Lise
Öğretmeni Pedersen'in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyası Uyanışa Dair Anlatısı
132 / CXCIV
Çeviri: Banu Gürsaler Syvertsen
“ Giydiği mavi iş önlüğü mesai arkadaşları açısından maviye
boyanmış, bir doktor önlüğünden başka bir şey değildi.
Kim
derdi ki, Oslolu Doktor Nina 30. doğum
gününü üzerinde mavi iş gömleği ile Larvik’teki bir fabrikada trikotaj makinasının başında
kutlayacak? ”
Norveç edebiyatının önemli kalemlerinden Dag
Solstad’ı, Mahcubiyet ve Haysiyet adıyla Türkçe ’ye çevrilen kitabından
hatırlayanlarınız çıkabilir. Dag Solstad’ın Lise Öğretmeni Pedersen’in Ülkemize
Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı ise adına yaraşır bir tez
konusu olabilir.
-0-
Ostalji, Almanca'da Doğu Almanya'daki hayata
duyulan özlemi dile getirmek için kullanılan bir terim. Almanca Ost (doğu) ve
Nostalgie (nostalji) kelimelerinden türetilmiş. Bu fenomen, genellikle bir
ülkenin sosyalist geçmişiyle nostaljik bir ilişki olarak tanımlanır ama Doğu ve
Batı Almanya’nın birleşmesinden sonra ortaya çıkmış ve esas olarak eski Doğu
Almanya ile ilişkilidir. Öte taraftan, bir ölçüde de eski Doğu Bloku ülkelerine
göndermedir. Ve feshedilmiş Alman Demokratik Cumhuriyeti'ndeki pek çok
entelektüel ve hatta "sıradan insanlar" arasında Ostalgie, Komünizm
döneminde gerçekte olana değil de kapitalizm dışında başka bir Almanya'nın
kaçırılan fırsatı için bir hayıflanma gibidir. Diğer deyişle, olayların
gerçekçi bir şekilde radikal bir şekilde farklı olabileceğine inanma
olasılığının kaybıyla başa çıkmanın bir yolunu bulmaya çalışılmasını karakterize
eden bir süreç olarak da tanımlayabiliriz.
Bu elbette sadece Almanlara özel bir fenomen
değildir ve bu anlamda komünist geçmişi olmayan ülkelerde de benzer bir
gelişmenin olup olamayacağını sorgulamak mümkündür ki, bence bu kitabı okuyup
bitirdiğinizde sizde aynı soruyu hem kendi ülkeniz hem de başka ülkeler için
sorabilirsiniz.
Örneğin, bir Norveç ostaljisi var mı ve eğer
öyleyse, onu karakterize eden nedir? Ona da Norvalji mi demeliyiz? Gelin bunun yanıtını
Dag Solstad'ın kitabında aramak için Lise Öğretmeni Pedersen yazsın, ben anlatayım,
ne der, bir bakalım.
-0-
Norveç’in Lavrik ilçesinde, doğa aşığı eski karımla
beraber, 1600 km uzakta yaşayan oğlum hariç, ailesi olmayan biri olarak sığıntı
bodrum katında yaşıyor, Lavrik Lisesinde yaptığım Tarih, Norveç Dili ve
Edebiyatı ile Hristiyanlık Bilgisi öğretmenliği dışında beni topluma bağlayan
ilgi alanları ve sosyal çevrem yok gibi… 40 yaşında, yolun yarısında,
öğretmenlik dışında, hayatının on iki yılını İKP(m-l)[1]’de
geçiren, Lavrikli Pol Pot, Stalin’in lisedeki borazanı ya da Kızıl Hoca
lakaplı, vergi mükelleflerinin parasıyla geçinen aşırı uç mensubu yalnız bir
kurt olarak, 1980’li yılların başında bunları anlatmak üzere kalemi elime
alıyorum. Amacım, hayatımın içindeki
Norveç’i, öğrencilerimi, Norveç’teki İşçilerin Komünist Partisi
(Marksist-Leninist) isimli Maoist örgütün kuruluş ve gelişim aşamasındaki
yerini anlatıp sorgulamaya açmak. Ben anlatayım, siz sorgulayın.
II. Dünya Savaşı sonrasında Norveç’in umudu olan bizlerle,
yani 60’lı yıllarda eğitim görmüş olanlar, bunu sosyal demokrat bir sisteme
borçluyduk. Bunun için kime teşekkür edeceğimizi bilsek de ruhumuzu bir kasvet
sarmıştı. İşe yaramıyorduk. Oluşturduğumuz,
gettolarda yaşıyor, hayata ilişkin temel sorunlarla ilgileniyorduk. Ancak
gelecek konusunda bir seçeneğimiz yoktu. Güvenli ve ayrıcalıklı bir iş, bir
yere kök salma hayalim, ancak 1968’de Larvik’te lise öğretmenliğine atanmamla gerçeğe
dönüşecekti. Öyle dünyayı şaşırtmak gibi özel hedeflerle gelmemiş, bir liseye
öğretmen olarak atandığım için mutluydum ve kendi evimi açmak için
sabırsızlanıyordum. Derslere başladığımda en çok savunduğum konu, farklı dallara ait derslerin
birbirleriyle örtüşmesiydi. Örneğin; Norveç Tarihi bilinmeden, hatta Luther’in
görüşleri bilinmeden Norveç Edebiyatı anlaşılabilir miydi? Varoluşun soyut
kategorileri hala eğitimin en önemli tezi olması yerine, varoluşu çeşitli
bağlamlar içinde ele almak ana tema olsaydı okul çok daha heyecan verici bir
yer olmaz mıydı?
Ne var ki, bir gün öğrencilerimden birisinin Werner
Ludal’ın “ Bize tarih dersi verme
biçiminiz üzerine bir tartışma açmamız gerekiyor. Tarih kimim içindir? İktidarı
elinde bulunduranlar için midir, yoksa emekçi kitleler için midir? Bu dersin son derecede otoriter bir yapısı
var ve karşılıklı söyleşiyi olanaksız kılıyor…” diyerek; Tarih dersinin
hedef kitlenin ilgisini çekmemesi halinde hatanın hedef kitlede değil derste
olduğunu… Larvik’i kuran General Gyldenløve’nın
gayrimeşru çocuk olması değil, emrindeki çocuklara nasıl kan kusturduğunu…
Treschow ailesinin nasıl Larvik’in yarısıyla Hardanger platosunun tamamına
sahip olduğunu… Johan Sverdurp[2]’un
hizmetçisinin, kaç giysisi olduğunu, sığındığı ufacık sandık odasını, iş
saatini ve Sverdrup’un şaşaalı söylevlerini öğrenmek istediklerini söylemesi
yanında, silikozis hastalığını bilip bilmediğimi sorarak arkasından Çin Halk Cumhuriyetini
öven bir konuşma yapmasıyla… derslerde umduğumu değil bulduğumu verir oldum. Werner ile başlayan sözlü atışmalar,
sosyalizmle ilk defa yüzleşmeme sebep oldu.
Giderek Werner ile aramızda garip bir sırdaşlık,
gizli bir kardeşlik ilişkisi oluşmuştu. Derslerimi adeta Werner’e anlatıyor,
verdiği tepkilere dikkat ediyordum. Elini havaya kaldırması, benim yüzümde
hoşnutsuz ama içimde beklentilerle dolu ona söz vermem, onun da giderek işitme
ihtiyacına kapıldığım sözcükleri söyleme ekseninde gelişiyordu. Werner oltaya
geldiğimi anlamış ayda bir evime geliyor ve her geldiğinde bana bir Klassekampen[3] gazetesi
satıyordu.
-0-
Yakın geçmişe göz atarsak, 1945'ten 1962'ye kadar
parlamentoda mutlak çoğunluğa sahip olan sosyal demokrat İşçi Partisi
liderliğindeki hükümet, Keynesyen ekonomiden esinlenen ve devlet tarafından
finanse edilen sanayileşmeyi ve sendikalar ile işveren örgütleri arasındaki
işbirliğini vurgulayan bir program başlatmıştı. Süt ürünlerinin karneye
bağlanması 1949'da kaldırılırken, konut ve arabaların fiyat kontrolü ve karneye
bağlanması 1960'a kadar devam ederken, savaş sırasında uygulanan ekonominin
devlet kontrolüne ilişkin birçok önlem de devam etmişti. 1970'lerden itibaren petrol
üretimi, Norveç ekonomisinin genişlemesine ve Norveç devletinin finanse
edilmesine yardımcı oldu. İşçi Partisi, sosyalist bir ekonomi hedefini takip
etmesine rağmen (özellikle 1948'de Çekoslovakya'da Komünistlerin iktidarı ele
geçirmesinden sonra) Komünistlerden uzaklaşarak, ABD ile dış politika ve savunma politikası
bağlarını güçlendirdi. 1960'ların sonu ve 1970'lerin başında, özellikle Vietnam
savaşı bağlamında Sovyetler Birliği ile Çin arasındaki Çin-Sovyet bölünmesi,
eski nesil komünistler arasında ideolojik krize neden oldu.
İşte tam bu anda, soğukkanlı, üzerinde düşünülmüş,
bir zamanla Marksist Leninist düşüncenin temel ilkelerine dayanan… Çin’in
ideolojik ütopya teşkil ettiği… tarihsel köklerinin Lenin ve Stalin
önderliğinde SSCB olduğuna açık göndermeler yapan… ama Sovyetlerde artık
sosyalist olmayan kapitalist bir devlet ortaya çıktığı, hatta bu devletin
Batılı kapitalist ülkelerde görülen ifade özgürlüğü ve muhalefet hakkı gibi
uzlaşmacı özelliklerden bile yoksun olduğu söylemiyle… 1970 SSCB’sine mesafe
koyan İKP (m-l), silahlı devrim ve proletarya diktatörlüğü hedefinde… Halkla
bütünleşip amaca hizmet eden kim olursa olsun kısa vadeli işbirliğine gitmek
amacı içinde yürümeye… dünyanın en zengin ve ekonomik konjonktürü yükselişte olan
bir ilke Norveç’te ulusun kültürel ve entelektüel hayatında merkezi çekim
noktası olarak hayatını sürdürmeye başladı. 1968-78 arasında bir dönemde Norveçli
genlerine aykırı biçimde on binlerce kişi kısa veya uzun süreliğine partiye üye
oldu, ya da sempatizan olarak partide yer aldı. Pek çok insan da bu dönemde
kendilerini partiye adadı. Ostaljiye göndermeyle Norvalji diyebileceğimiz bir
pişmanlık ve hayıflanma ile hayat boyu da etkisinden kurtulamadı.
-0-
Tüm siyasi hayatımızın cennetle cehennem, Çin
cenneti ile karşıdevrim cehennemi arasında gerilmiş bir halde geçip gittiği,
birbirini sürekli olarak gören ama birbirini hiç tanımayan bu guruba ben de
dâhildim artık… Yapılan hatalar kemikleşmesin diye özeleştiri devreye girerdi.
Her hatanın içinde ileride yeni ve niteliksel bir özelliğe dönüşebilecek ve
seni işçi sınıfı yandaşlığından burjuvazi yandaşlığına götürecek bir tohum
bulunabilirdi. Partinin güvenlik politikası aynı zamanda güvenlik ağı görevini
görüyordu. Bu ağın içinde çırpınıp duruyor, parti üyesi olduğumuz sürece
dışarıya çıkamayacağımız devrimci bir mitoloji içinde ancak var oluyorduk.
Kurulan garip gurup dinamiğinin kıskançlık, hakir görülme, aşk, nefret, boyun
eğme, kendini ön plana çıkarma gibi şeylerden oluşan acayip bir atmosferin
yarattığı bir mekânda konuya odaklı ciddi ve canla başla çalışıyorduk.
-0-
İşler ciddileşiyor, İKP(m-l) yükselme dönemine
geçiyordu. Parti içindeki sınıfsal dağılımın hatalı olduğunu aramızda gücünü
tam olarak kullanamayan fazla sayıda entelektüel bulunulduğu, işçi sınıfının
yanında daha aklı başında işler bulunulmasının, kendini proleterleştirme,
zamanının geldiği söyleniyordu.
“Ben
tehlikeli miyim? Evet. Çünkü büyük ve belirleyici iki sınıf arasında
konumlanmış, her an kayabilecek bir ara tabakada yer alıyorsun. Hangi
diktatörlüğü seçeceğine sen karar vereceksin.”
Ben bunu kabul etmedim. Bu benim sırrım mezara
kadar götüreceğim. Bu arada her nasılsa partinin Lavrik parti sözcüsü olmuştum.
Dışarıda general, içeride emir eriydim. Boş kâğıda imza atıyordum. Başlangıçta
neyi imzaladığıma dair bilgi veriliyordu. Sonra bu giderek bu da yok oldu. Artık
ismim, Knut Pedersen’e ait değil partiye aitti.
Eskiden sorun ortaya konur, ortaklaşa çözüm
üretilir, görüşmeler sonucunda ortak görüşler, lehte, aleyhte konuşmalar
tartışmaya açılır sonunda ne yapılacağına karar verilirdi. Kişiler de özgür
iradesiyle bu karara uyardı. Üyeler önemli sorunları tartışmadan önce sorunun
cevabı Merkez Komitesi tarafından kararlaştırılırdı ama tartışmanın amacı da
zaten önceden belirlenmiş cevabın oybirliği ile desteklenmesiydi. Bu bile bir
şeydi.
Şimdi artık yoldaşlar uyukluyorlar ve kılıcını
çekmiş şövalyeye aldırmıyorlar hatta uykudaymış gibi davranıyorlar konu
değişmedikçe de uyanmaya niyetli görünmüyorlar…
1980
yılının şubat ayında, bir silah sesi yankılanmıştı Larvik’te.
O
ses, silahın ateş aldığı o günden bu yana hala benim kulaklarımda çınlıyor.
Silahın
ateş aldığı an, benim orada olamamam, hiçbir şeyi değiştirmiyor.
… eğer daha fazlasını öğrenmek istiyorsanız,
özeleştiri olarak da görebileceğimiz romanımı okumanızı öneririm deyip bitirdi
Pedersen.
Ben de aldım titreyen elinden kalemi, koydum masaya…
bu sefer bu kitapla ilgili yorumu size
bırakacağım ama bırakmadan önce derim ki, kitapta Pedersen’in yaşamı ile İKP/
(m-l)’nin, yaşam süreci adeta iç içe… ve
iki tutku var kitabın içinde, iç içe…
Son olarak, her ne kadar çevirmenin metne sadık
kalma endişesi çok fazla ki kitabın adındaki, birini sürekli rahatsız etmek,
birine sataşmak, peşini hiç bırakmamaktan ibaret “musallat” bana da musallat
olarak, beni de rahatsız etti… ve okurken bazı yerlerde zorlansam da neredeyse
Saramago gibi noktalama işaretleri kullanılmadan yazılmış bu kitabı, Banu
Gürsaler Syvertsen gibi Norveç’te yaşayan bir çevirmen, ancak bu kadar iyi
çevirebilirdi.
Kalın kitapla, tasasız ve
sağlıkla…
18.03.2021
mehmetealtin,
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
Yapı Kredi Yayınları, 1.
Baskı, Haziran 2020, Norveç’te ilk baskı Ekim 1982
Not:
İKP/ (m-l), Stalin rejimi de dâhil olmak üzere dünyanın diğer
bölgelerindeki Marksist ve Komünist rejimleri desteklediği için zaman zaman
eleştirildi. Kamboçya'nın Kızıl Kmerleri
'ni açıkça onayladı ve Phnom Penh'i işgal edildiğinde Klassekampen baş sayfasının
başlığında "Yaşasın Özgür Kamboçya" yazdı. Pol Pot yönetimi sırasındaki
rapor edilen cinayetlere rağmen İKP/ (m-l) desteği devam etti. Parti, o
zamanlar bu raporları yeni rejime karşı bir karalama kampanyasının parçası
olarak görüyordu ve ülkeyi ziyaret ederek destekleyen heyetleri vardı.
Partinin iç işleyişinin çoğu, doğası gereği gizliydi. Parti programı,
1990'dan önce silahlı devrim çağrısı yaptığından beri şiddetli ve aşırı olarak
kabul edildi ve o zamandan beri "devrimi silahlarla savunmak"
olasılığını hep açık tuttu.
2003'te parti liderliğinin iki eski üyesi, Finn Sjue ve Egil Fossum,
partideki totaliter kültür için özür diledi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder