On Birinci
Roman, On Sekizinci Kitap, Dag Solstad
“Dr. Relling (Gregers’e doğru
yürür ve der ki): Hiç kimse bana bunun bir kaza kurşunu olduğunu söyletemez…
Gregers ( korku içinde, yüzü
ve gövdesi tiklerle kıpır kıpır): Bu feci olayın nasıl meydana geldiğini kimse
bilemeyecek.
Dr. Relling: Elbisenin göğüs
kısmında kumaşta barut izi var. Kız tabancayı göğsüne dayamış ve tetiği çekmiş.
Gregers: Hedvig boşu boşuna
ölmedi. Görmediniz mi keder Hjalmar’ın içindeki heybeti nasıl da açığa
çıkardı.” S.36,
Mahcubiyet
ve Haysiyet, Lise Öğretmeni Pedersen, Profesör Andersen’in Gecesi derken bir
Dag Solstad kitabı tanıtıyorum sizlere… Ama bunun arkasından 17. Roman’ı alıp okumanız
gerekiyor, çünkü ancak onu okuyunca On Birinci Roman, 18. Kitap ancak kavuşuyor
aydınlığa. Bu arada Dag Solstad’ın okuduğum kitaplarıyla ilgili yazdıklarıma
bakınca dedim ki, hakkında yazılanlar eksik, hele bir Dag Solstad’ı didikleyelim
ve onu kendisinden ve başkalarından dinleyelim. [1]
Sonra bu kitabın tanıtımına geçelim.
***
Dag
Solstad, yazar olmaya Knut Hamsun’un kitaplarını okuduktan sonra karar verir ve
zaman geçtikçe Hamsun onun için bir tür edebi ülküye dönüşür. İlk öykü kitabı yayınlandıktan
sonra bir edebiyat dergisi çevresine girer. Norveç küçük bir ülkedir ve zavallı
küçük bir balık için dışarısı çok tehlikelidir. Tek ihtiyacı, gelişebileceği
bir alan bulmaktır. Sevmediği şey tartışmadır. O da gözlemci rolünü seçer. Bilgiyi sünger gibi içine çekeceği bir çevreye
girmiştir. Burada Polonyalı yazar Witold Gombrowicz’in[2]
kitaplarıyla tanışır ve fikirlerinden çok düzyazılarından ve dili kullanma
biçeminden çok etkilenir. Solstad’ın dilinde bütün insanlar eşit derecede
önemlidir ve yazarken her türlü olasılığa kalemini açık tutar. Onun için de
zamanın ruhuna uygun olarak aynı romanı çeşitleyebilir, sona başka satırlarla
ulaşabilir. İyi bir satranç oyuncusu olduğu için onun için her şey romanı
çözmek ve doğru hamle dizilerini bulmakla ilgilidir.
Kışkırtıcı
dili ile ulusal bir ikon olarak tanınan Dag Solstad için; “At
Çalmaya Gidiyoruz” romanıyla tanıttığım Norveç’li bir diğer romancı Per
Petterson: -"Dag Solstad'ın
Norveç'in en cesur, en zeki romancısı olduğuna şüphesinin olmadığını…"
söyler.
Siyasî
görüşünüz ne olursa olsun, kahramanlarıyla kolayca duygudaşlık kurabildiğimiz, bize
çağdaş yaşamdaki çatlakları ve yarıkları açığa çıkaran bir dünya görüşü sunduğu
için Solstad, hem Norveç edebiyatının tartışmasız merkezi olmaya, hem de
kitaplarıyla kütüphanelerimizde yer kazanmaya devam ediyor.
Solstad,
hayatı boyunca halkın içinden biri olarak yazar. Yukarıda da değindiğimiz gibi,
aynı romanın çeşitlemelerini dolambaçlı, uzun cümlelerden, insanı çileden
çıkaran konudan sapmalar ve kendine özgü kuru mizah içeren ayrık tarzı ile defalarca
yazar, zamanın ruhunda yaşar. Onu bir kalıbın içine sokup tanımlayamazsınız. Ama
başkalarını onun kalıbında yorumlayabilirsiniz. Öyle ki, Norveç dilinde
Solstadian -Solstadvari- terimi,
alışılmışın dışında uzun ve birçok alt cümle içeren cümleleri ve belirli bir
tarzı, aşina olunan tekrarlamaları anlatmak için kullanılan bir terim olmuştur.
Eleştirmenler onun çok katmanlı ironik biçemini takdir ederken, o ironik
olmadığını ve bu şekilde tanımlanmaktan yorulduğunu söyler. İnsanların hayatın
güneşli tarafında olmalarına rağmen halen bu nimetin farkında olmamalarının
nasıl olur da ironik olarak yorumlandığına itiraz eder ve buna Profesör
Andersen’in Gecesi’ndeki Noel partisini örnek gösterir.
Solstad,
1970 senesinde Marxist-Leninist çizgide olan Maoist Arbeidernes Kommunist
Parti’ye (AKP) [3]
katılmadan önce, kariyerine yerel bir
gazetede muhabir olarak başlar. Siyasi perspektifini varoluşçu endişeleriyle
birleştiren Solstad, 18 tane roman, çok sayıda öykü, makale, oyun ve Norveç’in
en büyük özel endüstriyel kurumlarından birisinin resmi tarihi ile dünya kupası
hakkında 5 tane kurgusal olmayan kitap yazar.
Kahramanlarını
genellikle bir alışveriş merkezi alanının çevresindeki basit konutlara
yerleştiren yazar, yaşamın yanıtını, kamusal alanlardaki arkadaşlıkta değil, evinde
saklanıp görsel medyada arar. Bunun nedeni, Oslo dışındaki şehir yaşamlarının
yıkıcı entelektüel kısırlığıdır. Kahramanları içlerinde derin bir yabancılaşma
hissettikleri bir toplumdan kaçmak için kaçınılmaz özlemlerini dile getirse de,
bu özlemin aynı derecede derin bir bağlantı kurma arzusuyla karşılanması çok
rastlanır bir durumdur. Gözü sosyal dönüşümlerin günlük hayatımıza olan
yansımalarının üzerindedir. Pencereden bakar, öğle yemeğini yiyen bir işçiyi işaret
eder ve yağlı tulumunun içindeki işçinin önünde titizlikle seçilmiş ve özenle
dekore edilmiş bir suşi tabağını not eder.
Kahramanları
kültürel ve toplumsal alanda giderek yalnızlaşır. Bu, onların birey olarak
yabancılaşmasıdır. Diğer bir yabancılaşmaları ise, bizzat kapitalist pazarın ve
kapitalist toplumsal sistemin yarattığı yabancılaşmadır. Böylece kendilerine,
kendi emeklerine, ilişkilerine, dünyaya ve yaşama yabancılaşırlar. Kapitalist
pazarın bir unsuru olarak işleyen çarklardan biri haline geldiklerini fark eder
ve bu sarmala kapılır giderler.
Burada
Solstad'ın yazılarını şekillendiren önemli bir etmene daha ulaşırız. Çünkü o, bir
kütüphanenin vatandaşı olduğu kadar siyasi dünyanın da vatandaşıdır. 1968’deki
Paris’teki öğrenci isyanları, Norveç’te AKP (m-l) İşçilerin Komünist Partisi
Marksist-Leninist adıyla biçimlendiğinde Solstad da partinin sadık bir üyesi
olur. Savaştan sonra Avrupa'nın en güçlü
refah devletlerinden birini yaratan bir ülkenin önde gelen seçkin gençlerinin çoğunun,
halkını kendi ülkelerine karşı silahlı bir devrime katılmaya nasıl teşvik edebileceğini
anlatan “bence başvuru” kitabı, yazarın “Lise
Öğretmeni Pedersen'in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyası Uyanışa Dair Anlatısı
“ dır.
Romandan
bakıldığında, ülkenin önde gelen entelektüellerinin çoğunun, halkını kendi
ülkelerine karşı silahlı bir devrime katılmaya nasıl teşvik edeceğini anlamak
zor. Ama durum tam da budur ve bu tabii ki Dag Solstad'ın da ilgisini çeken,
onu şaşırtan bir gerçektir. Kendisi bunu, romanda "Su üzerinde bisiklete binmek” biçiminde ifade ederken, biz de
teorik bir Maoizm ile yetinen genç bir devrimciyi Oslo'daki kanepesinden
otururken görür ve anlamaya çalışırız.
***
Şimdi,
asıl konumuza, 11. Roman, 18. Kitap’ın
tanıtımına gelelim. 11. Roman, 18. Kitap,
Solstad'ın bugüne kadar en karanlık isyanıdır. Bu onun "Büyük
Hayır"ıdır. Refah cennetinin kalbindeki bir inançsızlık ve görünüşte şeytanca
olmayan bir belirsizlik, kitabın iki satırlık özeti gibidir. Roman ve kahramanı
Bjørn Hansen hem ruhbilimciler(=psikologlar), hem de
insanbilimciler(=antropologlar) için tez konusu özellikler taşımaktadır. Bu,
kahramanı çevreleyen diğer karakterler için de geçerlidir. Romanın kahramanı Bjørn
Hansel, savrulmuş ve diğer yan karakterlerin bile benimsemediği, kitap
kahramanlığını hak etmeyen bir kahraman gibidir!
Ama
Solstad budur, kahramanları budur. Yürürlerken birden makas değiştirirler veya
durur öz eleştiriye başlarlar. Bunun için Solstadian olmadık mı? Sığ bir kahramanla
okuru kitaba bağlamak kolay mı? Kolay. Nasıl kolay? Solstad’ın kitaplarında
kahramanları bir alış veriş merkezi çevresinde konumlanır, karısını terk eder
veya terk edilir, ardından taşrada bir şehre göçer, tıpkı Profesör Andersen’in
Gecesi’ndeki gibi Noel Gecesi’nde hayatları birden kulvar değiştirir. Ibsen ve eseri
The Wild Duck(=Yaban Ördeği) onların karakterlerini etkiler. Nitekim bu romanda
sahneye koyulan The Wild Duck’ı, Mahcubiyet ve Haysiyet romanında, kahramanının
şemsiyesini kapatamadığı için ani bir sinir krizi geçirmesine neden olarak görürüz.
Solstad’da var olan şeytan tüyü de budur
zaten... eskiler alıyor, onarıp, allayıp, pullayıp bize yeniden satıyor ama bu romandaki
malın yeri anlamsız. Görüntüsü bozuk. Yazar, roman kahramanının son hareketi
ile ne anlatmak, nereye varmak istemektedir? Bilemedik.
Ben
de bunu en iyisi Solstad’a sorayım dedim ve onun bana yanıtını da aşağıdaki
söyleşiden aldım.[4] “ Romanın kahramanı Bjørn Hansen’de reddedici
bir tavır var. Bunlar roman içinde karakterlere bahşedilmiş özgürlüklerdir.
Eğer romandaki insanların gerçek hayattakilerden bir farkı yoksa roman yazmanın
bir anlamı da yoktur. Bu onların özgürlüğüdür. Elbette yazarın görevi bu
özgürlüğü makul hale getirmektir. Siz bana şunu soruyorsunuz… Okuyucu bunu alır
mı? Diyebilirim ki, roman öncelikle benim fantezimdir. Okuyucu buna karşı
dönüp, senin fantezini niçin umursamalıyım diyebilir. Ben de cevabımı oraya
yazarım. [Ma’kuliyet], yazar ile yazarın
hayal ettiği okuyucu arasında oynanan bir oyundur. Okuyucuyu ticarî bir varlık
olarak görmüyorum, bu yüzden kitaplarımı kaç kişinin okuduğuyla pek
ilgilenmediğimi söylüyorum. Ama tabii ki okuyucu benim için en temel mesele
çünkü düşüncelerimin muhatabı o.”
***
Kitabın
özetine dönersek, Bjørn Hansen, eşi Tina Körpi ile iki yaşındaki oğlunu terk ettikten
sonra on dört yıl birlikte yaşadığı, Turid Lammers’ten de ayrılalı dört yıl
olmuştu. Turid eskiden Kongberg topraklarının yarısı ailesininken, şimdi elinde
miras olarak kalan villada yaşıyor, lisede Fransızca, İngilizce ve drama
öğretmenliği yapıyordu. Fena halde tutulduğu Turid’in peşinden, koliler dolusu
kitaplarıyla Kongsberg’e[5] gidip
Kongsberg Defterdarlığında Vergi Dairesi Müdürlüğü ile yetinen Bjørn, devamlı gerginlik sinyalleri gönderen
bu son derecede huzursuz, günün yirmi dört saati icat çıkaran, olay yaratan
kadının daima yanında olmayı ahlaki bir zorunluluk olarak kabullenmişti. Yoksa
yoksul bir genç olarak Norveç’te bir sahil kasabasından çıkıp, Oslo
Üniversitesi Genel Ekonomi diplomasıyla bakanlıkta kariyer basamaklarını
tırmanırken neden onun peşinden koşsun ki? Aslında peşinden koştuğu tutku değil
maceraydı. Ne de olsa o da hayatın içinde bir adamdı.
Her
birinin ideali homo ludens[6]
olan oyuncularıyla Turid Lammers’in otoritesi altındaki Kongsberg Tiyatro
Topluluğu hayatlarının merkezi, villası da tiyatronun merkeziydi. Sahne
arkasındaki ayak işlerine bakan Bjørn, nedendir bilinmez, tam iki yıl boyunca
İbsen oynamaları yolunda kulis yapmış, nihayetinde İbsen’in Yaban Ördeği’nin
oynanmasına karar verildiğinde Turid, Bjørn’ün karşı çıkmasına rağmen oyundaki Hjalmar
Ekdal karakterinin Bjørn tarafından canlandırılması gerektiğini söylediğinde
herkes onu desteklemişti.
Hjalmar Ekdal gerçekle
yüzleşmeye dayanamayacak kadar büyük acılar içinde bir karakterdi. Dar
kafalılığı, bencilliği haksız yere başına gelen bir trajedinin ortasında
bulunmasından kaynaklanıyordu. Oyun
fiyaskoydu. Bjørn Turid’e adeta zincirle bağlanmış, derken Turid yapacağını
yapmış, ilişkiyi koparmış sahnede ona apaçık ihanet etmişti. Sahnedeki sıkıcı
karakter Hjarman Ekdal, Bjørn’ün yanında duruyor, ondan rol çalıyor ve keyfini
çıkarıyordu ama bu arada, Bjørn Turid’den tamamen kurtulmuş olmanın keyfini
çıkarsa da kendini bir sarmalın içinde ölmek isteyecek kadar zavallı ve çaresiz
hissediyordu.
***
Bjørn’ün
Kongsberg Tiyatro Topluluğu’ndan arkadaşı aynı zamanda da doktoru olan madde
bağımlısı Dr. Schiøtz ile hasta doktor ilişkisi dışında yakın arkadaş
olmuşlardı. Bir gün Bjørn ona “ Canını
sıkan şeyin hayatının ehemmiyetsiz olduğunu düşünmek olduğu” sözleri dökülmüştü.
Bunu bugüne kadar kimseye hatta kendisine bile söylememişti. “Hayat,
kendisine sorduğum bütün soruları yanıtsız bıraktı. Düşünsene, en derin
ihtiyaçlarımın fark edilmediği, işitilmediği koskoca bir hayat var önümde,
üstelik bu benim hayatım. Sessizliğe mahkûm olacağım, işte beni korkutan da bu.”
diyerek Bjørn kafasındaki çılgın projeyi onunla paylaşmaya karar vermişti.
Planına göre geri dönüşü olmayan bir eylemle “ Büyük Reddini” hayata geçirecek
ve onu da hayatının sonuna dek bu çılgın eylemin her türlü sonuçlarına
katlanacak oluşumun içine atacaktı.
Dr.
Schiøtz önce itiraz etmiş ama yüklü bir bedel karşılığında Bjørn’ün planını
uygulaması için gereğini yapacağını söylemişti. Bjørn, Noel’i geçirdikten sonra ocak ayının ortalarında yerel yönetimlerle
ilgili bir konferansa katılmak üzere Norveçli bir delegasyon üyesi olarak Litvanya’nın
başkenti Vilnius’a doğru yola çıkmış ve planı yerel işbirlikçilerle beraber
uygulamaya almıştı. Dr. Schiøtz, Bjørn’un hayatının artık bu şekilde devam
edeceği, etmek zorunda olduğu gerçeğinin bilincine varmasını ümit ediyordu. Bjørn,
uygulamaya konulan planı kendisi tasarlamıştı. Ama temelde Dr. Schiøtz’un
eseriydi. Bjørn da kendisini onun imzasını taşıyan bir eser gibi görmekteydi ve
bundan biraz rahatsızdı.
Bjørn’a
göre bu eylemi bir marifet, bir isyan, ya da bir meydan okuma olarak
adlandırmak ona abartılı ve biraz da gülünç gelse de ve gerçekte sürekli
guruldayan midesi ve sızlayan dişleri dışında hiçbir rahatsızlığı olmadığı
halde… Kaderi, ürpertici bir vaziyette hayatına hiç kimseyi dâhil edemeden
yaşamaktı! Neden? Hjalmar Ekdal bu işin neresindeydi? Ben en iyisi bunu yine Solstad’a
sorayım dedim ve onun bana yanıtı da şu oldu: 17. Romanımı oku. Kalın tasasız,
sağlıklı ve her zamanki gibi kitapla…
22 Mayıs 2024 mehmetealtin, 143 / CCXXVII
https://iskenderiyekutuphanesi.blogspot.com.tr/
-----------------------------------------------------------
Yapı Kredi Yayınları, 3. Baskı, Ağustos 2023
[1] Interviewed
by Ane Farsethås, “Dag
Solstad, The Art of Fiction No.230”, The Paris Review, Issue 217, Summer 2016
[2]
Yazarın, dilimize çevrilen ve bilinen eserleri: Felsefe Dersleri, Günlük,
Trans-Atlantik, Pornografi, Kozmos, Kronos ve Bakakai.
[3] İşçi
Komünist Partisi (Norveççe: Arbeidernes Kommunistparti, AKP) bir Norveç
komünist partisiydi (1973–2007). AKP (m-l) Marksist Leninist, Maocu bir partiydi
ve Norveç'teki iki komünist partiden biriydi. Diğeri, Sovyet yanlısı olarak
kalan eski Norveç Komünist Partisiydi. İki taraf arasındaki ilişki, güçlü bir
düşmanlıkla karakterize edildi. Partinin iç işleyişi doğası gereği gizliydi,
örneğin kesin üye sayısı gizli tutuluyordu. Partinin programı, 1990'dan önce
silahlı devrim çağrısı yaptığı ve o zamandan beri "devrimi silahlarla
savunma" olasılığını açık tuttuğu için aşırılık olarak görülüyordu.
[4] Interviewed
by Ane Farsethås, “Dag
Solstad, The Art of Fiction No.230”, The Paris Review, Issue 217, Summer 2016
[5] Kongsberg,
Norveç'in Buskerud ilçesinde tarihi bir maden kasabası ve belediyesidir. Numedalslågen nehri üzerinde yer almaktadır.
Kongsberg yüzyıllardır gümüş madenciliği, silah üretimi ve ormancılığın merkezi
olmuştur ve Norveç'in en büyük savunma yüklenicisi Kongsberg Gruppen'in genel
merkezi de dâhil olmak üzere yüksek teknoloji endüstrisinin merkezidir.
[6] Homo
Ludens, Hollandalı filozof ve tarihçi Johan Huizinga tarafından yazılan kitap. "Oyuncu
insan" olarak Türkçeye çevrilebilecek olan Homo Ludens adlı kitabında
Huizinga, kültür ve toplum açısından oyunun önemini inceler. Huizinga'ya göre
oyun, kültürün oluşumu sürecinde birincil önemdedir.