24 Mayıs 2024 Cuma

 


On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap, Dag Solstad

 

“Dr. Relling (Gregers’e doğru yürür ve der ki): Hiç kimse bana bunun bir kaza kurşunu olduğunu söyletemez…

Gregers ( korku içinde, yüzü ve gövdesi tiklerle kıpır kıpır): Bu feci olayın nasıl meydana geldiğini kimse bilemeyecek.

Dr. Relling: Elbisenin göğüs kısmında kumaşta barut izi var. Kız tabancayı göğsüne dayamış ve tetiği çekmiş.

Gregers: Hedvig boşu boşuna ölmedi. Görmediniz mi keder Hjalmar’ın içindeki heybeti nasıl da açığa çıkardı.” S.36,

 

Mahcubiyet ve Haysiyet, Lise Öğretmeni Pedersen, Profesör Andersen’in Gecesi derken bir Dag Solstad kitabı tanıtıyorum sizlere… Ama bunun arkasından 17. Roman’ı alıp okumanız gerekiyor, çünkü ancak onu okuyunca On Birinci Roman, 18. Kitap ancak kavuşuyor aydınlığa. Bu arada Dag Solstad’ın okuduğum kitaplarıyla ilgili yazdıklarıma bakınca dedim ki, hakkında yazılanlar eksik, hele bir Dag Solstad’ı didikleyelim ve onu kendisinden ve başkalarından dinleyelim. [1] Sonra bu kitabın tanıtımına geçelim.

***

Dag Solstad, yazar olmaya Knut Hamsun’un kitaplarını okuduktan sonra karar verir ve zaman geçtikçe Hamsun onun için bir tür edebi ülküye dönüşür. İlk öykü kitabı yayınlandıktan sonra bir edebiyat dergisi çevresine girer. Norveç küçük bir ülkedir ve zavallı küçük bir balık için dışarısı çok tehlikelidir. Tek ihtiyacı, gelişebileceği bir alan bulmaktır. Sevmediği şey tartışmadır. O da gözlemci rolünü seçer.  Bilgiyi sünger gibi içine çekeceği bir çevreye girmiştir. Burada Polonyalı yazar Witold Gombrowicz’in[2] kitaplarıyla tanışır ve fikirlerinden çok düzyazılarından ve dili kullanma biçeminden çok etkilenir. Solstad’ın dilinde bütün insanlar eşit derecede önemlidir ve yazarken her türlü olasılığa kalemini açık tutar. Onun için de zamanın ruhuna uygun olarak aynı romanı çeşitleyebilir, sona başka satırlarla ulaşabilir. İyi bir satranç oyuncusu olduğu için onun için her şey romanı çözmek ve doğru hamle dizilerini bulmakla ilgilidir.

 

Kışkırtıcı dili ile ulusal bir ikon olarak tanınan Dag Solstad için;  At Çalmaya Gidiyoruz” romanıyla tanıttığım Norveç’li bir diğer romancı Per Petterson: -"Dag Solstad'ın Norveç'in en cesur, en zeki romancısı olduğuna şüphesinin olmadığını…" söyler.

Siyasî görüşünüz ne olursa olsun, kahramanlarıyla kolayca duygudaşlık kurabildiğimiz, bize çağdaş yaşamdaki çatlakları ve yarıkları açığa çıkaran bir dünya görüşü sunduğu için Solstad, hem Norveç edebiyatının tartışmasız merkezi olmaya, hem de kitaplarıyla kütüphanelerimizde yer kazanmaya devam ediyor.

 

Solstad, hayatı boyunca halkın içinden biri olarak yazar. Yukarıda da değindiğimiz gibi, aynı romanın çeşitlemelerini dolambaçlı, uzun cümlelerden, insanı çileden çıkaran konudan sapmalar ve kendine özgü kuru mizah içeren ayrık tarzı ile defalarca yazar, zamanın ruhunda yaşar. Onu bir kalıbın içine sokup tanımlayamazsınız. Ama başkalarını onun kalıbında yorumlayabilirsiniz. Öyle ki, Norveç dilinde Solstadian -Solstadvari-  terimi, alışılmışın dışında uzun ve birçok alt cümle içeren cümleleri ve belirli bir tarzı, aşina olunan tekrarlamaları anlatmak için kullanılan bir terim olmuştur. Eleştirmenler onun çok katmanlı ironik biçemini takdir ederken, o ironik olmadığını ve bu şekilde tanımlanmaktan yorulduğunu söyler. İnsanların hayatın güneşli tarafında olmalarına rağmen halen bu nimetin farkında olmamalarının nasıl olur da ironik olarak yorumlandığına itiraz eder ve buna Profesör Andersen’in Gecesi’ndeki Noel partisini örnek gösterir.

 

Solstad, 1970 senesinde Marxist-Leninist çizgide olan Maoist Arbeidernes Kommunist Parti’ye (AKP) [3]  katılmadan önce, kariyerine yerel bir gazetede muhabir olarak başlar. Siyasi perspektifini varoluşçu endişeleriyle birleştiren Solstad, 18 tane roman, çok sayıda öykü, makale, oyun ve Norveç’in en büyük özel endüstriyel kurumlarından birisinin resmi tarihi ile dünya kupası hakkında 5 tane kurgusal olmayan kitap yazar.

 

Kahramanlarını genellikle bir alışveriş merkezi alanının çevresindeki basit konutlara yerleştiren yazar, yaşamın yanıtını, kamusal alanlardaki arkadaşlıkta değil, evinde saklanıp görsel medyada arar. Bunun nedeni, Oslo dışındaki şehir yaşamlarının yıkıcı entelektüel kısırlığıdır. Kahramanları içlerinde derin bir yabancılaşma hissettikleri bir toplumdan kaçmak için kaçınılmaz özlemlerini dile getirse de, bu özlemin aynı derecede derin bir bağlantı kurma arzusuyla karşılanması çok rastlanır bir durumdur. Gözü sosyal dönüşümlerin günlük hayatımıza olan yansımalarının üzerindedir. Pencereden bakar, öğle yemeğini yiyen bir işçiyi işaret eder ve yağlı tulumunun içindeki işçinin önünde titizlikle seçilmiş ve özenle dekore edilmiş bir suşi tabağını not eder.

 

Kahramanları kültürel ve toplumsal alanda giderek yalnızlaşır. Bu, onların birey olarak yabancılaşmasıdır. Diğer bir yabancılaşmaları ise, bizzat kapitalist pazarın ve kapitalist toplumsal sistemin yarattığı yabancılaşmadır. Böylece kendilerine, kendi emeklerine, ilişkilerine, dünyaya ve yaşama yabancılaşırlar. Kapitalist pazarın bir unsuru olarak işleyen çarklardan biri haline geldiklerini fark eder ve bu sarmala kapılır giderler.

 

Burada Solstad'ın yazılarını şekillendiren önemli bir etmene daha ulaşırız. Çünkü o, bir kütüphanenin vatandaşı olduğu kadar siyasi dünyanın da vatandaşıdır. 1968’deki Paris’teki öğrenci isyanları, Norveç’te AKP (m-l) İşçilerin Komünist Partisi Marksist-Leninist adıyla biçimlendiğinde Solstad da partinin sadık bir üyesi olur. Savaştan sonra  Avrupa'nın en güçlü refah devletlerinden birini yaratan bir ülkenin önde gelen seçkin gençlerinin çoğunun, halkını kendi ülkelerine karşı silahlı bir devrime katılmaya nasıl teşvik edebileceğini anlatan “bence başvuru” kitabı, yazarın “Lise Öğretmeni Pedersen'in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyası Uyanışa Dair Anlatısı “ dır.

 

Romandan bakıldığında, ülkenin önde gelen entelektüellerinin çoğunun, halkını kendi ülkelerine karşı silahlı bir devrime katılmaya nasıl teşvik edeceğini anlamak zor. Ama durum tam da budur ve bu tabii ki Dag Solstad'ın da ilgisini çeken, onu şaşırtan bir gerçektir. Kendisi bunu, romanda "Su üzerinde bisiklete binmek” biçiminde ifade ederken, biz de teorik bir Maoizm ile yetinen genç bir devrimciyi Oslo'daki kanepesinden otururken görür ve anlamaya çalışırız.

***

Şimdi, asıl konumuza,  11. Roman, 18. Kitap’ın tanıtımına gelelim. 11. Roman, 18. Kitap,  Solstad'ın bugüne kadar en karanlık isyanıdır. Bu onun "Büyük Hayır"ıdır. Refah cennetinin kalbindeki bir inançsızlık ve görünüşte şeytanca olmayan bir belirsizlik, kitabın iki satırlık özeti gibidir. Roman ve kahramanı Bjørn Hansen hem ruhbilimciler(=psikologlar), hem de insanbilimciler(=antropologlar) için tez konusu özellikler taşımaktadır. Bu, kahramanı çevreleyen diğer karakterler için de geçerlidir. Romanın kahramanı Bjørn Hansel, savrulmuş ve diğer yan karakterlerin bile benimsemediği, kitap kahramanlığını hak etmeyen bir kahraman gibidir!

 

Ama Solstad budur, kahramanları budur. Yürürlerken birden makas değiştirirler veya durur öz eleştiriye başlarlar. Bunun için Solstadian olmadık mı? Sığ bir kahramanla okuru kitaba bağlamak kolay mı? Kolay. Nasıl kolay? Solstad’ın kitaplarında kahramanları bir alış veriş merkezi çevresinde konumlanır, karısını terk eder veya terk edilir, ardından taşrada bir şehre göçer, tıpkı Profesör Andersen’in Gecesi’ndeki gibi Noel Gecesi’nde hayatları birden kulvar değiştirir. Ibsen ve eseri The Wild Duck(=Yaban Ördeği) onların karakterlerini etkiler. Nitekim bu romanda sahneye koyulan The Wild Duck’ı, Mahcubiyet ve Haysiyet romanında, kahramanının şemsiyesini kapatamadığı için ani bir sinir krizi geçirmesine neden olarak görürüz.   Solstad’da var olan şeytan tüyü de budur zaten... eskiler alıyor, onarıp, allayıp, pullayıp bize yeniden satıyor ama bu romandaki malın yeri anlamsız. Görüntüsü bozuk. Yazar, roman kahramanının son hareketi ile ne anlatmak, nereye varmak istemektedir?  Bilemedik.

 

Ben de bunu en iyisi Solstad’a sorayım dedim ve onun bana yanıtını da aşağıdaki söyleşiden aldım.[4]Romanın kahramanı Bjørn Hansen’de reddedici bir tavır var. Bunlar roman içinde karakterlere bahşedilmiş özgürlüklerdir. Eğer romandaki insanların gerçek hayattakilerden bir farkı yoksa roman yazmanın bir anlamı da yoktur. Bu onların özgürlüğüdür. Elbette yazarın görevi bu özgürlüğü makul hale getirmektir. Siz bana şunu soruyorsunuz… Okuyucu bunu alır mı? Diyebilirim ki, roman öncelikle benim fantezimdir. Okuyucu buna karşı dönüp, senin fantezini niçin umursamalıyım diyebilir. Ben de cevabımı oraya yazarım.  [Ma’kuliyet], yazar ile yazarın hayal ettiği okuyucu arasında oynanan bir oyundur. Okuyucuyu ticarî bir varlık olarak görmüyorum, bu yüzden kitaplarımı kaç kişinin okuduğuyla pek ilgilenmediğimi söylüyorum. Ama tabii ki okuyucu benim için en temel mesele çünkü düşüncelerimin muhatabı o.

***

Kitabın özetine dönersek, Bjørn Hansen, eşi Tina Körpi ile iki yaşındaki oğlunu terk ettikten sonra on dört yıl birlikte yaşadığı, Turid Lammers’ten de ayrılalı dört yıl olmuştu. Turid eskiden Kongberg topraklarının yarısı ailesininken, şimdi elinde miras olarak kalan villada yaşıyor, lisede Fransızca, İngilizce ve drama öğretmenliği yapıyordu. Fena halde tutulduğu Turid’in peşinden, koliler dolusu kitaplarıyla Kongsberg’e[5] gidip Kongsberg Defterdarlığında Vergi Dairesi Müdürlüğü ile yetinen  Bjørn, devamlı gerginlik sinyalleri gönderen bu son derecede huzursuz, günün yirmi dört saati icat çıkaran, olay yaratan kadının daima yanında olmayı ahlaki bir zorunluluk olarak kabullenmişti. Yoksa yoksul bir genç olarak Norveç’te bir sahil kasabasından çıkıp, Oslo Üniversitesi Genel Ekonomi diplomasıyla bakanlıkta kariyer basamaklarını tırmanırken neden onun peşinden koşsun ki? Aslında peşinden koştuğu tutku değil maceraydı. Ne de olsa o da hayatın içinde bir adamdı.

 

Her birinin ideali homo ludens[6] olan oyuncularıyla Turid Lammers’in otoritesi altındaki Kongsberg Tiyatro Topluluğu hayatlarının merkezi, villası da tiyatronun merkeziydi. Sahne arkasındaki ayak işlerine bakan Bjørn, nedendir bilinmez, tam iki yıl boyunca İbsen oynamaları yolunda kulis yapmış, nihayetinde İbsen’in Yaban Ördeği’nin oynanmasına karar verildiğinde Turid, Bjørn’ün karşı çıkmasına rağmen oyundaki Hjalmar Ekdal karakterinin Bjørn tarafından canlandırılması gerektiğini söylediğinde herkes onu desteklemişti.

 

Hjalmar Ekdal gerçekle yüzleşmeye dayanamayacak kadar büyük acılar içinde bir karakterdi. Dar kafalılığı, bencilliği haksız yere başına gelen bir trajedinin ortasında bulunmasından kaynaklanıyordu. Oyun fiyaskoydu. Bjørn Turid’e adeta zincirle bağlanmış, derken Turid yapacağını yapmış, ilişkiyi koparmış sahnede ona apaçık ihanet etmişti. Sahnedeki sıkıcı karakter Hjarman Ekdal, Bjørn’ün yanında duruyor, ondan rol çalıyor ve keyfini çıkarıyordu ama bu arada, Bjørn Turid’den tamamen kurtulmuş olmanın keyfini çıkarsa da kendini bir sarmalın içinde ölmek isteyecek kadar zavallı ve çaresiz hissediyordu.  

***

Bjørn’ün Kongsberg Tiyatro Topluluğu’ndan arkadaşı aynı zamanda da doktoru olan madde bağımlısı Dr. Schiøtz ile hasta doktor ilişkisi dışında yakın arkadaş olmuşlardı. Bir gün Bjørn ona “ Canını sıkan şeyin hayatının ehemmiyetsiz olduğunu düşünmek olduğu” sözleri dökülmüştü. Bunu bugüne kadar kimseye hatta kendisine bile söylememişti. “Hayat,  kendisine sorduğum bütün soruları yanıtsız bıraktı. Düşünsene, en derin ihtiyaçlarımın fark edilmediği, işitilmediği koskoca bir hayat var önümde, üstelik bu benim hayatım. Sessizliğe mahkûm olacağım, işte beni korkutan da bu.” diyerek Bjørn kafasındaki çılgın projeyi onunla paylaşmaya karar vermişti. Planına göre geri dönüşü olmayan bir eylemle “ Büyük Reddini” hayata geçirecek ve onu da hayatının sonuna dek bu çılgın eylemin her türlü sonuçlarına katlanacak oluşumun içine atacaktı.

 

Dr. Schiøtz önce itiraz etmiş ama yüklü bir bedel karşılığında Bjørn’ün planını uygulaması için gereğini yapacağını söylemişti. Bjørn, Noel’i geçirdikten sonra ocak ayının ortalarında yerel yönetimlerle ilgili bir konferansa katılmak üzere Norveçli bir delegasyon üyesi olarak Litvanya’nın başkenti Vilnius’a doğru yola çıkmış ve planı yerel işbirlikçilerle beraber uygulamaya almıştı. Dr. Schiøtz, Bjørn’un hayatının artık bu şekilde devam edeceği, etmek zorunda olduğu gerçeğinin bilincine varmasını ümit ediyordu. Bjørn, uygulamaya konulan planı kendisi tasarlamıştı. Ama temelde Dr. Schiøtz’un eseriydi. Bjørn da kendisini onun imzasını taşıyan bir eser gibi görmekteydi ve bundan biraz rahatsızdı.

 


Bjørn’a göre bu eylemi bir marifet, bir isyan, ya da bir meydan okuma olarak adlandırmak ona abartılı ve biraz da gülünç gelse de ve gerçekte sürekli guruldayan midesi ve sızlayan dişleri dışında hiçbir rahatsızlığı olmadığı halde… Kaderi, ürpertici bir vaziyette hayatına hiç kimseyi dâhil edemeden yaşamaktı! Neden? Hjalmar Ekdal bu işin neresindeydi? Ben en iyisi bunu yine Solstad’a sorayım dedim ve onun bana yanıtı da şu oldu: 17. Romanımı oku. Kalın tasasız, sağlıklı ve her zamanki gibi kitapla…  









22 Mayıs 2024 mehmetealtin, 143 / CCXXVII

https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/

-----------------------------------------------------------   

Yapı Kredi Yayınları, 3. Baskı, Ağustos 2023



[1] Interviewed by Ane Farsethås, “Dag Solstad, The Art of Fiction No.230”, The Paris Review, Issue 217, Summer 2016

[2] Yazarın, dilimize çevrilen ve bilinen eserleri: Felsefe Dersleri, Günlük, Trans-Atlantik, Pornografi, Kozmos, Kronos ve Bakakai.

[3] İşçi Komünist Partisi (Norveççe: Arbeidernes Kommunistparti, AKP) bir Norveç komünist partisiydi (1973–2007). AKP (m-l) Marksist Leninist, Maocu bir partiydi ve Norveç'teki iki komünist partiden biriydi. Diğeri, Sovyet yanlısı olarak kalan eski Norveç Komünist Partisiydi. İki taraf arasındaki ilişki, güçlü bir düşmanlıkla karakterize edildi. Partinin iç işleyişi doğası gereği gizliydi, örneğin kesin üye sayısı gizli tutuluyordu. Partinin programı, 1990'dan önce silahlı devrim çağrısı yaptığı ve o zamandan beri "devrimi silahlarla savunma" olasılığını açık tuttuğu için aşırılık olarak görülüyordu.

 

 

[4] Interviewed by Ane Farsethås, “Dag Solstad, The Art of Fiction No.230”, The Paris Review, Issue 217, Summer 2016

 

[5] Kongsberg, Norveç'in Buskerud ilçesinde tarihi bir maden kasabası ve belediyesidir.  Numedalslågen nehri üzerinde yer almaktadır. Kongsberg yüzyıllardır gümüş madenciliği, silah üretimi ve ormancılığın merkezi olmuştur ve Norveç'in en büyük savunma yüklenicisi Kongsberg Gruppen'in genel merkezi de dâhil olmak üzere yüksek teknoloji endüstrisinin merkezidir.

 

[6] Homo Ludens, Hollandalı filozof ve tarihçi Johan Huizinga tarafından yazılan kitap. "Oyuncu insan" olarak Türkçeye çevrilebilecek olan Homo Ludens adlı kitabında Huizinga, kültür ve toplum açısından oyunun önemini inceler. Huizinga'ya göre oyun, kültürün oluşumu sürecinde birincil önemdedir.