Sus Barbatus!,[1] Faruk Duman, 196/CLXXXVII
“ Bir şey öğretebilmek için, önce
köylülerden öğrenmek, onlarla gülüp, onlarla ağlamak gereklidir. “ İ. Hakkı
Tonguç
“Yabancı, yaban yerde
ayrıksı durur. Suyu verilir misafir edilir, uzun kalması istenmez.” Yabancının uzun ziyareti yabana zarar
verebilir. Ya da yaban, yabancıya yardımdan dolayı zarar görebilir. Aydın, -sonsuz
sürgünlüğünde- gittiği hiçbir yerde rahat edemez, hukukun değil de, devletin
soluğunu sürekli ensesinde hisseder. O soluk egemen sınıfın soluğu, hukuk da onun hukukudur.” S.281-282-284
Faruk Duman’ın Yaşar
Kemal’in nakış, nakış işlediği dile yakın bir dille, bazı sayfalarda nefes
kesen doğa ve canlı betimlemeleri ile 12 Eylül darbesine hızla giden süreç
içinde geçen bu romanı; karısı Zeynep’e âşık yoksul Kenan’ın bir yaban domuzu
peşindeki yaşam savaşının etrafındaki, karın ve soğuğun köşeye sıkıştırdığı…
soğuk ve fırtınanın evleri bastığı… aynı köyde yaşayan ve her birinin eli bir
türlü bağla birbirine değen kişilerin gerçeklerinden masala evrilen bu anlatısı…
dönemin ağır, karanlık günlerine göndermelerde bulunacak, diğer mevsimleri unutturacak
kadar ağır kış koşulları içinde, anlatılanların, her coğrafyada geçerli olacağı
düşüncesiyle K. Şehri, Ç. Gölü, A. Dağları diye anılan, ama anlaşıldığı
kadarıyla Kars, Ardahan ve Çıldır gölü dolaylarında geçiyor.
“ Birden bir ışık patladı, tepenin arkasından bir ışıltı
koptu yükseldi. Yükselince bu parıltının içinde dolu gülleleri daha aydınlık
göründü. Kayalıkların üstündeki kartallardan biri dolunun korkusuyla yerinden
çıktı, aşağılarda gördüğü kıpırtı aklını başından almıştı. Kanadının üstüne
gülleler yağınca kara kırmızı yuvarlandı, patırtılarla aşağıya düştü.”
S.213-214
Yukarıda en başta
da değindiğim gibi aydınlarla, devrimcilerle halkın arasındaki konum uzaklığının,
anlatı kopukluğunun, toplumsal fayda/toplumsal maliyet analizlerindeki
yanlışlıkların gerçeğin fırçasındaki kış manzaralarında yakılmış bir ağıt
olarak gördüğüm bu romanda; doğanın acımasız koşullarının günlük yaşama
yansıyan caydırıcı koşullarına direnenler ile… dondurulmuş duyarsız beyinleriyle
yaşayanlara karşılık…
“ Doktor Servet, at evin önüne yanaştığında bitap
düşmüştü. Atalay ise babasının ayaklarının dibine yığıldı.’ Çocuğu içeri alın’
dedi doktor. ‘ Allah’tan doktorunu yanında getirmiş ‘ diye güldü Kadir Ağa.
Doktor ağaya ters ters baktı ve çocuğu eve sürüklemeye başladı. S.166
“ Aynur, ‘ Biz onu kaçırmakla sadece onu kurtarmayacak,
bir çarpışmayı kazanacaktık.’ Mustafa öğretmen, ‘ Cesaretle öngörüsüzlük başka
şeylerdir… Seni öldü sandılar da bıraktılar sanıyorsun. Savcının ve polisin
senin yaşadığından da nerede olduğundan da haberii var.’ Aynur, ‘ Olsun. Ben de
yoldaşların yanına giderim.’ Gülşen, ‘ Otur oturduğun yerde’. Aynur ağlamaya
başladı. ‘ Sizi küçük burjuvalar, rahatınız yerinde değil mi?’ Mustafa öğretmen
düşünceler içinde ‘ Orhan’ı da almışlar.’ dedi.” S.461
romanının
kapağındaki iki kahraman ile Sus Barbatus!’un heybetli duruşu, topluma yansıyan
şiddet, baskı ve küstahlığın toplumun en küçük en duyarsız birimlerinin vicdanında
bile reddedilişinin ve umudun devamı gibiyken… Kenan’ın yaşam savaşında el
arabasındaki Sus Barbatus! da her koşulda yaşamanın simgesi gibidir.
“ Sus Barbatus,
uyuyan kadının memelerinin üstüne kondu. Kadın bir yerlerine bıçak
saplanıyormuş gibi acıyla ağzını açtı. Sus Barbatus bir çırpıda içeriye girdi.
Girince de Aysel’in gözleri fal taşı gibi açıldı.” S.212
“ Buz çatırtılarla
yarıldı. Gölün üstünde kırmızı bir ışık seli belirdi. Yarık dondu. Birden aynı
yerde suyun altında bir top sarı ışık belirdi. Işık patladı, buzu dövdü, buz
çatladı Sus Barbatus sırtında Aysel ile Faruk dışarı çıktı. Üç adam boyu yükseldiler.
Buz tutmuş, buz kılıçları altında ormana doğru uçup gittiler.” S.486
“ Kenan, kendini arabayla Sus Barbatus’un üstüne bıraktı,
hızla eve sürüklendi. Kapı yarı açık, içerdeki perde ayazda sallanıyordu. Düşe
kalka eve girdi, gaz lambasını yaktı. Sedirin altındaki Zeynep’i görünce deliye
döndü. Kadının hırpalanmış koluna, yüzündeki kan izlerine, boşalmış karnına
baktı. Karısına sarıldı, sarsıla, sarsıla ağlamaya başladı. Zeynep’in
gözyaşları damlaya damlaya Kenan’ın alnında birikti, boynuna aktı. Sus Barbatus,
arabanın üstünde sabırla bekliyordu.” S.563
Beş yüz
altmış iki sayfalık bu kitabı okumadan önce, hazır olun soğuğa, buza kurda,
kuşa elinizdeki sıcak bir kupayla sonra da kalın kitapla,
tasasız ve sağlıkla…
Not: “Kız, -
Çok kaydım ben orada- dedi. Eskiden çar zamanında buzun üstünde balolar tertip
eder, böyle kabarık etekler giyerdik. S.400” diyor ama kızın yaşadığı dönem
ile çarlık dönemi aynı kümede kesişmiyor!
20.04.2019
mehmetealtin,
-----------------------------------------------------------
Hep Kitap, 1. Baskı, Kasım 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder