21 Mart 2016 Pazartesi

Aradaki Nehir, Ngùgî Wa Thıong’o,  473/CVI
---------------------------------------------------------------------------------
“ Tanrı’nın adamları dost olarak gelmişlerdi. Onlara bir yer verildi. Şimdi ne olduğunu görüyoruz. Bütün toprakları almaları için kardeşlerini davet ettiler. Ülkemiz işgal edildi. “ s.90

“Ne yaptıklarını anlamıştı…” s.92

Torağı götürüyor.(lardı.)
Toprağı çürütüyor, yiyip bitiriyor.(lardı.)
Toprağı çalıyor.(lardı.)
Kitap bu sözlerle başlamasa bile, Kenya’nın merkezî topraklarına çoktan yerleşmiş, toprağa kendini ortak görmüş, hepsini almak için kabileleri çürütüp,  içten içe yiyip bitirmenin derdindeki beyaz adama kananlarla, direnenlerin yaşadıklarının, özetini yukarıdaki satırlar çok iyi anlatıyor.  

Nairobi’nin kuzeydoğusuna yakın, kutsal Kenya Dağı güneyindeki bölge, Muranga’ya, kitapta Livingstone adıyla simgeleşen, beyazların adım atmalarıyla başlayan süreci,  geleneklerine bağlı olanların yaşadığı Kameno ile misyonerlerin etkisinde olanların yaşadığı Makuyu, biri olmadan diğeri olmaz iki dağ sırası karşıtlığında, anlatan bu kitap… beyaz kelebekler gibi giyinenleri gözleyen çalıların arasında, tanrı katında ulu ve kadim ağaçların dallarında, çocukların kahkahaları ile kıpraşan,   ergenlerin ikinci doğum kanları ile gururlanan, aşıkları sinesinde barındıran nehrin, hem yazarın hem de çevirenin tertemiz ve akıcı dilinin sularında, okuyanı da satırlarının arasında nefes almaya bile izin vermeden koşturuyor.

Aşağıda sunduğum alıntılardan da izleyebileceğiniz gibi ezelden ebede, dünyanın her yerinde, adı ve tanımı neyse sömürünün üçayağından birisi olan dinin ve dinlerin yaşanan süreci ve bölgedeki duru ve masum insanları simbiyotik bir ilişkiyle nasıl etkilediğini, eşitliksiz ve adaletsiz uygulamaları ‘kelebekler gibi kıyafet giyenlerin’ gelmesiyle kabilelerde yaşanan sarsıntıları anlatan Ngùgî Wa Thıong’o’nun bu kitabı aslında günümüzde dünyada ve Türkiye’de yaşananlarla güncel bir referans kitabı da denilebilir. Ben bu kitabı çok sevdim. Size de okuyun derim…

-o-

Baba Chege’den, oğlu Waiyaki’ye…  “ Ayağa kalk. Kehanete kulak ver. Misyona git. Beyaz Adam’ın bütün bilgeliğini ve bütün sırlarını öğren. Ama onun kötülüklerine uyma. Halkına ve kadim geleneklere sadık kal. “ s.35

“ İki dağ sırası Kameno ve Makuyu arasındaki Honia nehri, buradaki hayatın ruhuydu…. Ve iki dağ sırası da… bu ıssız bölgenin liderliği için girişilcek bir ölüm kalım savaşına hazır bekleyen iki rakip gibiydiler…  Uzun zaman önce başlamıştı her şey. Makuyu’dan bir adam çıkmıştı ve Gikuyu ve Mumbi’nin, ‘kabile için Adem ile Havva’nın’ Mukuruwe wa Gathanga’ya ‘Cennet Bahçesi’ne’ giderken Murungu’yla ‘Tanrı’ ile Makuyu’da konakladıklarını ve sonucunda da liderliğin Makuyu’da kaldığı söylenmişti.” S.8  “ Kameno, kabilede güzel olan ne varsa ona ev sahipliği yaparke, Makuyu Hıristiyanların evi olmuştu.” S.78

“ Chege, Kameno’nun önde gelenlerindendi… Diğer ihtiyarlar ondan korkar ve ona saygı duyarlardı. Bu toprağın âdetlerini ve kabilenin sırlarını ondan daha iyi bilen kimse yoktu.” S.16 “

“ Rahip Joshua… Bir Hıristiyan olarak hükümete itaat etmenin ve Sezar’ın hakkını Sezar’a, tanrı’nın hakkını Tanrı’ya vermenin görevi olduğunu biliyordu.” S.49

“’Joshua’nın kızı Hırıistiyan Muthoni’ … kabilenin usullerine göre güzel bir kadın olmak istiyorum…” s.66 “’ ve kabilenin geleneklerine uygun olarak ikinci doğumda bütün erkek ve kız çocukları gibi sünnet olan, Bkz.s.15 dipnota, ve sonrasında enfeksiyon nedeniyle ölen rahip Joshua’nın kızı’ Hıristiyan Muthoni, Makuyu ihtiyarlarına göre inananları sınamak için gönderilmiş bir kötü ruhtu.”s.83 “ Waiyaki’yi şaşırtan, Muthoni’nin ölümü üzerine ‘her iki tarafta da” yükselen eşi görülmemiş nefret duygularıydı.”

Simbiyotik bir ilişkiyle; “ Livingstone da bir bakıma Chege’ye benziyordu… Diğer tarafın duran haliydi… İkisi de birbirine karışıyordu… “ s.69

“ İnsanların yaşam biçimlerini hesaba katmayan bir din, o yaşam biçimindeki güzelliklerin ve doğruların farkına varmayan bir din işe yaramazdı.” S.190 “Bir din bir babayla kızının arasına giriyor ve kızının ölümü babayı hiç etkilemiyorsa, o halde din zalim bir şeydi. ‘’Joshua’nın diğer kızı, Muhoni’nin ablası, Waiyaki’ye âşık, Hıristiyan ’ Nyambura diğerini,  istiyordu… Waiyaki geld. Nyambura onu beklemiyordu ama onun için hazırdı ve mutluydu.” S.182

“Bir ihtiyar ayağa kalktı… Waiyaki ve Nymbura, onları yargılayacak ve ne yapılacağına karar verecek olan Kiama’ya,  İhtiyarlar Meclisi’ne teslim edilecekti. Kalabalık, onların karanlıkta görünmüyor olmasından memnun hızla dağıldı… birbirlerinin yüzünden, birbirlerinin suçluluklarını bilmek itemiyorlardı. Gerçi, ne kadar, bilmek istemiyor olsalar da, onlara ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlardı.” S.204

--------------------------------------- 

Ayrıntı Yayınları, 1. Baskı, Ocak 2016

16 Mart 2016 Çarşamba

Yağmurda Aşk, Necib Mahfuz,  465/CV
---------------------------------------------------------------------------------
Necip Mahfuz’un kütüphanemde yer alan 11. kitabı bu... ama ne yazık ki, neden hepsi de Akdenizli yazarlardan birisi gibi Yaşar Kemal, José Saramago, Amin Maalouf, Tahar Ben Jelloun olamadığının ispatı da bu…

Artık içime fenalık getiren kurgu hiç değişmiyor. Her kitabında olduğu gibi toplumsal sorunlara liberallikten bile uzak yüzeysel bakış açısı temelinde, her türlü cinsel bunalımlar içindeki bireylerden kurulu bir aile… kahramanların yazgılarının buluştuğu, belirlendiği, toplum mühendisliği amaç ve görevinde mahallenin egemenlik merkezi kahve ile… yaşamının geleceği, devlet dairesinde bilmem ne müdürünün veya hamisi görünümünde bir cinsel sapkının iki dudağı ile apış arasına göre belirlenen roman kahramanı ile kahramanları… Geçmiş romanlardan kes, yapıştır, süsle…

“ Saniye… gülerek, ‘Şerif Sokağı’nda yürüyen her kadının ya senin dairene doğru gittiğini ya da oradan geldiğini düşünüyorum genelde…’” s.21 “ ‘Beni üzen şey, alışveriş yapabilmek istediğim için sana teslim olmam. Almak istediklerim gerekli şeylerdi, ama yine de…’ dedi, - Kahveci Abduh Emmi’nin oğlu İbrahim’in nişanlısı ve Abduh Emmi’nin dostu Hüsnü Hicavi’nin kapatması olan kızı Aliye’nin arkadaşı -  Saniye…” s.23

--------------------------------------- 

Kırmızı Kedi Yayınevi 1. Baskı, Aralık 2015
Küba’dan Teleks, Rachel Kushner 543/CIV
--------------------------------------------------------------------------------



 



Rachel Kushner’in Küba’dan Teleks adlı bu kitabının son sayfasından anladığıma göre kapsamı yaşananların anlatısı olmakla, taraflı da olabilir ama oldukça nitelikli, akıcı, kolay okunur ve elden bırakılamayan, yerinde kullanılan metaforlarla dolu bu romanın niteliğine ve edebi derinliğine de asla gölge düşürmeyelim.

Canlandırmanız için yukarıdaki haritada Küba’nın doğu ucundaki Oriente Eyaleti, Holguin Vilayeti, Bahai de Nipe körfezinin, güney sahiline yaslanmış Preston ile sağındaki Nicaro’da geçen devrim sürecini ve Sosyalist Küba öncesi 1948-1958 döneminin ön ve arka bahçelerindeki bütün bileşenlerini, dinamiklerini ve aktörlerini yalın ama bir o kadar da duyguyla anlatan…

“Lenore bir sürahiden iri bir yudum alıp… o suyu muhteşem bir hareketle… Mr. Mackey’in takımına püskürttü.” S.156

bu kitabın sayfalarına, Küba yasalarını tanımayan, vergi vermeyen ve işçilere sosyal hak tanımayan, 1.350.000 dönüm arazide, yaklaşık 8 milyon kilo,   şeker kamışı üretimi odaklı Preston’daki United Fruit hayat verirken… yine aynı yasal  haklara sahip Nicaro’da nikel üreten bir diğer Amerikan şirketi de satır aralarına hayat veriyor.  

Kitabın sırtını dayadığı yer ise güneyde Biràn’da çok büyük bir çiftlik sahibi Don Àngel Castro’nun oğulları Fidel ile Raul’un adamlarının, kollarında kırmızı-siyah M26 bantları ile mesken tuttuğu, Holguin vilayetinin güney komşusu Gantànamo eyaletindeki Sierra Maestra dağları.

Kitabın ana aktörleri United Fruit  yöneticisinin oğlu K .C. Stites ile nikel madeni işletmesinin yeni müdürünün kızı Everly Lederer‘i kendi adına konuşturan yazarın, sosyalist devrim öncesi yaşananları kendi bakış açısından anlattığı satırlarda diğer baş aktörler ise aşağıdaki alıntılarla yer alıyor.

1.     “General Batista’nın devlet başkanlığına gelmesiyle sonuçlanan devrimci darbe aleyhine yapılan başvuru için Olağanüstü hal mahkemesi, Devrim’in kanundan önce geldiği hükmüne varmıştır.” s.175 “ …ki başvuruyla huzuru bozan delifişek siyasi kişilik Fidel Castro’ydu ve genç arkadaşı La Maziéere onun ‘perde arkaında bir yaşamı’  olduğunu tahmin ediyordu.” S.174

“United Fruit’in avukatı Mr.Diaz-Hart’ın en büyük kızı 1948’de Fidel Castro ile evlenmişti. Nikâhları, şirketin 50 km. kuzeydeki öbür fabrikasında kıyılmıştı. Fidel’in … bu evliliği saçma görünebilir… Fakat sanırım Castro aynı zamanda yok etmeye çalıştığı bir dünyaya Kübalıların da girebileceğini ispat etmeye çalışıyordu.” S.247-248

2.     “La Maziére ‘Yüksek yerlerde arkadaşların var’ dedi.”Barın dansçısı, Rachel K. “Onların arkadaş olduğunu kim söylüyor?”s.97

3.     La Maziéere, Waffen subaylarının eğitimini almak için… gamalı haç mührü basılmış belgeleriyle Fransızlığını… kökten ihlal eden bir adam.” S.275

“Batista’ya karşı Prio’nun adamları  Miami’de, Fidel Castro’nun adamları Dominik Cumhuriyetinde eğitim görüyor… La Maziére… Dominik Cumhuriyeti diktatörü Trujillo’nun sahip olduğu Miraflores Havayolları şirketi ile Trujillo’nun haberi bile olmadan Batista’ya, Castro’ya hatta Haiti Diktatörü Duvalier’e karşı asilere de silah taşıyordu.” S.271-272

Süreç ilerler, isyanın yine bastırılacağını zannedenler, sömürüden kendilerine  ayrılıp, önlerine atılanlarla, keyifleri yerindeyken;

¡      “Babamın Batista’ya yaptığı pazarlık asilerle yaptığı pazarlığı bozdu.” S.55

“Noel’e az kalmıştı ve ’Atajanegro =Zenciyi yakalayan kaktüsten yapılı s.197’ güvenlik çitinin ilersindeki ağaçlara ‘Noel Ağacı süsü gibi’ insanlar asılıydı.” S.352

¡      “Onların bizimle olan sorunları ya da bizim onlarla olan sorunlarımızda, ana fikir hesabın yerliler arasında görülmesiydi. İşler ezelden beri böyle görülürdü. Taşra Muhafızları… komutanı Yüzbaşı Jesùs Sosa Blanco, Batista’nın hapisten çıkardığı bir katil, mahkumdu…” s.259 “Batista… sıvıştığında uçağında ona yer yoktu. Blanco, yargılandı ve kurşuna dizildi.” S.259

ABD ile Küba Cumhuriyeti arasında ilişkilerin normalleştirilmesi gündeminde dünden bu güne aşağıdaki satırlar eşliğinde ışık tutacak bu kitap, bence okunası kitaplar arasında…

“United Fruit önce United Brands sonra ‘ hani şu muzlarını yediğimiz’ Chiquita oldu. Ama Küba’daki hak iddiaları, enflasyonla birlikte hesaplandığında 350 milyon dolar, ABD Adalet Bakanlığının arşivlerinde yaşamaya devam ediyor.” S.419


Can Yayınları, 1. Baskı, Mayıs 2015
Katalonya’ya Selam, George Orwell, 1116-63/CIII
---------------------------------------------------------------------------------
“İspanya’da dövüşen gönüllüler, bu savaşın anılarını yüreklerinde kötü bir yara gibi taşımışlardır. Çünkü insan, haklı olduğu halde yenilebileceğini, zorbalığın gayrete boyun eğdireceğini, kimi zaman cesaretin mükafatının olmadığını İspanya’da öğrenmiştir.” Albert Camus

Bu kitabı alıp da okumama neden olan, 26 Aralık 2015 tarihli Cumhuriyet Gazetesi yazarı Nilgün Cerrahoğlu’nun Sağanak adlı köşesindeki aşağıdaki satırlardır…

“Podemos’tan bahsederken ünlü yorumcu Pablo Sebastian: “Zirvedekilerin yüreği ağzında!” diye anlatıyor: Etkili internet gazetesi ‘republica.com’un kurucusu ve genel yayın yönetmeni olan dostum Sebastian’a ‘zirve/zirvedekiler’  ile tam olarak neyi kastettiğini soruyorum: Kinayeli bir dille ‘zenginlerin çatısı/penthouse’ olarak tanımladığı zirveyi Sebastian: 1) İktidar partisi (merkez sağ PP) ve statükonun ana muhalefeti (sosyalistler PSOE), ‘ Bizde de böyle bir parti var mı acaba? Benim notum.’ 2) Borsa, 3) Medya grupları, 4) Kraliyet, 5) İspanya’da hâlâ etkili olan Vatikan, 6) ABD Büyükelçiliği... şeklinde listeliyor. 

Sebastian’ın İspanya’da bu şekilde sıraladığı güç odakları, Podemos’un, Troçkici bir antikapitalist sol grup tarafından ilk kurulduğu 17 Ocak 2014 tarihinden itibaren bitmeyen bir kâbus yaşıyor.” 

İkinci paragraftaki kalın italik satırların dürtüsüyle aklıma İspanya İç Savaşında anarşistlerle, komüntern arasındaki çok yeterli bir bilgiye de sahip olmadığım siyasal tartışma geldi. Ve nasıl bilgi alırım sorusu beni önce André Malraux’un 17 Temmuz 1936’dan 1 Nisan 1939’a kadar süren İspanyol İç Savaşı kapsamındaki Umut[1] adlı romanına götürdü ama onun da içeriği savaşın siyasal analizinden uzak, film senaryosuna yakındı. Devam eden araştırmamda karşıma bu yazının konusu olan Orwell’in,  bana göre, İspanya İç Savaşı konusunda şimdilik en yetkin başvuru kitabını çıkardı.

Katalonya’ya Selam, okudukça bir yerlere varabileceğiniz, kimi sol siyasetin sorumluluğunu gözler önüne seren, özellikle İspanyol Komünist Partisi ve onunla bağlantılı olarak Sovyetler Birliği’nin, adeta devrim aleyhtarı bir faaliyet içinde eşitlik ve özgürlük ideallerini törpüleyen, satırlarında gizli… ki; POUM[2] saflarında bir milis olarak çarpışmış, ölümcül bir şekilde yaralanmış Orwell bunu, yaşananlar hakkında uzaktan yakından bilgisi ve ilgisi olmayan yazarların ve gazetelerin, gerçekleri çarpıtan dili ile değil, son derecede tarafsız ve dürüst bir dille anlatıyor. Uzatmadan ve sizlere, bizlere belki katkısı olur umuduyla kitabı aşağıdaki gibi biraz özetleyerek kitabı ilgilenenlere önereyim…
1.     İç Savaş’ın başlangıcı: Anarşistler, Katalonya’da hâlâ fiili denetimi ellerinde tutuyorlardı ve devrim henüz en canlı safhasını yaşıyordu… İşçi sınıfının iktidarda olduğu bir şehri ilk kez görüyordum. Küçüklü büyüklü tüm binalar  fiilen işçiler tarafından zapt edilmiş ve kızıl bayraklarla ya da anarşistlerin kırmızı-siyah bayraklarıyla donatılmıştı. Her duvara orak-çekiç ve devrimci partilerin isimlerinin baş harfleri çiziktirilmişti… Her dükkân ya da kahvehanede, işletmenin kolektifleştirildiğini belirten bir yazı asılıydı. Hatta ayakkabı boyacıları bile kolektifleştirilmişti, sandıkları da kırmızı-siyaha boyanmıştı…‘şık giyimli’ bir Allah’ın kulu yoktu. Herkesin üstünde kaba saba işçi kıyafetleri ile mavi tulumlar veya milis üniformasını andıran giysiler vardı…” s.10,11
2.     Milis sisteminin temel noktası, subay ve erler arasındaki sosyal eşitlikti. Generalden ere kadar herkes aynı parayı alıyor, aynı yemeği yiyor, aynı elbiseleri giyiyordu ve herkes tam bir eşitlikte kaynaşmıştı. Teorik olarak, herhangi seviyedeki bir milis birliği hiyerarşik değil, demokratikti… Bir emir verdiğiniz zaman, bunu üstten asta değil, bir yoldaştan başka bir yoldaşa veriyordunuz. Subay ve astsubay ayırımı vardı ama olağan anlamında askeri rütbe hiç yoktu. Milis güçlerinde, geçici olarak işleyecek bir çeşit sınıfsız toplum modeli oluşturulmaya kalkmışlardı… Hükümet, emrindeki birliklerin yetiştirilmesini bekleyecek olsaydı, Franko’ya karşı hiçbir zaman direnilemezdi. Sonraları, milis güçlerini yermek, dolayısıyla da talim ve silah yetersizliğinden ileri gelen hataların eşitlikçi sistemin sonucu olduğunu iddia etmek moda oldu… İşçi ordusunda disiplin, teorik anlamda gönüllülüğe bağlıdır. Sınıf sadakati esasına dayanır; halbuki burjuvaların zorunlu askerlerden kurulu ordusunda disiplin döner dolaşır gelir korkuya dayanır… Milis gücü sistemini aşağılayan gazeteciler, Halk Ordusu cephe gerisinde yetiştirilirken, milis güçlerinin cephe hattını tutmak zorunda kaldıklarını pek hatırlamazlar. Milis güçlerinin savaş alanında kalması bile ‘devrimci’ disiplinin gücünün kanıtıdır. Çünkü 1937 Haziran’ına kadar, milisleri oldukları yerde tutacak sınıf sadakatinden başka hiçbir şey yoktu… milisler, Tanrı bilir pek az zafer kazandılar, ama cephe hattını da tuttular; tek tük asker kaçakları bile görülmüyordu.s. 15, 16, 17, 26, 28, 36, 37, 38
3.     Kitabın ana konusu, karşıt tezler:
a.     CNT, FAİ ve POUM’un tezi, Faşizme burjuva ‘demokrasisi’ yoluyla karşı koymaktan söz etmek saçmadır. Burjuva ‘demokrasisi’ yalnızca faşizme verilmiş başka bir addır; faşizm de öyledir; ‘demokrasi’ adına faşizme karşı savaşmak, kapitalizmin bir biçimine karşı, yine onun her an ilkine dönüvermeye yatkın olan bir başka biçimi adına savaşmak demektir. Faşizme karşı tek gerçek seçenek işçi denetimidir… İşçiler silahlı kuvvetleri denetimleri altında tutmazlarsa, silahlı kuvvetler işçileri denetimleri altına alır. Savaş ve devrim birbirinden ayrılamaz… Kısacası, kabaca söylemek gerekirse, güçlerin sıralanması şöyleydi: Bir yanda, işçi denetimini savunan CNT-FAI, POUM ve  sosyalistlerin bir kesimi; öte yanda merkeziyetçi hükümet ile silahlı orduyu savunan sağ kanat sosyalistler, liberaller ve komünistler.” s. 73, 75
b.     Özellikle arkasında Sovyet Rusya olmak üzere Komünist Partisi, tüm ağırlığını devrime karşı koymuştu. Devrimin bu aşamada ölüme mahkûm olduğu, dolayısıyla İspanya’da işçi sınıfı egemenliğini değil, bir burjuva demokrasisini hedeflemek gerektiği bir komünist teziydi. “Liberal” kapitalist bakışın da neden aynı çizgide olduğuna ayrıca işaret etmeye hemen hiç gerek yok… Devrim ilerlerse, hiçbir tazminat alma olanağı kalmayacak ya da çok az olacaktı; hâlbuki kapitalist cumhuriyet hüküm sürerse yabancı yatırımlar güvence altında kalacaktı. Devrim nasıl olsa bastırılacağına göre, hiç devrim mevrim olmamış gibi davranmak birçok şeyi basitleştiriyordu… Komünist ve Komünist yanlısı basanın yaydığı PSUC, Katalonya Birleşik Komünist Partisi,  ‘çizgi’si aşağı yukarı şuydu: ‘Şu anda savaşı kazanmaktan başka hiçbir şey önemli değildir, savaşta zafer olmayınca her şey anlamsızdır. Bundan ötürü bu an devrimi ileri götürmekten söz etmenin zamanı değildir. Kolektifleştirmeyi zorla uygulamaya kalkarak… bizim safımızda çarpışan orta sınıfları ürkütmenin sonuçlarına katlanamayız. Her şey bir yana, etkili olabilmek için devrimci kargaşaya son vermek zorundayız. Yerel komiteler yerine, güçlü bir merkezi hükümetimiz, gereği gibi yetiştirilmiş ve tek komuta altında baştan aşağı silahlandırılmış bir ordumuz olmalıdır… Her kim iç savaşı toplumsal devrime döndürmeye çabalıyorsa faşistlerin ekmeğine yağ sürüyordur.”s. 61, 62, 63, 64, 72
4.    Gerileme Dönemi : “Savaşın ve devrimin patlak verişinden bir yıl sonra, ortada tümüyle sağ kanat sosyalistler, liberaller ve komünistlerden oluşmuş bir hükümet kaldı. Sağa doğru genel kayma, SSCB’nin Hükümet’e silah yardımına giriştiği ve iktidarın anarşistlerden komünistlere geçtiği, 1936’nın Ekim-Kasım aylarına rastlar… Ruslar istedikleri şartları kabul ettirebilecek konuma geldiler. Bu şartları özetle, ‘Devrimin önünü alın, yoksa size silah yok’ olduğundan,  Komünistler… dur durak bilmeden, acı bir dille POUM’a ve tüm rütbelere eşit maaş ödenmesini isteyen anarşist ilkesine sövdüler.  İspanya’nın durumunda beklenilmeyen tek nokta… Hükümet yanlısı partiler arasında komünistlerin, aşırı solun ilerisinde değil de aşırı sağın ilerisinde durmasıydı. Komintern politikasının tümü, dünyanın durumu göz önüne alınırsa… bu, bir askeri ittifaklar sistemine dayanan SSCB’nin savunmasının gerekleriyle bağlantılıdır…
Bu arada, lütfen, sıradan komünistlerin, hele hele Madrid dolaylarında kahramanca can veren binlerce komünistin aleyhinde hiçbir şey söylemediğime dikkat ediniz. Fakat parti politikasına yön verenler bu adamlar değildi. Daha yukarıdakilere gelince, kurnazca hareket etmediklerine inanılamaz.” s. 65, 66, 67, 68, 69, 70, 81

Barselona’ya savaş sırasında, birkaç aylık aralıklarla giden herkes burada olup biten olağanüstü değişikliklere dikkat etmiştir… 3,5 ay sonra devrimci hava kaybolmuştu. Ağustos ayında orada olan bir kimseye, Barselona hiç kuşkusuz, Aralık’ta burjuva görünürdü; Şimdi işler tersine dönmüştü. Barselona yeniden, savaş yüzünden biraz yıpranmış ve sıkıntı çekmiş, ama işçi sınıfı egemenliğinin hiçbir belirtisi kalmayan alelade bir şehre dönüşmüştü… Milis üniforması ve tulumlar neredeyse büsbütün ortadan kalkmıştı, herkes İspanyol terzilerinin özellikle ustası olduğu şık yaz takımları giyiyordu. Her yerde göbekli zengin adamlar, zarif hanımlar ve pırıl pırıl arabalar görünüyordu… s. 128, 129, 131, 134

Çok sayıda siyasi zanlı, peşlerinde polis ve devamlı ele verilme korkusuyla saklanıyordu. Pasaportsuz olan ve genellikle kendi ülkelerinde gizli polisçe aranan İtalyan ve Almanların durumu en kötüsüydü. Yakalandıkları takdirde, sınırdışı edilerek Fransa’ya gönderileceklerdi ki bu, Tanrı bilir onları en korkunç olayların beklediği İtalya ya da Almanya’ya geri yollanmaları demekti… s.168, 197
--------------------------------------- 
BGST Yayınları, 4. Baskı, Nisan 2014



[1] ) Umut, André Malraux, Bilgi Yayınevi, Şubat 1974 Basımı
[2] ) Birleşik Marksist İşçi Partisi, https://en.wikipedia.org/wiki/POUM
Moğol Komplosu, Rafael Bernal, 809-63/CI
---------------------------------------------------------------------------------
Benim de yeni tanıdığım yazarın bu kara kitabı, kendi ülkesinin kirli politikalarının teşhirinin ötesine geçerek soğuk savaş döneminin uluslararası politikalarını da bütün absürdlüğüyle ortaya koyuyor.”( [1] ). Kitabının hikâyesi, aynı zamanda bir diplomat olan Rafael Bernar’ın belki de geçmişinde gizli… ama donanımlı bir diplomat olmasına rağmen alttaki alıntıdaki yanlışları, doğrusu beni oldukça şaşırttı.
“… hergelenin birini vurmam için Konstantinopolis’e git de derler. Göbeği açıkta bir sürü dansöz ve daha neler neler? Gelsin yedi peçe dansı.( [2] ) s.45
-o-
Kitabın konusu, süper güçler arasında sürdürülen paylaşım kavgası içinden, kendilerine de pay çıkarmaya çalışan ikincil devlet oligarşilerinin kendi aralarındaki güç, yer kapma ve paylaşım kavgası ki; kavgada, üyeleri ezilenlerin arasından devşirilen, ezenlerin temsilcisi ordu, istihbarat teşkilatları ve polis başrollerde…
“ …babam sadıktı. İstifa etti. Zorba hükümetlere, döküntü askerlere, ayaktakımı gördüklerine hizmet edemezdi. Kanunlardan Latince alıntı yapar, Fransızca ve Almanca konuşurdu ama bir bok olamadı, çünkü sadık kalmak istedi. İhtiyar dallama… çünkü… haklı olman bir boka yaramaz, önemli olan tayfadan olmaktır… dostokroside tayfadan olmayan açıkta kalır.” S.172
Hikâyenin kahramanı ise devrimci bir idealden eli kanlı bir tetikçiye dönüşmüş, kitabı alır da okursanız eğer her şeye ama her şeye dışkılayan, derin devleti çözmüş, yine dışkıladığı her şeyin farkında Garcia der ve söyler ki;
¡      “Ceset istemiyor ama yine de beni çağırtıyorsun. Beni hep çağırırlar çünkü ceset isterler ama aynı zamanda elleri de tertemiz kalsın isterler.” S.14
¡      “Rus, ‘hediye atın dişine bakılmaz’ dedi. Graves karşılık verdi: ‘Truvalılar bakmalıydı.’” S.118
Eleştirmenlerin kitabın bir diğer öneminin de kitabın, Meksika tarihinin en dramatik ve kritik bir anında, Tlatelolco katliamı( [3] ) Mexico City Tlatelolco ‘da  Plaza de las Tres Culturas’da, 2 Ekim 1968 tarihinde, Sosyalist Enternasyonal Üyesi(!)  PRI, Kurumsal Devrimci Parti iktidarında, asker ve polis tarafından tahminen 300 öğrenci ve sivilin öldürülmesinden sonra cesaretle yayınlanmasında yattığını söylemekteler ki ben bunlarla ilgili aşağıdaki dipnotlarımı sizlerin yorumuna bırakırken PRI( [4] )  hakkında, aşağıdaki alıntıda okuduklarım ise oldukça dikkatimi çekti. Ne dersiniz? Bu size bir şeyler hatırlatmıyor mu?
“Yeni parti-devlet sisteminde, partinin denetimi, Ulusal Yürütme Komitesi'ne verildi. Başkanı Meksika devlet başkanınca seçilen komite, başkanlık dışında seçimle gelinen bütün önemli görevler için gösterilecek adayları belirleme görevini üstlenmiştir. Görevdeki devlet başkanı, bu göreve kendinden sonra gelecek kişiyi seçer. Ulusal Yürütme Komitesi, eyalet ve federal düzeydeki görevlilerle parti içindeki değişik gruplar arasında görüş birliğini sağlamakla yükümlü kılınmıştır.”
Ayrıca bütün bunları okuyunca acaba ben de “…kanınızı akıtacağız ve akan kanlarınızda duş alacağız…” temalı bir kara kitap da acaba Türkiye’de yazılır mı diye düşünmedim değil… ama sonuçta yazılana kadar bununla idare edin.
Ayrıntı Yayınları, I. Baskı, Ocak 2016



[1] ) Tetikçinin Zihninden, A. Ömer Türkeş, 08.01.2016, Radikal Kitap, s.12,
[2] ) https://tr.wikipedia.org/wiki/Salome_(opera)

Virgülün Şikàyeti, Simlà Sunay, 747-42/CII
---------------------------------------------------------------------------------
Ben dedim ki; “Bütün çizgiler ve zaman bir noktadan kopar ve uzanır evrenin sonsuzluğuna... taa! ki dönüp dolaşıp koptuğu noktayla birleşip bütünleşene kadar… yaşamın, günlerin, ayların, mevsimlerin sırrı budur…” 12.04.2011 M. Altın

Yanıt verdi, Bavyeralı à şapkasını, çekecekle giyip, Simlà Sunay, “doğada nokta yoktur,” s.75,, dedim,,, olmasın varsın, olmasın,,, yeter ki, virgül virgül tırmanan, güncişklerle kelime kelime gagalanan, virgülle başlayıp, virgülle devam eden, başsızmış, sonrasızmışça koşuşan cümlelerde, dilinin terine, gözünün ferine, parmaklarının sızısına kurban satırların, virgüllerin, erguvanlarının dallarında konaklasın, làl begonvillerine sarılsın, ,, bak ben de kavga etmeye başladım noktalarla her ne kadar kolay olmasa da,,, senin dillediğin, İlhan Berk’in dediği gibi “salt duruşuyla vardır virgül, duruşunu, bir onu öne sürer, onu önerir bir; ‘BÖYLE VARIM’ der gibidir,,

Yoksa  “,, yüzümün her noktasına eşit ışık gelseydi beni görebilir miydin, hayır,  çizgiyi yapan ışıksızlıktır, yüzümü var eden gölgesidir,, “s.17
-o-
Okurken, okuduktan sonra, bundan sonra gece yastığımın altına aldığım, alacağım Sunay’ın büyüklere masallar, küçüklere sorgular anlattığı kitabında dilimizde izi bile kalmamış, özenle seçilmiş Debuşe ([1]). S.59, Güncişk ([2]). S.86, Güncayişipezir ([3]) s.86 gibi bazı Farsça, Osmanlıca kelimeler de ışıldıyor ki, her biri bir külàh güldan’e sığmaz,,

Simlà Sunay, yastığımın altından bana “A” adlı öyküsünü anlatır da ben  “,,, vahit atlayıp, o vahit,” s.63, “ sınırlarda ölen çocukların üzerine örtülü uyu’r’dum, o kadar öldürdünüz ki artık çözüldü dilim, ‘uykumda’, virgüllerin üstüne basa basa bana doğru tırmanan bir çocuk vardı, demir kokan elleriyle tuttu beni, savaş alanlarında dilleri dışarıda ölen atların da kanlarıyla oluşan rengime dokundu, ipimden koparıp àzat etti beni, renkleri bilmiyordu, “s.77  “ne istasyon şefi Vahdettin ne de vahdet’i vahdetler ağaca dokun’a’madılar, “ s.65

 --------------------------------------- 
Aylak Adam Yayınları, I. Baskı, Aralık 2015



[1] ) Köprü ve menfezlerde suyun geçişine ayrılan kesit.
[2] ) Serçe
[3] ) Sığınan 
---------------------------------------------------------------------------------
İnsan, ana rahmine Kuzey Kutbu’ nda da düşebilir, Habeşistan’da da… Turku Abo, Finlandiya’da da düşebilir, Cabo Verde, Yeşil Burun Adaları’nda da… Karaağaç’ta düşerseniz Müslüman,  on kilometre batısında Marasia’da düşerseniz Hıristiyan olursunuz. Kudüs’te zar atmanız lazım, Yahudi, Hıristiyan, Müslüman, seç beğen al… harita üzerinde sıkı bir hamleyle Budist de olabilirsiniz, Şintoist de… her dinde mezheplere gelince her ne kadar kalite kontrol var dense de babadan gelen tohumla anada döllenen yumurta ayrı kümeslerden gelirse yandı gülüm keten helva… deve misin, kuş musun? Bunların karıştığı ve kırıştırdığı çok kümes var ama herkes bilir de söylemez… ben söyleyeyim örneğin, bazen çekik sarı gözlü tohumla, siyah tavuk yumurtası da karışabilir. Özetle insan nerede ana rahmine düştüğüne göre değil, beyninin nitelikli ve/veya niteliksiz kıvrımlarından çıkanlarla elleri, gözleri, dili ile şekillenir yüreği ile güzelleşir. İşte budur benim bu kitap hakkında söyleyeceğim, bu coğrafyada bu günlerde… Bir de alttaki alıntıları okumanız dilerim, kitabı okumasanız bile bugünleri ve coğrafyayı daha da iyi anlamanız için de…


“ Tüm Kürt çocuklar gibi ben de jandarma polislerden korkuyordum…” s.29

Suriye’de egemen rejime göre
Arap ulusunun iki düşmanı vardı:
¡      Filistin’i alan ve en kısa sürede denize dökülmesi gereken Siyonistlerle,
¡      Bağdat Araplarının gücüne karşı çıkan Kürtler.
¡      Bedevi aşiretlerinden gelen devlet memurları, kendilerini Suriye’den ziyade Irak hükümetine daha yakın hissediyorlardı. S.149

“Bir atı pınara götürebilirsiniz ama su içmeye zorlayamazsınız!” S.150



-o-
“ Babam… Toprak sahibi olmanın, toprağımızı korumak için savaşmanın dünyaya gelmemizin tek nedeni olduğunu düşünüyordu. Bizi özel bir Hıristiyan okuluna gönderme fikri ise anneme aitti. Amûdé’de [1]… şehrin kontrolü Hıristiyanlardaydı çünkü siyasi ve ekonomik hayat her zaman paranın güdümündeydi.” S.30 “

“Kürtlerin kazancının büyük bir kısmı Hıristiyanlara, ‘tüccarlara’ gidip onların servetini büyütüyordu.”s.68 “Madem ki Allah Kuran’da bizden sonsuza kadar yaşayacakmışız gibi çalışmamızı, yarın ölecekmişiz gibi ibadet etmemizi istiyordu, o zaman onlardan öğrenecek çok şeyimiz vardı.” S.90 “Her Ermeni’nin bolluk zamanında zengin olmak için bir mesleği… kriz zamanlarında ayakta kalmak için başka bir mesleği vardı.

“1928’de çizilen sınırlarla… aşiretimizin toprakları ikiye bölündü. Yakın akrabalarımızı ve anılarımızın bir kısmı Türkiye’de kaldı.” s.47

“1937 yılında buğday hasadından mandacılara vergi vermeyi reddeden köyler ki biri dedemin köyü Tel Habaş Fransız Hava kuvvetleri tarafından bombalanmıştı.” S.40

 “Panarabizm… ‘babama’ ölümcül darbeyi onu sahip olduğu en kıymetli şeyden mahrum ederek … babasından ona miras kalan toprakları alarak indirdiler.

“Devlet toprak reformu adı altında toprakların büyük bir bölümüne el koydu. Çölün diğer ucundan gelen Araplar için kurulan yerler bölgesel kimliğimizin kangrenli yerleriydi. Yeni efendiler devletin kalkanına sahipti, tamamen silahsız olan Kürtlerden korkmaları için bir sebep yoktu. Yeni inşa edilen okullarda… çocuklar ebedi göreve sahip bölünmez bir ulus yaratmak için ölmeye hazır olduklarını boğazları yırtılırcasına haykırıyorlardı.” S.158
-o-
“Kürtçe bölgenin hiçbir okulunda öğretilmezdi. Gerçekte diğerleri gibi bir dil olmadığı söylenirdi. Kürtçe yazılmış bir okul kitabı da yoktu, yazılmış bir Küt edebiyatı da yoktu.” S.31

“Kuran’ın Arapçası, okul kitaplarımızdaki Arapça’dan farklı, okul kitaplarındaki Arapça da Mardinli lehçesinden farklıydı; Mardinli lehçesi de jandarma ve devlet memurlarının geldikleri bölgeye göre değişen lehçelerinden değişikti! Benim küçük Kürt aklım için bu içinden çıkılması imkânsız bir yapbozdan farksızdı.”s.32

“ İslam âlimlerimizin kendisini safkan Kürt ilan etmek için akıl yormalarına rağmen peygamberimiz Arap’tı… ne yazık ki, her şeye kadir Allah, dar fikirli bedevi topluluklarına kendini duyurmak için Kuran’ı Arapça indirmeye karar vermişti.” S.96

“Okulda Arapça, Fransızca, Ermenice ve hatta öyle bir dil olsa Marsça bile öğrenebilirdik ama Kürtçe asla…” s.109

“1958 yılında Türkiye… tüm akarsuların suyunu kesmeye karar vermişti. Suriye ve Mısır Birleşik Arap Cumhuriyeti adıyla birleşti… hemen sonra istihbarat… rejimin öğretmenleri adıyla tüm ilkokullara yerleşti.” S.35-36
-o-
“Kasım 1962’de sayım yapıldı… etkileri 1966’da anlaşıldı. Buna göre, sadece Amûdé’de  bir gün içinde 120.000 kişi Suriye vatandaşlarına ait sivil haklardan yoksun bırakıldılar. Mülkiyet hakları da ellerinden alındı.” S.45

 “1960 yılında Nasır Demokratik Kürdistan Partisi yöneticilerini tutuklatmıştı… her Kürt, Arap ülküsü için tehlikeliydi. İki üç yüz Kürt çocuğunun sinema yangınında ölmesi bu işi yoluna koyuyordu.”s.43
--------------------------------------- 
Alakarga Yayınları, I. Baskı, Aralık 2015




[1] Türkiye’de Kemaliye olarak tanımlanan, Kızıltepe-Nusaybin karayolu üzerindeki Yenice’nin karşında, Türkiye sınırına 3 km. yakın  Suriye kasabası.