Yaşam ve Yazgı, “Zhizn' i sud'ba”, “Life and Fate” Vasili Grossman
Çeviri: Ayşe
Hacıhasanoğlu
“ Stalin,
geçmişin bazı itaatkâr karakterlerini hiddetinin suç ortakları haline getirmiş,
terör, baskı ve zulüm, devletin kaynaklarını kullanan, toplumun yaşam biçimini
düzenleyen hükümetin, politikası haline gelmişti. “
Köpekleri
Seven Adam, Leonardo Padura, Bilgi Yayınevi, 1. Baskı, Ekim 2021 s.347
Vasili Grossman’ın Yaşam
ve Yazgı adlı romanını okumaya; daha önce tanıttığım ve yukarıda okuduğunuz alıntıyı
yaptığım Leonardo Padura’nın, Troçki’nin sürgüne gönderilmesiyle başlayan ve suikast
sonucu öldürülmesiyle sonuçlanan süreci… diğer tanımla, NKVD tarafından
yürütülen, UTKA Operasyonunu ve katil Jaime Ramón Mercader del Río ’nun
hayatını anlatan, “Köpekleri Seven Adam'ı okuduktan sonra karar verdim.
Bu kitap, daha önce 3 cilt
olarak basılmış ama bu baskı tek cilt ve I. kısmı 446, II. Kısmı 392 III. Kısmı
354 sayfa olmak üzere toplam 1192 sayfa… bu da demek oluyor ki, okumaya
başlamadan önce her türlü gereksiniminizi okuduğunuz yerde giderecek donanım ve
düzeneğe sahip olmalısınız. J
Bu arada, doğaldır ki, kitabın kapsamı koşutunda benim anlatımım da uzun oldu.
***
Kitabın yazarıyla ilgili
olarak; Vasily Grossman, ülkesinin başına gelen korkunç olayların sadece pasif bir
gözlemcisi değil, aynı zamanda hem Holokost'un, hem Alman Faşizm ’inin hem de Stalin
dönemi Sovyet totalitarizminin tanığı ve kurbanıydı. Hem Nazilerin hem de
Sovyetlerin, Yahudi dinine karşı duyulan düşmanlık, nefret, ön yargı veya
ayrımcılığı ifade eden, anti-Semitizminin kurbanıydı.
Bu bağlamda bugünlerde
gündemimizi yoğunlukla işgal eden, İsrail Toprakları olarak tanımlanan
topraklarda bir Yahudi devletinin asırlar sonra yeniden kurulmasını
destekleyen, savunan ve Yahudi dinini temel alan ideolojik fikir hareketi
olarak tanımlanan, Siyonizm ile Semitizm birbirine karıştırılmamalıdır ki,
sapla samanı iyice ayıralım.
Yazar, İkinci Dünya
Savaşı’nın dörtte üçünü cephelerde ve Stalingrad cephesinde, Kızıl Yıldız
dergisinin cephelerde en uzun kalan savaş muhabiri olarak geçirmiş, herkesin saygısını,
güvenini kazanmış ve bu sayede savaşta ulaşılması zor kişilere bile ulaşabilmiştir.
Savaşla ilgili ayrıntıları, asker argosunu, savaşan insanların psikolojilerini çok
iyi bilmektedir. Stalingrad, Grossman’ın hayatında önemli bir yer sahipken, 1943’de
Almanların teslim olmasından sonra anavatanı Ukrayna’ya da Yahudi dinine mensup
bir Sovyet askeri olarak ilk girenlerdendi. Ukrayna, Kiev’deki Babi Yar
Katliamı[1]
ile ilgili yazıları ise Yahudi Soykırımı’na ait ilk yazıtlar olarak kabul
edilir. Bu bağlamda savaş sonrasında, kendisinin savaşla ilgili yüklü dağarcığı
kapsamında kendisine Stalingrad ile ilgili eser yazıp yazmayacağı sorulduğu
andan itibaren kafasında ustalık eserim dediği bu kitabı, kafasında yazmaya başlar
Grossman’ın bu eseri
yazmasının bir nedeni de Sovyet edebiyat çevreleri tarafından görmezden gelinmesidir.
Grossman, kendisini hem Stalingrad hem de Berdichev[2] gettosu
hakkındaki gerçeği, -savaş sonrası Sovyet edebiyatının resmen onayladığı eserler
tarafından karartılan gerçekleri- anlatmaya çalışacağı bir eserin ortaya
çıkarılmasına adamaya karar verdi.
“Yaşam ve Yazgı”, 1959
yılında tamamlanır. Yayınlandığı andan itibaren, edebiyat çevrelerinden hiçbir
yorum gelmez ve derin bir sessizlik oluşur. Başta bu sessizlik Grossman’ı
rahatsız etmez. Fakat devamında Grossman’ı endişelendirmeye başlar ve her ihtimali göz önünde bulundurarak, eserin
el yazmalarının kopyalarını arkadaşları S.Lipkin ve V.I.Lobode’ ye verir. Nitekim
kısa bir süre sonra KGB tarafından baskına uğrar. KGB eserin tüm el
yazmalarına, daktilo şeritlerine, karbon kâğıtlarına yani esere dair her şeye el
koyar.
Eserin el yazmalarına el
konulmasının ardından Grossman, dönemin Komünist Parti Genel Sekreteri Kruşçev’e
bir mektup yazar ama bir cevap gelmez. Bunun yerine Merkez Komiteye davet
edilir, Politbüro ideoloji şefi Mihail Suslov, yazara… “Eğer yayınlanırsa, kitabının Sovyetler Birliği'ne Pasternak'ın Doktor
Jivago'sundan bile daha fazla zarar verebileceğini ve bunun Sovyetler
Birliği'ne duyulan ihtiyaç hakkında kamuoyunda bir tartışma başlatabileceğini
ve bu nedenle kitabının yayınlanamayacağı söyler.” Eserinin basımını
göremeyen Grossman, 14 Eylül 1964 yılında vefat eder. S. Lipkin, 1980 yılında
İsviçre’de bulunduğu süre içerisinde eserin yayınlanmasını sağlar, eser 2000’li
yıllarda Sovyet topraklarına girer ve Sovyet Edebiyatı’nda yerini alır. İşte
gerçek böyledir, her şey gider bir tek o kalır.
Glasgow
Üniversitesinden Margaret Tejerizo’ya göre; “Grossman,
öyküsünü anlatmak için her şeyi bilen anlatıcının aracını kullanır. Eser hem
tarihsel hem de hayali karakterleri sunar ve ayrıca Napolyon'un Rusya'yı işgali
ile Hitler'in işgali arasında karşılaştırmalar yapar. Antisemitizmin dereceleri
tartışılır ve sonuç olarak üç tür antisemitizm olduğu, sonuncusunun en
tehlikeli olduğu ve yalnızca totaliter bir devlette ortaya çıkabileceği
sonucuna varır.” "[3]
Bu türde devlet, ayırımcı
bir politika uygular. Yahudilerin yaşayacakları yerlere karar verir, meslek
seçimlerine, eğitim kurumlarına girmelerine ve kariyerlerine kısıtlar koyar
ve/veya yok sayar. Bkz. S.670
***
Kitap,1942'de, II. Dünya
Savaşı kapsamında günün Nazi Almanya’sı ve Sovyetler Birliği arasında, Sovyetlerin
deyişiyle Büyük Vatan Savaşı’nda Almanların Stalingrad'ı savunan Sovyetleri
Volga'ya doğru geri püskürtmesiyle başlar. Alman 6. Ordusunun Stalingrad'da
teslim olmasından birkaç ay sonra, ertesi yılın baharında sona erer. Anlatıcı, bu
süreçte aynı anda ve/veya geçmiş ve gelecek zaman kiplerini kullanır. Roman, bireysel
özgürlük, ahlaki seçimler arasında, kargaşa ve dehşetin ortasında hayatın
anlamını arar.
Bilindiği gibi askerî
açıdan Stalingrad oldukça önemli bir konumdadır. Ama adından da çağırışımla Hitler
‘in en çok almak istediği şehir olarak bilinir. Bu nedenle yüz doksan dokuz gün
süren Stalingrad Muharebesi, II. Dünya Savaşı’nın sonunu belirler, kaderini
değiştirir. Stalingrad bu dönemin dünya kenti, insan soyunun düşüncesi ve
tutkusu olur. Fabrikalar, rotatifler ve linotipler onun için çalışır,
politikacıların birinci gündem maddesidir. Kent devrin ruhu ve iradesidir. Bu nedenle Stalingrad
muharebesi, romanın ana olayı olmakla kalmaz. Aynı zamanda kaderleri, tarihi
çatışmaları, tarihi ve felsefi kavramları birbirine bağlayan bir düğüm, bir
buluşma noktası haline gelir. Stalingrad muharebelerinde Volga nehri de
stratejik öneme sahiptir. Nehir Almanlar için geçit ve taarruz, Sovyetler için
savunma görevi görür.
***
Yazar, II. Dünya Savaşı’nın
gerek Savaşa katılanlar, gerek siviller, gerek kamplardaki Yahudiler üzerinde
yarattığı fiziksel ve özellikle psikolojik etkilere eser içinde yer verir. Yazar
için Savaş: “Hesap, soğukkanlı bilgi ve esin, rastlantı ve tümüyle akıldışı olan
şeylerin bir araya geldiği bir sanattır. Dâhiyane bir teknik olmasa da düşünülmesi
imkânsız olan bir müzikal doğaçlama gibidir.
Savaş boyunca düşmanlık kadar dostluk gibi yeni duygular kazanılır veya
kaybedilir ama savaşan tarafların tümden yitirdikleri bir duygu vardır ki, o da
zaman duygusudur”. Yazara göre savaşta bir insanın yaşadığı zamanın uzunluk ve
kısalık duygusunun bozulması daha karmaşık bir süreçtir. Burada iş daha
uzaklara gider, kişisel, temel duygular, bozulur, çirkinleşir. Savaşta
saniyeler uzar, saatler büzüşür, kısalır. Zaman ölçüsü, hızıyla geçen
olaylarla, mermilerin ve uçaklardan atılan bombaların ıslığıyla, silah
atışlarıyla ve patlamalarla bağlantılıdır.
Kitapta, Stalingrad'daki
zaferinin "Sovyet halkının acısını uzattığı" çok kez belirtilmiştir.
Nitekim karakterlerin çoğu, savaş sonrası Sovyetler Birliği’nde daha fazla
kişisel özgürlük için umutlarını dile getirirken, Parti yetkilileri Alman
tehlikesi ortadan kaldırıldığında tüm özgürlükleri kısıtlamaya hazırlanır.
Grossman, işgal hakkındaki gerçeği ararken, Sovyet hükümetinin kayıtsızlığı ve
yetersizliği ile gerçekleri gizlemek için kullandığı birçok mite meydan okur. Bir
Sovyet askerinin yalnızca Almanların değil, Sovyet Parti yetkililerinin de
kurbanı olabileceğini gösterir. Rejim için romanda en büyük "tehlike"
yazarın totalitarizmi açığa çıkarma çabasıdır. Ve yazar, Sovyet ve Nazi
rejimlerinin aynı madalyonun iki yüzü olduğunu savunur.
Ona göre Stalin ve
şebekesi köylüden beş kapikten aldığı buğdayı aynı köylüye bir rubleye sattığı
buğday, Stalinizm’in temel taşıdır. Başta Polonya ve Finlandiya olmak üzere
komşu ülkelere yapılan saldırılar, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm için miydi,
sorgular. 1937 yazında Moskova’da Gizli polis CEKA’nın karargâhı olarak
kullanılan binanın bulunduğu caddeden, Lubyanka Caddesinden ve Komsomolskiy
Sokağı’ndan geçmek neden çok korkunç bir şeydir. Örneğin binanın tutsaklarından,
Profesör Pletnev[4]
ve Dr. Levin[5]
Gorki’yi öldürdüklerini itiraf etmişler, birkaç gün sonra da ünlü botanikçi ve
genetikçi Çetverikov sözde casusluktan tutuklanmıştır. Diğer yandan adları
saygıyla anılan ama başta Tuhaçevskiy olmak üzere Troçkist birer hain ilan
edilen mareşaller binanın tarihine adlarını nasıl yazdırlar. Bir yanda
Polonyalılar ile Yahudilerden nefret eden Litvanyalı Dostoyevski’nin portresi
Hitler’in çalışma odasında asılı ve Almanlar Yahudileri kuduz köpekler gibi
öldürürken… Öte yandan 1937 yılı Stalin dönemi Sovyetlerinde açlık ve
yamyamlıkla geçen genel kollektifleştirme sürecinde sürgüne gönderilen
milyonlarca köylünün gönlünde Rus kontu Tolstoy taht kurarken SSCB hükümeti
vatandaşlarının mevcut koşullarda dahi mutluluğu için ne yapmıştır?... Hepsi
satırlarda gizli değil, yazılıdır.
***
Romanda II. Dünya Savaşı
ile fizyolog, kimyager, biyokimyacı, patolojik anatomi uzmanı ve
toksikologlarla birlikte, ahlaksız Alman mühendislerin fırınlar için en
ekonomik çalışma koşullarını hazırladıkları, Yahudi toplama kamplarını anlatan
sayfalar, savaşın en utanç verici kısımlarından biridir.
Kendisin de Yahudi olduğunu
belirttiğimiz yazar Vasili Grossman, annesini II. Dünya Savaşı’nda bu nedenle Alman
Toplama Kampı Berdychiv’de kaybeder. Kaybetmenin verdiği üzüntüyle ve
Yahudilerin yaşadığı acımasız olayların adına eserinde bu konuya geniş bir yer
verir. Eserinde insanlığını kaybetmiş Nazi askerlerinin gettolarda ve kamplarda
yaşayan Yahudilere yaşattığı süreci, eserin başlıca kahramanı Viktor Pavloviç Ştrum ’un annesinden aldığı
mektubu aracı kılarak bize net bir şekilde ifade eder. Mektup Doğu Avrupa Yahudileri
için en güçlü ağıt ve ilk belgelerden birisidir. Romanın 18. Bölümünde yer alan
mektubun başlıca kısımları şöyledir:
“
Kapıcının karısı penceremin altında duruyor ve komşu kadınlardan birine ‘Tanrı’ya
şükür Yahudilerin sonu geldi, diyordu. Tanrım, çevremizde ne korkunç bir
yoksulluk var! Yahudilerin zenginliğinden, her zaman kara gün için birikmiş
paraları olduğundan söz edenler keşke gelip de bizim Eski Kent’i bir görseler.
İşte o kara gün geldi, daha karası olamaz. Oğlum, ben sana başka bir şey
söylemek istiyorum. Hiçbir zaman kendimi Yahudi olarak hissetmedim. Çocukluk
yıllarımdan beri Sovyet kız arkadaşlarımın arasında büyüdüm, şairlerden en çok
Puşkin‟i, Nekrasov‟u sevdim. Bir salon dolusu seyirciyle, Sovyet köy hekimleri
kongresine katılanlarla birlikte gözyaşlarına boğulduğum oyun, Stanislavski’nin
sahneye koyduğu Vanya Dayı’ydı.”
Mektup Ştrum‟un eşinden
dolayı yanlarına gelemediğinin farkında olan annesinin şu sözleriyle sona erer:
“
Sevdiklerinle, çevrendekilerle, senin için annenden daha yakın olanlarla her
zaman mutlu ol.”
Yazar, gerçekte annesinden
böyle bir mektup almaz, kendisi tarafından yazılır. Annesine çok düşkün
olduğunu bildiğimiz yazar, bu mektubu ile tüm totaliter yönetimlerden daha
üstün bir gücün varlığını, anne sevgisinin gücünü vurgulamak ister.
Ama yine de kin gütmeyen
yazar, eserinde kamplarda çalışan Almanların masum insanları gaz odalarına
kapatmak ve onları yakmak işinden hoşnut olmadıklarını, gelecek kaygısı yüzünden bu işi yapmak
zorunda oldukları anlatır. Savaş ile birlikte insanların akıllarında dünya
başka bir resim olarak algılanır. Hayata farklı açılardan bakılır. İyilik,
kötülük, güzellik, çirkinlik, inanç kavramları sorgulanmaya başlanır. Bu
kavramlar farklı anlamlar kazanmaya başlar. Bizce bu noktada bocalamasının
nedeni çok kimlikli yaşamı ve rejim baskısının üzerinde bıraktığı izlerdir.
***
Böyle bir sorgulama
dönemine giren Grossman, Nazi kampında tutuklu İkonnikov üzerinden düşüncelerini
Şöyle aktarır; “İyiliğin, güzel bir çiy tanesi kadar güçsüz olduğunu düşünüyor,
kötülüğün gerçek gücünü görüyorum. Gökler boş. Yeryüzünde sadece insan var. İyiliği
Tanrı’da, doğada bulma inancımı yitirince iyiliğe olan inancımı kaybetmeye
başladım. Yeryüzünde yaşayan insanların çoğu iyiliğin tanımını yapmayı aklına
getirmez. Yaşamın tüm durumlarında uygulanabilecek, ortak genel bir iyilik terminolojisi
var mıdır? Ya da benim iyiliğim senin için kötülük müdür, benim halkımın
iyiliği senin halkın için kötülük müdür? İyilik sonsuz ve değişmez midir, dünkü
iyilik bugün bir ayıp, dünkü kötülük ise bugün iyilik midir? Sovyet askerinin
bir Alman askerinin öldürmesi ülkesi için bir iyiliktir. Fakat bu iyilik karşı
tarafın ülkesi ve ailesi için kötülüktür. Savaşın kazanını hiç bir zaman olmaz,
gerçek kaybedeni ise analardır. Geçen yıl eylül ayında kadın, çocuk ve yaşlı
yirmi bin Yahudi’nin idamını gördüğümde, o gün Tanrı’nın da var olmadığını gördüm.
Sovyet Çalışma Kamplarıyla
ilgili düşüncelerini de Binbaşı Yerşov üzerinden anlatır. Yerşov
Nazi Toplama Kampında ailesi ise Sibirya’daki Sovyet Çalışma Kampında bulunur.
Yerşov, savaşın Sovyetler tarafından kazanılması halinde, tüm Nazi ve Sovyet
kamplarının kapatılıp, soruşturmaların ve mahkemelerin artık sona ereceğinden
emindir. Yazar nasyonal sosyalizm ve komünizmi ilk olarak kamp yaşamı üzerinden
analiz eder. Nasyonal sosyalizm ve komünizmin farklı isimler altında bulunan
aynı ideolojiler olduğunu savunur. Her iki ideoloji de eşitliği, birliği ve
özgürlüğü vaat eder. Ona göre, Nasyonal Sosyalizm, devletin geleceği ve milliyetçilik adına
insanları kamplara hapsederken, Komünizm özgür düşünmek isteyen insanları kamplara
hapseder. Hem Nasyonal Sosyalizmin hem de Komünizmin insanlar için uygun
ideolojiler olmadığını savunur. Fakat yine de Sovyet halklarını Nasyonal Sosyalizmin
ezici gücünden kurtaracak tek gücün Komünizm olduğu yargısına vararak savrulur
ki, bu da onun Marksist-Leninist öğretiyi iyi kavramamış ya da kasıtlı bir
söylem içinde olduğunu gösterir.
Ona göre “bu” savaşı
kazanan ideoloji, kaybeden ideolojiye sahip olan ulusu içinde barındırmaya başlar.
İsim olarak farklı ama özünde aynı olan iki ideoloji birbirini çekecektir. Buna
“ayna imgesi” der. Bu, iki tarafın da birbirini kendisinin yansıyan imgesi
olarak görmesidir. Bu imgede çatışan taraflar kim olursa olsun aslında
birbirine şaşırtıcı derecede yakındır. Düşman imgeler birbirinin aynası gibi
birbirini yansıtır. Her iki grup da olumlu yanları kendisine, olumsuz yanları düşmanına
atfeder.
Bu imgelemede Antisemitizm,
insanların yeteneksizliğinin bir göstergesidir. İnsanlar başlarına gelen
felaketlerin nedenlerini toplumsal düzende ve devlette aramak yerine, Yahudilerde
arar. Alman topraklarında Yahudilere karşı ne yaşandıysa savaş dönemi öncesinde
Sovyet topraklarında da aynı olayların yaşanmıştır. Sovyetlerdeki tüm kusurlar,
Yahudilere mal edilir ve Sovyet topraklarında da Yahudi katliamları başlar.
Yahudiler her daim Hristiyan düşmanları olarak görülür. Yahudilere tarih
boyunca azınlık ve aşağı ırk gözüyle bakılır.
Nazi toplama kamplarında
bulunan Sovyet kahramanları ve Yahudiler kadar, Sovyet çalışma kamplarında olan
Sovyet kahramanları ve Yahudiler de vardır. “ Halk düşmanı” diye cezalandırılan
insanlar Stalin’in Sovyetler Birliği Komünist Genel Sekreteri olduğu dönemde Sibirya’daki
bu kamplara gönderilir. Bu kamplar da Nazi kampları gibi çalışma kampları adı
altında kurulur. Kolektivizasyon döneminde kendi tarım ürünlerini, tarım
aletlerini ve hayvanlarını hükümete vermek istemeyen, ekinlerini inat için
gömen, bu yüzden hastalanıp ve kıtlıktan ölen insanların, birçoğu
cezalandırılıp bu kamplara gönderilirler. Stalin karşıtı olan Varlam Shalamov[6], 1975’da ABD’nin Vietnam’a saldırısını destekleyen(!) Soljenitsin[7]
gibi yazarlar da hayatlarının bir bölümünü bu kamplarda geçirmek zorunda
kalırlar. Nazilerin toplama kamplarına benzetilen bu Sovyet çalışma kamplarının
tek farkı kampta bulunan esirlerin topluca öldürülmemesidir. Zaten Sibirya gibi soğuk
bir bölgede bulunan esirler çalışma şartları, soğuk ve açlıktan hayatlarını
kaybederler.
Yapılan her şey devletin izlediği
siyasete uygun olmak zorundadır. Eğer devletin izlediği siyasete uygun şeyler
yapmazsanız, toplumdan dışlanmanın yanında ağır cezalara çarptırılabilirsiniz. Kamplardaki
yazarların başına gelen de bundandır. Eğer siz devlet için gerekli değilseniz,
devlet sizi bütün düşüncelerinizle, planlarınızla ve yapıtlarınızla birlikte
eritip bitirir, canınızı çıkarır ama eğer sizin düşünceniz devletin çıkarlarına
uygun düşüyorsa sizi uçan halıya bindirip uçurur! Sovyet döneminde yazılan
eserlerin birçoğunda Stalin ve yönetimi övülür. Bu eserlerde genel olarak
Stalin’in doğru bir lider olduğuna, izlediği yolun Sovyet halkı için uygun
olduğuna dair metinlere yer verilir. Bunlar Stalin ve hükümet için yayınlanmayı
hak eden eserlerdir. Eğer gerçekleri göstermek yerine, sadece hükümetin
istediği gibi kurmaca bir eser yazarsanız, bu eser yayınlanır, diğeri
yayınlanmaz.
***
Yaşam ve Yazgı’nın yapısı
Savaş ve Barış’ınkine benzer. Bütün ülkenin hayatı tek bir ailenin üyelerinin
başından geçen bir dizi olay aracılığıyla ele alınır. Romanın merkezinde
Şapoşnikov ailesinin üyeleri ve onlarla ilişkili kişiler vardır. Ancak konusu kesinlikle
bir aile değildir. Toplumun bütün resmini çizebilmek için, Tolstoy gibi
Grossman da çok sayıda karaktere yer verir.
Bu okumayı oldukça zorlaştırır. Anlatıcı, hareketli kamera gibi, sürekli
yer değiştirir, görkemli ve trajik tarihi olayları bir film gibi gözler önüne
serip, bir öyküden diğerine atlar. Zaman zaman cephenin öbür yanına geçip Alman
askerlerine de bir göz atar. İlk başlarda birbirinden bağımsız gibi görünen
olaylar ve kişiler arasındaki bağlantılar roman ilerledikçe ortaya çıkar. Ben
de bu nedenle ana karakterleri bir araya toplayıp, birbirleriyle olan
bağlantıları özetleyip, hem bu anlatıyı hem de romanı okuyacaksanız sizlere
yardımcı olmaya çalıştım.
Anlatı stratejisi yönünden,
Grossman’ın yapıtı, Savaş Barış’tan ziyade, Andre Malraux’nun, İspanya iç
Savaşını konu alan Umut adlı romanını andırıyor. Hem Umut hem de Yaşam ve
Yazgı, bütünlüklü hakikate, tümevarım süreci içinde ulaşılan yapıtlar.
Tolstoy’un ve Malraux’nun sözü edilen yapıtlarına kıyasla Yaşam ve Yazgı’nın
özgül yanı, diyaloglara çok başvurmaması. Grossman daha ziyade ilişkileri,
olayları ve kişilerin ruhsal durumlarını betimleyerek, daha doğrusu çözümleyerek
ilerliyor. Bu tercih yazara sık sık kendi görüşlerini açıklama, araya katma
olanağı sağlıyor. Bu bakımdan Grossman’ın anlatı tekniği Tolstoy’un ötesine
geçiyor. Zira Tolstoy, Savaş ve Barış’ta, tarihte nedensellik üzerine
görüşlerini romana epey yapay biçimde katar. Hatta yapıtın son kısımlarında
romanı bir yana bırakır ve neredeyse akademik bir makale tarzına yönelir.
[8]
-0-
Aleksandra
Vladimirovna Şapoşnikova
ruhsal köklerini devrim öncesi entelijensiyasının, yani aydınlar topluluğunun
halkçı geleneklerinden alan yaşlı bir kadındır. Çocukları ve aileleri romanın
temel karakterleridir. Roman:
·
Stalingrad
direnişi ana kurgusunda
·
Sovyet
ve Alman çalışma(!) kampları ile
·
bir
fizik enstitüsünde geçen alt kurgularda gelişir.
Aleksandra
Vladimirovna’nın büyük kızı Lyudmilla ('Lyuda')
Nikolaevna Shaposhnikova, fizik
bilgini Viktor Ştrum ile evlidir. Bu onun ikinci evliliğidir Nadya adında bir kızları
vardır. Lyuda, daha önce bir Sovyet çalışma kampında mahkûm Abarcuk ile evlenmiş, ondan da Tolya adında bir oğulları
olmuştur. Tolya da askerdir. Abarçuk ile Tolya arasında baba-oğul ilişkisi gelişmemiştir.
Ancak Tolya, babasının ne denli dürüst ve iyi bir insan olduğunu öğrenmiş,
Abarçuk’un soyadını almış Abarçuk da bunu tesadüfen öğrenmiştir.
Soruşturmalarda her türlü iftiraya karşı direnci de Tolya’ya layık olmaktan
kaynaklanmaktadır.
Abarçuk Parti'nin güçlü
bir destekçisidir. Mahkûm edilip Gulag’a gönderilmesine ve bunun bir haksızlık
olduğunu bilmesine rağmen, Parti'yi suçlamaz. Bu tür hatalı tutuklamaların
parti istikrarının korumasında haklı olduğuna ve bir yol kazası olduğuna inanır.
Güvenilir ve bilge kişiliği ile kampın kilit karakterlerden biri haline gelir. Romanda
Sovyet Çalışma Kamplarında olan Abarçuk’un arkadaşı Magar da alt bir karakter
olarak ele alınır. Kamplarda bazen Magar gibi safkan proleter ve arkadaşları
için canını verebilecek insanların savundukları ideolojiden vazgeçtikleri
görülür. Magar değişimini ve nedenlerini Abarçuk ile paylaşır. Ancak Abarçuk
uzun süredir kampta olmasına rağmen sonuna kadar inandığı ideolojisi komünizmden
asla vazgeçmez. Kendini büyük bir boşluk içinde hisseden Magar hayatına son
verir. Hayatına son vermeden önce kendini şu sözlerle ifade eder: “ Bu zamana
kadar savunduğum davadan dolayı büyük bir hayal kırıklığı içerisinde ve kayıp
erdeminin üzerinde ağlayan yaşlı bir fahişe gibiyim.” Grossman, devrim
projesinin başlı başına bir hata olduğu mesajını Magar’ın düşünceleri ve
söylemleriyle üzerinden iletmektedir.
Lyuda ile Viktor'un yaşamları
birbirlerinden uzaktır. Lyuda’nın Tolya’ya, Viktor’un da Nadya’ya bağımlılığı aralarındaki
çekişmenin ana kaynağıdır. Bu romanın alt
örgülerinden birisidir. Tolya'nın yitiminden
sonra Lyuda'nın Viktor’a ve Nadya'ya karşı ilgisizliği daha da artar, Lyuda'nın
oğlunun zamansız kaybıyla başa çıkmaya çalışırken, bunun ruh sağlığına olan
etkisi dikkate değer bir etmen olarak ortaya çıkmaktadır. Viktor bu durumdan
oldukça yorgundur.
***
Viktor Pavloviç Ştrum romandaki başlıca
karakterdir ve kısmen yazarın kendisini yansıtır. Gerçek hayattaki Ştrum, Sovyet nükleer fizikçisi Lev Yokovleviç Strum[9]’dur
ve Grossman’ın Kiev'deki aile dostudur. Zamanının en umut verici Sovyet
fizikçilerinden biri olan Lev Ştrum, Stalin'in Büyük Tasfiyesi sırasında tutuklanır
ve idam edilir. Vasily Grossman büyük
bir risk alarak arkadaşını 1952'de "Adil Bir Dava İçin" başlığı
altında ilk kez yayınlanan "Stalingrad" romanında, yani Stalin'in
hayatta olduğu dönemde ve sonra da bu romanda ölümsüzleştirir.
Romanda çok sayıda
karakter olmasına rağmen, romanın konusunun büyük kısmı Ştrum ve ailesi
etrafında döner. Sürekli olarak nükleer fiziği keşfetmeyi düşünür.
Çalışmalarına olan bu saplantı, romanın en başından itibaren, kendisinden
uzaklaştığı Lyudmilla'nın düşünceleri aracılığıyla açıkça görülür. Ştrum, roman
boyunca devlete karşı ikircikli duygularına işaret eder ve Stalin'in rejiminden
giderek daha fazla hayal kırıklığına uğrar. Bazen duygusuz bir adamdır -
bencil, sinirli, birlikte yaşanması zor - ama aynı zamanda derin bir insandır,
Sovyet toplumundaki yaşamın sayısız ahlaki ikilemleriyle uğraşırken kendine
sadık kalmaya çalışır. Savaş ayrıca büyük ölçüde Ukrayna'da Naziler tarafından
öldürülen, babası istemediği için onlarla beraber Ukrayna’dan Moskova’ya gelmemiş
ve Kiev’de Berdychiv, Alman toplama kampında ölen annesinin travmatik kaybından
dolayı Ştrum’u Yahudi mirasıyla da yüzleşmeye zorlar. Viktor bunu annesinin ona
yazdığı son mektuptan öğrenir; bu pasaj romandaki en ikonik en yıkıcı
pasajlardan biridir. Bu, Grossman’ın başından geçen gerçek bir olaydır.
Romanda temel
karakterlerden, apolitik nükleer fizikçi Ştrum,
büyük bir fizik buluşu yapmış, yanlış olmasa da eski teoriyi teorisine özel bir
çözüm olarak sokmuş, deneyi teoriyle, teoriyi deneyle birleştirmediği anda
başarıya ulaşmıştı. Yenilik serbestçe doğmuş, aklı yeni teoriyi doğurmuştu.
Düşüncenin özgürce oynadığı oyundan kendiliğinden doğmuştu ve eski teori yeni
deney materyalinin tüm zenginliğini açıklamaya olanak vermişti. Büyük bir iş
başarmıştı.
Ama bu başarının arkasından
dinî kökeni ele alınarak kıskançlık kumpanyası nefret ve zulüm sarmalına
dönüşmüş, Yahudi olduğu için, çalıştığı enstitüde aleyhinde büyük bir kampanya
başlamıştır. Ştrum’un “Amerikan, Alman, Sovyet fiziği yoktur fizik tektir.”
deyişi aleyhine kullanılan bir söylem olarak ortada dolaştırılmaya başlamıştı. Etrafı
boşalıyor ve boşaltılmaktadır. Bu nedenle artık bencilce hevesleri, yerini
yakınlarını koruma duygusuna bırakmıştır. Enstitüde bilimsel talepleri
karşılanmadığı gibi, işinden de ayrılmak durumunda kalır. Yazar, Ştrum’un
ikilemlerini ve ruhsal gerilimlerini son derece derinlikli biçimde işler. Ştrum
ayrıcalıklarından vazgeçmek istemeyen, sürekli korkular içinde yaşayan birisidir,
fakat zaman zaman vicdani çıkışlar da sergiler. Susmakla, gerçekleri dile
getirecek olursa geri adım atmamak konusunda kendisini sınamaktadır. “ İnsan doğuştan sarışınsa, duvar gazetesinde
adına kara çalındı diye esmer olmaz.” Bu süreçte göğsünü gererek sığındığı biricik
sav sözdür.
***
Pyotr Lavrentievich Sokolov
Viktor'un
laboratuvarında çalışan bir matematikçidir. Sokolov ve Viktor iyi arkadaştır.
Akademik çalışmaları hakkında konuşmayı severler ve sık sık hayatı ve siyaseti
tartışmak için Sokolov'un evinde bir araya gelirler. Sokolov, Viktor'dan daha
temkinli, daha akademik tavırlıdır. Victor'un bilimsel atılımından o da biraz
rahatsız olsa bile dostlarına bağlılığı ve inançları uğruna sosyal konumunu
riske atacak kadar da cesurdur. Ama ne yazık ki, eşi ile arasında yeteri kadar
var olmayan tutkuyu, Viktor Strum, arkadaşının
eşinde bulur. Zamanında Balzac ile Flaubert’i karıştırdığı için alay ettiği,
Lyuda’nın en yakın arkadaşı, Sokolov'un karısı Marya Ivanovna ile Viktor’un
flörtü ortaya çıkınca, Sokolov ile Viktor arasındaki köprüler de atılır. Romandaki
bu kurgu gerçeğe dayanmakta ve yazarın ilgi duyduğu kişinin arkadaşı şair, Nikolay
Zabolotsky’nin eşi olduğu bilinmektedir.
***
Bu arada tıpkı Sofya’nın
ölen David‟i sonsuza dek kalbinde yaşatacağı gibi Lyudmilla da oğlu Tolya’yı
sonsuza dek kalbinde yaşatacağından emindir.
Sofya Osipovna Levinton bir ordu doktoru ve Lyudmilla'nın
eski bir arkadaşıdır. Levinton, Kiev’de Berdychiv Alman toplama kampına
gönderilirken trende David adında altı yaşında bir çocukla tanışır. Yaz
tatilini büyükannesiyle geçirmek üzere Moskova’dan Kiev’e gönderilen çocuk,
Ukrayna'daki Almanların hızlı ilerleyişinin ardından Kiev’de mahsur kalmış,
kargaşa sırasında da büyükannesini kaybetmiştir. Levinton, David'in yalnız olduğunu
anlayınca onu oğlu gibi bağrına basar.
Romanda beni çok etkileyen
bu sayfalarda onunla birlikte gaz odasına gider. L
Satırlara gaz yayılırken yavaşça düşen Sofya David’i bir oyuncak bebek gibi
vücuduna bastırmakta, ölürken kendisi de oyuncak bebek olmaktadır. Romanda bu kurgu
sizleri bir kâbusun koyu bir şalı gibi sarar. Bir insanın şefkatinin II. Dünya
Savaşı'nı tanımlayan vahşetin nasıl üstüne çıkabileceğini gösterir. Ölen ve
öldürülen insanın insanlıktan çıkıp, bir adı ve özgürlüğü olmaksızın, kirli ve
zavallı bir hayvana dönüşmesi için birkaç gün yetmiştir.
-0-
Diğer alt kurgu; Aleksandra
Vladimirovna’nın küçük kızı, Lyuda’nın küçük kız kardeşi,
Yevgeniya ('Jenya') Nikolaevna Shaposhnikova’nın e s k i kocası ile y e n i nişanlısı
Tank Kolordusu komutanı Albay, Pyotr Pavloviç Novikov’ u kapsar. Jenya’ nın eski
kocası, Nikolay
Grigorevich Krımov
Stalingard savunmasında 6/1 numaralı eve atanan parti komiseridir. Krımov,
Parti'ye ideolojik ve fanatik olarak bağlıdır. Krımov’un hayatında her zaman
Partiyi önceleyen bu tutumu, Jenya’nın onu terk etmesine neden olmuştur. Ancak, Bolşevik
Partisi'nin ilk günlerinde öncülerden Mostovskoy ile birlikte çalışan Krımov
yoldaşı Mostovskoy’un, itibarsızlaştırılmış kişilerle olan ilişkisi üzerinden,
dolaylı olarak Krımov’u da tehlikeli bir konuma sokmuştur. Bazen rasgele bir
sözcük, ilişkilerdeki küçük bir dikkatsizlik öldürücü bir bıçak ucuna dönüşür
ya… Tam da bu nedenle, yaptığı ve söylediği her şeye dikkat etmelidir. Nitekim Jenya’nın
nişanlısı Novikov hakkındaki dikkatsiz bir yorumunun ortaya saçılması, Krımov'un
tutuklanması ve ÇEKA’nın Moskova’daki merkezi Lubyanka’da hapse atılmasına, geçmişinin
politik açıdan her hassas ayrıntısının didiklenmesine neden olur.
Ancak, kapsamlı işkencelere
rağmen, karşı devrimci Kolçak askerlerinin ateşine, Şanghay’da yağlı ilmeğe
maruz kalmış, Stalingrad’da, Voronej’de Bryansk Ormanları’nda yiğitçe çarpışarak
madalyalarla onurlandırılmış… Almanlar
arasında işçilerin, devrimcilerin ve enternasyonalistlerin de bulunabileceğini
düşünecek kadar da erdemli Krımov, uydurma bir dizi ihanet eylemini itiraf
etmeyi reddeder. Krımov, işkencecilere asıl olması gerekenin kitlelerin
öfkesini faşistlere karşı seferber etmektir ve Kızıl Ordu’nun yönetimin
istediği gibi intikamcı bir ordu olmaması gerektiğini söyler.
Romanın bu bölümünde devrimin
canlı bedeninin derisi yüzülmekte, yeni dönem bu deriye giydirilip, proletarya
devriminin canlı eti ve iç organları çöpe atılmaktadır. Lubyankada’ki eski ÇEKA
görevlisi, yine orada tutuklu cellat Katsenelenbogen 1937 yılında Moskova
krematoryumunun(!) her gece bacalarının tütmesinden deliren komsomol üyelerini
anlatmakta… Bu nefret ortamında gerçekleştirilen Ukrayna’lı ve Beyaz Rusya’lı
Yahudilerin, Troçkist-Buharin’ci bireylerin nasıl yok edildiği sayfalara acıyla
düşmektedir.
***
Kitabın sayfalarında
zamanlar arasında dolaşan onlarca karakterin birbirleriyle olan bağlantılarını
izlemek bazen oldukça zor olduğundan bunlardan birincil karakterlerin
portresini oluşmasında katkıda bulunan bazılarını aşağıda sizlere sunayım ki,
okumanız da kolaylaşsın…
***
Romanda Nazi kamplarındaki
yaşam, 1917 devrimine katılmış ve Lenin ile yan yana çalışmış olan Komünist
Parti ile güçlü bağları Mihail Sidoroviç Mostovskoy, üzerinden anlatır.
Mostovskoy Alman toplama kampındaki eski ve öncü bir Bolşevik’tir. Bilgedir. Mert
ve iyi bir insandır. Grossman, Mostovskoy'un karakterini, II. Dünya Savaşı
sırasında Avrupa'yı saran felsefi gerilimi ortaya çıkarmak için kullanır.
Mostovskoy, Binbaşı Yershov ve eski bir Tolstoycu Ikonnikov gibi mahkûm
arkadaşlarıyla sürekli felsefi tartışmalara girer. Ona göre Nazizm ile Stalinizm
aynı varlığın biçimidir. Birisinden aynaya baksan diğerini görürsün. Birinde
kapitalistler, diğerinde işçiler parti devletinden maaş almaktadırlar.
***
Kaptan Grekov, Stalingrad’da Alman
birlikleriyle çevrili, adeta bir Sovyet kalesi olan 6/1 Numaralı Ev'in
yöneticisidir. Grekov'un üstün cesareti, becerisi ve savaşa olan bağlılığına
genç radyo operatörü Katya'yı koruyup kollaması
nedeniyle bir tür sert şövalyelik eklenir. Adamlarında tam bir bağımlılık
uyandırır. Otoritesi, deneyiminde, sert
ve sınır tanımayan haylaz ruhundan kaynalanır. Güç, cesaret ve otoritenin
birleşimidir. Bu özellikleri sayesinde tüm gün bomba yağan evi askerleri ile
birlikte savaşın sonuna kadar savunur. Bir an olsun o evden ayrılmayı düşünmez.
Komutan Grekov‟un
yönetiminde bulunan 6/1 numaralı ev eserin duygusal ve ideolojik odaklarından
birisidir. Ev önemli bir konuma sahiptir. Şehirdeki traktör fabrikasına uzanan
bir geçittir. Ev askerler arasındaki sevginin, özgürlüğün ve vatanseverlik
mücadelesinin bir ikonu, bir göstergesidir. Ancak evin Komutan Grekov tarafından
bağımsızlık fikriyle, bağımsızca yönetildiğinden hükümetin haberi olur ve
hayati öneme sahip bu evde sözde Bolşevik düzenini kurmak ve Grekov’un kendine
buyruk tutumuna karşı Parti Komiseri Krımov gönderilir.
Grekov, romantik bir
devrimcidir. Devrimin amacının özgürlük olduğunu savunur ve bu bağlamda hükümeti,
diğer deyişle Stalin Yönetimini eleştirir. Ona göre Stalin, Partinin demir disiplini
ile Leninizm’i birleştiren ruhu bozmuş… Lenin ile birlikte Bolşevik Parti’yi
kuran onlarca insan ajan ve kışkırtıcı durumuna düşürülmüş, tek bir kişi,
Stalin davanın taşıyıcısı olarak ilahî bir konumuna yükseltilmiştir. Grekov’a
göre insanı koyun gibi gütmek imkânsızdır. Devrim insanların hiç kimse
tarafından yönetilmemesi için yapılır ve süreklidir. Mevcut rejime karşı çıkar.
Bu bir anlamda Troçkizm ’in basit bir tarifidir.
Sayfalar ilerledikçe Parti
komiseri olarak atanan Krımov ve Grekov arasında gerginlik oluşur. Çünkü Grekov
bağımsız hareket etmek ister ve Krımov'un temsil ettiği baskıcı devlet
bürokrasisinden nefret eder. Örnekleyerek; tepenin bir adım gerisine
çekinildiğinde, savaşçılar ve donanım güvende olacakken, bir adım bile geri
atılmayacak diyen kifayetsiz, liyakatsiz ve yalaka bürokrasiden nefret eder.
Komiser Krımov, Komutan
Grekov‟un yanında zayıf bir karakter olarak yer alır ve 6/1 numaralı evdeki
düzeni hükümetin istediği yönde değiştiremez. Bunun onu adım adım Lubyanka
Hapishanesine götürecek yolun döşeme taşlarından birisi olduğunu fark ederken
birden aklına Troçki’nin korkunç zeki, küçümseyerek kısılan, keskin gözleri
gelir ve onun hayatta olmadığına ilk defa o da üzülür.
***
6/1 numaralı evde bulunan
teğmen Seryoja ve haberleşmeden sorumlu yaşamı boyunca görmediği kadar güzel,
iyi ruhlu, zeki ve keder gözlü, radyo operatörü Katya arasında kısa zamanda bir
aşk doğar. İkisi de genç ve toy olan bu kahramanlar, bulundukları evin Almanlar
tarafından defalarca bombalanmasına rağmen, sevginin verdiği güçle ayakta
kalırlar. Aynı evde olan askerlerin başında bulunan komutan Grekov’un ikiliyi
korumak istemesi, Grossman için “zamansız” yaşanan duyguların mutlak kötülüğe
karşı direnişidir. Eserde aşk, yalnızlıktan kurtulmak ve insanın kendisini daha
güçlü hissetmesi için var olan bir araç olarak karşımıza çıkar.
***
Ana karakterlerden Jenya’nın
nişanlısı Albay
Pyotr Pavlovich Novikov, Stalingrad zaferini
güvence altına alan hayati kıskaç hareketinde öncelik alarak önemli rol oynayan
bir tank birliğine komuta ettikten sonra, yetkililerle bu konuda anlaşmazlık
yaşar. Bu arada cephede beraber çalıştığı Getmanov’a, Jenya’nın kendisine güvenerek
Krımov'un geçmişi hakkında anlattığı ama rejimin hoşuna gitmeyecek bir
ayrıntıyı ağzından kaçırır. Artık Jenya’nın Novikov ile beraberliği bitmiş
gibidir.
Dementiy Trifonoviç Getmanov, ise Partinin bölge
sekreteri ve Novikov'un tank kolordusunun komiseridir. Hayattaki birincil
amacı, maliyeti ne olursa olsun başkalarının üstüne bassa da Parti
hiyerarşisinde yükselmektir, Bu nedenle Parti'ye ve/veya Stalin’e zarar verecek
hiçbir şeye izin vermez. Parti lideri için değerli olan, onun için de değerlidir.
Bunun için yetenek gerekmez. Oldukça kibirlidir. Buna rağmen sonunda topu topu bir
tank birliğine komiser olarak atandığı için hakarete uğramış hisseder.
Getmanov'u, Stalingrad muharebesi sırasında baş siyasi subay olan Kruşçev'in
bir portresi olarak görmek mümkündür ve Novikov’un öncelik alarak savaşın
yazgısını belirleyecek kararı nedeniyle, büyük bir hırs ve kıskançlıkla onu şikâyet
edecek kadar vicdansız ve onursuzdur. Oysa bir komutanın astlarını ölüme
gönderirken düşünme hakkı, düşünmeden ölüme gönderme hakkından daha büyüktür.
***
Diğer alt olay örgülerinde
Şapoşnikov ailesinin arkadaş ve akrabaları yer alır: biri Stalingrad Enerji
Santralı’nda çalışır, biri cephede görevdedir, bir başkası Alman toplama
kamplarından birinde ayaklanma örgütlemeye çalışır, bir diğeri de hayvan
kamyonuyla gaz odalarına götürülür. Jenya, son evrelerde bir zamanlar Sopoşnikov
ailesinin mürebbiyesi olarak çalışmış olan Sovyet vatandaşı Jenni Genrihovna
Genrihson adlı yaşlı bir Alman kadınla birlikte yaşamaktadır.
-0-
Yazar eserinde 6/1
numaralı evde teğmen Seryoja ile Katya arasındaki aşk konusunun peşini bırakmaz.
Aşk, savaş zamanında bir ateş gibi büyür, savaş bu doğrultuda aşkın yaşanmasına
izin vermeyebilir, savaşçı savaşta sevgilisini unutabilir. Oysa aşk her durumda
yaşanmalıdır. Aşk savaşa karşı koyabilecek tek güçtür. Eserde bu özellikler
açısından Jenya ve üstün askerî yeteneklere sahip bir komutan, siyasî ve ahlakî
bakımdan kusursuz Novikov’un aşkı dikkat çeker. Novikov ve Jenya’nın aşkı savaş
yüzünden birçok yara alır. Savaşın tüm olumsuz etkilerine rağmen Novikov, Jenya’ya
olan aşkından vazgeçmez. Novikov gibi Jenya da birlikte bir gelecekleri olsun
ister ama onu bu düşüncelerden alıkoyan savaşın etkileri kadar eski eşi Bolşevik Savaş Komiseri Krımov’dur. Krımov’un
ona karşı duygularından emindir. Novikov ile ebediyen birlikte olmaktan,
Krımov’dan da ebediyen ayrılmaktan korkar.
Krımov’un Novikov’un boşboğazlığı ile tutuklanmasından sonra da Krımov’a
karşı büyük bir sadakat içinde Novikov’a olan sevgisini reddeder.
Eserde değinilen diğer bir
duygu ise ihanettir. Yazar, bu anlamda Almanlarla işbirliği yapan General Vlasov’[10]a
değinir. İhanet, Nazi kamplarında bulunan Sovyet esirlerinin kamptan kurtulmak için
Vlasov’a katılıp Sovyetlere karşı durmalarıyla ortaya çıkar. Bunun yanında
devletin, ihanet olarak gördüğü durumlar da söz konusudur. Stalin hakkında konuşmak,
onu ve yönetimini eleştirmek kesinlikle yasaktır ve suçtur. İhanetle eş bir
durumdur. Yaşam ve Yazgı’da ihanet konusu içinde Kalmuklar da işlenir.
Kalmuklar, Almanların Sovyet topraklarını işgal ettiği andan itibaren
Almanların yanında olurlar. Genel olarak baktığımızda, her iki cephede de belirsizlik
ve savaş yorgunluğu savaşan askerleri ihanet psikolojisi içine sokabilir.
Askerler bulundukları mevkii terk etme eğiliminde olabilir. Fakat Vlasovlar ve
Kalmuklar gibi düşmanın yanında yer alma ve kendi ülkene karşı savaşma eğilimleri
romanda affedilemeyecek bir durumdur.
-0-
Stalingrad Muharebesi’nin sonlanmak
üzereyken Muharebede önemli rol oynayan iki isme değinilir. Bu isimlerden biri
Sovyet 62. Ordusu Komutanı Vasili Çuykov, diğeri Alman 6. Ordu Komutanı Friedrich Paulus’tur. Paulus’a
göre bir başkomutanın gerçek gücü; anlamını yitirmiş görevleri uygulamayı
reddetmekle ortaya çıkar. Kuşatılan bir ordunun kurmayları yalnızca savaşta
olabilecekleri değil devletin politikasını ve gelecekte halkın ve devletin
konumu da öngörür. Ne var ki; Hitler “ben stratejistim” demiş, hücum emri
vermişti. Oysa Paulus, Hitler tarafından kendisine verilen Feldmareşal
rütbesinin ve meşe yapraklı şövalye haçının ölüm emri olduğunu anlamıştı. Nitekim
de öyle olur.
***
Bu bağlamda yazar eserinde
cephenin öte yakasına geçip Alman askerlerinin yaşamlarına ve duygularına da
kalem tutar.
Örneğin sayfalarda Alman
6. Ordusu komutanlarında Tümgeneral Sixt von Armin’e göre felakete sadece Berlin’den
verilen yanlış emirler değil, savaşmadan kaçan İtalyanlar, Rumenler değil,
soğuk, yiyecek ve mühimmat yokluğu da neden olmuştur.
Burada yazara göre, analarının
doğurduğu anılan bu Arî insanların kendi insanlarına benzemesi ne kadar
insanca, ne kadar da şaşırtıcıydı. Alman askerler Berlin’deki bürokrat
askerlere, cephedekilerden daha çabuk ve daha çok madalya alan levazım
sınıfındaki subaylara, cephe gerisinde karılarına musallat olanlara küfredip
duruyorlardı. Buna rağmen ayaklanan asker de yoktu. Korkunç çarpışmaların
ağırlığını üstlenen, orada burada üslenen onlarca Sovyet askerleri ise Almanların
kafasını karıştırıyordu.
İçlerinden Keşifçi Krap’a
göre Alman karakteri ve ruhu varsa Sovyet Ordusunda mayalanan Komünist ve Yahudi
karakteri ruhu da vardı. Şu anda Sovyet askerleri batıya, tutsak Alman
askerleri de doğuya gidiyorlardı. Fransa’dan Stalingrad’a gönderilen Teğmen
Bach’ın üzerine kampların ve gettoların kanı boşalıyor, karanlığın bir parçası
oluyordu. Tuzlu sudaki tuzu filtrelemek ve arındırmak ne kadar zorsa, onun
hassas yüreğinden bu anıları da koparmak imkânsızdı.
-0-
Vasili Çuykov‟un komuta
ettiği 62, Ordu, eserde kararlılığın sembolü olarak ele alınır. Çuykov’ göre
Almanlar’ın Stalingrad’ı alması imkânsızdır. Almanların Stalingrad’ı alması
için son Sovyet askerine kadar herkesi öldürmesi gerekmektedir. Kahraman Sovyet
Ordusu’nun zafere olan inancı, umudunu kaybetmeyişi, vatanseverlik duygusu
Stalingrad Muharebesi’nin kazanılmasında önemli bir rol oynar. Yazar, bunu
kutlanacak devasa bir başarı olarak görür ve ölenlerin başkalarının daha mutlu yaşayabilmesi
için Sovyetler Birliği için ve daha iyi bir dünya için öldüklerine inanır. Savaşın
temel gerçeği, bütün bu insanların, karargâhlardaki binbaşıların, ikonalar
altında sigaralarını tüttüren generallerin, general aşçılarının, boş kovanlarla
saçlarını saran telefoncu kızların, tıraş olurken bir eli yanağında, bir eli
aynada uçak gözetleyen erlerin, Sovyet halklarının kahramanca fedakârlığıdır.
Epik romanın merkezinde 1942-1943
yılları arasında gerçekleşen yüz doksan dokuz gün süren Stalingrad Muharebesi
ve Stalingrad Muharebesi etrafında resmedilen ailelerin yaşamı, ordu yaşamı ve
kamp yaşamı anlatılır. Olay örgüsü Berdichev gettosundan NKVD zindanlarına,
Nazi toplama kampından Sovyet toplama kampına, Moskova'dan sonra Kazan ve
Stalingrad çevresi etrafında şekillenir.
-0-
Özetin özeti olarak; Yaşam
ve Yazgı, Kruşçev döneminin nispeten liberal ortamında bile yayınlanamamış bir
kitap. Stalin dönemine ilişkin epey sert eleştiriler içeriyor. Korkunun bir
toplumu nasıl esir aldığını, yaratıcılığı, sanatı, bilimi nasıl körelttiğini
birçok örnekle gösteriyor. Bürokratik yapının yarattığı eşitsizlikleri,
ayrıcalıklı katmanları, sosyalist ideallerin nasıl solduğunu, soldurulduğu
giderek nasıl yok edildiğini anlatıyor. Ayrıca Yahudi düşmanlığının Sovyet
toplumunda da nasıl derinlemesine kök salmış olduğunu sergiliyor ve yerel
halkın, Sovyet Yahudilerinin ölümündeki sükûtlarıyla nasıl bir cinayet işlediklerini
net satırlarla açıklıyor ve bu duruma yazarın da kimliğinden hareketle
gereğinden fazla yer veriyor. Ancak, bütün bu kırgınlık ve kızgınlığına rağmen
yazarın bizzat kendisinin kaleme alarak yazdığı hiçbir zaman anılmasa da Stalingrad
mozolesinde onun şu deyişi kazınıyor.
“
Evet, gerçekten de ölümsüzdük ve çok azımız hayatta kalabildi, ama yüce Rusya
Ana için hepimiz yurtseverlik görevimizi yerine getirdik.”
Yazar, “ Her halkın kendi
kahramanlarına, azizlerine ve alçaklarına sahip çıkma hakkı vardır.” diyerek Soljenitsin
tarzı kaba bir anti-komünizme düşmüyor.
Gelgelelim romanda Grossman’ın
kendi konumunun da sınırları var. Şöyle ki; Sovyet toplumundaki sorunların ince
ince eleştirilerini yapıyor, ama geleceği dair bir yapıcı öngörülerde
bulunmuyor. Roman, Stalingrad zaferinin yarattığı coşkuya rağmen, umutsuzluğu
ve çaresizlik duygusunu bertaraf edemeden sonlanıyor. Savaşta oğlunu kaybeden
annelere karşı bütün insanların suçlu olduğunu ve tarih boyunca bu annelerin önünde
kendilerini boş yere aklamaya çalıştıklarını söylerken sadece gerçeği
yansıtıyor. Onun için önemli olan savaşta ölenler ve kaybolanların insanlıklarıdır.
Azametli ve zalim güçlere karşı insanın
acı ama sonsuz zaferidir. Kendi resmini çizen insan ruhunun en güçlü
fırçasıdır.
Yaşam ve Yazgı bu
bakımdan “öğretici” sayılamaz. Sayılamaz ama o dönemi soluksuz yansıtan, elinin
terine, dağarcığının yüküne saygı duyulacak bir eser. Yine de, Büyük Vatan
Savaşı döneminde ve sonrasında Stalin tarafından ilan edilen ve “tek ülkede
sosyalizm” olarak tanımlanan rejimle yönetilen Sovyetler Birliği’ni anlamak
isteyenlerin okuması ve tartışması gereken bir kitap.
Son söz de çevirmen Ayşe Hacıhasanoğlu’na…
saygıyla,
Kalın sağlıkla ve
kitapla…
07 Aralık 2024
mehmetealtin,
779 / CCXX
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
Can Yayınları, 5. Baskı, Aralık 2022
[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Babi_Yar
[2]
Berdychiv, Vasily Grossman'ın memleketidir. Annesi katliamda öldürüldü.
Grossman ve Ilya Ehrenburg tarafından düzenlenen ve Holokost'ta Almanların
Sovyet Yahudilerine yönelik muamelesini ele alan The Black Book'ta yayınlanmak
üzere olayların ayrıntılı bir açıklamasını yazdılar. Başlangıçta Sovyetler
Birliği'nde yayınlanması amaçlanan kitap orada yasaklanır; sonunda 1947'de
Bükreş'te bir cilt yayınlanır. Orijinal el yazması Kudüs'teki Yad Vashem arşivindedir.
Anlatıcının annesi tarafından anlatılan katliamın ayrıntılı bir anlatımı,
Grossman'ın Robert Chandler tarafından yapılan İngilizce çevirisi yaygın olarak
bulunan Life and Fate adlı romanında kurgusal bir bağlamda yer almaktadır.
[3]
Margaret Tejerizo, Glasgow Üniversitesi,
Modern Diller ve Kültürler Okulu, Rus Dili Program Direktörü, Araştırma
alanları: 19. ve 20. yüzyıl Rus edebiyatı ve kültürü, Rus ve İspanyol
karşılaştırmalı edebiyatı, Rumen dili ve edebiyatı, cinsiyet çalışmaları ile Rus
kadın çalışmaları ve edebiyatıdır.
[4]
https://en.wikipedia.org/wiki/Dmitry_Pletnyov_(doctor)
[5] https://en.wikipedia.org/wiki/Lev_Levin
[6] https://en.wikipedia.org/wiki/Varlam_Shalamov
[7] https://tr.wikipedia.org/wiki/Aleksandr_Soljenitsin
[8]
http://www.devrimcimarksizm.net/sites/default/files/vasili_grosmanin_yasam_ve_yazgisi_ozgur_ozturk.pdf
[10] https://tr.wikipedia.org/wiki/Andrey_Vlasov