Süleyman’ın
Kuyuları, Hesna Onbaşı, 738-39 / LVIII
----------------------------------------------
“
Zaman terazisinin karanlıkla ışığı eşit
olarak tarttığı o kutlu günde Molak’ın takipçileri bir kez daha buluşacak.
Konstantinopolis’in kalbinde, içinde sönmeyen ateşin yandığı, ateşin suyla sınandığı mabedin hançerli
kapısı bir daha açılacak. Akan kan
heykele yürüyecek, karanlık kitabın kilidi çözülecek ve yüce Molak’ın büyük gücü tekrar yeryüzünde
egemen olacak. “ s.223
Gazeteci
kökenli yazarın, o kendinden meşhur elifle başlayıp şafağa kadar yazan yazarın,
o üstünde fil resmi olan kitabı gibi baştan savma değil de tarihi bilgileri
titizlikle derlediği ve yansıttığı, ayrıntılı anatomik taramalar ve adli tıp
dili kullandığı bu kitap, konusu tarihten günümüze yansıyan ve içinde
cinayetleri barındıran bir polisiye… ve yazarın ilk romanı olmasına rağmen hiç
de acemi işi değil.
Günümüzün
gündemine bir hoşluk olsa gerek ki, başbakanın da yakından ilgilendiği bir
hırsızlık ve cinayetlerle ilgili bu kitap, bir karalama kampanyası, daha açık
dille, Yahudilerin günahsız, yeni doğmuş çocukların kanlarını Hamursuz
Bayramı’nı kutlayabilmeleri için kullandıkları yalan ve iftirası üzerine kurulmuş.
O “ iftiralar ki bir kez gündeme
geldiğinde ne kadar çok insanın inanacağını hayal bile edemezsiniz… Kin ve
nefret hafızaya kuvvet veren en önemli gıdalardır… Zihinlerde ayrık otu gibi
yaşamlarını sürdürürler. Yüz yıl su görmeseler de bir damla yağmurun ardından,
yaşamak için hemen yeşerecek kadar direnirler,. “ s.134
Hoşlanacaklara
nihayet önerebileceğim bu polisiyede beni rahatsız eden tek şey romanın
kahramanı komiser Sami… Çünkü bütün Türk polis romanlarındaki gibi;
·
O da tarihi yarımada ve Sultanahmet Meydanı’na vurgun…
·
O da eşini kaybetmiş ve kendini işine ve kızına vermiş.
·
Günümüz polisinden beklenmeyecek kadar babacan ve
·
Onun da Rıza Baba gibi Mert adlı genç, sadık, bir o kadar da
atak ve kızına âşık bir yardımcısı var.
-------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder