28 Kasım 2023 Salı

 

Mal Sayımı, Erlend Loe

Çeviri: Dilek Başak

 

“Yolun karşısında “Moods of Norway” mağazası vardı.

Nina bunun bir hazır giyim markası olmaması gerektiği kanısındaydı.

Onun yerine Norveç halkının şımarık ruhundaki ikiyüzlü ahlak…

başkaları pahasına da olsa sürekli zenginleşmemiz…

ve bunu hiç sorun etmememiz üzerine yazılmış

 karanlık ve tehlikeli bir şiir derlemesi kitabı olmalıydı.”

***

Norveçli romancı, senarist ve sinema eleştirmeni Erlend Loe; başkahramanları oldukça saf olan duygusal ve ironik romanlarıyla Norveç edebiyatının en çok okunan, romanları tezlere konu olan yazarlarından birisidir. Romanlarında öyküler, varlıklarını korurken mizah ve hicivler satır aralarından dillerini uzatıverir. Bu okuduğum beşinci romanı. Ancak bunun tonu daha karanlık ve modern Norveç toplumuna yönelik eleştirileri -ya da toplumsal özeleştirileri- daha yoğun.

 

Finli yazar, Arto Paasilinna’nın Tavşan Yılı adlı eğlenceli romanı hariç “ bugüne kadar okuduğum “  İskandinav Edebiyatı, bir yandan İskandinav ülkelerinin zengin doğası ile iç içe yaşarken bir yandan da o doğadan koparak bizzat kapitalist pazarın ve kapitalist toplumsal sistemin yarattığı yabancılaşmayı yaşayan insanların öykülerinden oluşuyor. Kendi doğasına ve dünyaya yabancılaşan toplumların çığlığı romanlara, öykülere, şiirlere bir başka deyişle sanatın bütününe yansıyor. Bu edebiyatın satırlarındaki mutsuzluk, varsıllığa ipotek koyuyor. Toplumsal ilişkilerdeki, hatta aile ilişkilerindeki yalnızlık, yaşama sevincini, heyecanını yitirmiş, tasada ve sevinçte paylaşacak bir şey olmayan insanların kendine yonttuğu heykeller, kendine yazdığı eserler, kendine boyadığı resimler ve kendine çektiği tasvirler, elektro manyetik dalgalarla bize iletildiğinde de bize şaşkınlık düşüyor. Örneğin bu kitapta, Norveç’te Oslo’da yaşayan insanların, ülkelerinin dışında hiç tanımadıkları bir dünyanın olduğunu biliyorlar ama dünyadaki insanların arasına hiç karışmıyorlar. Uzay’dan gelmiş gibiler.  Norveç, sanki dünyadan kopuk ayrı bir dünya… Norveç, çok para kazanıyorlar, demokrasi adına sendikal kastların en üstünde yer alıyorlar. Her şeyin planlandığı gibi yaşandığı dünyalarına rağmen bu toplumların hezeyanları ise günü ve gündemi saniyeler içinde değişen bizleri hayrete düşürüyor.   

 

Erlend Loe’nin bu romanı da onlardan birisi; romanın kahramanı, altmış beş yaşına basmış, zamanın siyasi tınılarına yeterince ayak uyduramayan… Seksenli yılların deneysel biçimlerinin karşısında kırılgan şiirleri ile tanınan… geliri, bir elektrikçinin bir yılda kazandığının yanında gayri safi milli hasıla istatistiklerine bile alınmayan Nina Faber, iyi bir şairdir ama kaybetmeye mahkûmdur. Kitabın son satırları: -“Elinizden bu kadar mı geliyor? Ha ha! Gelin, gelin! Şairim ben! Duyuyor musunuz? Şairim! Şairim! “ Nina’nın hayatının özeti gibidir.

 

2013 yılında yazılmış bu kitabı biz Türkler için ilginç kılan şey; Nina’nın on dört ay boyunca kaldığı İstanbul’daki evinden görünen Boğaziçi manzarasının farklı biçimlerini; günden güne, saatten saate, başka atmosferler altında ve farklı düşünsel çağrışımlarla izlenimci bir tarzda betimleyerek… “Boğaziçi” başlığı altında yayınlaması ile Mal Sayımı kitabının kaleme alınmasına neden olmasıdır.

 

Yayınevinin kataloğunda Boğaziçi adlı şiir derlemesi hakkında şöyle yazılmaktadır: “Nina Faber’in yetkin ve özlenen kaleminden dökülen Boğaziçi, bir yer olduğu kadar eve, ölüme ve yaşama duyulan özlemin manalı ve yakın bir biçimde betimlendiği bir durum da aynı zamanda…  Faber’in pek çok okuru bu son derece özgün yazarın nihayet aramıza dönmesinden memnun olacak- üstelik her zamankinden daha iyi yazıyor!

 

Okurla metin arasındaki buluşma, her şey yerli yerine oturursa güzeldir. Ancak işler ters gittiğinde ıstıraplı ve travmatik olabilir. Nitekim yukarıdaki paragrafta da izleneceği üzere bir şeyler ters gitmektedir. Başkalarının eserlerini, bazen üretmesi yıllar alan eserleri yorumlayarak yaşamak ve ekmeğini bu yolla kazanmak, oldukça özel ve bilhassa karmaşık bir görevken, yukarıdaki paragrafın son satırlarındaki densizlik de ne demektir? Nina uluslararası çoksatarlardan ve onları yazan sıradan yazarlardan biri değildir ki…

***

Nina, Oslo’nun Song semt bostanındaki bahçesinde huzur bulmakta… oğlu Ludvig ile anlaşamamakta… Psikologuna göre; altmış beş yaşına rağmen hâlâ heyecan verici, cazip bir kadın olmanın yanısıra doğru ve güzel satırlarıyla onun en beğendiği şairdir. Buna karşın, yıllardır ne yaptığını bilmeden yazmış, hangisi yaşam, hangisi şiir kendisi de bilmiyordu artık. Yazdıkları hakkında konuşmayı bırakmış, seveni sevmeyeni de onu yüzüstü bırakmıştı.

 

Üniversitedeki Akademika Kitapevi’nden arayan, öykünün kırılma noktasındaki karakter, Bjørn Hansen de mal sayımı yapılacağı için Nina’nın Boğaziçi Kitabı’nın imza gününü iptal ettiklerini, bu arada yeni kitabını çok iyi bulduğunu söyleyerek başarılar dilemiş, kısaca o da Nina’yı ters köşeye yatırmıştır.

 

Ama darbenin büyüğü, üniversitenin Üniversitas gazetesinden gelmişti. Nina, karşısında yer alan en önemli ikinci karakter, Roger Kulpe tarafından kaleme alınan hakkındaki yazıyı öfkeyle okumuştu. Başlık “ Fevkalade zayıf Faber!” diyor, “ … gerçek İstanbul’u kirletiyor, … orada kalmış ama bir şey anlamamış, … bayağı, medeniyetçi çağrışımlarıyla eskiden Konstantinopolis’te olduğu gibi başı filler tarafından ezilmeyi hak ediyor.” diye ekliyordu.

 

Nina, kararsızdı. Acaba, adli sicilini kirletecek bir şey yapsa, şiirleri daha çok mu okunurdu, bilemedi. Sonra sakinleşip Roger Kulpe karşısındaymış gibi ona sordu. “- Jon Eikomo’yu tanıyor musun? - Evet. - Ne yazık ki, o başkalarının yazdıklarını okur. Şiir yazmaz. Anladın mı?” “- Başka? - Alf Prøysen. -Aptal, o çocuklar için yazar ve aslında müzisyendir.” “-Peki ‘Gün, geceye soğuyor. Sıcağı ellerimden iç.’ İpucu vereyim, Edith…? - Edith Piaf, mı? -Salak Edith Södergran.” “ Peki, Paul Celan’ı da mı duymadın? Celan’ı bilmiyorsan değil şiir, edebiyat hakkında bile konuşamazsın. Sen şiir üzerine yazı yazacak bir yetkinliğe sahip olmadığın gibi adam da değilsin.”

 

İşte karşınızda Erlend Leo’nun karamsar kalemiyle, kararsız, başarısızlık korkusu ve geçim derdi sırtında, yaşamı yazıya, yazısı yaşama bağlı olmasına rağmen yazmayı sevmeyen, asi ve otoriteye düşman, topluma ve Tanrı’ya kızgın Nina Faber.  

 

Nina Faber, Erlend Loe’nin Volvo Kamyonlar kitabındaki, çarpıklıkların sonunun gelmeyeceğinden, evrenin yavaş, yavaş genişlemesi gibi çok önceden belirlenmiş bir tempoyla bu çarpıklıkların her an büyüdüğünden, daha da çarpıklaştığından derin bir şüphe duyan, asi ve otoriteye düşman, Tanrı’ya kızgın Maj Britt Moberg’e nasıl da benziyor.

 


Siz, şimdi bizim afyonlu gündemimizden sıyrılıp, hâlinize şükretmek için Norveç’in plastik gündemine katılın. Kalın sağlıkla, her zamanki gibi kitapla…

 



28.11.2023 mehmetealtin, 192/CCXXII

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------   

Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, Ekim 2023

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder