Mal Sayımı, Erlend Loe
Çeviri: Dilek
Başak
“Yolun karşısında “Moods
of Norway” mağazası vardı.
Nina bunun bir hazır
giyim markası olmaması gerektiği kanısındaydı.
Onun yerine Norveç
halkının şımarık ruhundaki ikiyüzlü ahlak…
başkaları pahasına da olsa
sürekli zenginleşmemiz…
ve bunu hiç sorun
etmememiz üzerine yazılmış
karanlık ve tehlikeli bir şiir derlemesi
kitabı olmalıydı.”
***
Norveçli
romancı, senarist ve sinema eleştirmeni Erlend Loe; başkahramanları oldukça saf
olan duygusal ve ironik romanlarıyla Norveç
edebiyatının en çok okunan, romanları tezlere konu olan yazarlarından birisidir.
Romanlarında öyküler, varlıklarını korurken mizah ve hicivler satır aralarından
dillerini uzatıverir. Bu okuduğum beşinci romanı. Ancak bunun tonu daha karanlık
ve modern Norveç toplumuna yönelik eleştirileri -ya da toplumsal özeleştirileri-
daha yoğun.
Finli
yazar, Arto Paasilinna’nın Tavşan Yılı adlı eğlenceli romanı hariç “ bugüne kadar okuduğum “ İskandinav Edebiyatı, bir yandan İskandinav
ülkelerinin zengin doğası ile iç içe yaşarken bir yandan da o doğadan koparak bizzat
kapitalist pazarın ve kapitalist toplumsal sistemin yarattığı yabancılaşmayı
yaşayan insanların öykülerinden oluşuyor. Kendi doğasına ve dünyaya
yabancılaşan toplumların çığlığı romanlara, öykülere, şiirlere bir başka
deyişle sanatın bütününe yansıyor. Bu edebiyatın satırlarındaki mutsuzluk,
varsıllığa ipotek koyuyor. Toplumsal ilişkilerdeki, hatta aile ilişkilerindeki
yalnızlık, yaşama sevincini, heyecanını yitirmiş, tasada ve sevinçte paylaşacak
bir şey olmayan insanların kendine yonttuğu heykeller, kendine yazdığı eserler,
kendine boyadığı resimler ve kendine çektiği tasvirler, elektro manyetik
dalgalarla bize iletildiğinde de bize şaşkınlık düşüyor. Örneğin bu kitapta, Norveç’te
Oslo’da yaşayan insanların, ülkelerinin dışında hiç tanımadıkları bir dünyanın
olduğunu biliyorlar ama dünyadaki insanların arasına hiç karışmıyorlar. Uzay’dan
gelmiş gibiler. Norveç, sanki dünyadan kopuk
ayrı bir dünya… Norveç, çok para kazanıyorlar, demokrasi adına sendikal kastların
en üstünde yer alıyorlar. Her şeyin planlandığı gibi yaşandığı dünyalarına
rağmen bu toplumların hezeyanları ise günü ve gündemi saniyeler içinde değişen
bizleri hayrete düşürüyor.
Erlend Loe’nin bu romanı da onlardan birisi; romanın
kahramanı, altmış beş yaşına basmış, zamanın siyasi tınılarına yeterince ayak
uyduramayan… Seksenli yılların deneysel biçimlerinin karşısında kırılgan
şiirleri ile tanınan… geliri, bir elektrikçinin bir yılda
kazandığının yanında gayri safi milli hasıla istatistiklerine bile alınmayan Nina
Faber, iyi bir şairdir ama kaybetmeye mahkûmdur. Kitabın son satırları: -“Elinizden bu kadar mı geliyor? Ha ha! Gelin,
gelin! Şairim ben! Duyuyor musunuz? Şairim! Şairim! “ Nina’nın hayatının özeti
gibidir.
2013 yılında yazılmış bu kitabı biz Türkler için
ilginç kılan şey; Nina’nın on dört ay boyunca kaldığı İstanbul’daki evinden
görünen Boğaziçi manzarasının farklı biçimlerini; günden güne, saatten saate,
başka atmosferler altında ve farklı düşünsel çağrışımlarla izlenimci bir tarzda
betimleyerek… “Boğaziçi” başlığı altında yayınlaması ile Mal Sayımı kitabının kaleme
alınmasına neden olmasıdır.
Yayınevinin kataloğunda Boğaziçi adlı şiir derlemesi
hakkında şöyle yazılmaktadır: “Nina
Faber’in yetkin ve özlenen kaleminden dökülen Boğaziçi, bir yer olduğu kadar
eve, ölüme ve yaşama duyulan özlemin manalı ve yakın bir biçimde betimlendiği
bir durum da aynı zamanda… Faber’in pek
çok okuru bu son derece özgün yazarın nihayet aramıza dönmesinden memnun
olacak- üstelik her zamankinden daha iyi yazıyor!”
Okurla metin arasındaki buluşma, her şey yerli
yerine oturursa güzeldir. Ancak işler ters gittiğinde ıstıraplı ve travmatik
olabilir. Nitekim yukarıdaki paragrafta da izleneceği üzere bir şeyler ters
gitmektedir. Başkalarının eserlerini, bazen üretmesi yıllar alan eserleri
yorumlayarak yaşamak ve ekmeğini bu yolla kazanmak, oldukça özel ve bilhassa
karmaşık bir görevken, yukarıdaki paragrafın son satırlarındaki densizlik de ne
demektir? Nina uluslararası çoksatarlardan ve onları yazan sıradan yazarlardan
biri değildir ki…
***
Nina, Oslo’nun Song semt bostanındaki bahçesinde
huzur bulmakta… oğlu Ludvig ile anlaşamamakta… Psikologuna göre; altmış beş
yaşına rağmen hâlâ heyecan verici, cazip bir kadın olmanın yanısıra doğru ve
güzel satırlarıyla onun en beğendiği şairdir. Buna karşın, yıllardır ne
yaptığını bilmeden yazmış, hangisi yaşam, hangisi şiir kendisi de bilmiyordu
artık. Yazdıkları hakkında konuşmayı bırakmış, seveni sevmeyeni de onu yüzüstü
bırakmıştı.
Üniversitedeki Akademika Kitapevi’nden arayan,
öykünün kırılma noktasındaki karakter, Bjørn Hansen de mal sayımı
yapılacağı için Nina’nın Boğaziçi Kitabı’nın imza gününü iptal ettiklerini, bu
arada yeni kitabını çok iyi bulduğunu söyleyerek başarılar dilemiş, kısaca o da
Nina’yı ters köşeye yatırmıştır.
Ama darbenin büyüğü, üniversitenin Üniversitas
gazetesinden gelmişti. Nina, karşısında yer alan en önemli ikinci karakter, Roger
Kulpe tarafından kaleme alınan hakkındaki yazıyı öfkeyle okumuştu.
Başlık “ Fevkalade zayıf Faber!” diyor, “ … gerçek İstanbul’u kirletiyor, …
orada kalmış ama bir şey anlamamış, … bayağı, medeniyetçi çağrışımlarıyla
eskiden Konstantinopolis’te olduğu gibi başı filler tarafından ezilmeyi hak
ediyor.” diye ekliyordu.
Nina, kararsızdı. Acaba, adli sicilini kirletecek
bir şey yapsa, şiirleri daha çok mu okunurdu, bilemedi. Sonra sakinleşip Roger
Kulpe karşısındaymış gibi ona sordu. “- Jon Eikomo’yu tanıyor musun? - Evet. -
Ne yazık ki, o başkalarının yazdıklarını okur. Şiir yazmaz. Anladın mı?” “-
Başka? - Alf Prøysen. -Aptal, o çocuklar için yazar ve aslında müzisyendir.”
“-Peki ‘Gün, geceye soğuyor. Sıcağı ellerimden iç.’ İpucu vereyim, Edith…? -
Edith Piaf, mı? -Salak Edith Södergran.” “ Peki, Paul Celan’ı da mı duymadın?
Celan’ı bilmiyorsan değil şiir, edebiyat hakkında bile konuşamazsın. Sen şiir
üzerine yazı yazacak bir yetkinliğe sahip olmadığın gibi adam da değilsin.”
İşte
karşınızda Erlend Leo’nun karamsar kalemiyle, kararsız, başarısızlık
korkusu ve geçim derdi sırtında, yaşamı yazıya, yazısı yaşama bağlı olmasına
rağmen yazmayı sevmeyen, asi ve
otoriteye düşman, topluma ve Tanrı’ya kızgın Nina Faber.
Nina
Faber, Erlend Loe’nin Volvo Kamyonlar
kitabındaki, çarpıklıkların sonunun gelmeyeceğinden, evrenin yavaş, yavaş
genişlemesi gibi çok önceden belirlenmiş bir tempoyla bu çarpıklıkların her an
büyüdüğünden, daha da çarpıklaştığından derin bir şüphe duyan, asi ve otoriteye düşman, Tanrı’ya kızgın Maj Britt
Moberg’e nasıl da benziyor.
Siz, şimdi bizim afyonlu gündemimizden sıyrılıp, hâlinize
şükretmek için Norveç’in plastik gündemine katılın. Kalın sağlıkla, her zamanki
gibi kitapla…
28.11.2023
mehmetealtin, 192/CCXXII
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
Yapı Kredi Yayınları, 1.
Baskı, Ekim 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder