16 Mart 2016 Çarşamba

Katalonya’ya Selam, George Orwell, 1116-63/CIII
---------------------------------------------------------------------------------
“İspanya’da dövüşen gönüllüler, bu savaşın anılarını yüreklerinde kötü bir yara gibi taşımışlardır. Çünkü insan, haklı olduğu halde yenilebileceğini, zorbalığın gayrete boyun eğdireceğini, kimi zaman cesaretin mükafatının olmadığını İspanya’da öğrenmiştir.” Albert Camus

Bu kitabı alıp da okumama neden olan, 26 Aralık 2015 tarihli Cumhuriyet Gazetesi yazarı Nilgün Cerrahoğlu’nun Sağanak adlı köşesindeki aşağıdaki satırlardır…

“Podemos’tan bahsederken ünlü yorumcu Pablo Sebastian: “Zirvedekilerin yüreği ağzında!” diye anlatıyor: Etkili internet gazetesi ‘republica.com’un kurucusu ve genel yayın yönetmeni olan dostum Sebastian’a ‘zirve/zirvedekiler’  ile tam olarak neyi kastettiğini soruyorum: Kinayeli bir dille ‘zenginlerin çatısı/penthouse’ olarak tanımladığı zirveyi Sebastian: 1) İktidar partisi (merkez sağ PP) ve statükonun ana muhalefeti (sosyalistler PSOE), ‘ Bizde de böyle bir parti var mı acaba? Benim notum.’ 2) Borsa, 3) Medya grupları, 4) Kraliyet, 5) İspanya’da hâlâ etkili olan Vatikan, 6) ABD Büyükelçiliği... şeklinde listeliyor. 

Sebastian’ın İspanya’da bu şekilde sıraladığı güç odakları, Podemos’un, Troçkici bir antikapitalist sol grup tarafından ilk kurulduğu 17 Ocak 2014 tarihinden itibaren bitmeyen bir kâbus yaşıyor.” 

İkinci paragraftaki kalın italik satırların dürtüsüyle aklıma İspanya İç Savaşında anarşistlerle, komüntern arasındaki çok yeterli bir bilgiye de sahip olmadığım siyasal tartışma geldi. Ve nasıl bilgi alırım sorusu beni önce André Malraux’un 17 Temmuz 1936’dan 1 Nisan 1939’a kadar süren İspanyol İç Savaşı kapsamındaki Umut[1] adlı romanına götürdü ama onun da içeriği savaşın siyasal analizinden uzak, film senaryosuna yakındı. Devam eden araştırmamda karşıma bu yazının konusu olan Orwell’in,  bana göre, İspanya İç Savaşı konusunda şimdilik en yetkin başvuru kitabını çıkardı.

Katalonya’ya Selam, okudukça bir yerlere varabileceğiniz, kimi sol siyasetin sorumluluğunu gözler önüne seren, özellikle İspanyol Komünist Partisi ve onunla bağlantılı olarak Sovyetler Birliği’nin, adeta devrim aleyhtarı bir faaliyet içinde eşitlik ve özgürlük ideallerini törpüleyen, satırlarında gizli… ki; POUM[2] saflarında bir milis olarak çarpışmış, ölümcül bir şekilde yaralanmış Orwell bunu, yaşananlar hakkında uzaktan yakından bilgisi ve ilgisi olmayan yazarların ve gazetelerin, gerçekleri çarpıtan dili ile değil, son derecede tarafsız ve dürüst bir dille anlatıyor. Uzatmadan ve sizlere, bizlere belki katkısı olur umuduyla kitabı aşağıdaki gibi biraz özetleyerek kitabı ilgilenenlere önereyim…
1.     İç Savaş’ın başlangıcı: Anarşistler, Katalonya’da hâlâ fiili denetimi ellerinde tutuyorlardı ve devrim henüz en canlı safhasını yaşıyordu… İşçi sınıfının iktidarda olduğu bir şehri ilk kez görüyordum. Küçüklü büyüklü tüm binalar  fiilen işçiler tarafından zapt edilmiş ve kızıl bayraklarla ya da anarşistlerin kırmızı-siyah bayraklarıyla donatılmıştı. Her duvara orak-çekiç ve devrimci partilerin isimlerinin baş harfleri çiziktirilmişti… Her dükkân ya da kahvehanede, işletmenin kolektifleştirildiğini belirten bir yazı asılıydı. Hatta ayakkabı boyacıları bile kolektifleştirilmişti, sandıkları da kırmızı-siyaha boyanmıştı…‘şık giyimli’ bir Allah’ın kulu yoktu. Herkesin üstünde kaba saba işçi kıyafetleri ile mavi tulumlar veya milis üniformasını andıran giysiler vardı…” s.10,11
2.     Milis sisteminin temel noktası, subay ve erler arasındaki sosyal eşitlikti. Generalden ere kadar herkes aynı parayı alıyor, aynı yemeği yiyor, aynı elbiseleri giyiyordu ve herkes tam bir eşitlikte kaynaşmıştı. Teorik olarak, herhangi seviyedeki bir milis birliği hiyerarşik değil, demokratikti… Bir emir verdiğiniz zaman, bunu üstten asta değil, bir yoldaştan başka bir yoldaşa veriyordunuz. Subay ve astsubay ayırımı vardı ama olağan anlamında askeri rütbe hiç yoktu. Milis güçlerinde, geçici olarak işleyecek bir çeşit sınıfsız toplum modeli oluşturulmaya kalkmışlardı… Hükümet, emrindeki birliklerin yetiştirilmesini bekleyecek olsaydı, Franko’ya karşı hiçbir zaman direnilemezdi. Sonraları, milis güçlerini yermek, dolayısıyla da talim ve silah yetersizliğinden ileri gelen hataların eşitlikçi sistemin sonucu olduğunu iddia etmek moda oldu… İşçi ordusunda disiplin, teorik anlamda gönüllülüğe bağlıdır. Sınıf sadakati esasına dayanır; halbuki burjuvaların zorunlu askerlerden kurulu ordusunda disiplin döner dolaşır gelir korkuya dayanır… Milis gücü sistemini aşağılayan gazeteciler, Halk Ordusu cephe gerisinde yetiştirilirken, milis güçlerinin cephe hattını tutmak zorunda kaldıklarını pek hatırlamazlar. Milis güçlerinin savaş alanında kalması bile ‘devrimci’ disiplinin gücünün kanıtıdır. Çünkü 1937 Haziran’ına kadar, milisleri oldukları yerde tutacak sınıf sadakatinden başka hiçbir şey yoktu… milisler, Tanrı bilir pek az zafer kazandılar, ama cephe hattını da tuttular; tek tük asker kaçakları bile görülmüyordu.s. 15, 16, 17, 26, 28, 36, 37, 38
3.     Kitabın ana konusu, karşıt tezler:
a.     CNT, FAİ ve POUM’un tezi, Faşizme burjuva ‘demokrasisi’ yoluyla karşı koymaktan söz etmek saçmadır. Burjuva ‘demokrasisi’ yalnızca faşizme verilmiş başka bir addır; faşizm de öyledir; ‘demokrasi’ adına faşizme karşı savaşmak, kapitalizmin bir biçimine karşı, yine onun her an ilkine dönüvermeye yatkın olan bir başka biçimi adına savaşmak demektir. Faşizme karşı tek gerçek seçenek işçi denetimidir… İşçiler silahlı kuvvetleri denetimleri altında tutmazlarsa, silahlı kuvvetler işçileri denetimleri altına alır. Savaş ve devrim birbirinden ayrılamaz… Kısacası, kabaca söylemek gerekirse, güçlerin sıralanması şöyleydi: Bir yanda, işçi denetimini savunan CNT-FAI, POUM ve  sosyalistlerin bir kesimi; öte yanda merkeziyetçi hükümet ile silahlı orduyu savunan sağ kanat sosyalistler, liberaller ve komünistler.” s. 73, 75
b.     Özellikle arkasında Sovyet Rusya olmak üzere Komünist Partisi, tüm ağırlığını devrime karşı koymuştu. Devrimin bu aşamada ölüme mahkûm olduğu, dolayısıyla İspanya’da işçi sınıfı egemenliğini değil, bir burjuva demokrasisini hedeflemek gerektiği bir komünist teziydi. “Liberal” kapitalist bakışın da neden aynı çizgide olduğuna ayrıca işaret etmeye hemen hiç gerek yok… Devrim ilerlerse, hiçbir tazminat alma olanağı kalmayacak ya da çok az olacaktı; hâlbuki kapitalist cumhuriyet hüküm sürerse yabancı yatırımlar güvence altında kalacaktı. Devrim nasıl olsa bastırılacağına göre, hiç devrim mevrim olmamış gibi davranmak birçok şeyi basitleştiriyordu… Komünist ve Komünist yanlısı basanın yaydığı PSUC, Katalonya Birleşik Komünist Partisi,  ‘çizgi’si aşağı yukarı şuydu: ‘Şu anda savaşı kazanmaktan başka hiçbir şey önemli değildir, savaşta zafer olmayınca her şey anlamsızdır. Bundan ötürü bu an devrimi ileri götürmekten söz etmenin zamanı değildir. Kolektifleştirmeyi zorla uygulamaya kalkarak… bizim safımızda çarpışan orta sınıfları ürkütmenin sonuçlarına katlanamayız. Her şey bir yana, etkili olabilmek için devrimci kargaşaya son vermek zorundayız. Yerel komiteler yerine, güçlü bir merkezi hükümetimiz, gereği gibi yetiştirilmiş ve tek komuta altında baştan aşağı silahlandırılmış bir ordumuz olmalıdır… Her kim iç savaşı toplumsal devrime döndürmeye çabalıyorsa faşistlerin ekmeğine yağ sürüyordur.”s. 61, 62, 63, 64, 72
4.    Gerileme Dönemi : “Savaşın ve devrimin patlak verişinden bir yıl sonra, ortada tümüyle sağ kanat sosyalistler, liberaller ve komünistlerden oluşmuş bir hükümet kaldı. Sağa doğru genel kayma, SSCB’nin Hükümet’e silah yardımına giriştiği ve iktidarın anarşistlerden komünistlere geçtiği, 1936’nın Ekim-Kasım aylarına rastlar… Ruslar istedikleri şartları kabul ettirebilecek konuma geldiler. Bu şartları özetle, ‘Devrimin önünü alın, yoksa size silah yok’ olduğundan,  Komünistler… dur durak bilmeden, acı bir dille POUM’a ve tüm rütbelere eşit maaş ödenmesini isteyen anarşist ilkesine sövdüler.  İspanya’nın durumunda beklenilmeyen tek nokta… Hükümet yanlısı partiler arasında komünistlerin, aşırı solun ilerisinde değil de aşırı sağın ilerisinde durmasıydı. Komintern politikasının tümü, dünyanın durumu göz önüne alınırsa… bu, bir askeri ittifaklar sistemine dayanan SSCB’nin savunmasının gerekleriyle bağlantılıdır…
Bu arada, lütfen, sıradan komünistlerin, hele hele Madrid dolaylarında kahramanca can veren binlerce komünistin aleyhinde hiçbir şey söylemediğime dikkat ediniz. Fakat parti politikasına yön verenler bu adamlar değildi. Daha yukarıdakilere gelince, kurnazca hareket etmediklerine inanılamaz.” s. 65, 66, 67, 68, 69, 70, 81

Barselona’ya savaş sırasında, birkaç aylık aralıklarla giden herkes burada olup biten olağanüstü değişikliklere dikkat etmiştir… 3,5 ay sonra devrimci hava kaybolmuştu. Ağustos ayında orada olan bir kimseye, Barselona hiç kuşkusuz, Aralık’ta burjuva görünürdü; Şimdi işler tersine dönmüştü. Barselona yeniden, savaş yüzünden biraz yıpranmış ve sıkıntı çekmiş, ama işçi sınıfı egemenliğinin hiçbir belirtisi kalmayan alelade bir şehre dönüşmüştü… Milis üniforması ve tulumlar neredeyse büsbütün ortadan kalkmıştı, herkes İspanyol terzilerinin özellikle ustası olduğu şık yaz takımları giyiyordu. Her yerde göbekli zengin adamlar, zarif hanımlar ve pırıl pırıl arabalar görünüyordu… s. 128, 129, 131, 134

Çok sayıda siyasi zanlı, peşlerinde polis ve devamlı ele verilme korkusuyla saklanıyordu. Pasaportsuz olan ve genellikle kendi ülkelerinde gizli polisçe aranan İtalyan ve Almanların durumu en kötüsüydü. Yakalandıkları takdirde, sınırdışı edilerek Fransa’ya gönderileceklerdi ki bu, Tanrı bilir onları en korkunç olayların beklediği İtalya ya da Almanya’ya geri yollanmaları demekti… s.168, 197
--------------------------------------- 
BGST Yayınları, 4. Baskı, Nisan 2014



[1] ) Umut, André Malraux, Bilgi Yayınevi, Şubat 1974 Basımı
[2] ) Birleşik Marksist İşçi Partisi, https://en.wikipedia.org/wiki/POUM

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder