Katalonya’ya Selam, George
Orwell, 1116-63/CIII
---------------------------------------------------------------------------------
“İspanya’da dövüşen
gönüllüler, bu savaşın anılarını yüreklerinde kötü bir yara gibi taşımışlardır.
Çünkü insan, haklı olduğu halde yenilebileceğini, zorbalığın gayrete boyun
eğdireceğini, kimi zaman cesaretin mükafatının olmadığını İspanya’da
öğrenmiştir.” Albert Camus
Bu kitabı alıp da okumama neden olan,
26 Aralık 2015 tarihli Cumhuriyet Gazetesi yazarı Nilgün Cerrahoğlu’nun Sağanak
adlı köşesindeki aşağıdaki satırlardır…
“Podemos’tan
bahsederken ünlü yorumcu Pablo
Sebastian: “Zirvedekilerin
yüreği ağzında!” diye
anlatıyor: Etkili
internet gazetesi ‘republica.com’un
kurucusu ve genel yayın yönetmeni olan dostum Sebastian’a ‘zirve/zirvedekiler’
ile
tam olarak neyi kastettiğini soruyorum: Kinayeli bir
dille ‘zenginlerin
çatısı/penthouse’ olarak
tanımladığı zirveyi Sebastian: 1) İktidar partisi (merkez sağ PP) ve statükonun ana muhalefeti (sosyalistler
PSOE), ‘ Bizde de böyle bir parti var mı acaba?
Benim notum.’ 2) Borsa, 3) Medya grupları, 4) Kraliyet,
5) İspanya’da hâlâ etkili olan Vatikan, 6) ABD Büyükelçiliği... şeklinde
listeliyor.
Sebastian’ın İspanya’da bu şekilde sıraladığı güç
odakları, Podemos’un, Troçkici bir antikapitalist sol grup tarafından ilk
kurulduğu 17 Ocak 2014 tarihinden itibaren bitmeyen bir kâbus yaşıyor.”
İkinci paragraftaki kalın italik satırların
dürtüsüyle aklıma İspanya İç Savaşında anarşistlerle, komüntern arasındaki çok
yeterli bir bilgiye de sahip olmadığım siyasal tartışma geldi. Ve nasıl bilgi
alırım sorusu beni önce André Malraux’un 17 Temmuz 1936’dan 1 Nisan 1939’a kadar süren İspanyol İç Savaşı kapsamındaki Umut[1] adlı romanına götürdü ama onun da içeriği savaşın
siyasal analizinden uzak, film senaryosuna yakındı. Devam eden araştırmamda karşıma
bu yazının konusu olan Orwell’in, bana
göre, İspanya İç Savaşı konusunda şimdilik en yetkin başvuru kitabını çıkardı.
Katalonya’ya
Selam, okudukça bir yerlere varabileceğiniz, kimi sol siyasetin sorumluluğunu
gözler önüne seren, özellikle İspanyol Komünist Partisi ve onunla bağlantılı
olarak Sovyetler Birliği’nin, adeta devrim aleyhtarı bir faaliyet içinde
eşitlik ve özgürlük ideallerini törpüleyen, satırlarında gizli… ki; POUM[2] saflarında bir
milis olarak çarpışmış, ölümcül bir şekilde yaralanmış Orwell
bunu, yaşananlar hakkında uzaktan yakından bilgisi ve ilgisi olmayan yazarların
ve gazetelerin, gerçekleri çarpıtan dili ile değil, son derecede tarafsız ve
dürüst bir dille anlatıyor. Uzatmadan ve sizlere, bizlere belki katkısı olur
umuduyla kitabı aşağıdaki gibi biraz özetleyerek kitabı ilgilenenlere önereyim…
1.
İç Savaş’ın başlangıcı: “Anarşistler, Katalonya’da
hâlâ fiili denetimi ellerinde tutuyorlardı ve devrim henüz en canlı safhasını
yaşıyordu… İşçi sınıfının iktidarda olduğu bir şehri ilk kez görüyordum.
Küçüklü büyüklü tüm binalar fiilen işçiler tarafından zapt edilmiş ve
kızıl bayraklarla ya da anarşistlerin kırmızı-siyah bayraklarıyla donatılmıştı.
Her duvara orak-çekiç ve devrimci partilerin isimlerinin baş harfleri
çiziktirilmişti… Her dükkân ya da kahvehanede, işletmenin
kolektifleştirildiğini belirten bir yazı asılıydı. Hatta ayakkabı boyacıları
bile kolektifleştirilmişti, sandıkları da kırmızı-siyaha boyanmıştı…‘şık
giyimli’ bir Allah’ın kulu yoktu. Herkesin üstünde kaba saba işçi kıyafetleri
ile mavi tulumlar veya milis üniformasını andıran giysiler vardı…” s.10,11
2. Milis
sisteminin temel noktası, subay ve erler arasındaki sosyal eşitlikti.
Generalden ere kadar herkes aynı parayı alıyor, aynı yemeği yiyor, aynı
elbiseleri giyiyordu ve herkes tam bir eşitlikte kaynaşmıştı. Teorik olarak,
herhangi seviyedeki bir milis birliği hiyerarşik değil, demokratikti… Bir emir
verdiğiniz zaman, bunu üstten asta değil, bir yoldaştan başka bir yoldaşa
veriyordunuz. Subay ve astsubay ayırımı vardı ama olağan anlamında askeri rütbe
hiç yoktu. Milis güçlerinde, geçici olarak işleyecek bir çeşit sınıfsız toplum
modeli oluşturulmaya kalkmışlardı… Hükümet, emrindeki birliklerin
yetiştirilmesini bekleyecek olsaydı, Franko’ya karşı hiçbir zaman
direnilemezdi. Sonraları, milis güçlerini yermek, dolayısıyla da talim ve silah
yetersizliğinden ileri gelen hataların eşitlikçi sistemin sonucu olduğunu iddia
etmek moda oldu… İşçi ordusunda disiplin, teorik anlamda gönüllülüğe bağlıdır.
Sınıf sadakati esasına dayanır; halbuki burjuvaların zorunlu askerlerden kurulu
ordusunda disiplin döner dolaşır gelir korkuya dayanır… Milis gücü sistemini
aşağılayan gazeteciler, Halk Ordusu cephe
gerisinde yetiştirilirken, milis güçlerinin cephe hattını tutmak zorunda
kaldıklarını pek hatırlamazlar. Milis güçlerinin savaş alanında kalması bile
‘devrimci’ disiplinin gücünün kanıtıdır. Çünkü 1937 Haziran’ına kadar,
milisleri oldukları yerde tutacak sınıf sadakatinden başka hiçbir şey yoktu…
milisler, Tanrı bilir pek az zafer kazandılar, ama cephe hattını da tuttular;
tek tük asker kaçakları bile görülmüyordu.” s. 15, 16, 17, 26, 28, 36, 37, 38
3.
Kitabın ana konusu, karşıt tezler:
a. CNT, FAİ ve POUM’un tezi, “Faşizme burjuva ‘demokrasisi’ yoluyla karşı
koymaktan söz etmek saçmadır. Burjuva ‘demokrasisi’ yalnızca faşizme verilmiş
başka bir addır; faşizm de öyledir; ‘demokrasi’ adına faşizme karşı savaşmak,
kapitalizmin bir biçimine karşı, yine onun her an ilkine dönüvermeye yatkın
olan bir başka biçimi adına savaşmak demektir. Faşizme karşı tek gerçek seçenek
işçi denetimidir… İşçiler silahlı kuvvetleri denetimleri altında tutmazlarsa,
silahlı kuvvetler işçileri denetimleri altına alır. Savaş ve devrim birbirinden
ayrılamaz… Kısacası, kabaca söylemek gerekirse, güçlerin sıralanması şöyleydi:
Bir yanda, işçi denetimini savunan CNT-FAI, POUM ve sosyalistlerin bir
kesimi; öte yanda merkeziyetçi hükümet ile silahlı orduyu savunan sağ kanat
sosyalistler, liberaller ve komünistler.” s.
73, 75
b. Özellikle
arkasında Sovyet Rusya olmak üzere Komünist Partisi, tüm ağırlığını devrime
karşı koymuştu. Devrimin bu aşamada ölüme mahkûm olduğu, dolayısıyla İspanya’da
işçi sınıfı egemenliğini değil, bir burjuva demokrasisini hedeflemek gerektiği
bir komünist teziydi. “Liberal” kapitalist bakışın da neden aynı çizgide
olduğuna ayrıca işaret etmeye hemen hiç gerek yok… Devrim ilerlerse, hiçbir
tazminat alma olanağı kalmayacak ya da çok az olacaktı; hâlbuki kapitalist
cumhuriyet hüküm sürerse yabancı yatırımlar güvence altında kalacaktı. Devrim
nasıl olsa bastırılacağına göre, hiç devrim mevrim olmamış gibi davranmak
birçok şeyi basitleştiriyordu… Komünist ve Komünist yanlısı basanın yaydığı
PSUC, Katalonya
Birleşik Komünist Partisi, ‘çizgi’si aşağı yukarı şuydu: ‘Şu anda savaşı
kazanmaktan başka hiçbir şey önemli değildir, savaşta zafer olmayınca her şey
anlamsızdır. Bundan ötürü bu an devrimi ileri götürmekten söz etmenin zamanı
değildir. Kolektifleştirmeyi zorla uygulamaya kalkarak… bizim safımızda
çarpışan orta sınıfları ürkütmenin sonuçlarına katlanamayız. Her şey bir yana,
etkili olabilmek için devrimci kargaşaya son vermek zorundayız. Yerel komiteler
yerine, güçlü bir merkezi hükümetimiz, gereği gibi yetiştirilmiş ve tek komuta
altında baştan aşağı silahlandırılmış bir ordumuz olmalıdır… Her kim iç savaşı
toplumsal devrime döndürmeye çabalıyorsa faşistlerin ekmeğine yağ sürüyordur.”s.
61, 62, 63, 64, 72
4.
Gerileme Dönemi : “Savaşın ve devrimin
patlak verişinden bir yıl sonra, ortada tümüyle sağ kanat sosyalistler,
liberaller ve komünistlerden oluşmuş bir hükümet kaldı. Sağa doğru genel kayma,
SSCB’nin Hükümet’e silah yardımına giriştiği ve iktidarın anarşistlerden
komünistlere geçtiği, 1936’nın Ekim-Kasım aylarına rastlar… Ruslar istedikleri
şartları kabul ettirebilecek konuma geldiler. Bu şartları özetle, ‘Devrimin
önünü alın, yoksa size silah yok’ olduğundan,
Komünistler… dur durak bilmeden, acı bir dille POUM’a ve tüm rütbelere
eşit maaş ödenmesini isteyen anarşist ilkesine sövdüler. İspanya’nın durumunda beklenilmeyen tek nokta…
Hükümet yanlısı partiler arasında komünistlerin, aşırı solun ilerisinde değil
de aşırı sağın ilerisinde durmasıydı. Komintern politikasının tümü, dünyanın
durumu göz önüne alınırsa… bu, bir askeri ittifaklar sistemine dayanan SSCB’nin
savunmasının gerekleriyle bağlantılıdır…
Bu arada, lütfen,
sıradan komünistlerin, hele hele Madrid dolaylarında kahramanca can veren
binlerce komünistin aleyhinde hiçbir şey söylemediğime dikkat ediniz. Fakat
parti politikasına yön verenler bu adamlar değildi. Daha yukarıdakilere
gelince, kurnazca hareket etmediklerine inanılamaz.” s. 65, 66, 67, 68, 69, 70, 81
“Barselona’ya savaş
sırasında, birkaç aylık aralıklarla giden herkes burada olup biten olağanüstü
değişikliklere dikkat etmiştir… 3,5 ay sonra devrimci hava kaybolmuştu. Ağustos
ayında orada olan bir kimseye, Barselona hiç kuşkusuz, Aralık’ta burjuva
görünürdü; Şimdi işler tersine dönmüştü. Barselona yeniden, savaş yüzünden
biraz yıpranmış ve sıkıntı çekmiş, ama işçi sınıfı egemenliğinin hiçbir
belirtisi kalmayan alelade bir şehre dönüşmüştü… Milis üniforması ve tulumlar
neredeyse büsbütün ortadan kalkmıştı, herkes İspanyol terzilerinin özellikle
ustası olduğu şık yaz takımları giyiyordu. Her yerde göbekli zengin adamlar,
zarif hanımlar ve pırıl pırıl arabalar görünüyordu… s. 128, 129,
131, 134
“Çok sayıda siyasi
zanlı, peşlerinde polis ve devamlı ele verilme korkusuyla saklanıyordu.
Pasaportsuz olan ve genellikle kendi ülkelerinde gizli polisçe aranan İtalyan
ve Almanların durumu en kötüsüydü. Yakalandıkları takdirde, sınırdışı edilerek
Fransa’ya gönderileceklerdi ki bu, Tanrı bilir onları en korkunç olayların
beklediği İtalya ya da Almanya’ya geri yollanmaları demekti… s.168, 197
---------------------------------------
BGST Yayınları, 4.
Baskı, Nisan 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder