Yine
Doğdu Tanyıldızı, 222 -LXXI
-----------------------------------------------------------------------
Yazar,
yaptığı bir söyleşide, der ki, “Yıllar önce Mevlana
Celaleddin Rumi’nin oğlu Alaaddin’in cenaze namazını kıldırmadığını öğrenince
çok şaşırmıştım. ‘Kim olursan ol gel’ diyen, Celaleddin, neden böyle yapmış
olabilirdi? Yıllarca bu sorunun peşinden yürüdüm; Alaeddin’in hem babasıyla,
hem Şems’le mücadele ederken öldüğünü, hem de sevgilisi Kimya’yı kaybettiğini
fark ettim. Ortada sancılı bir durum vardı. Şems’i yok eden gruptandı Alaaddin.
Durum karışıktı. Babası o yüzden onunla çatışma içindeydi. Alaeddin’in aşk
acısı çektiği söylenebilir miydi? Evet. Ama sadece aşk acısı? Ne gezer.
Babasının aşk acısı çektiği? Evet. Ama sadece aşk acısı? Hayır. Bir de
ortaçağda aşk hep mecazdı demek saçma. Birileri “Kral çıplak” demek zorunda…
Bunun için yazmaya değer.
Fakat romanda iddialar ortaya atmak, tezler
öne sürmek doğru değil. Romancı yaşamış kişilerin biyografisini yazan bir
tarihçi de değildir. Bu nedenle romanı çalışırken Rumi’den de Şems’den de uzak
durdum: Ben, onların yerine, Nizamüddin’le İshak’ın dünyasını seçtim. Bütün
karakterlerimi kendim kurdum.
-0-
Demiş yazıcı.
Ben de ben, Mehmet bin Mustafa Şefik derim ki;
…………………………………….
Güzel atlar ülkesi Kapadokya’da
ezilirken halklar,
güzeller güzeli atların nalları altında,
yanarken evleri
güzeller güzeli atların nallarından sıçrayan
kıvılcımlarla,
o güzel atların kumandanı,
ile
adalet dağıtan kadı
o ki,
terazinin bir kefesinde taşırken her daim kumandanın
altınını,
ve de
hem kuyumcu ocağı şeyhi, hem de camide hoca (!)
hep beraber
bilumum ulema,
kimin eli, kimin cübbesinin yeninde(?)
bilinir de bilinmez
“…din kisvesine bürünüp üstündekileri
koyarak torbaya...” S.73
dururlar namaza,
yedikleri her türlü haltı,
anlatabilmek için garip, gurebaya…
“… ‘Şın’ dedi. ‘Şuttar’. Rezil olmak için
neşe… ‘He’ dedi. ‘Heft.’ Yedi delikli insan yüzüdür… ‘Lamelif’ dedi. ‘lal
olmaktır.’ Suskuyla gönülden bağlı olmayı gösterir… ‘Mim’ dedi. ‘Masiva.’
Allah’tan başka her şeyle ilgisini kesmektir… ‘Kef’ dedi. ‘Kül.’ Bütündür.
Sapasağlam ayak basmayı gösterir. Onun için bir ayağın etrafında dönmek
gerekir… ‘Nun’ dedi. ‘Nefs.’ Kendini bilmeyi gösterir… Bu harfler ardı ardına
yazılınca ‘Şah-ı Lâmekan’ okunur… ‘lâmekan’ herhangi bir yere göre
tanımlanamayan O’nun da Şahıyım diyor. Anla artık.” S.104-105
deyip,
aşkın gerçeği, gerçeğin aşkında
diye asırlardır yutturdular böylece halklara…
Yıkım da vardır,
dağılmanın ve kandırmanın sonunda… Hazır mısın sen ki kılıktan kılığa girerken
aynada, yıllar sonra biri çıkar da gerçekleri yazarsa bu konuda?
Oysa,
“Çobanyıldızı öyle parlaktır ki, talihsiz yolcu onu
Kutupyıldızcı sanırsa mahvolur. Çöllerde parlaklığıyla kervanları yanıltır,
yönünü şaşırtır, bu yüzden adına Kervankıran denmiştir. Sabah serinliğinin
ürpertilerini akla getiri, Tanyıldızı'dır. Sıcağı hala buğulu yeryüzünü akla
getirir; akşamyıldızı'dır. Ona Zühre de denir, Zühre bir pişmanlık iniltisidir,
bütün yanlış kararların sonunda ışıl ışıl damlayan gözyaşının parıltısıdır." S.200
----------------------------------------------
Yapı
Kredi Yayınları, I.Baskı Ekim, 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder