3 Nisan 2021 Cumartesi

 

Lise Öğretmeni Pedersen'in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyası Uyanışa Dair Anlatısı

132 / CXCIV

Çeviri: Banu Gürsaler Syvertsen

 

Giydiği mavi iş önlüğü mesai arkadaşları açısından maviye boyanmış, bir doktor önlüğünden başka bir şey değildi.

Kim derdi ki,  Oslolu Doktor Nina 30. doğum gününü üzerinde mavi iş gömleği ile Larvik’teki  bir  fabrikada trikotaj makinasının başında kutlayacak? ”

 

 

Norveç edebiyatının önemli kalemlerinden Dag Solstad’ı, Mahcubiyet ve Haysiyet adıyla Türkçe ’ye çevrilen kitabından hatırlayanlarınız çıkabilir. Dag Solstad’ın Lise Öğretmeni Pedersen’in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı ise adına yaraşır bir tez konusu olabilir.

-0-

Ostalji, Almanca'da Doğu Almanya'daki hayata duyulan özlemi dile getirmek için kullanılan bir terim. Almanca Ost (doğu) ve Nostalgie (nostalji) kelimelerinden türetilmiş. Bu fenomen, genellikle bir ülkenin sosyalist geçmişiyle nostaljik bir ilişki olarak tanımlanır ama Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden sonra ortaya çıkmış ve esas olarak eski Doğu Almanya ile ilişkilidir. Öte taraftan, bir ölçüde de eski Doğu Bloku ülkelerine göndermedir. Ve feshedilmiş Alman Demokratik Cumhuriyeti'ndeki pek çok entelektüel ve hatta "sıradan insanlar" arasında Ostalgie, Komünizm döneminde gerçekte olana değil de kapitalizm dışında başka bir Almanya'nın kaçırılan fırsatı için bir hayıflanma gibidir. Diğer deyişle, olayların gerçekçi bir şekilde radikal bir şekilde farklı olabileceğine inanma olasılığının kaybıyla başa çıkmanın bir yolunu bulmaya çalışılmasını karakterize eden bir süreç olarak da tanımlayabiliriz.

 

Bu elbette sadece Almanlara özel bir fenomen değildir ve bu anlamda komünist geçmişi olmayan ülkelerde de benzer bir gelişmenin olup olamayacağını sorgulamak mümkündür ki, bence bu kitabı okuyup bitirdiğinizde sizde aynı soruyu hem kendi ülkeniz hem de başka ülkeler için sorabilirsiniz.

 

Örneğin, bir Norveç ostaljisi var mı ve eğer öyleyse, onu karakterize eden nedir? Ona da Norvalji mi demeliyiz? Gelin bunun yanıtını Dag Solstad'ın kitabında aramak için Lise Öğretmeni Pedersen yazsın, ben anlatayım, ne der, bir bakalım.  

-0-

Norveç’in Lavrik ilçesinde, doğa aşığı eski karımla beraber, 1600 km uzakta yaşayan oğlum hariç, ailesi olmayan biri olarak sığıntı bodrum katında yaşıyor, Lavrik Lisesinde yaptığım Tarih, Norveç Dili ve Edebiyatı ile Hristiyanlık Bilgisi öğretmenliği dışında beni topluma bağlayan ilgi alanları ve sosyal çevrem yok gibi… 40 yaşında, yolun yarısında, öğretmenlik dışında, hayatının on iki yılını İKP(m-l)[1]’de geçiren, Lavrikli Pol Pot, Stalin’in lisedeki borazanı ya da Kızıl Hoca lakaplı, vergi mükelleflerinin parasıyla geçinen aşırı uç mensubu yalnız bir kurt olarak, 1980’li yılların başında bunları anlatmak üzere kalemi elime alıyorum. Amacım,  hayatımın içindeki Norveç’i, öğrencilerimi, Norveç’teki İşçilerin Komünist Partisi (Marksist-Leninist) isimli Maoist örgütün kuruluş ve gelişim aşamasındaki yerini anlatıp sorgulamaya açmak. Ben anlatayım, siz sorgulayın. 

 

II. Dünya Savaşı sonrasında Norveç’in umudu olan bizlerle, yani 60’lı yıllarda eğitim görmüş olanlar, bunu sosyal demokrat bir sisteme borçluyduk. Bunun için kime teşekkür edeceğimizi bilsek de ruhumuzu bir kasvet sarmıştı.  İşe yaramıyorduk. Oluşturduğumuz, gettolarda yaşıyor, hayata ilişkin temel sorunlarla ilgileniyorduk. Ancak gelecek konusunda bir seçeneğimiz yoktu. Güvenli ve ayrıcalıklı bir iş, bir yere kök salma hayalim, ancak 1968’de Larvik’te lise öğretmenliğine atanmamla gerçeğe dönüşecekti. Öyle dünyayı şaşırtmak gibi özel hedeflerle gelmemiş, bir liseye öğretmen olarak atandığım için mutluydum ve kendi evimi açmak için sabırsızlanıyordum. Derslere başladığımda en çok savunduğum konu, farklı dallara ait derslerin birbirleriyle örtüşmesiydi. Örneğin; Norveç Tarihi bilinmeden, hatta Luther’in görüşleri bilinmeden Norveç Edebiyatı anlaşılabilir miydi? Varoluşun soyut kategorileri hala eğitimin en önemli tezi olması yerine, varoluşu çeşitli bağlamlar içinde ele almak ana tema olsaydı okul çok daha heyecan verici bir yer olmaz mıydı?

 

Ne var ki, bir gün öğrencilerimden birisinin Werner Ludal’ın “ Bize tarih dersi verme biçiminiz üzerine bir tartışma açmamız gerekiyor. Tarih kimim içindir? İktidarı elinde bulunduranlar için midir, yoksa emekçi kitleler için midir?  Bu dersin son derecede otoriter bir yapısı var ve karşılıklı söyleşiyi olanaksız kılıyor…” diyerek; Tarih dersinin hedef kitlenin ilgisini çekmemesi halinde hatanın hedef kitlede değil derste olduğunu… Larvik’i kuran General Gyldenløve’nın gayrimeşru çocuk olması değil, emrindeki çocuklara nasıl kan kusturduğunu… Treschow ailesinin nasıl Larvik’in yarısıyla Hardanger platosunun tamamına sahip olduğunu…  Johan Sverdurp[2]’un hizmetçisinin, kaç giysisi olduğunu, sığındığı ufacık sandık odasını, iş saatini ve Sverdrup’un şaşaalı söylevlerini öğrenmek istediklerini söylemesi yanında, silikozis hastalığını bilip bilmediğimi sorarak arkasından Çin Halk Cumhuriyetini öven bir konuşma yapmasıyla… derslerde umduğumu değil bulduğumu verir oldum.  Werner ile başlayan sözlü atışmalar, sosyalizmle ilk defa yüzleşmeme sebep oldu.

 

Giderek Werner ile aramızda garip bir sırdaşlık, gizli bir kardeşlik ilişkisi oluşmuştu. Derslerimi adeta Werner’e anlatıyor, verdiği tepkilere dikkat ediyordum. Elini havaya kaldırması, benim yüzümde hoşnutsuz ama içimde beklentilerle dolu ona söz vermem, onun da giderek işitme ihtiyacına kapıldığım sözcükleri söyleme ekseninde gelişiyordu. Werner oltaya geldiğimi anlamış ayda bir evime geliyor ve her geldiğinde bana bir Klassekampen[3] gazetesi satıyordu.

-0-

Yakın geçmişe göz atarsak, 1945'ten 1962'ye kadar parlamentoda mutlak çoğunluğa sahip olan sosyal demokrat İşçi Partisi liderliğindeki hükümet, Keynesyen ekonomiden esinlenen ve devlet tarafından finanse edilen sanayileşmeyi ve sendikalar ile işveren örgütleri arasındaki işbirliğini vurgulayan bir program başlatmıştı. Süt ürünlerinin karneye bağlanması 1949'da kaldırılırken, konut ve arabaların fiyat kontrolü ve karneye bağlanması 1960'a kadar devam ederken, savaş sırasında uygulanan ekonominin devlet kontrolüne ilişkin birçok önlem de devam etmişti. 1970'lerden itibaren petrol üretimi, Norveç ekonomisinin genişlemesine ve Norveç devletinin finanse edilmesine yardımcı oldu. İşçi Partisi, sosyalist bir ekonomi hedefini takip etmesine rağmen (özellikle 1948'de Çekoslovakya'da Komünistlerin iktidarı ele geçirmesinden sonra) Komünistlerden uzaklaşarak,  ABD ile dış politika ve savunma politikası bağlarını güçlendirdi. 1960'ların sonu ve 1970'lerin başında, özellikle Vietnam savaşı bağlamında Sovyetler Birliği ile Çin arasındaki Çin-Sovyet bölünmesi, eski nesil komünistler arasında ideolojik krize neden oldu.

 

İşte tam bu anda, soğukkanlı, üzerinde düşünülmüş, bir zamanla Marksist Leninist düşüncenin temel ilkelerine dayanan… Çin’in ideolojik ütopya teşkil ettiği… tarihsel köklerinin Lenin ve Stalin önderliğinde SSCB olduğuna açık göndermeler yapan… ama Sovyetlerde artık sosyalist olmayan kapitalist bir devlet ortaya çıktığı, hatta bu devletin Batılı kapitalist ülkelerde görülen ifade özgürlüğü ve muhalefet hakkı gibi uzlaşmacı özelliklerden bile yoksun olduğu söylemiyle… 1970 SSCB’sine mesafe koyan İKP (m-l), silahlı devrim ve proletarya diktatörlüğü hedefinde… Halkla bütünleşip amaca hizmet eden kim olursa olsun kısa vadeli işbirliğine gitmek amacı içinde yürümeye… dünyanın en zengin ve ekonomik konjonktürü yükselişte olan bir ilke Norveç’te ulusun kültürel ve entelektüel hayatında merkezi çekim noktası olarak hayatını sürdürmeye başladı. 1968-78 arasında bir dönemde Norveçli genlerine aykırı biçimde on binlerce kişi kısa veya uzun süreliğine partiye üye oldu, ya da sempatizan olarak partide yer aldı. Pek çok insan da bu dönemde kendilerini partiye adadı. Ostaljiye göndermeyle Norvalji diyebileceğimiz bir pişmanlık ve hayıflanma ile hayat boyu da etkisinden kurtulamadı.

-0-

Tüm siyasi hayatımızın cennetle cehennem, Çin cenneti ile karşıdevrim cehennemi arasında gerilmiş bir halde geçip gittiği, birbirini sürekli olarak gören ama birbirini hiç tanımayan bu guruba ben de dâhildim artık… Yapılan hatalar kemikleşmesin diye özeleştiri devreye girerdi. Her hatanın içinde ileride yeni ve niteliksel bir özelliğe dönüşebilecek ve seni işçi sınıfı yandaşlığından burjuvazi yandaşlığına götürecek bir tohum bulunabilirdi. Partinin güvenlik politikası aynı zamanda güvenlik ağı görevini görüyordu. Bu ağın içinde çırpınıp duruyor, parti üyesi olduğumuz sürece dışarıya çıkamayacağımız devrimci bir mitoloji içinde ancak var oluyorduk. Kurulan garip gurup dinamiğinin kıskançlık, hakir görülme, aşk, nefret, boyun eğme, kendini ön plana çıkarma gibi şeylerden oluşan acayip bir atmosferin yarattığı bir mekânda konuya odaklı ciddi ve canla başla çalışıyorduk.

-0-

İşler ciddileşiyor, İKP(m-l) yükselme dönemine geçiyordu. Parti içindeki sınıfsal dağılımın hatalı olduğunu aramızda gücünü tam olarak kullanamayan fazla sayıda entelektüel bulunulduğu, işçi sınıfının yanında daha aklı başında işler bulunulmasının, kendini proleterleştirme, zamanının geldiği söyleniyordu.

 

Ben tehlikeli miyim? Evet. Çünkü büyük ve belirleyici iki sınıf arasında konumlanmış, her an kayabilecek bir ara tabakada yer alıyorsun. Hangi diktatörlüğü seçeceğine sen karar vereceksin.

 

Ben bunu kabul etmedim. Bu benim sırrım mezara kadar götüreceğim. Bu arada her nasılsa partinin Lavrik parti sözcüsü olmuştum. Dışarıda general, içeride emir eriydim. Boş kâğıda imza atıyordum. Başlangıçta neyi imzaladığıma dair bilgi veriliyordu. Sonra bu giderek bu da yok oldu. Artık ismim, Knut Pedersen’e ait değil partiye aitti.

 

Eskiden sorun ortaya konur, ortaklaşa çözüm üretilir, görüşmeler sonucunda ortak görüşler, lehte, aleyhte konuşmalar tartışmaya açılır sonunda ne yapılacağına karar verilirdi. Kişiler de özgür iradesiyle bu karara uyardı. Üyeler önemli sorunları tartışmadan önce sorunun cevabı Merkez Komitesi tarafından kararlaştırılırdı ama tartışmanın amacı da zaten önceden belirlenmiş cevabın oybirliği ile desteklenmesiydi. Bu bile bir şeydi.

 

Şimdi artık yoldaşlar uyukluyorlar ve kılıcını çekmiş şövalyeye aldırmıyorlar hatta uykudaymış gibi davranıyorlar konu değişmedikçe de uyanmaya niyetli görünmüyorlar…

 

1980 yılının şubat ayında, bir silah sesi yankılanmıştı Larvik’te.

O ses, silahın ateş aldığı o günden bu yana hala benim kulaklarımda çınlıyor.

Silahın ateş aldığı an, benim orada olamamam, hiçbir şeyi değiştirmiyor.

 

… eğer daha fazlasını öğrenmek istiyorsanız, özeleştiri olarak da görebileceğimiz romanımı okumanızı öneririm deyip bitirdi Pedersen.

 

Ben de aldım titreyen elinden kalemi, koydum masaya…  bu sefer bu kitapla ilgili yorumu size bırakacağım ama bırakmadan önce derim ki, kitapta Pedersen’in yaşamı ile İKP/ (m-l)’nin,  yaşam süreci adeta iç içe… ve iki tutku var kitabın içinde, iç içe…

 



Son olarak, her ne kadar çevirmenin metne sadık kalma endişesi çok fazla ki kitabın adındaki, birini sürekli rahatsız etmek, birine sataşmak, peşini hiç bırakmamaktan ibaret “musallat” bana da musallat olarak, beni de rahatsız etti… ve okurken bazı yerlerde zorlansam da neredeyse Saramago gibi noktalama işaretleri kullanılmadan yazılmış bu kitabı, Banu Gürsaler Syvertsen gibi Norveç’te yaşayan bir çevirmen, ancak bu kadar iyi çevirebilirdi.

Kalın kitapla, tasasız ve sağlıkla…  

 

18.03.2021 mehmetealtin,

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------

Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, Haziran 2020, Norveç’te ilk baskı Ekim 1982

 

Not:

İKP/ (m-l), Stalin rejimi de dâhil olmak üzere dünyanın diğer bölgelerindeki Marksist ve Komünist rejimleri desteklediği için zaman zaman eleştirildi.  Kamboçya'nın Kızıl Kmerleri 'ni açıkça onayladı ve Phnom Penh'i işgal edildiğinde Klassekampen baş sayfasının başlığında "Yaşasın Özgür Kamboçya" yazdı. Pol Pot yönetimi sırasındaki rapor edilen cinayetlere rağmen İKP/ (m-l) desteği devam etti. Parti, o zamanlar bu raporları yeni rejime karşı bir karalama kampanyasının parçası olarak görüyordu ve ülkeyi ziyaret ederek destekleyen heyetleri vardı.

Partinin iç işleyişinin çoğu, doğası gereği gizliydi. Parti programı, 1990'dan önce silahlı devrim çağrısı yaptığından beri şiddetli ve aşırı olarak kabul edildi ve o zamandan beri "devrimi silahlarla savunmak" olasılığını hep açık tuttu.

2003'te parti liderliğinin iki eski üyesi, Finn Sjue ve Egil Fossum, partideki totaliter kültür için özür diledi.



[1] https://en.wikipedia.org/wiki/Workers%27_Communist_Party_(Norway)

[2]https://en.wikipedia.org/wiki/Johan_Sverdrup

[3] https://en.wikipedia.org/wiki/Klassekampen

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder