7 Eylül 2017 Perşembe


Hüznengiz Bir Arabesk, İbrahim Yıldırım, 291 / CXLVI
------------------------------------------------------------------------------------

Burgazadamızın komşusu Kınalıadalı İbrahim Yıldırım’ın kütüphanemde adedi üçüncü olan bu kitabı bir önce tanıttığım “Gülhisarlı Terziler” romanı ile aynı ana fikre sahip ve özünde diyor ki;
… insan önce çevresinden ölür’müş…” s.60

Doğru söze ne denir? Yakın çevremizi bırakın, ulaşım ve iletişimde yaşanan gelişmelerle gittikçe küçülen dünyamızda yaşanan en ufak bir değişim bile, diyalektik süreçte kelebek etkisiyle, kişileri ve toplumları, yaşadığımız coğrafyayı, giderek sokaklarımızı ve sokak aralarını etkiliyor… Birbirini yaşam boyu bağlı her dilden her dinden kişiler, eğilip, bükülüyor, geriliyor, her zaman çevresine pozitif enerji saçanlar içlerine büzülüyor,  en sakin en ruhanîler elleri belinde çatışmaya hazır bekliyor! Aynı yatakta beraber olanlar bile birbirlerinden o anlık düşünce boyunda uzaklaşıyor ve   bir o kadar yalnızlaşıyor. Sokaklarında amca, teyze bildiğimiz çehrelerle dolu semtler, ortak paydaları ne olursa olsun benim olsun diyenler ve yaşamlarını sürdürebilmek için her türlü etik değerden vazgeçmişlerin melez kültüründe yeniden şekilleniyor.

“ … handiyse artık açık hava umumhanesine tahavvül etmiş olan Yenikapı cihetine inmiş… orayı rahminde ölü çocuklar büyüten bir fahişeye benzetmiştim.” S.77

“ … kimi kaynaklara göre, Arap sözcüğü, Babil yıkılmadan önce konuşulan ilk dil olduğu İbranicede ‘kara ülkesi’ anlamına gelen arabh’dan gelmektedir. ‘Arabesk’ ise bu sözcüğe Latince sıfat türeten –iscus ekinin birleşmesinden ortaya çıkan –bakınız yukarıya melez bir terimdir.” S.130

“… sokakdaşlar da irtibatı kopardıklarından birbirimize mal mal bakıyoruz… Ayrıca güzel olmasalar da gönülleri keselerinden zengin o idrak sahibi insanlar sokaklardan birer birer çekildiler. “ s.141
-0-
Hüznengiz Bir Arabesk, Laleli ve Aksaray semtlerini mesken tutmuş, birbirlerine öfkeli, iki ayrı dünyada yaşayan, yalnızlıklarını kendilerinde yaşayan, ama bir o kadar da birbirlerine muhtaç, aralarında sembiyotik ilişki bulunan,
“ … kelimeler: uçan, sokan, ısıran, aşılayıp, döl taşıyan, hatta kendini dölleyen ses kümeleri…” s.46
ile helak olmuş , ama asla
  “Sözcük de yazabilir kelime de; kimi zaman hikaye, kimi zaman öykü… olanak da en az imkan kadar fasilite sunacaktır onadeyip … lisan faşosu olmayan:” s.29  
musahhih, düzeltmen Refik Çelebizade ile İşportadan Romancı Hüseyin’in iki ayrı öfkede iki ayrı yaşamda, iki aynı yalnızlığı anlatırken, size de okuma kolaylığı diler, sözlerimi konuya uygun bulduğum aşağıdaki dizelerimle bitiririm.

İSTANBULA AĞIT
İstanbul konuşuyor,
gerçeğinin perdesi, plastik kart ve hamili kart kesesi,
göstermelik tüketim, hayatının tek endişesi,
alkollü nefesi, sohbetinin içi boş sesi…

İstanbul konuşuyor,
züğürdün çenesi, magazin serisi,
Fatmagül’ün sevgilisi, pijamalı eniştesi,
taksitler, gelecek ayın endişesi,

İstanbul konuşuyor,
yenmiş feleğin sillesi,
hala ödenmemiş ücret,
ne de eğiticiymiş cuma hutbesi,
ne kadar da gür çıkıyor başkakanın sesi,

İstanbul kaynıyor, delikanlı kızlar, kendileriyle barışık,
İstanbul kaynıyor, delikanlı, onurlu, sevecen gözleri yayıyor ışık,
İstanbul kaynıyor, makaron kızlar, içleri boş, kendilerine âşık,
İstanbul kaynıyor, sarsak delikanlı, salya sümük sırnaşık,

İstanbul kaynıyor, işçi kızlar, işçi delikanlılar,
ekmekleri, iki dudağın insafında,
arzuları, cüzdanlarının dar dikiş aralarında,
günleri solgun, gözleri kararmakta,
günleri yorgun, ayakları kara sularda,
gelecek, ancak pembe rüyalarda…

İstanbul kaynıyor, orospu, pezevenk, kadınadam,
ekmeğini kapalı perdelerin arkasında çıkaran,
işini kapı ardında bırakıp, kimliğini gururla taşıyan…

İstanbul kaynıyor, orospu, pezevenk, kadınadam,
kişiliğini saf çocukluğunda bırakıp, halkı dolandıran,
her bir karış toprağı yağmalayıp,
çirkefini ortalara bulaştıran,
sonra da seccadeye alnını dayayıp,
affa sığınan, sırtlan,
namusu, apış arasında arayan…
ucube insan…

İstanbul ışık kaynıyor,
Cankurtaran, Yenikapı Bakırköy, Yeşilköy,

İstanbul ışık kaynıyor,
Pendik, Dragos, Bostancı, Kadıköy,
her ışık, bir ses, bir tomurcuk,
her ışık, hazır hikayesini anlatmaya,
gözüme yansıyan tonlar ve tınlamalar…
sevgi, aşk, sükunet,
mutlu bir yuva,
gerilim, korku, nefret,
ve “son”,
namlunun ucunda.

İstanbul’da
her ışık saklıyor,
yarına günaydın, güler yüz, neşe,
veya hüzün, endişe,
yarına umut, rahme düşen bebe,
veya hücre, ellerde kelepçe…

İstanbul uyuyor, yarınlara kancık,
İstanbul uyuyor, saflara rüya,
İstanbul uyuyor, puştlara derya,
İstanbul uyuyor, akıllara seza,
İstanbul dilsiz, kötülüğe reva,
İstanbul dilsiz, haksıza sefa,
İstanbul dilsiz,
İstanbul, İstanbul olalı görmedi böyle bir cefa,

Yazıldı Mehmet Altın tarafından yedi şubat iki bin on birde Burgazada’da

07. 09. 2017 mehmetealtin
-------------------------------------- 

Doğan Kitap, 1. Baskı, Nisan 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder