6 Kasım 2023 Pazartesi

 

Rüzgârın Gölgesi, Carlos Ruiz Zafón

Çeviri: İdil Dündar

“Kitap, şarap rengi deriyle ciltlenmiş,

tepedeki kubbenin damıttığı ışıkta altın rengi harflerle başlığını fısıldıyordu.”

***

La sombra del viento, Rüzgârın Gölgesi, adıyla yayınlanan büyülü gerçekçilik ve polisiyeye yakın romanın kurgusunda, Julián Carax’ın yazdığı her kitabı yakmaya, yok etmeye yeminli bir adamın izini sürme arayışı yer alır. Öykü 1945'te Barselona'da geçer. Her biri diğerinden bağımsız belirli noktalarda karakterleri buluşan, Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı dizisini oluşturan dört kitabın ilkidir. Bir sonraki roman El juego del ángel, Meleklerin Oyunu da 1920'ler ve 1930'lar Barselona'sında geçer. İzleyen roman, El prisionero del cielo, Cennet’in Tutsağı ile 1940'lara geri döner. El laberinto de los espíritus, Ruhların Labirenti, dizinin son kitabıdır.

Bu roman, İspanya İç Savaşı’nın izlerini derinden taşımakta, ancak sadece savaş ve savaş sonrası zenginliğin karanlık ve kirli yüzünü, siyaset, ticaret, kilise ve güvenlik kurumlarının birlikteliğini yansıtmaktadır. Romandan bize yansıyan, plütokrasi yaşantısında bireyler arasındaki ilişkilerden ibarettir. İşçi sınıfının varlığını göremeyiz.

Öykü, anlatıcı ve ana kahraman Daniel Sempere’nin kitapçı babası Bay Sempere’nin oğlunu gizemli, kutsal bir sığınak olan, kitaplarla yaşayıp hayal kuranların ruhunu taşıyan, Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı'na götürmesiyle başlar. Kitaplığın sorumlusu, Isaac Monfort’un “Bir kitap her el değiştirdiğinde, bir kütüphane yok olduğunda, bir kitapçı kapılarını kapattığında, bir kitap unutulmuşlukla kaybolduğunda, biz, bekçiler, onun buraya ulaşmasını sağlarız.” diye tanıttığı kitaplıkta Rüzgârın Gölgesi kitabını seçtiğinde, Daniel Sempere’nin hayatı sonsuza kadar değişir. Savaş sonrasında yaşanan o yavaş geçit töreninin, üstü örtülü hınçlar dünyasının, yaralı şehrin duvarlarından kan gibi süzülen o dilsiz kederin, şehrin ruhunun gerçek yüzü olduğu kanısıyla büyümüş, sevgi dolu, arkadaş canlısı hayatı, çocukluktan yetişkinliğe, gerilim ve endişeye doğru evrilir.


Küçükten beri kitaplar ve kitapçılar arasında büyüyen Daniel, romancı olmak hayali ile yaşamakta, bu ebedî ve edebî hayalinin temelinde bir dükkânda gördüğü harika mekanizmasıyla… gümüş, altın kaplamaları ve İskenderiye Feneri gibi ışıldayan bir barok fantezisi olan kalem bulunmaktadır.([1]) Dolmakalemlerin kraliçesi, Montblanc Meisterstück markalı, numaralı bir seriden olan kalem, zamanında Victor Hugo’nun Sefiller’i yazdığı kalemdir. Dolmakalem yokluğunda babasının verdiği Staedtler iki numara bir kurşunkalem ise o büyülü dolmakalemin etrafında şekillenen öyküden uzaktır. Kalemin sahibi olan romancının acılar içindeki ruhu tarafından ele geçirilen dolmakalem, çömezin eline bir geçse, eski sahibinin hayattayken bitiremediği eseri kâğıda dökmeye başlayacaktı.

Daniel, Rüzgârın Gölgesi kitabını ve Julián Carax’ın adını daha önce hiç duymamıştır. Basım bilgilerine göre bu kitap Aralık 1935’de Cabestany Editores tarafından basılan iki bin beş yüz kitaptan biridir. Kitabı ilk okuyuşunda, farkına varmadığı kadanslar ve dönüşler, çınlayan bilmeceler keşfeder. Yeni ayrıntılar, imge dizileri ve yanılsamalar, farklı açılardan seyredilen bir binanın planı gibi satırlar arasında belirir. Kitaptaki biyografiye göre Julián Carax, 1900 yılında Barselona’da doğmuş, yirmi yedi yaşında bir gençtir. Paris’te yaşamakta, Fransızca yazmakta, geceleri de bir pavyonda piyanist olarak çalışmaktadır. 1935 yılına kadar Paris’te lüks bir hapishanedeymiş gibi yaşamış ve ardından Barselona’ya dönmüştür.

Rüzgârın Gölgesi’ni başarılı kılan, ayrı kulvarlarda başlayan, yirmi bir yıllık bir süre içinde iç içe geçmiş iki öykünün, aynı kulvarda bitirilerek anlatılmasıdır. Ancak karakterlerin her iki kulvarda da yer alması ve geçmişe dönük anlatımları, beni  dokuz bölümlük kitabın, bölüm içeriklerine sadık kalarak tanıtmayı zorunlu kıldı.   

 

·     Romanın 1. Bölümü Külden Günler 1945-1949 arasını kapsar. Kitaba hayran kalan Daniel, bir kafede kitaplar konusunda son derecede donanımlı ve bilgili olan Gustavo Barceló ile tanışır ve elindeki kitabın, yazar Julián Carax'a ait mevcut tek kopya olduğunu ondan öğrenir.  

Barceló, Daniel’i evine davet eder ve görme engelli yeğeni Clara Barceló ile tanıştırır. İç savaş öncesi Barselona’da hiçbir sorun yaşanmayacağını, Hristiyan medeniyetinin beşiği ve zirvesi – bana göre ise Aztek ve Mayalar’a yaptıklarıyla en vandal örneklerden birisi - İspanya’da barbarlığın, anarşistlerin işi olduğunu… ve onların da bisikletleri ve çoraplarındaki yamalarla fazla yol alamayacağını… düşünenlerden biri olan Clara’nın babası: Montjuic kalesinde yerde bulunan bir kol saatinde yazılı isme göre; İberya Anarşist Federasyonu’nun FAI’nin eski tetikçisi, hizmetini anarşistler, komünistler ve faşistler arasından en çok para ödeyene satan… Barselona’nın düşmesinden sonra da polis kuvvetlerine katılan… öykünün en kötü, en karanlık kahramanı, Müfettiş Francisco Javier Fumero Almuñiz tarafından katledilmiştir.

Clara, Daniel'e Carax'ın "Kırmızı Ev" adlı kitabını da okuduğunu ve Carax'ın hayatı hakkında öğrenebildiği tek şeyin, bir dönem yaşadığı Paris'ten hemen sonra ortadan kaybolması olduğunu söyler. Birlikte Rüzgârın Gölgesi’nin bu gizemli yazarını araştırmaya başlarlar ve aralarındaki dostluk, platonik bir aşka dönüşür, hatta Daniel, ondan etkilenip kitabın tek kopyasını ona verene kadar da artar.

·   Rüzgârın Gölgesi'nin 2. Bölümü, Sefalet ve Beraberindekiler 1950-1961 arasını anlatır. Clara, Daniel'in 16. doğum günü partisine gelmeyince, öfkeli bir şekilde sokaklarda dolaşan Daniel’in karşısına aniden çıkan bir yabancı onu şaşırtır. Yabancı, “Julián Carax benim uzmanlık alanımdır Daniel. Dünyayı dolaşıp kitaplarını arıyorum.” diyerek, Rüzgârın Gölgesi kitabını mutlaka geri alması gerektiğini söyleyerek Daniel’i tehdit eder. Adı Laín Coubert olan adamın yüzü, ateşin tükettiği siyah ve bereli bir maskeden ibarettir. Bu gizemli karakter, Carax'ın metninde şeytanı temsil eder. Hikâye boyunca onun Carax'ın romanlarına karşı bir takıntısı olduğunu ve bulduğu bütün kopyaları yakabilmek için her türlü yolu denediğini görürüz.

Clara'ya verdiği kitabı gizlice geri alan Daniel, kitabı saklamak için işbirliği yaptığı Isaac Monfort’tan, kızı Nuria Monfort Masdedeu’un Carax’a âşık olduğunu ve Nuria'nın, Julián Carax'ın kitaplarının her birinin bir kopyasını, tamamen yok edilmeden önce Unutulmuş Kitaplar Mezarlığında sakladığını öğrenir.  Bir dükkândan içeri girmekle bile kendisine âşık eden Nuria Monfort, hikâyenin kilit karakteridir. İki hikâye arasındaki bağlantıyı o kurar. Bir yanda romanın başkahramanı Daniel’in anlatımı, öte yandan yıllar önce yaşanan olayları ortaya koyan Nuria’nın bıraktığı mektup, öykünün bütününü anlamamızı ancak sağlar.

 

·     3. Bölüm Gerçek Bir Dâhi 1953’e mekanik yetenekleriyle ad veren;  Daniel’in okul yıllarından beri tanıdığı en iyi arkadaşı Tomás Aguilar, görünümüyle insanları korkutan, buna karşılık her türlü çatışmadan uzak duran barışçı ve iyi huylu bir kişidir. Garip icatlar ve mekanik aletler ilgi alanıdır.  Daniel’in sokakta yaşamaktan kurtardığı ve kitapçı dükkânlarında çalışmaya başlayan ve giderek Sempre ailesinin en büyük dostu olacak, ilerlemeyi sağlayan tek şeyin arsızlık olduğuna inanan, nüfusta kayıtlı adını en son asılı bir afişte gören,  Romero de Torres Fermin’e sorarsak Tomás, yetenekli ama hedefsizdir.

Daniel’in âşık olduğu, kız kardeşi Beatriz Aguilar, İspanyol ırkının genetik üstünlüğünden söz eden, Bolşevik İmparatorluğunun yaklaşan çöküşü hakkında sürekli nutuklar atan varlıklı falanjist bir teğmenle nişanlıdır.  Ancak Beatriz onu sevip sevmediği konusunda ikirciklidir ve Daniel ile daha iyi anlaştığını düşünmektedir.

Bölüm, Daniel’in kitapçı dükkânlarında bulduğu, Carax’ın bir kadınla çekilmiş, fonda Carax’ın babasının şapkacı dükkânını betimleyen Antonio Fortuny’nin Oğulları yazılı, yanarak yıpranmış bir fotoğrafla biter.

 

·  Gölgeler Şehri 1954, romanın en uzun bölümü olan gelişme bölümüdür. 1914 Ekiminde Fortuny şapkacısının önünde duran bir araçtan, sağ elinde bankaların ve bölgenin yarısındaki arazilerin dizginleri, sol elinde temsilciler meclisi, belediye, birkaç bakanlık, gümrük müdürlüğü ile piskoposluğun ipleri olan birisi, Bay Ricardo Aldaya’nın küstah ve kibirli bedeni iner. O günden itibaren Julián’ın, yaşamı artık Tibidabo Bulvarı’ndaki “El Frare Blanc”, yani Aldaya’ların evi ile Aldayalar’ın sahibi oldukları San Gabriel Koleji’nde şekillenmeye başlar. San Gabriel’in öğrencileri aristokratik ve küstah prensler gibi,  öğretmenleri ise uysal, çok bilgili hizmetçileri andırmaktadır. Ama Carax tam olarak onlardan biri değildir.

 

San Gabriel’deki ilk arkadaşı, tanıştıklarında Julián’a elini uzatan, bakışlarında meydan okuma ve küstahlık, küçümseme ve yapay nezaketiyle Ricardo Aldaya’nın oğlu, Penelope Aldaya’nın kardeşi, Jorge Aldaya, en iyi arkadaşı ise nihayetinde öz kardeşi gibi sevdiği Julian için hayatını feda edebilecek Miquel Moliner adında bir gençtir. Keskin zekâya sahip, sonunda cüppe giyip, büyüdüğü okulda ders vereceğini hayal bile edemeyecek, Fernando Ramos, okulun aşçılarından birinin oğludur. Julián bunların dışında Küba Savaşı Gazisi Bekçi Ramón’un utangaç, biraz da anti sosyal oğlu Javier ile de tanışır.  Kısacası zaman içinde birbirlerinden uzaklaşmalarına rağmen, Miquel, Aldaya, Julián,  Fernando ve Javier Fumero hepsi de iyi arkadaş olurlar.

Ancak Fumero ile Julián’nın arasına giren Penélope Aldaya bu ikilinin arkadaşlıklarını nefrete dönüştürecek ve bu nefret ikisinden birinde bir lav silahına dönüşecektir. Bir gün Miquel Moliner, Fumero’nun üzerine çullanıp tüfeği elinden almasa ikinci mermi Julián’ın boğazını delip geçecekti. Fumero, Bay Ricardo Aldaya’nın müdahalesiyle bir ıslah evine gönderildiğinde Barcelona’nın rahmine yeni bir kötü adam daha düşecektir. Kötülük Fumero ile o kadar bütünleşmiştir ki, Barselona polis teşkilatında her rejimin kullanışlı tetikçisi olmuş, teşkilatta amiri teğmen Durán’ın yaptığı iş için sözde fazla yaşlı olduğunu düşündüğünden onu iterek öldürmüş ve onun görevini gururla üstlenmiştir. Ancak sonunda o da sözde silahlı bir çeteye karşı verdiği sözde bir mücadelede hayatını kaybedecektir.                                                                                  

Bir önceki bölümdeki fotoğraftan hareketle Daniel daha fazla bilgi almak için Fortuny’nin şapkacı dükkânına gider. Orada, Fortuny’nin öldüğünü ancak evini ona gösterebileceğini söyleyen bir kadınla tanışır. Julián Carax'ın babası Antoni Fortuny, Julián'a “belli bir” kin besleyen, karısını döven ama dindar bir adamdır. Fransız uyruklu müzik öğretmeni karısı Sophie’nin karnındaki çocuğun babasının kimliğini söylemeyi reddetmesinden sonra çocuğun İblis olduğuna karar vererek her tarafa haç asan ve sonunda karısını evden de kovan Antoni’nin hayatında İblis’in onunla alay etmek için peydahladığı o çocuk kadar canını acıtan başka bir şey yoktur.

Daniel, evde Carax’ın yetenekli çizimlerinde eskizini gördüğü bir evin Tibidabo Bulvarı’ndaki “ El Frare Blanc” binası olduğunu fark eder ki, bu arada yere düşen bir fotoğrafta da aynı bina vardır, arkasında “Penélope Aldaya’dan sevgilerle…” yazmaktadır. Daniel’in önünde yeni bir yol açılmış, Carax’ı ararken, Penélope’yi bulmuştur.

***

Beatriz, Tibidabo Bulvarı, Numara 32 “Bu adrese gelmezsen bir daha beni görmek istemediğini anlarım.” dediğinde; çok iyi bildiğim bu adresin yazılı olduğu elimdeki kartla yüzüne bakakaldım. Beatriz devam etti. “Ev,  Sis Meleği diye anılır ve babam on beş yıldır burayı satmaya çalışıyor. Salvador Jasusà adlı bir sermayedarın isteği ile 1899’da yapılmış. Jasusà’nın eşi ile ona ağza alınmayacak zevkler yaşatan hizmetçisi, Marisela 1900 Temmuz ayında eve yerleşmiş, ancak bir ay sonra iki kadın da öldürülmüş. Jasusà çıplak, kelepçelenmiş, can çekişir durumda bulunmuş ve görünüşe göre eşi de hamileymiş. Bu olaydan bir müddet sonra Jasusà, bir sendika kuracak sayıda bıraktığı piçleriyle Ricardo Aldaya ile tanışmış ve yetkilerini devredip, birikimlerinin kontrolünü ona bırakıp, garip bir şekilde ortadan kaybolmuş.

 

Penélope’nin dadısı, María Jacinta Conorado, rüyalarını süsleyen Barselona’ya geldiğinde şehir, deriyi sülfür ve kömürle karartan… sisler püskürten fabrikalar ve kapalı saraylarla kasvetli bir yere dönüşmüştür. Kızı bildiği Penélope’yi ruhen ve bedenen o büyütmüş, yaşamını ona adamıştır.  Oysa Tanrı Penélope’yi doğurmak için Bayan Aldaya’yı seçmiştir. Bu nedenle onu küçümsemekte ve ondan nefret etmektedir.

***

Ricardo Aldaya sayesinde Julián 32 numaraya adım attığından beri geceleri uykusuz geçirmeye, gece yarısından şafak sökene dek, Penélope’ye içini döktüğü hikâyeler yazmaya başlamıştır. Başkalarının duymayı istediği şeyler söyleyerek, kendinden uzaklaşmakta, ruhunu parça parça satmaktadır. İkisinin bakışlarındaki arzunun gözü karalığı ve küstahlığı Jacinta’nın gözünden kaçmaz.

 

Koleje gidip Julián’a Penélope’den mesajlar taşıyan Jacinta, herkesin Francisco Javier diye çağırdığı, San Gabriel’in bekçisinin o sessiz, kasvetli ve huzursuz edici oğluyla bu gidip gelmeler sırasında tanışır ve Fumero’nun da Penélope’ye ilgisini, onun kendisine verdiği çamdan oyulmuş Penélope’ye benzeyen heykelcikle fark eder.  Julián’ın Aldayalar’la yakınlaşmasından, arkadaşlarını ve ailesini ihmal etmesinden tek yakınan annesi Sophie değildir. Annesinin keder ve sessizlikle tepki verdiği duruma, babası Antoni öfke ve garezle tepki verir, Fortunuy ve Oğulları şapkacısı yavaşça gölgeler ve sessizlikten oluşan bir atalete gömülür.

 

Bayan Aldaya, Julián ile Penélope’yi sevişirken gördüğünde hiçbir tepki vermez.  Çünkü kendisiyle ilgili konularda görmek istediği veya düşündüğünden farklı olanı anlamasına izin vermeyen kronik bir narsizmden mustariptir. Ancak kader ağlarını örer. Julián okuldan atılır. Babası ile Bay Ricardo’nun onu orduya göndereceklerini öğrenince Paris’e kaçmak üzere istasyonda Penélope’yi beklese de o gelmez. Jacinta da akıl hastanesine kapatılır. İki naaş yan yana yatmaktadır. Penolope Aldaya 1902-1919, David Aldaya 1919. Bebek ölü doğmuş, iki ceset gizlice bodrumdaki mezar odasına gömülmüştür.

 

Daniel külleri siler. Mermere bakakalır. Arkasından gelen ses “Çık buradan.” derken Lain Coubert denen iblisin sesini tanır.

 

·      Nuria Manfort: Hayaletlerin Anısı, 1933-1954, öykünün, öykü içindeki bölümüdür. Savaştan önce estetik profesörü olan Manfort, Carax’ın İspanya ve Güney Amerika’daki yayın haklarını satın alan Josep Cabestany adlı bir yayıncının yanında çalışmaktadır. Carax’a ulaşabilen tek kişi Nuria’dır. Adresini arşivden silmiş; Carax hakkında yalan söylemekte, onu gizlemektedir. Rüyalarına girmeye başlayan Penelope’den nefret eden Nuria, platonik aşkı Carax’ı bulmak ve görüşmek için her yola başvurur. Nihayetinde yasal süreçleri bahane ederek Paris’e gider. Bu arada Aldaya İmparatorluğu, bankalarda gerçekleştirilen gizli toplantılarla yıkılmaktadır.  

***

Carax vitrinde sergilenen Victor Hugo’ya ait bir dolmakalemi Nuria’ya gösterdiğinde Nuria, hemen duvağını satıp parasıyla onu alır. Hiç bu kadar keyifle para harcamamıştır.  Dükkândan çıktığında onu izlediğini öğrendiği bir kadın kendini ona tanıtır. Irene Marceau, Carax’ı zehirlenmiş kalbiyle Paris sokaklarında kan kusar hâlde bulmuş,  onun iyilikseverliği sayesinde hayatta kalmıştır. Irene, Carax’ın yıllardır beklediği kadının Nuria olup olmadığını anlamak istemektedir. Bu Nuria için yıkımdır. Onu daha başlamadan kaybettiğini anlar. Eve gider, son defa onunla sevişir.  Bavulunu alır kalemi daktilosunun üzerine bırakır, Paris’ten ayrılıp, Barselona’ya döner.

 

Julian’ın kimliği ile ölen Miquel, -farkında olmadan- ona mükemmel bir kimlik sunmuştur. O andan itibaren Julian Carax diye birisi yoktur. Nuria da hayatının sonuna kadar Miquel’in karısı olarak kalacaktır.

 

Polis, Enrique Palacios,  “Nuria kollarımda öldü.” dedi. “Son sözleri on beş yıl boyunca gizlice âşık olduğu Julián Carax içindi.” Bir berduş Nuria’yı bıçaklayarak öldürmüştü. Mezarlıkta gri elbiseli ve elinde çiçek tutan bir kadın dudaklarını sıkarak ağlıyordu.

***

Antoni Fortuny’yi koltukta eşi ve oğlunun fotoğrafına bakarken buldular. Savaşların hafızası yoktur. Olanları anlatacak ses kalmayıncaya kadar kimse anlatmaya cesaret edemez. Artık kimse onları tanımayana kadar bekler ve geride kalanları tüketmek için başka bir yüz ve isimle geri dönerler. Sophie kendisine evlilik teklif eden Antoni Fortuny’nin teklifini düşünürken Ricardo Aldaya’ya âşık olmuş, kaçamak buluşmalarının sonunda hamile kaldığında, Aldaya çocuğu aldırmasını söylemiştir.

 

·     Rüzgârın Gölgesi 1955 Daniel, Núria'nın mektubunu bitirdiğinde okuduğunun kendi öyküsü olduğunu hisseder. Hemen Beatriz’i bulmalı, olanları anlatmalıdır. Daniel onu bulacağını bildiği Aldayalar’ın evine gider ancak bilmediği şey takip edildikleridir. Daniel’in dudaklarından çıkan çığlık değil kan iken, alevlerin zapt ettiği yüzüyle Julián Carax, Lain Coubert’e dönüşür ve Fumero’nun lanetli ruhu, meleğin elinde kalır.

 

·         27 Kasım 1955 Post Mortem, 1956 Mart Suları ve 1966 Dramatis Personae,

Nuria Manfort, “Görünüşe göre çok kurnaz birisi,  Rüzgârın Gölgesi kitabını asla bulunamayacak bir yere saklamış. O da sensin Daniel. Julián seni gözlemliyor, büyümeni seyrediyor kim olacağını merak ediyordu. Senden oğlu gibi bahsediyordu. Sadece bir köşecikte gizli de olsa bizi hatırla Daniel. Gitmemize izin verme.” diye yazmıştı. Başımı döndürdüm, oğlum Julián’a baktım ve yastığımın üzerindeki dolmakalemlerin kraliçesi, Montblanc Meistertück markalı, numaralı seriden dolmakalem kutusunun açık içinin de boş olduğunu gördüm. Kalemi aldım eski sahibinin hayattayken bitiremediğini kâğıda dökmeye başladım.

 “Bana sesimi ve dolmakalemimi geri kazandıran dostum Daniel’e… ve ikimizi de           hayata geri döndüren Beatriz’e…”

***

Siz okuyucular, şimdi Unutulmuş Kitaplar Mezarlığına gidiniz. Mezarlık sorumlusundan kitabı alıp,  her devrin adamı tetikçilere yakalanmadan,  Barselona’nın kadim sokaklarının ruhunuzu çalmadan, derinize sızmasına izin veriniz. Kalın sağlıkla, her zamanki gibi kitapla…

-----------

Not: Unutulmuş bu kitabı, bana armağan eden Jenny ve Berk’e teşekkür ederim.





03.11.2023 mehmetealtin, 125/CCXXI

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------   

Kırmızı Kedi Yayınevi, 3. Baskı, Ekim 2021



[1] Bu satırlar, bana İbrahim Yıldırım’ın Dünbatımı Defterleri adlı kitabının 87. sayfasındaki şu satırları ile benim bu kitap hakkında yazdığım yazıyı anımsattı. “Bu durumda ben de Balzac için tasarlanmış olanın gövdesi, pantolonunun desenine, klipsi bastonuna uygun… Cervantes’in ucuna değirmen işlenmiş…  Stendhal’in Julien Sorel’in başını giyotine teslim ettiği romanı Kızıl ve Kara’nın hemen yanındaki şaheser’i, ucu on sekiz ayar altın, klipsi - yakut kırmızısı, oynaşan gözleriyle - bir engerek yılanı olan, Meisterstück dolmakalemimi saygıyla alıyor, yazarın diliyle yazmaya başlıyorum.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder