17 Aralık 2023 Pazar

 


Ölmek Zor İş, Halid Halife

Çeviri: Mustafa İsmail Dönmez

 

“Babasının Brezilya ve Alp Dağları’na dair her şeyi bildiğini, ama komşularının evinde neler olup bittiğinden haberi olmadığını söyledi. Onların korkaklığı, ülkeyi kızlarını satacak duruma düşürmüştü.”

***

Bu romanı tanıtmak adına yaptığım çalışma sırasında, 01 Ocak 1964’de doğan, 30 Eylül 2023’de kaybettiğimiz yazarı Halid Halife’nin yaşamına ilişkin kaynaklara zor ulaştım. Türkçe ve Batı dillerinde kaynak yok gibi. Ben de Arapça kaynaklara ulaşarak, kitaptan önce yazarı hakkında edindiğim bilgilerle çıkınınızı doldurmak istedim.

 

Komşu olduğumuz… Komşuluktan öte iktisadî, siyasî, içtimaî ve askerî hayatımızın eş gündeminde yer alan, dostumuz… Suriyeliler ile aramızdaki ortak kültür ve çıkarların uzun erimde yıkılması olanak dışı olsa da, ne yazık ki son dönemde içe dönük siyasi projelerle düşmanımız olan Suriye uyruklu Halid Halife: 01 Ocak 1964’de Halep’te doğdu. Halep Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okudu ancak, ekmeğini roman, şiir ve dizilere, belgesellere ve filmlere senaryo yazarak kazandı.

Yaşamının bir bölümünü İsviçre’de sürdürdükten sonra, 30 Eylül 2023’de Şam’da öldü.

 

1993'te yayımlanan ilk romanı, Aldatının Gardiyanı’nı,  2000’de El-Karbat Defterleri izledi. 2006’da yayımlanan - Nefrete Övgü Bağımsız Uluslararası Ödül ve Arap Roman Ödülü'ne aday gösterildi. Suriyeli bir ailenin üyelerinin hayatlarının, Suriye rejimi ile Müslüman Kardeşler arasındaki savaştan nasıl etkilendiğini konu alan Nefrete Övgü romanını yazmak için on üç yıl harcadı. Arapça çeviriden adını çıkaramadığım vatandaşı kadın bir blogger ile yaptığı söyleşide Nefrete Övgü romanında herhangi bir siyasi düşüncenin savunuculuğunu yapma niyetinde olmadığını belirterek, şunları söylüyor: "Her şeyden önce bu romanı Suriye halkını savunmak ve bunun sonucunda yaşadıkları acıları protesto etmek amacıyla yazdım.”  2013’de Türkçe de yayınlanan - Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok romanı ile (Necib Mahfuz Kurgu Ödülü'nü kazandı ve Uluslararası Arap Kurgu Ödülü'ne aday gösterildi). 2016’da Ölmek Zor İş ve 2019’da - Kimse Onlar İçin Dua Etmedi romanları yayımlandı ve 2020 Uluslararası Arap Kurgu Ödülü'nün uzun listesinde yer aldı. Romanları, Türkçe,  Fransızca, İtalyanca, Almanca, Norveççe, İngilizce ve İspanyolcaya çevrildi.

 

Gençliğinden itibaren adından söz ettiren Halife, politik çıkışlarıyla ve aktivistliği ile de tanınıyor. Ülkesindeki yolsuzluklara ve 1982’de Hama’da yaşanan katliama karşı düzenlenen gösterilerde ön saflarda yer alması, Halife’nin bilinirliğini arttıran eylemler olarak öne çıktı. Kitaplarında bu olayların yanı sıra önce Hafız Esad’ın, daha sonra Beşşar Esad’ın Baas Partisi aracılığıyla toplumsal hareketlere ket vurup rejim muhaliflerini susturmaları, uyguladıkları etnik kimlik ayrımcılığını ve sosyal hayata getirdikleri kısıtlamaları işledi.

 

Ancak, bugünkü Suriye’nin aynasının arkasında yer alan 2 Şubat 1982'de Suriye hükûmetinin Hama şehrinde başlayan ayaklanmayı bastırmak amacıyla başlattığı katliamın yanlışlığı yanında,  Nusayri kökenli olan Hafız Esad'ın rejimini kabul etmeyen… 1976'da başlayan Lübnan İç Savaşı'na saplanıp kalmış olan Suriye'nin çalkantılı konumundan faydalanmak isteyen Sünni Müslüman Kardeşler Cemaati’nin 1979 Haziran'ında, Halep'teki bir topçu okulunda çoğu Nusayri olan 83 askerî öğrencinin öldürülmesi ve Ağustos-Kasım 1980 arasında Şam'da yüzlerce kişinin öldürüldüğü bombalı saldırılardan hiç söz etmedi.

 

Nitekim izleyen süreçte, İslamcılar ve diğer muhalif militanlar Hama'yı "kurtarılmış şehir" ilan ederek, Baas Partisi üyelerinin, hükûmet ajanlarının ve rejim destekçilerinin evlerini bastılar ve yaklaşık elli kişiyi öldürdüler Suriyelileri “kâfir” olarak adlandırdıkları hükûmet güçlerine karşı ayaklanmaya çağırdılar. Suriye’nin ve komşularının kaynaklarında gözü olan emperyalizmin ve onların artıklarından beslenen yereller ile taşeron tetikçilerin kışkırtmalarıyla, Şubat 1982'de muhafazakâr Sünni şehri Hama'da başlayan bir genel ayaklanmayla doruğa çıkarak çatışmalar iç savaş olarak günümüze evrildi. Halid Halife’nin kitabında bunlardan bir iz bile göremedim.

 

Bu savaşta Suriye büyük bir yıkıma uğradı. Yazar, “23 Mart 2023, Cumhuriyet Kitap, s.10’da kitabın çevirmeni Mustafa İsmail Dönmez ile yaptığı söyleşide”  en büyük kaybı olanın, zafer elde ettiğini sanan rejim olduğunu söylese de – bana göre- ve ne yazık ki, kaybeden Suriye halkı oldu. Bu nedenle tüm kesimler kaybetti diyebiliriz. Savaşta ölüm dâhil yaşamın her ayrıntısı akıl almaz bir şekilde değişiyor. Ama değişmeyen tek şey kalıyor. Ezilenler, ezilmeye devam ediyor.

***

Romanın öyküsünün özeti, Suriye İç Savaşı’nın sıradanlıktan çıkmış bin bir çeşit ölümün yanında, sıradanlaştırılmaya çalışılan bir cenaze töreninin, bir babanın vasiyetinin üç kardeş tarafından yerine getirilmesidir. Ancak bu sadece bir görüntüdür. Şam’dan yola çıkıp babanın köyü İnnabiye mezarlığında kız kardeşinin yanına gömülmesini kapsayan normalde olması gereken altı saatlik sürecin günlere yayıldığını ve öykünün omurgasında bir aile hesaplaşması olduğunu görürüz.

 

Öyküye konu olan, vefat eden öğretmen Abdüllatif Salim, çevresinde, makyajlanmış bir biçimde kibar, yardımsever ve sevecen bilinmekle beraber, eşi ve çocuklarına karşı davranışları katı ve hoşgörüden yoksundur. Eşiyle bahçelerinde uyumlu bir çift gibi çiçeklerle ilgilenmesi koca bir yalandı. Eşi kırk yıl bu rolü oynamıştı.  Romanın ana karakterleri olan çocukları: Babasının Brezilya ve Alp Dağları’na dair her şeyi bildiğini, ama komşularının evinde neler olup bittiğinden haberi olmadığını söyleyerek evden ayrılan, içlerindeki en zeki, güçlü, hırslı bir genç olan, Fatma’ya buyurgan, hem babasıyla hem de Bülbül ile ilişkisi çocukluğundan beri sorunlu Hüseyin… kendini güzel ve çekici olduğuna inandıran, yaptıklarının mükemmel olduğunu sanan, gerçekte hiçbir şeyi tam yapamayan Fatma… ile hiçbir şeye itiraz edemeyecek kadar çekingen ve korkak, aşktan da, yaşamaktan da, siyasetten de korkan Bülbül… ama yine de bu roman asıl adı Nebil olan Bülbül’ün üstünden yürüyen, kısaca Bülbül’ün romanı.

 

Öyküsünde Suriye’nin yakın tarihi, sosyo-kültürel yaşamı içinde yer alan bir ailenin yaşamının geçmişi anlatılıyor.

 

Ölümsüz sırlar gecesi adını verdikleri anılarının tamamını canlandıramadan ruhunu teslim eden Abdüllatif,  gözlerindeki son ferle, Nevin’i tutkuyla öperken, son sözleri…  Geleceğini yakmak yerine kendini yakıp hece taşı bile olmayan bir mezarda yatan kız kardeşi, Leyla’nın ölümünden duyduğu, kefaretini bir türlü ödeyemediği sorumlukla, onun yanına gömülmek isteğiydi. Ökü böyle başlar.

 

Bu isteği yerine getirmek için yola çıkan kardeşler arasındaki yaralar, iyileştirilebilir miydi? Suriye İç Savaşı’nın gölgesinde her an ölümle karşı karşıya kalan Bülbül, Hüseyin ve Fatma’nın kendileri ve babaları Abdullatif Salim, anneleri ve halaları arasındaki problemli ilişkiler bu yolculuktaki beraberlik süresinde sağaltılabilir miydi? Muhaberat’ın aradığı Abdüllatif tutuklanmadan defnedilebilecek mi? Göreceğiz…

 

Karısı öldükten beş yıl boyunca tamamen içine kapanan Abdüllatif, yatağını ve her gün kullandığı için ayrılmaz parçası haline gelen eşyalarını terk etmiş, -romanın ikincil önemli karakterlerinden- Nevin’in yaşadığı rejime karşı gemilerini yakmış küçük bir beldenin saygın hocası haline gelmişti. Onlara yoldaşlık etmiş, bu arada Nevin ile evlenmişti.  

 

Kırk yıl önce genç ve güzel bir kız olan Nevin, aynı okulda sözleşmeli resim öğretmeni olarak kendisini Abdüllatif’e tanıtmış, Abdüllatif’in ona tutkusu o gün başlamıştı. Küçük Moskova olarak bilinen Derizzor’a bağlı Muhasan kasabasında yaşıyor, Fırat lehçesi ile konuşuyordu. Özel hayatına kimsenin yaklaşmasına izin vermez, kadife sesiyle söylediği eski Irak şarkılarıyla insanı baştan çıkarırdı.  Zamanın gerçek anlamını idrak edebilmek için çocuklukla yaşlılık arasındaki oyalanma yıllarının kasten heba edilmesi gerekiyordu. Bu, sadece aşığın ıstırabının sona ereceği ana kavuşması için yaşanması gereken zamandı. Yıllar sonra kendisini sessizce seven adamın acısını duyumsamak için Abdüllatif’i arayacak, onu artık bekletmeyecekti. Kalan yaşamını rejim tarafından öldürülen iki oğlunun anılarıyla tek başına geçirmek istemediğini söyledi. Her ikisi de umutlarını yitirmenin uçuruma yuvarlanmak olduğunu kavramışlardı.

 

Yolculuğun menzilinde, ölmeden önce Cemil’e âşık olan -diğer ikincil önemli karakter- Leyla’nın mezarı bulunmaktaydı. Çok güzel ve güçlü bir kız olan Leyla, Bülbül’ün annesinin de yakın arkadaşıydı. Abdüllatif ile kuzenleri Cemil ve Abdülkerim, Üç Silahşorlar olarak anılırlardı. Üçü de Baas Partisi militanıydı. Filistin’in özgürleşeceğine, Mescid-i Aksa’da namaz kılacaklarına tereddütsüz inanmışlardı. İlerleyen yıllarda, Cemil iftiraya uğramış ve idam edilmişti. Leyla ise Cemil’in ölümünden sonra ona yaktığı ağıtlarla gündem olmuş, başkalarının kendisi için seçtiği hayatı kabullenmemiş, düğün günü, çatıya çıkıp kendini ateşe vererek, alevler vücudunu sarsın diye bir semazen gibi dönerek ruhunu teslim etmişti.

 

Bülbül, üniversiteye giderken, fakir askerler, memurlar ve uzak köylerden gelen çiftçiler arasında oturuyordu. Oturduğunuz yer önemliydi. Çünkü TV kanal seçimlerinize göre damgalanabilir, bir anda kendinizi Muhaberat’ın elinde bulabilirdiniz. Halkın çoğu Hıristiyan’dı. Dürzi ve farklı mezheplerden Müslümanlar da vardı. Üniversiteden arkadaşı Hıristiyan Lemya da burada yaşardı. Bülbül, yanından bir kadın geçtiğinde yere bakar, yere düşen çocuklara yardım eder ama sokaktaki tüm kadınları arzular, postanede çalışan komşusu Samar’ın memelerini somurmak ister, açık pencereleri dikizlerdi. Bülbül’ün asıl adı Nebil’ di. Lemya,  sevgisini ilk kez göstermek için ona Bülbül diye seslenmiş ve öyle de kalmıştı. Bülbül, tatillerde Şair Riyad Salih el-Hüseyin’in şiirlerinden alıntılar yaparak Lemya’ya ifşa olmaması gereken, manastırların derin mahzenlerinde yüzlerce yıl saklanacak kıymetli ikonalar gibi mektuplar yollardı.

 

Bülbül, Felsefe Bölümünde okuyor, düşünmeyi teşvik eden hocaları okuldan atılıyordu. Düşünmek sorgulanması gereken bir suçtu. Muhbirler hocaları dinsizlik, ateizme teşvik, iktidara ve Arap milliyetçiliğine sövmekle suçluyorlardı.  Onu en çok korkutan değişiklik ve devrimin artık zorunluluk olduğunu söyleyen tek yol devrim boyutundaki Lemya’ya katılıp tehlikeye atılmaktı. 

 

Yıllar sonra Bülbül’ün karısı Hiyam ile eski sevgilisi Lemya ve kocası Zuhayr, hep beraber buluştuklarında hiç birisinin çevrelerinde bir iz bırakmadığını anlamışlardı. Ancak Lemya ve Zuhayr şimdi devleşmiş, rejime karşı Yermuk kampında komşularının tesettürlü diye terörist diye ilan ettikleri kişilere bile yardım elini uzatmışlardı. Lemya, Bülbül’e aptalca şeyler yapma cesaretini veren belki de tek kişiydi. Ama Bülbül, Leyla’ya aşkını itiraf edecek kadar cesur olamamıştı. Nehirde yüzen bir çiçek demetini gördüğünde onu tam vaktinde ve yerinde yakalama anını kaçırmış, nehir de onu alır götürmüştü.  

 

Babalarını defnetmek için günlerce, askerî, siyasî ve vicdanî barikatlardan zorlukla geçerek giden kardeşler, Bülbül kolayca vaz geçilebilecek gereksiz bir varlık olduğundan mıdır, bilinmez  “bir günde”  Şam’a geri dönerler! Bu, yaşasaydı yazara sorulabilecek bir soru olarak her zaman aklımda kalacak.

 

Yeni yılda tasasız, sağlıklı ve her zamanki gibi kitapla kalmanızı dilerim. 



17.12.2023 mehmetealtin, 297/CCXXIII

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------   

Deli Dolu, Tudem Yayın Gurubu, 1. Baskı, Şubat 2023


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder