaman anladım ki, en azından ben, vebayla mücadele ettiğimi sandığım o uzun yıllar boyunca bir vebalı olmaktan öteye gidememiştim.” S.35
-------------------------------------- 
Can Yayınları, Eylül 2016, 1. Basım