17 Mart 2023 Cuma

 

Cennet

Abdulrazak Gurnah

Çeviri: Müge Günay

 

“Tanrı kötülüğün önünü almak istiyor ama buna gücü yetmiyor mu?

 O zaman kadiri mutlak değil demektir.

Gücü yetiyor ama yapmak istemiyor mu?

O zaman kötü niyetli demektir.

Hem gücü yetiyor, hem de yapmak istemiyor mu?

O zaman kötülük nereden geliyor?

Hem gücü yetmiyor, hem de yapmak istemiyor.

O zaman ona neden Tanrı diyelim ki? Epikuros”

 Metis Ajanda 2010, s.123

 ***

 

Abdulrazak Gurnah, 2021 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken Nobel Komitesi’nin ödüle ilişkin açıklamasında, kaleminin işlevi: “…basitleştirilmiş klişe tasvirlerden kaçınması, hakikate bağlılığı ve karakterlerinin iki medeniyet, iki kültür, iki hayat arasındaki hikâyesini, indirgemeci bir karşıtlık içinde değil, başkalığa, farklılığa yer açarak yetkin bir anlatımla ortaya koyması…” [1] çerçevesinde tanıtılır.

Cennet adlı bu romanın önsözünde de çevirmen Müge Günay, Gurnah’ın romanlarının, Zanzibar ve Hint Okyanusu’nun Doğu Afrika sahilini tamamladığı coğrafyadaki toplumsal yaşantının ve arka planının anlatımında önemli bir işleve sahip olduğunu belirtir. İlerleyen satırlarda, 1884’te Afrika’da ticaret yapmak üzere kurulan Alman Doğu Afrikası Şirketi’nin faaliyetleriyle askeri bir temele dayanmadan yayılan sömürgeciliğin, yeni bir biçim aldığını, genişlediğini ve anlaşmalarla çağdaş hukuk kurallarına bağlandığını söyler! Bu bölgede emperyalizme karşı en büyük kırılganlığın, yerlilerden kaçak mal alan Arap tüccarlara nakit desteği veren Hintliler olduğunu, Avrupalıların Hintlileri kontrol ettiğini, onların da Avrupalılarla baş etmesini bildiğini, servetlerini aşırı faizle borç vererek ve sahtekârlıkla yaptıklarının, farkına varır!

Müge Günay’a göre, romanda yaşı ve gücü itibariyle bir çocuğun, Yusuf’un, tarafsız görüşüne yer verilmesi Gurnah’ın mesafeli bakış akışının temsilidir. Gurnah, romanını Yusuf Peygamber’in Kuran’da yazılan öyküsü üzerinden kurmuş, ancak aslı gibi sonunda Yusuf’u ödüllendirmemiştir. Romanda Yusuf’un vaat edilen cennet olarak gördüğü, duvarlı bahçeye dönmek için duyduğu arzu, Züleyha’nın ona yaklaşımı, azat edilmiş eski köle bahçıvan Mzee Hamadani’nin ve Emine’nin öyküsünü öğrenmesiyle anlamını kaybetmiştir.

Her zaman yaptığı gibi bu romanda da Gurnah, yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan mağdurların, kölelerin, sömürülenlerin, yerleştikleri yeni yerlerde toplumla ilişkilerini ve hayatlarını işlemektedir. Betimlemeleri bunlar üzerinedir. Sömürünün boyutlarını gösterir, ancak sömürülenlere yol göstermez. Her biri, bir tür ya da başka bir kültürel incinmeye maruz kalan, bu nedenlerle kişiliklerinde baskı oluşan, yabancı bir kültürde izole edilenlerin iç içe geçmiş hikâyelerini anlatırken, her karakteri ve kişiliği göç ve cinsel ilişkilerden oluşan bir düzlemde ele alır. Konusunu zenginleştirecek anlatmaya değer hikâyeler varsa önemli bulur. Siyasal kimliklere yer vermez. Öyle ki, bu paragrafta yazdıklarımız Son Hediye romanı ile ilgili yazdıklarımızın aynısıdır.

Bu kitapta da Gurnah, Müge Günay’ın önsözünde;  

·         Sayfa 8’de, biçim değiştiren sömürgeciliğin, “ … çağdaş hukuk kurallarına bağlandığı… “ güzellemesini… yani mevcut mülkiyet ilişkilerinin, ekonomik ve politik egemenliği elinde tutan sınıfın temel, öz çıkarlarını koruyan ve kollayan çağdaş (!) yasaları, yani sömürgecinin yasalarını savunabilmiştir.  

·         Neyse ki, sayfa 10’da emperyalizme karşı en büyük kırılganlığın, müttefik tefeci-bezirgân Hintliler olduğunu, onların, Avrupalılar ile baş ettiklerini, aşırı faizle borç vererek onları perişan (!) ettiklerini görmüş ve kıvanç duymuştur.

·         Öte yandan yine sayfa 8’de küçük yaşından itibaren, yaşı ve gücü itibariyle tefeci-tüccar Seyit Aziz’in gözetim ve yönlendirmeleriyle yetişen Yusuf’un tarafsız görüşüne yer verilmesi ve bunun Gurnah’ın mesafeli bakış açısına delil kılınması da bize göre edebî bir kaygıdan değil, Yusuf’un Kuran’da geçen öyküsüne bağlılıktan ibarettir.

Bütün romanlarında bir yandan emperyalizmin vahşi yüzünü gösterirken, bir yandan da ama ve ancaklarla biz de şunları yapmalı, şunları da yapmamalıydık göndermeleri yapan Abdulrazak Gurnah, eğer her türlü sömürüye net bir şekilde karşı dursaydı, acaba Nobel Ödülü alabilir miydi diye sorulabilir. Çünkü Gurnah,  tıpkı Amin Maalouf gibi anavatanındaki vatandaşlarına sömürenlerden daha ağır eleştiriler getirmektedir. Gurnah’ın ikilemi dilindedir. Ya İngilizce yazıp, İngiliz Edebiyatı’nın bir yazarı olacak ve romanları satacak, ya da Svahili diliyle yazacak, Tanzanya Edebiyatı’nın bir yazarı olarak Tanzanya edebiyatına katkıda bulunacaktır. Bize göre, Gurnah, sömürenlerin dilini seçip, mahcup edasıyla geniş kesimlere ulaşmış bir yazardır.

 ***

Ancak, bütün bu söylediklerimiz, güçlü bir kurgu yazarı olan, romanlarının öyküsündeki kişileri ve çevreyi sinematografik bir disiplinle yansıtan Gurnah’ı ve kitaplarının yazınsal değerini azaltmaz. Derdimiz, yazarın sömürgecilere karşı mahcup tavrıdır. Nitekim Hz. Yusuf’un[2] Hayatı üzerinden anlattığı bu kitaptaki öykü de elden bırakılamayacak, yavaş, yavaş tadılarak, sindirilecek kadar güzeldir.  

***

Romanın ana kahramanı Yusuf’tur. Roman, görenlerin gözlerini alamadığı yakışıklı, temiz ve erdemli Yusuf’un üzerine kuruludur. Roman, 1890’da Tanzanya’nın Alman Doğu Afrikası[3] bayrağı altında Almanlar tarafından işgali sürecini anlatır. Tanzanya’nın Hint Okyanusu’na bakan doğu kıyısı ile Zanzibar’ın yer aldığı kültürel bir eritme potası içinde, Svahili, Arapça ve Hintçe konuşulan bu coğrafyada karakterlerin kökenleri Zanzibar, Bombay ve Gucerât’a dayanır.

Yusuf’u himayesine alan, tefeci-tüccar Seyit Aziz, Yusuf’a kardeş kadar yakın Halil, Seyit Aziz’in Viktorya Gölü çevresindeki temsilcisi, Hamit Süleyman, Aziz’in kervanlarının yöneticisi Muhammet Abdullah ile Simba Mwene, yaşlı bahçıvan Hamdani, Aziz’in eşleri Züleyha ile Emine öyküye anlam ve yön veren ikincil karakterlerdir. Aziz’in, Hz. Yusuf’taki karşılığı, Firavun’un Muhafız Birliği Komutanı Potifar’dır. Hz. Yusuf’un, Potifar’ın karısından kaçışı ile Yusuf’un kaçışı, romanda bire bir işlenmiştir.

***

Yöreye egemen olan sömürgecilerin beklentileri ve davranış modelleri ile yörede yaşayanların ihtiyaçları ve davranış modelleri üzerinden kurulan denklemde, Yusuf, “Cennet” gibi bir coğrafyanın, bir yandan uzaktaki ağaçları çatırdatan, bir yandan hafif bir esintiye muhtaç, cehenneme dönmüş yollarında kendi kaderini tayin etmekle meşguldür. Yaşamının her kesitinde karşı karşıya kaldığı, sömürünün nedenleri, kim için ve ne içinden uzaktır. Hz. Yusuf gibi rüyada gezen Yusuf, babasının borcu nedeniyle tefeci-tüccar Aziz’in kölesi olduğunu, ailesini bir daha göremeyeceğini anlaması için Tanzanya’nın balta girmemiş ormanlarına adım atması gerekir.  Babasının, köklü bir Arap aileden gelen, baba evine dönüş yolunda kaybolan ilk karısı ve iki oğluna karşılık… isli barakalarda yaşayan, keçi derisinden leş gibi kokan kıyafetler giyen,  beş keçiyle iki çuval fasulyeye her kadının satın alınabileceğini” söylediği bir dağ kabilesinin kızı olan annesi, Yusuf’un erdemli karakterini küçük yaşlardan itibaren belirleyen kişidir.

İzlendiği gibi, sömürgecilerin coğrafyadaki talanı daha başlamadan önce ilkel toplum ilişkileri dağılma sürecine girmiş, insanın insan tarafından baskı altına alınma süreci başlamıştır. Çocuklar, ipotek olarak verilmekte, çocuk istismarı vakaları basitçe tartışılmakta, işkence gösteriye dönüşebilmekte, sömürgenler ile el ele seviyesi düşmüş yerellerin yoz dünyasının dehşeti gözler önüne serilirken, kurtuluşun reçetesi olarak Tanrı’nın yolu gösterilmektedir. Fakir de etse, zengin de etse, zayıf da kılsa, güç de verse, elhamdülillah’tan, şükretmekten başka denilecek bir şey yoktur. Bu onlar için en iyisidir. O bilmiyorsa, kim bilecektir?  

“Allah hiçbir şey yapmaya gücü yetmeyen, el altındaki bir köle ile Allah tarafından kendisine güzel rızk verilen bir insanı misal verdi.

Hiç bunlar bir/eşit olur mu?”

Nahl-75

Yusuf iç bölgelere doğru ticaret için geldiği yerlerde gördüğü güzellikler ile Tanrı'nın nefesini duyar. Yusuf’a göre buraları Cennet’in Kapıları gibidir. Cennette yaşayanlar ise masum tüccarları soyan ve kendi kardeşlerini biblo için satan vahşiler ve hırsızlardır. Kabile liderlerinin azameti, komşularını yağmalayarak ele geçirdikleri hayvanlarla ve evlerinden kaçırdıkları kadınların sayısıyla ölçülür. Geleneksel kurbanlardan biri de toprağın yağmur aldığı dağ yamaçlarında yaşayan, dağ havasını kasvete boğan, kadınlar ve hayvanlar gibi toprağı kazan diyerek, aşağıladıkları ve nesillerdir yağmaladıkları çiftçilerdir.

Lüteryen papaz onlara saban kullanmayı ve çarkı kurmayı öğretmiş; bunların, onların ruhunun selâmeti için, onu dağa yollayan Tanrısının gönderdiği armağanlar olduğunu söylemişti. Çalışmanın Tanrı’nın emri olduğunu, bu yolla insanların içindeki kötülüğü telâfi etme imkânı sağladığını bildirmiş,  Tanrı’ya ettikleri yeminin devraldıkları geleneklerinden daha bağlayıcı olduğuna onları ikna etmişti. 

Avrupalı çiftçiler şehre kamyonları ve kağnıları ile gelir, kimseye dönüp bakmazlar,  yüzlerinde tiksinen bir ifadeyle dolaşırlardı. En iyi toprakları bedelsiz alır, insanları kendileri için çalışmaya zorlar, her şeyi yer, vergiler ödenmediği takdirde hapis veya kırbaç cezasına çarptırır, onlara göre yeterince sıkı çalışmayanları asar, gençleri asmayıp, ceza olarak hayalarını keserlerdi. 

Bazıları Marungu’nun ötesindeki büyük nehrin karanlık ormanlarına gidip kendi krallıklarını kurarlardı. Köle satın almak, ağaçtan meyve toplamaktan daha kolaydı.  Yörede tüccarlarla beraber el ele her geldiklerinde uğursuzluk ve felaket getirdiklerini… Acı çektirdiklerini… İnsanları esir aldıklarını… Ekinlerin büyümediğini, çocukların sakat ve hasta doğduğunu, hayvanların duyulmamış hastalıklardan öldüğünü söyleyen kabile bireylerine karşılık, kuzenlerini, komşularını incik boncuk karşılığı satmaya hevesli bir sürü insan vardı. Hintli tüccarlar da fildişi ve köle ticareti için kaynak sağlıyorlardı. Almanlar bu bölgelere geldiğinde karşı çıkan yerel reisleri ve onlarla illiyet bağı olan herkesi öldürmüş, Umman Sultanlığı’na bağlı Arapları önce kontrol altına alıp, sonra onları kovmuştu. İktidarı Almanlar adına Hintliler almıştı, Seyid Aziz gibi yerel tüccarların da onlarla çalışmaktan başka şansı yoktu.

İşte, Gurnah’ın kafası da buralarda karışıyor. Yusuf da her geldiğinde ona harçlık vererek sevindiren Aziz Amca’nın, amca değil, babasının borcuna karşılık bir köle, Halil’in başlangıçta ona taktığı isimle “kifa urango” yaşayan ölü olduğunu anlamasıyla, “… (Allah tarafından yüklenmiş) iradesini kullanarak…” hem kendisi, hem de diğer köleler için kurtuluşu kendinde arıyor. Yerel egemenler ve yerel tüccarlar ile sömürgenler arasında ise ticari ittifaklar al gülüm, ver gülüm devam ediyordu. 

Bir yandan Yusuf, Hamit Süleyman’ın çuvallarda ne sakladığını merak ederken Hamit de ailene daha iyi geçim sağlamanın nesi günah deyip, Kuran’ın iyi ahlâklı hayat sürmek için ihtiyaç duyulan bütün bilgileri kapsadığını söylemektedir. Yoksulluktan ve pahalılıktan yakınmakta ama herkes gibi o da kendi yalanlarından ve zalimliklerinden bahsetmektedir. Yerel halka Allah’ın uygun bulduğu hayat önerilirken, bütün dinler adına Tanrı’nın tapınılan bir zorba olamayacağına inanan,  evinin Sih dinine ait mabedinde Ganeşa’nın bronz heykeli yanında, İsa Mesih’in küçük bir tasviri ile Kuran’ın küçük bir kopyasına yer veren hoşgörülü bir Sih örnek gösterilir. Kurtuluş insanın kendindedir. Bir akla sahip olan insan, tanrısal bir yaratıktır. Hayvanlar içgüdüleri ile hayatta kalmaya çalışırken insan aklı sayesinde kendini gerçekleştirmeye ve geliştirmeye çalışır. İnsan aklı sayesinde doğru ile yanlışı ayırt eder.

***

Konuşurken yüzüne yansıyan, - kâbuslarda dar geçitlerde kol gezen köpeklerin- yırtıcı ve çarpık gülümsemesi ile Mnyapara Muhammet Abdullah’ın deyişiyle;  kaybedecek çok şeyi olan… hem kendi servetini hem de başkalarının yatırımını koruyan… Seyid Aziz’in güzel bir evi vardır. Aziz’in yokluğunda yemek vakitleri içeriye iki tabak götürüp, boşları getiren, şehirde kimseyi tanımayan, şehrin limanını bile gece karanlığında Seyit’e teslim edildiği ilk günden bu yana bilmeyen, dükkânda yaşayıp, dükkâna bakan, dükkâna hapis, Halil’e, Yusuf, bir gün “ Aziz’in evinde kimlerin yaşadığını… “ sorduğunda, Halil ona, “ Aziz’in karısı Züleyha ile babamın kaçırılmaktan kurtarıp evlat edindiği, şimdi de Aziz’in ikinci karısı olan Emine’nin yaşadığını söylediğinde…  

…Yaşlı bahçıvan, tanıyanların evliya bellediği, Hamdani’nin, “Cennet” ’e çevirdiği,   Yusuf’un dilediği zaman ona yardım etmesine izin verdiği bahçede Emine: “Cennet’in sakinlerinin çoğu fakir, Cehennemin sakinlerinin çoğunun da kadın olduğu varsayılır. Cehennem yeryüzündeyse, orası, burası işte… bir hiçliğin ortasındayız daha kötüsü ne olabilir ki?” derken…

Nijeryalı ressam, Emmanuel Ekong Ekefrey’in kitabın kapağında yer alan, aslı 168x152 cm. boyutlarındaki, Ekpe ino Ebot Mi – Teşekkürler Ebot Mi adlı resmi,  yeryüzündeki Cennet’in anlatımı gibidir. 

***

Züheyla, Yusuf’u gömleğinden yakalar. Yusuf gömleğinin yırtılıp onun elinde kaldığını fark eder. Kaçarken onun ıstıraplı çığlıklarını duyar…

Halil: Yusuf’a “Sana bunun beladan başka bir şey getirmeyeceğini söylemiştim. Şehre gidelim. Hanım, sana bunca nezaket gösterdikten sonra ona saldırdığını ve kıyafetini bir hayvan gibi yırttığını söylüyor.”  

Yusuf: “Kim benim özgürlüğüme sahip oldu ki, bana bunu hediye olarak sunsunlar.  Hapsedebilirler, zincire vurabilirler ama özgürlük alınabilecek bir şey değil.”

Yusuf, bahçede, arkasından kapıların sürgülemesine benzer bir ses duyduğunda askerlerden oluşan ve yaklaşan birinci paylaşım savaşına doğru uygun adımlarla yürüyen kafile gözden yitmemiştir. Hızla etrafına bakınır ve ardından acı dolu gözlerle kafilenin arkasından koşar. İsyana mı, köleliğe mi? Mağrurluğa mı, mağdurluğa mı? Yusuf’un geleceği, Gurnah’ın mahcubiyetinde saklı…

***

Bu kitabı alıp okumadan önce, Hz. Yusuf’un hayatına bir göz atın. Sonra da Cennet’in sayfalarına girip, Cennet’in nimetleri ile süslenmiş Cehennem’e bir bakın bakalım Yusuf nerede saklı? 

Kalın sağlıkla, her zamanki gibi kitapla…




17.03.2023 mehmetealtin, 2/CCXVI

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------

İletişim Yayınları, 1. Baskı 2022,



[1] Sömürgeci yıkımın tanığı ve göçmeni! Müge Günay, Cumhuriyet Kitap Eki, 04 Kasım 2021, s.6

[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Yusuf

[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/Alman_Do%C4%9Fu_Afrikas%C4%B1


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder