3 Kasım 2021 Çarşamba

 


Empedokles’in Dostları, Amin Maalouf, 34 / CC

 

“Doğa Üzerine adlı yapıtında Sicilyalı düşünür Empedokles[1]'in özgünlüğünü gösteren iki önemli düşüncesi vardır: Bunlardan ilki, temel öğenin üçten fazla olduğunu kabul etmesidir. Kendisinden önceki düşünürlerin öne sürdüğü temel öğeler su, hava ve ateşti. Empedokles, bunlara bir de toprak öğesini eklemiştir. Ona göre, bu dört öğe baştan beri vardır. Bunlar ne değişir ne de yok olur, yani başlangıçları ve sonları yoktur. Evrende, miktarları hep aynı kalır. Her şey bu dört öğenin belirli miktar ve oranda birleşmelerinden oluşur.

 

Birinci özgün düşüncesi: ‘Nasıl ki ressamlar çeşitli boyaları alır ve onları uygun oranlarda karıştırıp, resimlerini yaparlarsa, aynı şekilde doğa da dört öğeyi alarak, her birinden farklı miktarları farklı oranlarda karıştırıp var olan şeyleri meydana getirir.’

İkinci özgün düşüncesi: ‘Bu temel öğelerin birleşip ayrılması için bir hareket ettirici güç olmasının gereğidir. Empedokles, bu gücü sevgi ve nefret olarak açıklamıştır. Sevgi, öğeleri birleştirir, nefret ise bunları birbirinden ayırır.’

Bunun yanında Empedokles, var olan bir şeyin yok olmasının veya yokluktan bir şeyin meydana gelmesinin imkânsız olduğunu söyler.

‘Ölümlü olan bir şeyin ne var olması, ne de her şeyi alıp götüren ölümle son bulması söz konusudur. Var olan sadece öğelerin bir araya gelmesi ve birbirlerine karıştıktan sonra ayrılmasıdır. Ölüm, şeylerin ritminin bir anına, insanlar tarafından verilen bir addan ibarettir.

Bu öğeler bir insan, bir vahşi hayvan, bir bitki veya bir kuş biçiminde birbirlerine karıştıklarında insanlar bunun bir doğuş olduğunu söylerler. Öğeler birbirlerinden ayrıldıklarında ise insanlar bunu ölüm kelimesiyle açıklarlar. Empedokles, Evrenin de bu şekilde oluştuğunu söyler. Başlangıçta sevginin etkisiyle bütün öğeler birbirine karışmış durumdadır. Nefretin küre şeklindeki evrene yaklaşmasıyla bir girdap, çevrinti hareketi oluşur ve bu öğeler birbirlerinden ayrılırlar.’”

 -o-

Açıkçası bu kitabın adını ve yayınlandığını gördüğümde… yazarın, okuduğum ve bende iz bırakan diğer romanlarından ve bu romanın isminde adı geçen Sicilyalı filozof Empedokles'in adından, yola çıkarak, yazarın uzun bir aradan sonra yeni bir romanını okuyacağımı zannederek hemen aldım. Sırada bekleyen kitapların arasından okuma önceliğini de ona verdim. Okuduğumda, dünyada nerede ve nasıl yaşadıkları, ne şekilde varlıklarını sürdükleri meçhul… ‘ruhlarından başka hiçbir şey almadan yaşadıkları yerlerden ayrılan Agrigentumlu Empedokles’in ardıllarının, bir gün dünyanın çok büyük bir gözdağı altına girmesiyle dünya çapındaki bir yıkımı önlemelerini anlatan bir kurgu, bir distopya ile karşılaştım. Olabilir. Yazar,  kitabının, ana fikrinin, kahramanları tarafından tutarlı bir biçimde yansıtılması, satırlarda ve satır aralarında tartışılması koşulu ile örneğin kitapta yazdığı gibi toplu eşitsizliğin kötülük yarattığını… Bunların tıpkı Afganistan’da ve yakın coğrafyamızdaki örneklerde olduğu gibi umut yaratarak gelip, güçleri ve küstahlıkları ile kaygı yaratıp gidebileceklerini… çeşitli ırk, dil, din, uluslardan insanlığın, bir çiçek dürbünü içinde gizemli ve biçimli bir güzellikle birleşebileceğini düşünebilir. Kendi kendine “Biz kimiz? Nereye gitmek istiyoruz? Nasıl bir dünya inşa etmek istiyoruz?” diye sorup, yanıtını kitapta arayabilir.

 

Oysa, Amin Maalouf’un Empedokles’in Dostları adlı kitabı yukarıda anılan Empedokles’in tezleri üzerine kurulmasını ve yansıtılması beklenirken… aslında, Amin Maalouf’un, “Uygarlıkların Batışı”[2] adlı deneme türü kitabındaki tezleri, üzerine oturtulmuş. Yazar “Uygarlıkların Batışı”’nda savunduklarını, günlük masallar biçiminde anlatarak anlaşılmasının daha kolay olacağı varsayıma ile de bu romanı yazmış olabilir. Ama bu zorlama roman, Empedokles’in Dostları, distopik olmak bir yana, ne yazık ki, kurgusuzluğun da elbette bir kurgusu olur diyerek beklediğimiz bir biçime bile bürünememiş ve sonunda da herhalde pandemi etkisiyle sağlık temelinde kilitlenip kalmış.

-0-

Sayfalarında ne Fransa’dan, ne Fransızlardan ne de Fransız Hükumetinden bir Allah’ın kuluna bile rastlanmayan(!) roman; Batı Fransa’da Atlas Okyanusu kıyısında, ada merkezine gelgitlerin uygun zamanında ulaşılmasına izin veren bir geçitle bağlı, küçük, Antakya’sının eski adıyla anılan, Antioche adasında ve iki ana kahramanının üzerinden gelişiyor.

Bunlardan birisi kendisine dayatılan hayatın yerine başka bir hayat sürmek isteyen, babasının bu adada yaşama tutkusunu kendini miras edinen, diplomalı mesleği hukukçuluğu bırakıp, hayatını karikatürist olarak kazanan Alec Zander.

Diğeri, başyapıtı Gelecek Artık Bu Adreste Oturmuyor romanı ile tüm ideallerini, gelecekteki mutluluk beklentilerini bile yitirmiş… bir kuşağın sözcüsü olarak ünlenen, ancak yazdığı ilk romanının yakaladığı başarıdan sonra, her şeyi ardında bırakıp, babasının sahile bir gümüş iple bağlı pembe bir çakıl taşı diye andığı adada, bir ev satın alan, Ève Saint-Gilles.

Romanı,  Alec’in ağzından bir günlük üzerinden anlatmayı yeğleyen Amin Maalouf’un kaleminden, Alec’in yazılarından, öğreniyoruz ki, bir kaçakçı kartelinin elinde duraksamadan kullanacağı üç nükleer bomba olduğu söylenirken, Washington’un merkezine otuz km. yakınında İndian Head’de güçlü bir patlama olur. Geçen yıl, yazarın anayurdu Beyrut’ta olan patlamayı hatırlatan, ancak kayıtlara kaza sonucu patlama olarak geçen bu patlama ile Dünya, patlamaya hazır bir el bombası gibidir. Patlama, tıpkı Hollywood’da her gün patlatıldığı gibi, yine ve nedense uygarlığın beşiği olarak adlandırılan, dünyanın lideri, -ben demedim, Maalouf diyor- ABD’de olmuştur. ABD harekete geçmiş, arka bahçesi Avrupa alınacak önlemleri alkışlar, geriye kalan, örneğin, ABD’nin arka bahçesi Güney Amerika’ya bütün teknik ve finansal gelişmişliği ile yerleşen, Sarı Dragon Çin gibi zavallı, uygarlık varoşlarında sürünen ülkeler ise kuşku ve öfkeyi dillendirirken dünya nükleer bir felaketin eşiğindedir.

İletişim yinelendiğinde, ABD Başkanı, Dünya’ya seslenerek, iletişimi kesen, cihazları bozan, silahlı kuvvetleri bile felce uğratan bir hasımla karşı karşıya olduklarını, müdahil gücün düşmanlık beslemediğini, ABD’nin diğer uluslararasında üstün bir yerinin olduğunu(!) kabul ettiklerini ve söylenenlere ikna olduklarını söyler. Aynı şekilde çok etkili bir teknolojiye sahip olduklarına ikna olduklarını da söyler. Komünizm tehlikesinden,  - kısaca üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini savunan bir ideolojinin, neden tehlikeli olduğunu ben anlamadım, ” ama-… sonra en ciddi tehlikenin nükleer silahların artışından kaynaklandığını ve bundan büyük kaygı duyan bu müdahil insanlara karşı direnme güçlerinin olmadığını, bize zarar vermemeyi taahhüt eden bu insanlarla müzakere masasına oturduklarını, müzakerecinin adının Demosthenes[3] olduğunu söylediğinde… -çare yok vallahi ben de ikna olacağım artık,- Alec, de adanın beri yakasında iki kişi oldukları halde beş yıldır görüşmediği Ève’i ziyaret etmeyi aklına getirir. Onunla konuşmak ister.

Ève sıradan insanların ve kendini üstün gören sistemlerin bu olanları çoktan hak ettiklerini düşünmekte ve dünyanın ıslahı için harekete geçmiş, bu alternatif insanlığı, bütün kalbiyle desteklemekte… kendisini dünyaya getiren sıradanların, kendisini yerleştirdikleri kaidenin tepesinden onları seyretmekte, kendisini olgun kişi, diğerleri savrulmuş çocuklarmış gibi onları, zaman zaman haşlamaktadır.  

Bu bağlamda Alec’in aklına uzun yıllardır görmediği eski bir dostu, uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde uzman, hukukçu, ABD Başkanlık Danışmanı Moro, gelir. Ona ulaştığında Maro, gizli olması gereken, güncel durumu Alec’e detayları ile anlatarak (!)… ABD Başkanının Şili’de yetkililerle toplantı yapmaya hazırlanırken, Demosthenes diye anılan, isimli iri yarı bir zatın bir anda ortaya çıktığını, “dünyadaki enerji ve iletişim kesintilerinden kendilerinin sorumlu olduğunu, sağduyu ile hareket edilirse ‘ışığı’ insanlara geri vereceğini…”  belirttiğini Alec’e anlatır. 

Arkadaşı Moro’nun telefonu kapattıktan sonra Alec’in, aklına adadaki, iri yarı, tekneci, ilginç, kitap kurdu zekâ küpü bir adam ve aralarında nezaket sınırları içinde güçlü bir bağ olan Agamemnon[4] gelir. Hemen arkadaşı Moro’yu arar ve anlatılanlardan sonra Demo ile Agam arasındaki isim ve tip benzerliklerinin dikkatini çektiğini ona söyler. Moro da Alec’e -böylesine önemli bir durumda kalkıp adaya geleceğine,(?)- Agamemnon’u sorguya çekmesini tavsiye eder!


Artık ajan olan, Alec’in Agam’ı,
Ève ile beraber sohbet etmek üzere çağırdığı günü anlatan sayfalar ile satırlar döner, gün olup, devran döndüğünde Alec’in kuşkuları doğru çıkar. Bu konuşmada, Alec, Agememnon’un da kendilerini Empedokles’in Dostları olarak adlandıran alternatif insanlardan biri olduğunu, öğrenir. Daha da ötesi, Agam’ın ifadelerine göre alternatiflerin Ève’in “Gelecek Artık Bu Adreste Oturmuyor” kitabının, -Maalouf’un Uygarlığın Batışı adlı denemesinin- Empodokles’in dostları tarafından okunduğunu ve önsezi ve kehanet dolu bir kitap olarak değerlendirildiğini anlar.

 

Empedokles’in Dostları’nın, Ève’in insanların yollarını yitirdiğine inanıp, buna hayıflanmaktan ziyade geleceğin başkalarının elinde şekilleneceği umudunu taşıdığını sezip… 

“Hayatın yollarında hiç durmadan tarihimizin can sıkıcı cesetlerine takılıp sendeliyoruz. Ama geçmişiyle boğuşmaktan usanan insanlık eğer bir gün geleceği ile karşılaşsa onu tanıyabilecek mi? Kendini onda bulup, onun güçlü ve sıcak bedenine avuçlarını dayayabilecek mi?

satırlarını okuduklarında, belki de kendilerinden biri olabilir veya her durumda Ève’i korumak üzere Agam’ı görevlendirdiklerini sezer.

Agamemnon ve Demosthenes arasındaki bağı çözer. Agam güncel olayların açıklamasında yine Ève’in kitabını referans alarak “Eğer bu öznesiyse doğrulandı. Dilek ise gerçekleşti.” diyerek, Maalouf’un düşüncesi temelinde “Eğer insanlık uzun bir Ortaçağ karanlığında batacağına, ilerleseydi kim bilir bugün hangi noktaya gelirdik?”   diye sorar? Neyse onlar, birbirlerine sora dursunlar, -tıpkı Burgazadadaşım Halit Kakınç’ın Yerkubbe kitabındaki gibi… Asırlar önce gördüler ve birden bire gittiler. Asırlar sonra, gördüler ve birden bire geldiler. Neredeydiler? Nasıl ve nereden geldiler? Bilinmez. Kitap devamlı denizle iç içe olduğuna göre, sanırım Atlantis’ten geldiler.

“Evvel zamanda insanlık bölünmüş,

biri kendini ışık içinde yaşadığını zannedip, gölge yapmış,

diğeri ise gölgede yaşamış, ışık taşımış.”

Alec, Ève ve Agam’ın konuşmaları şöyle sürer; Alec sorar, “Yıllar boyunca varlığınızın nasıl farkına varamadık?” Agam, “İnsanlar, varlığını bilmek istemiyorsa ömürleri boyunca yanından geçer, seni görmez.”  Nasıl ki fırtınalı bir gecede dışarıya çıkmaya hazırlanan adam, mumunu rüzgâr almayan bir köşede yakarsa, ardından gittiğimiz antik ateş de korunaklı yerlere sığınmak zorunda kaldı ve sağaltan alevin payına çok küçük bir toprak parçası düştü. Ve o günden başlayarak, ‘Onun’, Empodekles’in dediği gibi, biz ardılları, gerekirse ve eğer istersek Dünyaya zincirlerinden boşanmış gibi saldıran, güçlü soluklarıyla mahsulleri yok eden rüzgârları, ters yönde esen meltemlerle durdurmaya, ant içtik.

 

Ancak, Moro yukarıda söylenenlere geçmiş tarihi, İspanyolların Güney Amerika’yı, Amerikalıların Kuzey Amerika’yı istilası ve bunun gibi, ezilen halkların sömürüsü üzerine kurulan her devlet bireyinin, tepkisi içinde, karşı çıkar. Birçok ülkede alternatifler tarafından, temizlenmekte olan bakteriyoloji, organik kimya, yapay zekâ, fizik, silah yapan laboratuarları ile hedef alınmış agronomi enstitüleri, gözlemevleri, üniversite kitaplıkları, sualtı belgesellerinde uzmanlaşmış şirketler gibi tesislerde patlak veren olayları, alternatiflerin bilerek kışkırttığını küresel temizliği uzatmak ve yaygınlaştırmak için bahane aradıklarını öne sürerek… müdahil alternatiflerin kendi dünyasına olası zarar vermek ve  teknik kapasitelerimizi ortadan kaldırmak amacıyla ortalığı toz duman edeceklerini dillendirir ve bunu da artan,  müdahalelerine bağlarken…

 

Agam da alternatiflerin içinde, alternatif muhaliflerin sözcüsü olarak, hem alternatiflere, hem de sıradan insanlara şu soruları sorar… a) Sıradanlara Ürettiğimiz malzemeleri mi vereceğiz,  yoksa bu malzemelerin nasıl üretildiklerini mi öğreteceğiz? b) Bilimimizi öreten okullar mı kuracağız? Bu durumda önce bizim bilim dünyamız sıradanların bilim dünyasının yerini alır ve  sonra da çarka elimizi kaptırırız. Halklarımız karışır, dünyalarımız iç içe geçer. Sıradanların uygarlığı yok olup gider, bizimki de tanınmaz hale gelir.” diyerek bu çalışmalara şiddetle karşı çıkmaktadır. Agam ve temsil ettiği muhalif alternatifler, biz, sıradanların, tarihinden söz ederken açgözlülükten, yırtıcılıktan, cinayet dürtüsünden başka bir şey görmemekte, gücümüzü tahakküm ve köleleştirmekten başka bir şey için kullanmadığımızı düşünmektedir.

 

Alec’in ağzından Maalouf’un yanıtı ise: Mağrur bir mazlumun sayıklaması içinde şu biçimde kayıtlara geçer… “Dünyaya gözlerimi açtığımdan beri iki önemli hadiseye şahit oldum. Birincisi birkaç on yıl içinde tek süper güç olan ulusun ABD’nin nihai zaferi. Diğeri ise Empedokles’in Dostlarının çok ani ve herkesi hazırlıksız yakalayan zaferi…”

 

117. sayfadan sonra film bir salgın dönemini anlatır gibidir: Demosthenes denetiminde yapılan nükleer temizlikten sonra, temizlik sırasında geçici felç olan askerleri iyileştirmek amacıyla gemilerle limanlara yanaşan alternatifler, şifa dağıtmaya başlar. Bir makineye girip üç dakika sonra diğer ucundan tüm hastalıklardan kurtulmuş ve iyileşmiş olarak çıkan, birçok insan iyileşir. Hastalıklarından mutlaka kurtulacaklarına ikna olan insanlarla, yeryüzünün her köşesinde yaşam askıya alınır. Gezegenin tamamı gözlerini kalabalıklara dikmiş durumdadır. Kimse yolculuk etmemekte, işe gitmiyor her şey askıdadır. Uygarlık öyle bir aşınır ki, çökmesi için bir fiske bile yetebilir. Terminal dönemdeki ABD Başkanı bile toplu ısrarlara dayanamayarak (!) alternatiflere olası iyileşmesinin siyasal kararlarını etkilemeyeceğini açıkladıktan sonra, tedavi olmayı kabul eder. Bundan çok rahatsız olan Amerika’nın meşhur Redneck takımı da alternatiflerin, -bu kadar gelişmişliklerine rağmen herhalde toyluklarından- korunaksız gemilerini bombalar,  onlar da bu olanlara çok kızıp birdenbire ortalığı terk ederler.

 

Bu noktadan sonra, Hollywood filmlerini aratmayacak şekilde finale doğru sürüklenen sayfalarda, ABD Başkanı gücünü pekiştirirken, dünyadaki diğer sıradanlardan ırak, sadece ABD’de yaşayanlardan aldığı destekle, hiç bir önlem almayarak(!) gemide ölen Empedokles’in Dostlarına bir cenaze düzenlenir. Bundan çok mutlu olan mazlumluk ve mağrurluk sırası kendilerine geçmiş, ortadan kaybolmuş alternatifler, tekrar ortaya çıkıp müzakereci Demo’nun eşliğinde gerçek unvanı hükümdar, kraliçe, başkan, başbakan, satrap veya arkhon[5] mu bilinmeyen bir kadınla, Elektra[6] ile, törene gelirler…

 

…Film/kitap gayet vasat bir finalle son bulurken… Ölümü, insanlığın tek düşmanı olarak ortadan kaldırmaya kararlı alternatifler sayesinde Ève ve Alec, muhtemelen geçirildikleri şifa tüneli sayesinde, aniden gençleştikleri için, olabilecek nüfus patlamasının dünya kaynakları üzerindeki olası olumsuz etkisini göz ardı ederek, pat diye bir çocuk peydahlayaverirler.. J

-0-


Kitapla ilgili yukarıda okuduğunuz satırları yazmakta çok yoruldum ve zorlandım. Yazdıklarımı defalarca okudum. Bazı yerleri değiştirdim.  Hem benim yazdıklarıma karşı, hem de bu kitaba karşı binlerce eleştiri ve tez yazılır. Suda geçen bu kitap daha çok su kaldırır.

 

Kitapla ilgili yazılacakların her birini merakla bekler ve ben, Empedokles’in Dostlarına içerken, siz de okumadıysanız başlayın kitabı okumaya, okuduysanız sağ veya sol kulağımı çınlatmaya… kalın, tasasız, sağlıkla ve kitapla!

 

03.11.2021 mehmetealtin,

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------

Yapı Kredi Yayınları, 3. Baskı, Mart 2021


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder