28 Aralık 2014 Pazar

Yine Doğdu Tanyıldızı, 222 -LXXI
-----------------------------------------------------------------------
Yazar, yaptığı bir söyleşide, der ki, “Yıllar önce Mevlana Celaleddin Rumi’nin oğlu Alaaddin’in cenaze namazını kıldırmadığını öğrenince çok şaşırmıştım. ‘Kim olursan ol gel’ diyen, Celaleddin, neden böyle yapmış olabilirdi? Yıllarca bu sorunun peşinden yürüdüm; Alaeddin’in hem babasıyla, hem Şems’le mücadele ederken öldüğünü, hem de sevgilisi Kimya’yı kaybettiğini fark ettim. Ortada sancılı bir durum vardı. Şems’i yok eden gruptandı Alaaddin. Durum karışıktı. Babası o yüzden onunla çatışma içindeydi. Alaeddin’in aşk acısı çektiği söylenebilir miydi? Evet. Ama sadece aşk acısı? Ne gezer. Babasının aşk acısı çektiği? Evet. Ama sadece aşk acısı? Hayır. Bir de ortaçağda aşk hep mecazdı demek saçma. Birileri “Kral çıplak” demek zorunda… Bunun için yazmaya değer.

Fakat romanda iddialar ortaya atmak, tezler öne sürmek doğru değil. Romancı yaşamış kişilerin biyografisini yazan bir tarihçi de değildir. Bu nedenle romanı çalışırken Rumi’den de Şems’den de uzak durdum: Ben, onların yerine, Nizamüddin’le İshak’ın dünyasını seçtim. Bütün karakterlerimi kendim kurdum.

-0-
Demiş yazıcı.
Ben de ben, Mehmet bin Mustafa Şefik derim ki;
…………………………………….
Güzel atlar ülkesi Kapadokya’da
ezilirken halklar,
güzeller güzeli atların nalları altında,
yanarken evleri
güzeller güzeli atların nallarından sıçrayan kıvılcımlarla,
o güzel atların kumandanı,
ile
adalet dağıtan kadı
o ki,
terazinin bir kefesinde taşırken her daim kumandanın altınını,
ve de
hem kuyumcu ocağı şeyhi, hem de camide hoca (!)
hep beraber
bilumum ulema,
kimin eli, kimin cübbesinin yeninde(?)
bilinir de bilinmez
“…din kisvesine bürünüp üstündekileri koyarak torbaya...” S.73
dururlar namaza,
yedikleri her türlü haltı,
anlatabilmek için garip,  gurebaya…
 “… ‘Şın’ dedi. ‘Şuttar’. Rezil olmak için neşe… ‘He’ dedi. ‘Heft.’ Yedi delikli insan yüzüdür… ‘Lamelif’ dedi. ‘lal olmaktır.’ Suskuyla gönülden bağlı olmayı gösterir… ‘Mim’ dedi. ‘Masiva.’ Allah’tan başka her şeyle ilgisini kesmektir… ‘Kef’ dedi. ‘Kül.’ Bütündür. Sapasağlam ayak basmayı gösterir. Onun için bir ayağın etrafında dönmek gerekir… ‘Nun’ dedi. ‘Nefs.’ Kendini bilmeyi gösterir… Bu harfler ardı ardına yazılınca ‘Şah-ı Lâmekan’ okunur… ‘lâmekan’ herhangi bir yere göre tanımlanamayan O’nun da Şahıyım diyor. Anla artık.” S.104-105
deyip,
aşkın gerçeği, gerçeğin aşkında
diye asırlardır yutturdular böylece halklara…
Yıkım da vardır, dağılmanın ve kandırmanın sonunda… Hazır mısın sen ki kılıktan kılığa girerken aynada, yıllar sonra biri çıkar da gerçekleri yazarsa bu konuda?
Oysa,
“Çobanyıldızı öyle parlaktır ki, talihsiz yolcu onu Kutupyıldızcı sanırsa mahvolur. Çöllerde parlaklığıyla kervanları yanıltır, yönünü şaşırtır, bu yüzden adına Kervankıran denmiştir. Sabah serinliğinin ürpertilerini akla getiri, Tanyıldızı'dır. Sıcağı hala buğulu yeryüzünü akla getirir; akşamyıldızı'dır. Ona Zühre de denir, Zühre bir pişmanlık iniltisidir, bütün yanlış kararların sonunda ışıl ışıl damlayan gözyaşının parıltısıdır." S.200
----------------------------------------------

Yapı Kredi Yayınları, I.Baskı Ekim, 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder